Feminist Mekan’da Cuma Buluşmaları kapsamında Gülnur’un yeni derleme kitabı Kuramdan Politikaya Feminizm Yazıları üzerine yaptığı sunumu yayınlıyoruz. Keyifli okumalar.
Bu eski yazıları bir araya getirip yayınlamanın iki nedeni olabilirdi: İlkin bu yazılar 2004 yılında çıkmış olan Beden – Emek – Tarih’in (BET) devamı niteliğinde: O kitapta geliştirmeye çalıştığım kuramsal önermelerin somut politikaya tercümesi niteliğini taşıyor. Kitabın adındaki “Kuramdan politikaya” ibaresi de zaten buna işaret ediyor. Bu ifade ayrıca kitabın iç yapısını da anlatıyor: Kitabın bölümleri soyuttan somuta doğru ilerleyen bir mantığı izliyor. İkincisi, bu eski yazıları bugünden bakarak bir çerçeveye yerleştirmek, AKP’nin bugünkü politikaları bağlamında okumak anlamlı olabilirdi. Kitabın girişinde bunu yapmaya çalıştığım için burada bu ikinci eksene değinmeyeceğim.
Öyleyse bu yazıda Feminizm Yazıları ile BET arasındaki bağlantıları, kuramdan somut politik önermelere geçişi biraz açmaya çalışayım. Bu kitaptaki yazıların arka planını oluşturan, onları besleyen teorik önermeler BET’in dört ana yazısını oluşturuyor: Bunlardan ilki olan “Kadınların Emeğini Görünür Kılmak: Marx’tan Delphy’ye Bir Ufuk Taraması” başlıklı yazıdaki karşılıksız emek tahlili ışığında yazılmış yazılar bu kitabın “Kadın Emeği” bölümünü oluşturuyor. “Bir kez daha patriyarka – kapitalizm ilişkisi üzerine” başlıklı yazıda, karşılıksız emeği, kapitalizm ile patriyarkanın bir bütün oluşturmasına yol açan dolayım olarak ele alıyorum: Kapitalizmin zorunlu olarak patriyarkal kapitalizm olmasında karşılıksız emeğin merkezî bir rolü var. Dolayısıyla feminist emek politikaları kapitalizmle bağlantılı olarak geliştirilmek zorunda. Buna karşılık erkek şiddetine karşı ve beden – cinsellikle ilgili feminist politikalar geliştirilirken patriyarkanın kapitalizmle bağlantısından ziyade onun kapitalizm öncesinden gelen sürekliliğinin açığa çıkarılması önemli. Nitekim kitabın ikinci bölümündeki “Hâlâ ve Yeniden: Bedenimiz bizimdir!” başlıklı yazı bu sürekliliğin izini sürüyor.
“Kadın Emeği” bölümünün ikinci yazısı olan “Kıskacın gücü”, patriyarkal kapitalizmde kadınların içine sıkıştırıldıkları ücretli/ ücretsiz emek kıskacına odaklanıyor: Karşılıksız emek nedeniyle kadınların ücretli emeğinin özgül biçimleri var; kuşkusuz bunlar aynı zamanda kapitalizmin dinamikleriyle şekillenmiş istikrarsız, güvencesiz, esnek, düşük ücretli çalışma biçimleri ve kadınları bir kez daha aileye/ evliliğe/ karşılıksız emek harcamaya mahkûm ediyor. Kapitalizmde ücretli emek kadınları özgürleştirir gibi görünürken bir yandan bu özgürlüğün altını oyuyor. Kıskacın direngenliğinin derin anlamı burada yatıyor.
Üçüncü yazının başlığı “AB’nin toplumsal cinsiyet politikaları”. Bu yazıda, karşılıksız emek tahlili AB’nin aile – iş yaşamını uyumlulaştırma politikalarının dayandığı sınırları açıklıyor.
Dördüncü yazı olan “Kadın emeği, sosyal haklar mücadelesi ve feminist politika”, feminist sosyal hak taleplerini karşılıksız emeğin karşılığı ya da tazmini olarak kurmak gerektiğini ileri sürüyor ve bu anlayışla oluşturulmuş bir sosyal hak talepleri bütünü için kimi ipuçları veriyor.
