“Öğrencilerle, akademisyenlerle, yöneticilerle yüzlerce görüşme yapmışsın. Cinsel taciz sorunu ve onu çevreleyen sessizlikle ilgili bloglar yazmışsın. Ve fakat hala sessizlik…”
Feminist Araştırma Merkezi’nin kurucu yöneticisi olduğu Londra Üniversitesi’ne bağlı Goldsmiths Enstitüsü’nden, üniversitenin kampüs içindeki cinsel taciz sorununa çözümsüz kalması üzerine istifa eden Sara Ahmed’in bloğundan bir alıntı. Ahmed, kişisel olan kurumsaldır diyerek “mutlu” anlatılara çomak sokuyor, oyunbozanlık yapıyordu. Sessizliğin şiddete ve suç ortaklığına dönüştüğü yerde, anlatının mutluluk vaadini reddetmişti. Çünkü konuşmadığımız şey hakkında konuşmalıydık. Akademik kültürün bir parçası olarak sıradanlaşmış ve normalleşmiş cinsel taciz karşısında, sayısız görüşmeler yapılmış, soruşturmalar açılmış, yazılar yazılmış ama “işitmenin yokluğu şiddeti, tacizi yeniden üretmişti.” Ve sonrasında Ahmed’in, kendi deyimiyle, “feminist kopma”sı gerçekleşmişti.
Mutlu olmamak, gülümsememek, bol kahkahalı masaların huzurunu kaçırmak, geçimsiz ve oyunbozan olmak, aşina olduğumuz suçlamalardı. Lakin son kertede bu duruşlara güç veren, Sara Ahmed oldu diyebiliriz sanırım. Onun oyunbozanlığından güç alarak, ertelediğim bir konuda yazmaya karar verdim.
ODTÜ kampüsünde genelde vize ve final haftalarına denk gelmesiyle bilinen ani elektrik kesintileri olur. Bir anda bütün kampüs karanlığa bürünür. Önce bir süre sessizlik olur. Sonrasında sesler gelmeye başlar. Onlarca erkek, toplanarak kadın yurtlarının önüne gelmeye başlar. Eğlence başlamıştır. “Karı yok mu, karı”, “EBİ at bir don”, “Sütyen atsana” şeklinde sloganlar atılır. Pencerelere lazerler, ışıklar tutulur (örneğin). Elektrikler gelene dek süren sözlü tacizler yaşanır. Rahatsız olduğunu söyleyen “eğlenceden anlamayan” kadınlarsa ya görmezden gelinir ya da alay edilerek karşılık verilir. Ne de olsa kadınları taciz etmek bir nebze olsun kafa dağıtmaktır (gibi). Eğer elektrikler kesildiği anda yurtta değilseniz, saniyeler içinde kendinizi korkunç bir erkek kalabalığının içinde de bulabilirsiniz. Ve aslında güvenli bölge olarak addettiğiniz kampüse dair ne kadar büyük bir yanılgıda olduğunuzun korkusu ve tedirginliğiyle baş başa kalırsınız. Yıllardır süren bu taciz, genelde konuşulmayan, konuşulduğunda da gelenek kurgusuyla meşrulaştırılan bir eğlencedir aslında. Sara Ahmed’in dediği gibi, işitmenin yokluğu üretir. Elektrik kesintileri, “beşeri basmalarını” üretir. Beşeri basmaları ise gelenek lafzıyla meşrulaştırılan bir diğer taciz rutinidir. Mezuniyet kutlamaları sırasında, çoğunlukla mühendislik fakültelerinden erkek öğrenciler, beşeri bilimler fakültesi’ne “kız almaya” gelir. Dersler basılır, cinsiyetçi tezahüratlar atılır. Gerekirse fiziksel şiddet de uygulanır. Çünkü, gelenek anlatısı buna izin verir. Sessizlik zarar verir. Kurguları sekteye uğradığında da oyunbozan oluruz. Abartan kadın oluruz. Sinirli, agresif kadın oluruz.
Bir diğer yandan, elektrik kesintilerinde ve mezuniyet kutlamalarında geleneklerine sahip çıkan “eğlenceli” kadınlara da rastlamak mümkün. Bu durum bana bell hooks’un sözlerini hatırlatıyor: Kadınlar da en az erkekler kadar cinsiyetçi olabilir. Erkek ya da kadın, hepimizin doğduğumuz andan itibaren cinsiyetçi düşünce ve eylemi kabul etmek üzere sosyalleştirildiğimizi vurgular. Tam da bu yüzden, feminizmi, erkek düşmanlığının aksine, cinsiyetçiliği sona erdirmeye çalışan bir hareket olarak tanımlar. Ve yine bu yüzden, feminizm herkes içindir. Ama, “ataerkinin gözüne girmek için birbiriyle kıyasıya rekabet eden, kıskançlık, korku ve husumet besleyerek birbirini hor gören kadınlar” ve “ataerkinin sefasını süren, nimetlerinden vazgeçmeyen erkekler” olduğu sürece de feminist politika güç kaybetmeye mahkumdur.