“Kanıta dayalı tıp” söz öbeği bile üstü kapalı olarak tıbbın o olmadan yapıldığı dönemleri ifade ediyor. Kendi şahit olduğumuz uygulamaları düşünürsek tarihçiler gelecekte bizim dönemimizle ilgili neler diyecekler?
“Deli kadın” imgesi Eski Mezopotamya’dan günümüze uzanıyor. Uygarlığın beşiği varsayılan Mezopotamya’nın dişi cadıları uygarlığın karşıtı, bozucusu olarak kurgulanmış ve bu nedenle dağlarla, steplerle, yeraltı dünyasıyla ilişkilendirilmişti; bu yerler uygar Mezopotamya’nın denetimi dışında olan yerlerdi (Cameron and Kuhrt 2013; Bakay 2019). Dil ve tasvire dayalı dualist sistemde tarih boyunca kadının irrasyonalite, doğa, kaos ile; erkeğin ise rasyonalite, uygarlık, kültür, zihin ile ilişkilendirildiğini görürüz (Showalter 1985). Tarih boyunca inşa edilen bu ilişkilendirme, kadın bedeninin erkek egemen toplum tarafından denetimini meşrulaştırır. Ancak “delilik” ve “normallik” kültürel özellikler ve değerlerden bağımsız düşünülemez, bu nedenle toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde ele alınmalı.
Bu yazı ile tarihte “kadın deliliği”ne kısa bir yolculukla birlikte, “kadın deliliği”nin tıp ve psikiyatri tarihi açısından da dönemlerin özelliklerinden bağımsız düşünülemeyeceğini vurgulamayı amaçladım. Ataerkil toplumun ve kadını ikincilleştiren düşünce yapısının nasıl psikiyatri tarihini de şekillendirdiği göz ardı edilmemeli.
Fransız filozof Michel Foucault, güç ve bilginin geri dönüşsüz bir şekilde bağlı olduklarını, bu nedenle gücün bilgi üzerine düzenleyici işlevinin olduğunu, örneğin; neyin normal ya da anormal olduğunu, neyin delilik ve neyin normallik olduğunu kategorize ederek bu işlevi gösterdiğini belirtir (Foucault and Dreyfus 1987). Foucault’nun düşüncesinden yola çıkarak, toplumsal kurallara uymayan, yine ataerkil toplum tarafından belirlenen bu standartları sağlamayan “diğeri”nin dışlanmasının bir örneği de bu toplumlardaki kadınlardır. Tarih boyunca kadının ikincilleştirilmesi ve kadınlık ile delilik arasında bağ kurulması, ataerkil değerlere uymayan kadınlık ve ataerkinin bu kadınları “deli” olarak etiketlemesi, bunun belki şekil değiştiren ancak devam eden canlı bir örneğidir.
1940’larda da Fransa’da Simone De Beauvoir kadınların tarih boyunca erkek egemen toplumlarda erkeklerin emri altında olduğunu ve “öteki” olarak görüldüğünü vurgular. De Beauvoir’ın “One is not born, but rather becomes, a woman” cümlesi kadını kadın yapanın biyoloji değil, sosyalleşme sırasında bir kadından ne beklendiğini öğrenmesi olduğunu vurgular (Simone De Beauvoir 1953).
Bu ünlü düşünürlerin teorilerini aklımızda tutarak kadınlığın yolculuğuna bakacak olursak Yunan mitolojisinin Zeus, Poseidon, Hermes gibi insan-kadınları cinsel ilişkiye zorlayan erkek Yunan tanrılar ile dolu olması şaşırtıcı değildir, bu “tanrısal tecavüz” ile toplumda erkek denetiminin sağlanmaya uğraşıldığı, bunun “tanrısal toplum”a projeksiyonu olduğu düşünülebilir (Bakay 2019). Yine Yunan mitolojisinde kadının doğayla bağlantısı, “Ana Tanrıça” Kybele’nin ölüm ve dirimden sorumlu olması, kadının doğa ve onun tahripkar güçleri; erkeğin ise uygarlık, düzen, akıl ile ilişkilendirildiği görülür.
Kadın deliliğinin tarihi ve tıp/psikiyatri tarihi boyunca değişimi incelenirken değerlendirilmesi gereken en çarpıcı örnek kuşkusuz histeridir.