“Ücretli ev hizmetleri: Gündelikçiler, yatılı temizlikçiler, bakıcılar” ise ücretli ev hizmetlerinin karşılıksız emeğin damgasını taşıdığını, bu çalışma biçimini karışılıksız emeğin şekillendirdiğini savunuyor. Öte yandan karşılıksız emeğin, yani erkeklerin ev ve bakım işlerini üstlenmeye direnmelerinin kadınları patron/ işveren kadın – ücretli emekçi kadın olarak karşı karşıya getirdiği, başka bir deyişle kadınlar arasındaki bölünmeyi derinleştirdiğini ileri sürüyor.
BET’in ikinci ana yazısı olan “Özel/ kamusal, yerel/ evrensel: İkilikleri aşan bir feminizme doğru” bu kitaptaki üç yazıyı besliyor. Bunlar, özel/ kamusal ikiliğinin ya da kopukluğunun somut politikadaki yansımalarını ele alan yazılar: Bu kopukluğu aşarak özel alanın kendisinin de dönüştürülmesinin önemini vurguluyorlar. Bunların ilki, birinci bölümdeki “AB’nin toplumsal cinsiyet politikaları” başlıklı yazı. Bu yazı AB politikalarının sadece iş yaşamına, yani kamusal alanı düzenlemeye yönelik olduğu öne sürüyor. Bu politikalar özel alanı kendi ufkunun dışında bırakıyor. Uyumlulaştırma politikaları da büyük ölçüde böyle: Bunun tek istisnası devredilemez babalık izni. Öte yandan şiddet konusunda da özel alana ilişmiyor AB’nin toplumsal cinsiyet politikaları. Sadece işyerinde taciz konusunda belli yaptırımlar getirilmiş. Bu konuda Avrupa Kadın Lobisi’nin metinleri semptomatik: Sürekli olarak bu eksiklik dile getiriliyor. AB’nin toplumsal cinsiyet politikalarını esas olarak ekonominin mantığı belirliyor.
BET’in sözünü ettiğim ikinci ana yazısındaki kuramsal yaklaşımın izini “Kadın emeği, sosyal haklar mücadelesi ve feminist politika” yazısında da bulmak mümkün. Bu yazı özel/ kamusal ikiliğinin aşılmasını, özel alanı dönüştüren, aile ufkunun ötesine geçen farklı birlikte yaşama ve annelik biçimlerini gündeme getiriyor. Bu biçimlere alan açan sosyal politikaların önemini vurguluyor.
Nihayet “Bir kez daha patriyarka – kapitalizm ilişkisi üzerine” başlıklı yazı da bir yanıyla özel alan ile kamusal alanın karşılıklı etkileşimini konu alıyor. Yazı patriyarkanın sadece özel alanda konumlandırılamayacağını, hem özel hem kamusal alanın patriyarkal ilişkilerle örülmüş olduğunu vurguluyor. Bir ölçüde özel patriyarka/ kamusal patriyarka tartışmasından esinlenen yazı kadınların ücretli emeğe katılımının patriyarkanın altını oyup oymadığı sorusuna da yanıt getiriyor.
BET’in üçüncü ana yazısı, eşitlik/ farklılık ikiliğini ele alan bir yazı: “Feminizmin ikilemleri (teoride aşılabilir mi?)”. Eşitlik/ farklılık gerilimi Feminizm Yazıları’ndaki birçok yazının ve söyleşinin arka planını oluşturuyor. Burada farklılık iki anlamda kullanılmış: Hem erkeklerle kadınlar arasındaki hem de kadınların kendi aralarındaki farklılıklara göndermede bulunuyor.
