Nafaka hakkı kadınların yıllar süren mücadeleyle elde ettikleri medeni haklarının ellerinden alınmasının sadece ilk adımı. Bunun sonrasında miras hakkı, mal rejimi gibi konularda da kadınlar aleyhine düzenlemeler talep edileceği ortada.
Yoksulluk nafakasını süreyle sınırlandırma girişimlerinin her an bir yargı paketi dahilinde meclise gelebileceği endişesiyle meclis gündemini takip ediyoruz. 2016 Boşanma Komisyonu Raporu’yla hız kazanan, kadın haklarına yönelik sistematik saldırılar, 2018 yılında Medeni Kanun’un 175. Maddesi’nde bağlanma ve 176. Maddesi’nde kaldırılma koşulları düzenlenen Yoksulluk Nafakası’nı süreyle sınırlandırma girişimleriyle devam ediyor. Süresiz Nafaka Mağdurları, Boşanmış Mağdur Babalar, Boşanmış İnsanlar ve Aile Platformu, Aile Meclisleri gibi isimler altında örgütlenen ve kadınlara karşı ayrımcılık ve şiddet pratiklerinin meşrulaşmasını savunan yapıların gündemden düşürmediği yoksulluk nafakasına yönelik saldırılar, Boşanma Komisyonu Raporu’nda iyice belirgin hale gelmişti. 2015 senesinde mağdur olduğunu iddia eden bu örgütlenmelerden İzmir Mağdur Boşanmış Babalar Derneği başkanı “Karılarını öldüren erkekleri alınlarından öpüyorum” sözüyle ortaya çıkmıştı. “Mağduriyet” kisvesi altında kadınlara yönelik şiddeti meşrulaştırmaya çalıştığı apaçık ortada olan bu tür gruplar, nedense o tarihten bu yana giderek çoğaldı.
Kadın cinayetlerini öven bu söylemin kendisinin çok iyi özetlediği gibi, nafakanın sınırlandırılması için savunuculuk yapan ve mağduriyet jargonunu kullanan örgütlenmeler, kadınlara yönelik fiziksel şiddet dahil, tüm şiddet ve ayrımcılık biçimlerinin hiçbir şekilde cezalandırılmaması, devletin koruyucu ve önleyici tedbirler alma sorumluluğunun olmaması, sadece erkekler için çok eşliliğin kabul görmesi, çocuk yaşta, erken ve zorla evliliklerin cezasız kalmasını talep ediyorlar. Bu bağlamda, sadece kadınların nafaka hakkını değil, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı kanun, CEDAW gibi sözleşme ve yasaları hedef alıyor, kadın cinayetlerinin sorumlusu olarak yine kadınları göstererek, kadın düşmanlığını ve nefretini ifade özgürlüğü adı altında yaygınlaştırmaya çalışıyorlar. Yanlarına aldıkları birtakım medya organları da sürekli yalan haber ve nefret söylemi üreterek kadın örgütlerini, ayrımcılığa karşı yasal mevzuatı, feministleri ve LGBTİ+leri hedef alıyor, makbul erkek kimliği dışında kalan herkese karşı şiddet ve ayrımcılık pratiklerinin meşrulaşması için canla başla çalışıyorlar.
Nafaka karşıtlarının çalışmalarının 2018 senesinden bu yana hız kazandığını, bu karşıtlığın devletin bakanlıkları nezdinde de karşılık bulduğunu görmek, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin devlet eliyle derinleştirilmeye çalışıldığının önemli bir göstergesi. 11. Kalkınma Planı’ndan toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının çıkarılması, kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddet verilerinin, bu olaylar gözle görülür derecede artmasına rağmen devlet tarafından paylaşılmaması, 6284’ün etkin şekilde uygulanmaması, kadın cinayetlerinde cezasızlık, YÖK’ün toplumsal cinsiyet eşitliği tutum belgesini ortadan kaldırması gibi uygulamaların hepsi eşitsizliğin tesis edilmesi yönünde politik kararlığının oluştuğunu düşündürüyor. Nitekim 2018 yılının Ekim ayında Adalet Bakanlığı ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlıklarının ortaklaşa düzenlediği nafaka konulu çalıştayda, kadın hakları ve eşitlik karşıtı grupların oldukça ciddiye alındıklarını, meselenin esas muhatabı olan bağımsız kadın örgütlerinin ise süreçten dışlanmaya çalışıldığını gördük. Büyük uğraşlara rağmen dahil olmak isteyen kadın örgütlerinin çoğu bu çalıştaya çağrılmadı. Ayrıca kadın örgütleri her iki bakanlıkla iki yıla yakın bir süredir nafaka konusunda randevu talep etmelerine rağmen, taleplerine herhangi bir karşılık bulamadılar.