Histerinin bulunabilen ilk tanımlaması M.Ö. 1900 yılındaki Kahun Papirüsü’ne kadar gider. Histerinin, uterusun kadın bedeninde spontan hareketi nedeniyle oluştuğu; dolayısıyla tedavisinin, uterusun normal pozisyonuna geri dönüşü olduğu belirtilmiştir. Bu tedavide uterus yukarıda konumlandıysa, ağız ve buruna kötü kokular ve vajina yakınına ise hoş kokular; aşağıda konumlandıysa vajina yakınına keskin, buruk kokular ve ağız ve buruna hoş kokulu esanslar uygulanması önerilir (Sigerist 1987; Cosmacini 1997).
Yine Eski Yunan tarihinde dikkat çeken bir isim olan Argonot Melampus, Argo’nun Bakireleri İsyanı’nı yatıştıran hekim olarak bilinir. Argo’nun bakireleri, “fallusu onore etmeyi reddederek” dağlara kaçan, bu davranışları delilik olarak değerlendirilen kadınlardır (Sigerist 1987; Cosmacini 1997). Döneminin önemli düşünürleri Platon, Aristoteles, Hipokrat erkeklerle birleşmediğinde ve yeni bir doğum meydana getirmediğinde uterusun “üzgün ve talihsiz” olduğunu belirtirler (Tasca et al. 2012).
Eski Roma tıbbının en önemli isimlerinden Aulus Cornelius Celsus, Claudius Galen, Soranus histeri üzerine yazar ve çok çeşitli semptomlardan bahsederler. Tedavide bağırsakları boşaltma, karacaot, nane, belladona, kediotu, sıcak banyo, masaj, egzersiz önerilir. Bazen evlilik, bazen de genç kadını heyecanlandıran uyaranlardan uzak kalma, ebedi bakirelik önerilir (Tasca et al. 2012).
Orta Çağ’ın ilk dönemlerindeki siyasi olaylar, sadece birkaç bilim adamının elindeki Hristiyan Avrupa ile hoşgörü ve kültürel mayalanma ikliminin olduğu Halifelerin Orta Doğusu arasında bir kopuşa neden olur. Hipokrat ve Galen’in metinleri Arapçaya çevrilip yorumlanır, yaygınlaşır ve tanınır. Orta Çağ’da Avrupa ve Orta Doğu arasındaki etkileşimler Hipokrat ve Galen’in öğretilerinin Avrupa’da yayılmasını sağlar. İbni Sina (980-1037) ve Endülüslü Musa bin Meymun (1135-1204) öğretileri Avrupa’ya yayılan ve birçok dile çevrilen önemli isimlerdir (Jacquart 2004).
Orta Çağ Avrupası’nın ana düşüncesi ise, kadının fiziksel ve teolojik olarak aşağıda olduğudur. 13. yüzyıldan itibaren dini ağırlıklı atmosferde ruhsal bozuklukların kadın ve şeytan arasındaki bağın apaçık bir göstergesi olduğu fikri hakim olur. Bu dönemde doğal bir sonuç olarak “histerik” kadınlar, şeytan çıkarma ayinlerine maruz kalırlar ve histeri büyücülükle eş tutulmaya başlanır. Bu dönemde Heinrich Kramer ve Jacob Sprenger’in ünlü kitabı Malleus Maleficarum (1487) yayınlanır. Adında bile cinsiyetçilik göstergesi olarak “Malecifarum” denir; “Maleciforum” değil, bir kadın çekimi kullanılır (Tasca et al. 2012). Avrupa’ya kolektif bir “cadı korkusu” yayılır. Bu olayların etkisinde 18. yüzyıla kadar birçok masum kadın işkence ile elde edilen “kanıt” ya da “itiraf” ile ölümle cezalandırılır.
Rönesans ve Aydınlanma Çağı ile birlikte “cadıların” ruhsal hastalıkları olduğu, kilise yerine hekimler tarafından tedavi edilmesi gerektiği fikri gün yüzüne çıkmaya başlar (Tasca et al. 2012).
Modern Çağ’da ise modern tıbbi bilimlerin “felsefi devrim” ile birleşimi ve dönemin önemli felsefecilerinin etkisi belirgindir. Thomas Sydenham (1624-1689) histeri üzerine çalışmalar yayınlar, histerinin hemen bütün organik hastalıklara benzerlik gösterebilen özellikleri olduğuna dikkat çeker (Alexander and Selesnick 1966).