Bu yazının politik tercümesi sayılabilecek yazılardan ilki “Düzenlenmiş patriyarkanın ötesine bakmak”. Yazı neoliberal ve muhafazakâr politikaların kadınlar arasındaki farklılıkları derinleştirdiğini, patriyarkal ilişki biçimlerini çoğullaştırdığını ileri sürüyor: Bir yandan aile güçlenirken bir yandan da kadınlar ücretli emeğe daha çok katılıyor. Bu bağlamda sosyal hak taleplerinin ve genel olarak feminizmin ufkunu bu çoğullaşan kadınlık durumlarını kapsayacak biçimde genişletmek gerekiyor. Patriyarka hem neoliberal hem muhafazakâr, yani anneliği yücelten farklılıkçı (fıtrata dayalı) politikalarla üzerimize geldiği ölçüde feministler olarak hem bu farklılıkçılığa hem soyut eşitlikçi neoliberal politikalara direnmemiz gerekiyor. Yazı ayrıca, patriyarka biçim değiştirerek geleneksel biçimden modern biçime mi dönüşüyor sorusuna patriyarkal biçimlerin çoğullaştığı şeklinde yanıt veriyor.
“Kadın emeği, sosyal haklar mücadelesi ve feminist politika” yazısında da yine, AKP’nin farklılıkçılığa dayalı sosyal yardımları karşısında soyut eşitlikçilik çizgisine çekilmemenin önemi üzerinde duruyorum. Feminist bir yaklaşım hem eşitlikçi hem pozitif ayrımcı düzenlemeleri savunmalı. AKP’nin sosyal yardımlarıyla böyle bir yaklaşımla oluşturulacak sosyal haklar bütünü arasında çok önemli bir fark var: Feminist sosyal hak talepleri kadını bir yandan annelik/ evlilik ilişkisi içinde güçlendirirken bir yandan da evlilikten özgürleşmesini kolaylaştırır.
“Fıtrat söylencesi”, “AB’nin toplumsal cinsiyet politikaları” yazılarında yine soyut eşitlikçi bir fırsat eşitliği söylemini eleştirirken, “Feminist Güzergâh üzerine” söyleşide eşitlik/ farklılık geriliminin günümüzde taşıdığı anlam üzerinde duruyorum.
İlk kitabın dördüncü ana yazısı olan “Cinsiyet/ toplumsal cinsiyet/ cinsellik” başlıklı yazıda yapıbozumcu ve queer politikalar dışında kalan bir heteroseksizm eleştirisi geliştirmeye çalışmıştım. Bu kitabın “Beden – Cinsellik” bölümündeki ilk iki yazı bu tahlili sürdürüyor. “Modern tıp ve bilimin kadın bedenini denetleme biçimi”nde bu denetimin cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinselliği doğallaştırma yoluyla gerçekleştiğini açıklamaya çalışıyorum. Bölümün son iki yazısı bunun politik uzantıları üzerine: Heteroseksizm eleştirisinin feminist beden ve cinsellik politikalarında çok önemli bir yeri olduğunu, hedefimize sadece patriyarkayı değil heteroseksizm ve heteronormatifliği de koymamız gerektiğini savunuyorum. “Heteroseksizm, kimlik politikası ve Butler” başlıklı ikinci yazı ise ana yazıdaki tahlilin biraz daha somutlaştırılmış bir biçimi. “Beden – Cinsellik” bölümünün üçüncü yazısı olan “Feminist cinsel politikanın imkânları ve önündeki tuzaklar”da, beden ve cinsellik konusunda erkek şiddetine karşı savunmacı politikaların yetersizliğini vurgulayıp duhul merkezli cinsellik biçiminin kendisini sorgulamanın elzem olduğunu söylüyorum. Bölümün son yazısı olan “Hâlâ ve yeniden: Bedenimiz bizimdir!”de, içinde yaşadığımız muhafazakâr iklimde savunmacı beden ve cinsellik politikalarının ahlâkçılığı besleme riski üzerinde duruyorum.
Feminizm Yazıları’nın “Feminist Politika” bölümünde ise kolektif politik öznenin imkânları üzerine yazılar var. Bu yazılarda, kolektif feminist öznenin oluşum sürecinin feminist dayanışma ve kadınlar arasındaki farklılıkların feminist politikayla aşılmasıyla örülebileceğini savunuyorum. Bu yazılarda feminist öznenin erkekleri içermemesi gerektiği tezini queer eleştirisiyle beslemeye çalışıyorum.