Şimdilerde işler değişiyor—ama çok da fazla değişmiyor.
Elena Ferrante
Erkekler hakikaten kadınlardan bir şeyler öğreniyor mu? Sık sık. Peki, bunu kamusal olarak kabul ediyorlar mı? Nadiren—günümüzde bile bu böyle. Edebiyat örneğinden gidelim. Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, bir kadın yazarın eserinden öyle ya da böyle etkilendiğini söyleyen çok fazla erkek yazar ismi düşünemiyorum. İtalya özelinde aklıma tek bir isim geliyor, o da Virginia Woolf okumanın kendisine çok şey kattığını söyleyen, The Leopard’ın yazarı Giuseppe Tomasi di Lampedusa. Buna karşılık, kadın meslektaşlarını küçümseyen ya da onlara ancak ehemmiyetsiz, banal hikayeler—işte evlilik, çocuklar, aşk maceraları olsun; kısacası ancak ucuz romanslar ya da duygusal romanlar—yazma payesi biçen pek çok erkek yazar biliyorum.
Şimdilerde işler değişiyor—ama çok da fazla değişmiyor. Mesela bir erkek yazar, özel ya da kamusal bir konuşma sırasında kadın yazarları iyi bulduğunu söylediğinde ben sormak istiyorum: İyi derken; senin kadar mı iyi, senden daha mı iyi, yoksa ancak kadınlar tarafından yazılmış kitaplar bağlamında mı iyi? Yani kıstırıldığımız kadın edebiyatı alanından (ki bu kıstırılmanın tek faili bu işin piyasası da değil) çıkmayı başarabildik mi? Ya da edebiyatı ve edebiyatın değerlerini alt üst edebildik mi?
Şunu demek istiyorum: Bir erkek yazar olarak benim yazdıklarımı okuyup beğendiğini söylerken, amacın bana dersini iyi öğrenen kız öğrencilere bahşedilen cinsten bonkör bir kompliman sunmak mı? Yoksa, bugün, erkek yazarların da kadın yazarlardan, kadın yazarların yüzyıllardır erkek yazarları okuyarak öğrenmiş olduğu—ve öğrenmeye de devam ettiği—kadar öğrenecek şeyi olduğunu kabul etmeye razı mısın?
Bence işler tam da bu noktada çetrefilleşiyor. Kültürlü erkeklerin çoğu, bizlerin duyguları harekete geçirmedeki ustalığını övmeye hazır (zaten kadınlar, geleneksel olarak, neyi duyguları hoş vakit geçirtecek şekilde harekete geçirmekten daha iyi becerebilir ki?). Ama aynı erkekler devrim yapan, mayın tarlalarına dalan, politik çatışmaları ve kahramanca iktidar mücadelelerini irdeleyen edebiyatı kendi alanları olarak görüyor. Dünyayı sokak sokak gezip sözleri ve işleriyle mücadeleyi sürdürme cesareti, çoğu insanın tahayyülünde erkek entelektüelin özelliği. Kadınlarsa aynı tahayyülde ancak balkona oturtulur ki önlerinden akıp geçen yaşamı seyredip, titrek kelimelerle betimleyebilsinler.
Dünyanın her köşesinde, her alanda berrak bir akılla, acımasız bir idrakla, cesaretle, duygusallığa teslim olmaksızın yazan pek çok kadın var. Yüksek edebi kalitede eserler üretebilen bir kadın zekasının varlığı apaçık. Ama klişelerin yok olması zor oluyor: Bizler duygusalız, bizler başkalarını hoşnut etmek için varız. Erkeklerse, sözleri ve işleriyle dünyadaki iyiliğin kötülüğe üstün gelmesini sağlayacak muhteşem edebiyatçılar ve korkusuz öğretmenler.
Çeviri: Ayşe Toksöz
Bu yazının orijinali, The Guardian’da yayınlanmıştır.