1692, Salem, Massachusetts olayları özellikle önemlidir. Bazı kadınlarda gözlenmeye başlanan bir yerde sabitlenen gözler, garip sesler, kontrolsüz sıçramalar, ani hareketler gibi semptomlarla giden bir süreç yaşanır. Kadınlar “cadılık” yaptıkları gerekçesiyle Karayipler’den gelen bir köle olan Tituba, evsiz bir dilenci olan Sarah Good, yoksul yaşlı bir kadın olan Sarah Osborne’u suçlarlar. Yerel doktor William Griggs, problemi rahiple paylaşır ve itiraf etmezlerse asılacaklarını bilen kadınlar birbirini suçlamaya başlar ve 19 kişi “cadı” oldukları gerekçesiyle asılırlar. Yüzden fazla kişi gözaltında tutulur. Bu durumun sonlanması ancak benzer belirtiler dönemin eyalet valisinin kendi eşinin de büyücülükle suçlanıp sorgulanması ile olur (Blumberg 2007).
16. – 17. yüzyıldaki genel hava elbette sanatçıları, edebi eserleri de etkiler. En iyi bilinen deli kadın örneklerinin yaratıcısı William Shakespeare (1564-1616)’dir. Hamlet’te, Ophelia karakteri, Lady Macbeth ve Hırçın Kız’da Kate karakteri… Bu eserlerin önemli bir özelliği deliliğin nedenlerini yaşanan travmatik olaylarla ilişkilendirmesidir. Shakespeare, zamanın baskın görüşlerinin yanı sıra toplumsal ve ailesel sorunların da ruhsal sorunlara neden olabileceğini vurgular ve çağına göre ileri bir bakış açısı getirir.
Aydınlanma döneminde bahsedilmesi önemli olan bir isim, radikal bir feminist olan Mary Wollstonecraft (1759-1797). Mary Wollstonecraft, 19 yaşında evden ayrılarak mürebbiyelik yapmaya başlayan bir kadın ve kadınların ekonomik nedenlerle eşleriyle beraber kalmak zorunda oldukları bir dönemde, kadınlar için eğitim ve mesleğin önemini kavrar. Yazdığı karakterlerden Maria, kocası tarafından haksız yere akıl hastanesine kapatılır. İngiltere’de feodal sistemden miras kalan evlilikle ilgili yasaları eleştirir. Evliliğin kadınlar için bir hapishane, kölelik olduğunu savunur. Maria “Hiç iştahım yok, ne yemek ne aşk için…” der (Wollstonecraft 2012).
“Aydınlanma Çağı” bu kadar hararetli bir şekilde devam ederken, tarihe “son cadı” olarak geçen Anna Göldi, 1782 yılında İsviçre’de ölümle cezalandırılır (Segel 2002). Bu durumun, büyücülük ve cadılığın saçmalık olduğunu, ruhsal hastalıkların bilimsel olarak ele alınması gereken karmaşık hastalıklar olduğunu anlatan Encyclopedia’nın basımından 10 sene sonra gerçekleşmesi düşündürücü.
18.yüzyılda histeri giderek uterustan çok beyin ile ilişkilendirilmeye, iki cinsiyette de görülebileceği düşünülmeye başlanır. Ancak tabii ki bu kolay bir değişim değildir. Burada histeri ile çalışmaları, grup ve bireysel tedavileri ön plana çıkaran, histeriyi “animal magnetism” ile açıklayan bir isim Franz Anton Mesmer (1734-1815)’dir.
18. yüzyılın sonuna gelindiğinde Fransız Devrimi’nin oluşturduğu genel atmosfer Philippe Pinel (1745-1826)’i de etkiler ve Fransa Salpêtrière Hastanesi’nde zincirlenerek kapatılan akıl hastalarını serbestleştirmek için 1793’te izin alır. Bu serbest bırakma 1887’de ressam Tony Robert Fleury tarafından yapılan “Pinel freeing the insane from their chains” tablosu ile akıllara kazınır. Bu resim kadın-delilik-hapsedilme arasındaki bağlantılar ve bu süreçlerde erkeğin temsili açısından çarpıcıdır (Ussher 2011).
