Bu araştırma, doğa bilimleri ve mühendislik alanlarını sosyal bilimin araçlarıyla incelemeye açıyor ve ormanla insanı ayıran modernist rasyonalitenin doğadan veya halktan yanaymış gibi duran politika ve uygulamalarını ortaya çıkarıyor.
Fatma Önder Özşeker’in doktora tezinden oluşan bu kitap Türkiye’de Cumhuriyet sonrası ormanların planlanmasını ve planlama aklını araştırıyor. Fatma Önder Özşeker’i 2023 depreminde o sırada bulunduğu aile evinde Adıyaman Besni’de kaybetmişiz. Çalışmasını ölümünün ardından doktorasını yaptığı MSGSÜ sosyolojiden öğretim üyesi Sibel Yardımcı yayına hazırladı.
Fatma Önder Özşeker 2019-21 yılları arasında yaptığı araştırmadan yola çıkarak doktora tezini hazırlamış. Kitabın girişinde, Murat Cemal Yalçıntan, Fatma Önder Özşeker’in doktora araştırmasını da şekillendiren ve yaklaşımına dayanak oluşturan 2005’te Sulukule’de mahalleyi yerinden eden kentsel dönüşüme karşı birlikte yürüttükleri çalışmayı anlatıyor. Sulukule deneyiminde, kent mücadelesine destek olanlar olarak, mahalleliler ile bir yüzleşme süreci geçirmişler. Sulukule’de sistemin rutinini (okul, iş gibi) reddeden, “rasyonel” görünmeyen hayat tarzlarına sahip halkla, “dışarıdan” dayanışanlar için sarsıcı ve öğretici bir karşılaşma yaşamışlar. Bu da, akademik politik bir araştırma yaparken ve dayanışma ilişkisi kurarken olmazsa olmaz bir etiğin ifadesi olmuş. Türkiye’de mücadele ederken söz konusu mağduriyet durumunun öznesi olanların deneyimini ve yürütülen dayanışma biçimini kavrayarak kendi duruşunu sorgulamak politik hareketlerin kendine baktığı önemli konulardan olageldi. Bu rehber tutum olmazsa, politik olarak kendimizi konumlandıramayız. Bu tutum, politikanın etkilerini anlamada kitabın araştırmasına ışık tutuyor. Doğa bilimleri ve mühendislik alanlarını sosyal bilimin araçlarıyla incelikli bir biçimde incelemeye açıyor ve ormanla insanı ayıran modernist rasyonalitenin doğadan veya halktan yanaymış gibi duran politika ve uygulamalarını bu gözle sorguluyor.
Fatma Önder Özşeker, kendisi şehir bölge plancı olarak, uzmanı olmadığı bir alana derinlemesine dalıyor, etkileyici bir araştırma ortaya çıkarıyor ve Türkiye’de ormanların biyopolitik analizini yapıyor. Ormanın bütünlüklü bir ekosistem, Türkiye coğrafyası içinde daimi olarak kapsamlı ele alınması gereken bir konu olmaktan ziyade Cumhuriyet’ten itibaren planlama adı altında nasıl bir politikaya tabi tutulduğunu inceliyor. Süleyman Demirel, Bülent Ecevit zamanlarından izini sürebileceğimiz bir politika bu; 1950’ler sonrası orman köylüsüne yaranmak için, Anayasa dahil, ormanı koruyan yasa maddelerinin değiştirildiğini ve bu düzenlemelerin bugüne geldiğini hatırlatıyor. Bu değişimin köylüyü korumak değil rant ile ilgili olduğunu, 1980’ler kapitalizmiyle, peşinden AKP yönetimiyle şekillenmiş ve ormana bakınca salt ağaç, ağaca bakınca odun üretimi gören, sonrasında madencilik ve çevre tahribatı gören bir politika devamlılığını açıklıyor. Ağacın önüne insanı koyacağız diyen Ecevit ile en çok ağacı biz diktik diyen AKP’nin arasındaki bağlantı ülke tarihimizde ne kadar da yakıcı duruyor. Ormancılıktaki liyakatsizliğin yani orman aleyhine “antipolitika”nın bir sonucu olarak, örneğin, 1980 sonrası dönemde ahşabın değerinin nasıl dönüştüğü, şu an sıradanlaşan mdf üretim ve tüketiminin o dönemde ortaya çıkıp hızla artışı ülkedeki ormanlar ve onları koruma hakkında çarpıcı bilgiler veriyor. Çok ağaç dikme söyleminin ormanı ve ekosistemi korumak olmadığını aksine niteliği bozan sonuçlarını gösteriyor. 2000’ler sonrası Türkiye’nin AB adaylık hamleleriyle, iklim değişikliği sözü de edilerek, çeşitli strateji belgeleri, eylem planlarının açıklandığını, yeni kadroların oluşturulduğunu ve bunların kâğıt üzerinde kaldığını ya da kötü uygulamalarla sonuçlandığını anlatıyor. Belki uzaktan takip ettiğimiz ama çoğumuzun incelikli düşünmediği üzere orman planlaması denen politikanın, ne kadar iktidarla, sağcılıkla, görevli memurun, uzmanın işini yapmamasıyla ve bilhassa yoksulluk üzerinden popülizmle ilgili olduğunu gösteriyor. Bu araştırmanın devam kitabı, 2021 yazında çıkan, ülkenin güney ve doğusunda çok büyük bir bölgeyi günlerce etkileyen orman yangınlarının özel incelemesi olabilir pekala; bu tablonun üzerine yangınlar neler ekledi, biliyor muyuz mesela, devlet biliyor mu? Buna ek olarak, geçtiğimiz günlerde yaşanan Mardin-Diyarbakır hattında elektrik direklerinden çıkan, insanların ölüme terk edilip üzerine bir de suçlandığı yangınları düşününce, “ağaç değil insan” kurgusunda, tüm insanlar kast edilmiyor olabilir mi? Devlet baskısı ve özelleştirmenin şiddeti kesişiminde ormanların korunması ve 2021 ve sonrasındaki yangınları anlamlandırmamızda bu araştırmanın sunduğu yaklaşımın çok ön açıcı olacağı kesin.
Biz feministler her ne kadar bambaşka bir alana odaklansak da, yakın mücadele tarihimiz 1990’lardan bu yana bu tarihi ve yaklaşımı ezbere biliyoruz. Yapılan politikanın doğayı korumak, bilene danışmak, danıştığını hayata geçirmek, şeffaf ve katılımcı olmak olmadığını; tıpkı kadınların güçlenmesinin, şiddetin önlenmesinin yıllardır iktidarlar tarafından her sözünün edildiğinde olduğu gibi, politika dendiğinde kadınlar aleyhine, planlama dendiğinde kadınları kısıtlayıcı ve baskılayıcı sonuçlar doğurduğunu bizzat gündelik hayatlarımızda yaşıyoruz. Kamu yararını korumak ile ailenin bütünlüğünü korumak arasındaki iktidarlar pekiştiren derin ilişki de kuvvetini hiç yitirmiyor. İzlemesi olmayan politika belgeleri, uygulanmayan eylem planları, tek adam kararıyla kaldırılan kadınların yıllara dayanan emekleri sonucu hazırlanmış uluslarası sözleşmeleri, uygulanıyor denen yasaların, destek mekanizmalarının nasıl işletilmediğini her gün deneyimliyoruz. Bu ülkenin mücadele eden, emeği olan, deneyim biriktiren ve yılmadan uğraşan insanlarına dayanışma, destek ve sorumluluk veren bu çalışmayı hazırladığı için Fatma Önder Özşeker’e çok teşekkürler.