Gerçekten de “1 gün evli kaldım, ömür boyu nafaka ödemek zorundayım” gibi örnekler var mı? Süresiz yoksulluk nafakasının nedense sayısı bilinmeyen, ama “çok fazla” olduğu ifade edilen erkek mağduriyetleri yarattığını öne sürenler, bu mağduriyetlerle ilgili neden olgusal veriler paylaşmıyor? Yoksa bu söylemler kadınlara yönelik ayrımcılık pratiklerini meşrulaştırmak ve kamuoyunu manipüle etmek için mi kullanılıyor? Mesela bu mağdurlar nedense yoksulluk nafakasının kaldırılma koşullarından, ya da çocuklar için bağlanan iştirak nafakasının bile tahsil edilemediğinden, çoğu kadının şiddet dolu evliliklerden kurutulmak için yoksulluk nafakasından zaten vazgeçtiğinden, bağlanan nafaka miktarlarının da oldukça düşük olduğundan hiç bahsetmiyorlar.
Oysa ki, yoksulluk nafakası Medeni Kanun’un 175. maddesine göre süresiz olarak bağlanabilmekle birlikte, 176. Maddesi’ne göre de kaldırılabilmektedir. Yoksulluğa düşen tarafın, evlenmesi, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da ‘haysiyetsiz hayat yaşaması’[1] gibi durumlarda, nafakayı ödemekle yükümlü tarafın nafakanın iptalini isteyebileceği açık bir şekilde 176. Madde’de tarif edilmiştir. Ancak, mağdur olduğunu söyleyen taraflara bu maddenin varlığının hatırlatılması yerine, yasayı değiştirerek nafaka hakkına erişimi kısıtlamaya çalışmak, kadınların boşanmasını engelleme niyetinden başka bir niyetle açıklanabilir değil.
Nafaka Hakkı Kadın Platformu olarak uzunca bir süredir yukarıda adı geçen kadın düşmanı yapılar tarafından kadın haklarını yok etme girişimlerinin kilit noktası olan yoksulluk nafakasına dair kamuoyunda yaratılmaya çalışılan yanlış algıyı değiştirmek[2], siyasi iradenin milyonlarca kadını mağdur edecek bu girişimden vazgeçmesini sağlamak ve toplumun her kesiminden ve her cinsiyetinden insanın Türkiye’deki mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirecek bu ve benzeri girişimlere karşı birlikte mücadele etmesini sağlamak adına bir dizi çalışmalar yapıyoruz. Haziran ayında başlatılan imza kampanyası, aralarında Ümit Boyner, Latife Tekin, Zuhal Olcay, Müjde Ar, Leman Sam, gibi isimlerin olduğu, farklı alanlarda tanınmış 100 kadının imzasıyla çıktı ve erkeklerin de katılımıyla imza sayısı 10 günde 10.000’i aştı.[3] Metinde de belirtildiği gibi, önerilen nafaka düzenlemesi gerçekleşirse bu en çok ev içerisinde emek veren, eğitim fırsatlarına eşit bir şekilde ulaşamamış, evdeki çocuk, yaşlı ve hastaların bakımını ve ev işlerini üstlendiği için çalışma hayatına katılamamış yoksul kadınları etkileyecek, onları şiddet gördükleri evliliklere mahkûm edecek. Yıllardır şiddet alanında çalışan kadın örgütlerinin çalışmaları gösteriyor ki, şu anda esas nafaka mağduru olan taraf kadınlar, çünkü kadınlar şiddet dolu yaşamlardan çıkabilmek adına yoksulluk nafakası taleplerinden ya vazgeçiyor ya da ortalama 300 TL civarında bağlanan nafakaları dahi tahsil edemiyorlar.
Hiçbir bilimsel veriye dayanmaksızın, sadece nafaka mağduru olduğunu iddia eden erkek örgütlenmelerinin söylemleri üzerine inşa edileceği söylenen bu düzenleme kapsamında şimdiye kadar ne bağımsız kadın örgütlerinin ne de nafaka hakkından vazgeçmek durumunda kalan ya da çocuklar için bağlanan iştirak nafakası dahil olmak üzere yoksulluk, tedbir veya yardım nafakasını tahsil edemeyen kadınların görüşlerine yer verildi. Bu sebeple, fail olduğunun üzerini örterek “mağdur” olduğunu iddia eden erkek örgütlenmelerinin mağduriyet söylemleri bağlamında yapılacak bir düzenlemenin, Anayasa’nın eşitlik ilkesini ve Türkiye’nin imzacısı olduğu CEDAW, İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmeleri de ihlal edeceği açıkça ortadadır. Kadınların ve bağımsız kadın örgütlerinin konuyla ilgili düşüncelerine yer verilmeden kadınların hayatlarını derinden etkileyecek bu tür girişimlerin eşitsizliği ve kadın yoksulluğunu derinleştirmekten öteye gitmeyeceği aşikâr.