Victoria Dönemi (1837-1901) boyunca birçok kadının çantalarında amonyak tuzu taşıdığı bilinir. Çünkü Hipokrat tarafından da öne sürüldüğü gibi dolaşan cinsel organlar keskin kokuları sevmez ve yerlerine döner ve bayılan kadınların bilincinin yerine gelmesini sağlar! Bu çok kabullenilmiş, etkisi halen süren bir durum.
18. ve 19. yüzyılda Avrupa eskinin bağnaz ve tutucu fikirlerinden kopma arayışlarıyla yeni ve aydınlık bir düşünce iklimine evrilirken, eski dünyanın izlerini de taşır. 19. yüzyıla gelindiğinde ise akıl hastalarına daha insani koşullar sağlayacak akıl hastanelerinin kurulması fikri ve uygulamaları ağırlık kazanır. İngiltere ve Galler ülkesinde John Conolly bu değişime öncülük ederken, Fransa’da Philip Pinel, Almanya’da Johann Christian Reil dikkati çeker. Histeri üzerine Pierre Janet, Sigmund Freud, Josef Breuer, Carl Jung’un çalışmaları mevcut.
Aydınlanma Çağı’nın düşünce iklimi Avrupa’yı sorgulamaya, inançların baskısından silkinip olguları irdelemeye, sorunlar ve eşitsizlikler karşısında hak aramaya yönlendirir. Bu durum edebiyatı da etkiler, 19. yüzyılda kadın sorunlarının tartışıldığı, kadınları mutsuzluğa, akli dengesizliğe iten nedenlerin sorgulandığı romanlar yazılır.
19. ve 20. yüzyılda yaşayan kadınların kendi ruhsal hastalıklarını nasıl yaşantıladıklarına iyi bir örnek Charlotte Perkins Gilman’ın 1892’de yazdığı Sarı Duvar Kağıdı adlı öyküsüdür. Burada yazar kendi gebelik sonrası depresyon dönemini ve zamanın ünlü doktoru Dr. Mitchell tarafından yürütülen, bu dönemlerin meşhur yöntemi olan “yatakta sürekli istirahat” tedavisini anlatır. Odanın sarı duvar kağıdından başka uyaranın olmadığı bu süreçte duvar kağıdının ardında bir kadın olduğuna inandığından bahseder. Bu kadını serbest bırakmalıdır, bu yüzden de duvardan duvar kağıdını sökmeye koyulur. Sarı duvar kağıdının arkasındaki kadın yazarın bir eşidir. Sarı duvar kağıdı, eski, yer yer yırtılmıştır, tıpkı tüm kadınları çevreleyen yetersiz ve haksız ataerkil düzen gibi (Bakay 2019).
Histeri geride kalmış gibi görünüp halen varlığını sürdürürken kadınlar üzerinden yeni tanılar geliştirilmeye devam eder. Bunlardan biri “ev hanımı baş ağrısı” ve “ev hanımı yorgunluğu”dur. 1950’lerde doktorlar yorgunluk şikayetiyle kendine başvuran birçok kadın gözlemler, bu durumun “can sıkıntısı”ndan kaynaklandığını düşünerek sakinleştirici ilaçlar reçete eder. Oksazepam, diazepam gibi birçok benzodiyazepin grubu ilaç için kadınları hedef alan reklamlar yapılır. Benzer şekilde 1968’e kadar diazepam dünya çapında kadınlara reçete edilen, en iyi satan ilaçlardan biri olur (Conrad 2011). Yıllar içinde benzodiyazepinlere büyük başarı kazandıran bu pazarlama stratejisi antidepresanlar için de kullanıldı, kullanımı devam ediyor…
Dr. Walter Freeman, dönemine öncülük eden bir psikocerrah, bir buz kıracağı ile beyne girerek yaptığı lobotomi operasyonu ile ünlenir. Belki hepimizin bildiği bu lobotomi uygulaması ile ilgili bilinmeyen bir şey 1942’ye kadar Freeman ve Watts’ın lobotomi uyguladığı hastaların %75’inin kadın olduğu (Tone and Koziol 2018). Bu dönem lobotomize edilen hastaların büyük çoğunluğunun kadın olması şaşırtıcı mı? Kadınların sakin, işbirlikçi olmasının ve ev işlerine özen göstermesinin beklendiği bir zamanda, akıl hastalığının tanımları, tedavileri kadar dönemin toplumsal değerlerine bağımlıydı.
Foucault’ya dönecek olursak ataerkil topluluklarda erkek güçtür. Kurumları, kuramları ve uygulamaları bu güç belirleyerek bilgiyi oluşturur ve şekillendirir. Tıp ve psikiyatri tarihi yakın zamana kadar erkek egemenliğinde olmuş ve “ikincil” bir cinsiyet olarak kadın “sorunun kaynağı” olarak görülmüş, kadın bedeni ve zihni patolojize edilmiş, bu toplumun standartlarına “uyumsuz” olan kadınlar “deli” olarak etiketlenmiştir. Kadınlar biyolojik bir bozukluk, noksanlık ya da zayıflıkları nedeniyle delirmemiş, ataerkil toplum ve anlayış tarafından delirtilmiştir!
“Kanıta dayalı tıp” söz öbeği bile üstü kapalı olarak tıbbın o olmadan yapıldığı dönemleri ifade ediyor. Kendi şahit olduğumuz uygulamaları düşünürsek tarihçiler gelecekte bizim dönemimizle ilgili neler diyecekler? Kadının acısını kadınları daha duygusal, hassas gördüğümüz için daha az mı anlamaya çalışıyoruz? Daha az mı tedavi ediyoruz? Daha çok kadınlığıyla ilgili mi patolojize ediyoruz? Sosyal sorunları için daha çok mu antidepresan yazıyoruz?
Tıp tarihini anlamlı yapan şey geçmişi değerlendirme fırsatı, uyumsuz parçaları atlamak, tıbbın ne kadar da ilerlediği ile övünmek değildir. Eleştirel ama dürüst değerlendirme ile daha çok şey öğrenilebilir. Basit bir ilke akılda tutulmalı: Tıp insan ürünüdür. Tıp tarihi karmakarışık ve dağınıktır. Tıbbın geçmişi huzursuzluk verici olsa da bize fark ederek, öğrenerek değişim imkanı tanır. Modern tıp, bir bakıma, bizim tarafımızdan yapılıyorsa yeniden yapmak da bizim elimizde.
Kaynaklar
Alexander, Franz G, and Sheldon T Selesnick. 1966. ‘The history of psychiatry: an evaluation of psychiatric thought and practice from prehistoric times to the present’.
Bakay, Gönül. 2019. ‘Delirtilen Kadınlar- İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kadın Deliliği’, Kırmızı Kedi Yayın Evi.
Blumberg, Jess. 2007. ‘A brief history of the Salem witch trials’, Smithsonian.com, 23.
Cameron, Averil, and Amélie Kuhrt. 2013. Images of women in antiquity (Routledge).
Conrad, Peter. 2011. “The Age of Anxiety: A History of America’s Turbulent Affair with Tranquilizers.” In.: SAGE Publications Sage CA: Los Angeles, CA.
Cosmacini, G. 1997. ‘The long art: the history of medicine from antiquity to the present’, Rome: Oxford University.
Foucault, Michel, and Hubert Dreyfus. 1987. ‘Mental illness and psychology’.
Jacquart, Danielle. 2004. ‘The influence of Arabic medicine in the medieval West.’ in, Ency Hist Arab Science V 3 (Routledge).
Segel, Lawrence. 2002. ‘Horrors of the healers’, Canadian Journal of Diagnosis: 66.
Showalter, Elaine. 1985. ‘The female malady: Women, madness, and English culture, 1830-1980’.
Sigerist, Henry Ernest. 1987. A history of medicine (Oxford University Press).
Simone De Beauvoir, HM. 1953. ‘The second sex’.
Tasca, Cecilia, Mariangela Rapetti, Mauro Giovanni Carta, and Bianca Fadda. 2012. ‘Women and hysteria in the history of mental health’, Clinical practice and epidemiology in mental health: CP & EMH, 8: 110.
Tone, Andrea, and Mary Koziol. 2018. ‘(F) ailing women in psychiatry: lessons from a painful past’, CMAJ, 190: E624-E25.
Ussher, Jane M. 2011. The madness of women: Myth and experience (Routledge).
Wollstonecraft, Mary. 2012. Mary, A Fiction and The Wrongs of Woman, or Maria (Broadview Press).