Nafaka Hakkı Kadın Platformu bileşenlerinden Kadın Dayanışma Vakfı, veriye dayanmayan ve birtakım iddialar üzerinden yürüyen bu tartışmaları bilimsel bir zemine çekecek çok önemli bir araştırmaya imza attı. 31 Ekim 2019 tarihinde basınla ve kamuoyuyla paylaşılan rapora[4] göre mahkemeler tarafından hükmedilen nafakaların yüzde 50,7’si, yükümlüleri tarafından hiç ödenmezken, yüzde 20,7’si nafaka yükümlüleri tarafından ödendi. Araştırma sonuçları gösteriyor ki boşanma ve nafaka davaları ile cinsiyete dayalı şiddet arasında önemli bir ilişki var. Boşanma sebepleri farklılık göstermekle beraber incelenen dosyaların yüzde 82,9 gibi büyük bir oranında kadına yönelik şiddet iddiası mevcut. Şiddet iddiası içeren dosyalarda büyük oranda nafaka talebi söz konusu. Araştırmada ulaşılan veriler TÜİK verileri ile uyumlu bir şekilde kadınların eğitim, meslek ve gelir durumlarının erkeklerin çok gerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Medeni Kanun’da cinsiyet belirtmeksizin düzenlenmiş olan yoksulluk nafakasının genelde kadınlar tarafından talep edilmesi tam da bu verilerin gösterdiği üzere kadınların toplumsal hayatın her alanında ayrımcılığa ve eşitsizliğe maruz bırakılıyor olmasından kaynaklanıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının kendisine bile karşı çıkılan bir ortamda, kadınların nafaka hakkına el konulmaya çalışılması, kadınlara karşı ekonomik şiddetin hukuk yoluyla uygulanması anlamına gelecektir.
Nafaka Hakkı Kadın Platformu olarak, tüm siyasi partilerin milletvekilleri ve Genel Başkanları’ndan randevu alarak, öngörülen nafaka düzenlemesine neden dur denmesi gerektiğini anlatmaya çaba gösteriyoruz.[5] Yoksulluk nafakasının, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olduğunun, ücretsiz ve kaliteli bakım hizmetlerinin yokluğunda evlilik öncesinde kadınlar istihdama katılsalar dahi, evlilik sonrasında ya çalışma hayatından çekilmeye zorlandıklarının ya da evdeki bakım emeği yükünden ötürü işten ayrılmak zorunda kaldıklarının altını çiziyoruz. Kadınların erkeklerle aynı işleri yapsalar dahi daha az ücret aldıklarını, eğitim ve meslek edinme konularında önlerinde ciddi engeller olduğunu ve devletin öncelikli görevinin, kadınların toplumsal hayata eşit katılımı için politikalar üreterek, bunların uygulanması için siyasi kararlılık göstermek olduğunu söylüyoruz. Nafaka hakkı kadınların yıllar süren mücadeleyle elde ettikleri medeni haklarının ellerinden alınmasının sadece ilk adımı. Bunun sonrasında miras hakkı, mal rejimi gibi konularda da kadınlar aleyhine düzenlemeler talep edileceği ortada. Nafaka hakkına karşı çıkan erkek örgütlenmeleri, aynı zamanda 6284 sayılı koruma kanununa, İstanbul Sözleşmesi’ne ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına aile bütünlüğünü bozduğu iddiasıyla saldırıyorlar. Buradaki esas niyet çok açık, kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılığa karşı devlet tarafından yalnız bırakılmasının sağlanması.
Kadın haklarına ve toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı bu saldırılar, kadınların eşit birer birey olarak toplumsal hayata katılmalarını engellemek ve erkek egemen sistemin natrans heteroseksüel erkeklere sunmuş olduğu ayrıcalıkları sonuna kadar korumak adına örgütleniyor. Bu sebeple nafaka hakkına sahip çıkmak, yapısal olarak kadınlar için eşitsiz bir şekilde düzenlenmiş kaynaklara erişim meselesinde eşitlik talep etmek demek. Medeni Kanun’a bir kez müdahale edilirse, diğer hakların kadınların elinden alınmaya çalışılacağı çok açık. Tabii, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi sadece kadınları ilgilendiren bir mesele değil. Eşit, özgür ve adil bir yaşam tahayyülü olan herkesin bu mücadeleye destek vermesi gerek.
[1]‘Haysiyetsiz yaşam sürmek’ ifadesi oldukça sorunlu bir ifade olmasına rağmen yasada bu şekilde yer verilmektedir. Yasalardaki ayrımcı ifadeler ve kadın hareketinin yasalardaki cinsiyetçiliğe karşı verdiği mücadele belki başka bir yazının konusu olabilir.
[2]Facebook: /nafakahikayesi, Twitter: @nafakahikayesi, instagram: @nafakahikayesi, medium.com:/nafakahikayesi
[3]İmza metnine bu linkten ulaşabilirsiniz: https://nafakahakkinadokunma.com/
[4]https://gazetekarinca.com/2019/10/kadin-dayanisma-vakfi-yukumlulerin-yalnizca-yuzde-20si-nafaka-odedi/
[5]http://www.kadinininsanhaklari.org/nafaka-hakki-kadin-platformu-kadinlarin-nafaka-hakkina-dokunulmamasi-ve-istanbul-sozlesmesinin-uygulanmasi-icin-siyasi-partilerin-kapisini-caliyor/