Türkiyeli ve İsveçli kadın ve nonbinary sanatçıları bir araya getiren ve Depo’da gerçekleşen “Kadın Arşivlerinden Yansıyanlar” sergisi 30 Nisan’da sona erdi. Kadın Eserleri Kütüphanesi arşivlerinde araştırma yapmaya davet edilen sanatçıların çok çeşitli arşiv materyalini kullanarak ikili gruplar hâlinde ürettikleri üç yerleştirme, kadınların ve kuirlerin arşivine dair heyecan uyandırıyor. Sanatçılardan Larissa Araz, Özge Açıkkol ve Ays Alayat ile sergiyi konuştuk.
Kadın Eserleri Kütüphanesi, Osmanlı’dan günümüze Türkiye’deki kadınların toplumsal, siyasal ve kişisel tarihlerine dair pek çok görsel, yazılı ve işitsel belgeyi içeren zengin bir arşive sahip. Bu arşivle ilk temasınız sırasında arşive dair beklentileriniz nelerdi? Üzerine çalışacağınız arşiv belgelerine nasıl karar verdiniz, hangi koleksiyonlar kullanımınıza sunuldu, nasıl bir yöntemle kendi seçkinizi oluşturdunuz? Süreci açıklayabilir misiniz?
Özge Açıkkol: Projenin başlangıcında, Kadın Eserleri Kütüphanesi biz katılımcı sanatçılara ayrıntılı bir sunum gerçekleştirdi. Arşiv malzemesi uçsuz bucaksız da olsa, içeriğin ruhuna dair bir bilgi edindik bu sayede. Özel Arşivler, Süreli Yayınlar Koleksiyonu, Kadın Örgütleri ve Örgütlenmeleri Koleksiyonu, Görsel Koleksiyon bunlardan bazılarıydı.
Elin ile ayrı ayrı pratiklerimizin kesiştiği nokta olan kadınlar arası ağlar, bakım pratikleri ile oluşan/genişleyen mekanlar, içerisi ve dışarısı arasındaki, yani özel ve kamusal alan arasındaki ilişkiler ve bu iki alanın ihtiyaca dayalı olarak sınırlarının bulanıklaşması üstünden bir odak oluşturduk kendimize ve arşivde de bu gözlükle bakmaya başladık. Yani asıl ortak odak noktamız olan bakım pratiklerinin arşivdeki görünürlüğü ya da görünmezliği üstüne de uzun süre tartıştık ve ev içi emeğin görünürlüğünü arşivde aradık. Bu arayış, bu emeğin kamusal alanda nasıl kendini gösterebildiğine veya gösteremediğine dair soruya paralel olarak ilerledi bizim sürecimizde. Bu nedenle Kadın Eserleri Kütüphanesinin komşusu olan Balat mahallesinde de vakit geçirmeye başladık. Ve bir gün tamamen mobilyalarla döşenmiş bir sokağa denk geldik: İnsanlardan iz yoktu, ama sokakta bir kolektifliğin izi mevcuttu. Köşeyi döndüğümüzde duvar dibine dizilmiş birçok kara lahana ve sardunya saksıları gördük. Evinin önündeki bitkileri sulayan Makbule Hanım çıktı karşımıza ve bize balıkları yıkadığı su ile bitkileri suladığı bilgisini o kısacık karşılaşma anında aktardı. Daha sonraki günlerde sokağı ziyaret etmeye devam ettik ve yine başka bir gün Fevziye ile sohbet etmeye başladık ve çamaşırlarını birlikte astık. Bize bir kahve ikram etmek istedi ve o anda sokaktaki diğer kadınların da bize katılması ile ilişkimiz başladı.
Sessiz sakin bir kentsel hücre olan “çıkmaz sokak”ın bu fiziksel özellikleri, günlük dertlerin üstesinden gelme becerilerini güçlendirmişti. Bu da kadınların, ilişkisel ve pratik araçları kullanarak gündelik kent yaşamı ile bütünleşmiş biçimde kırsalla aralarındaki bağları sürdürmeleri sonucunda mekânlarını genişletmeleriyle kazanılmıştı. Sokağın yarı özel bir alan olma özelliği, sosyalleşme ve dayanışma örüntülerini teşvik etmişti.
Larissa Araz: Petra ile ön görüşmelerimizde ikimizin de kendi pratiğinde görsel materyal ile çalıştığını fark etmiştik. Bu sebeple arşivin görsel materyalini daha arşivle çalışmaya başlamadan çok merak etmiştik. Görsel materyal arşivini araştırdığımızda ise bu arşivin nasıl oluştuğunu merak etmeye başladık. Seçilen fotoğrafların neye göre ve nasıl seçildiğini, kimin bu fotoğrafları topladığını, nereden toplandığını, fotoğrafların nasıl elendiğini, hangi dönemleri kapsadığını ve hangi temsiliyetleri taşıdığını araştırmaya başladık. Tabii bütün bu soruların akabinde bu arşivde hangi fotoğrafların olmadığını, hangi dönemlerin eksik olduğunu, hangi temsiliyetleri içermediğini, kısacası kimlerin bu arşivde olmadığını sorgulamaya başladık. Arşivin çok sezgisel bir şekilde bir araya getirildiğini fark ettik. Biz de bu metodolojiyi kendi seçkimizi oluştururken kullanmaya karar verdik. Çok içgüdüsel bir yerden merak ettiğimiz, üzerine konuşmak istediğimiz, bizi yansıttığını düşündüğümüz imajları seçtik arşivden ve Petra ile bunlar hakkında birbirimize soru yöneltmeye başladık. Bazen kendimizi bu imajların hikayelerini yazarken bulduk.
Ays Alayat: Kuir deneyimlerin varlığını doğrulayacak bir tarihin özlemiyle arşive hem merak hem de tereddütle girdim. Aynı zamanda, medyadan veya ana akım toplumdan anlatılan kuir yaşamların belgelenmesinin tekrar tekrar acı, şiddet ve ölümü anlattığını bildiğim için karşılaşacaklarımdan da korkuyordum. Aslında şöyle özetleyebilirim: Bir travma okyanusunda aşkı aramaya gittik. Arşivde ‘cinsel azınlıklar’ başlığı altında açılan belgeleri incelemek oldukça duygusal bir çalışmaydı; duyguların arasında gidip gelirken elimizdeki son dosyanın son sayfasında Kenan’dan bir kupür bulduk. Aramamızı genişletmek için Kadın Kütüphanesi’nden dışarı çıkıp farklı kaynaklara yöneldiğimizde Kenan odağımız ve rehberimiz oldu. Bulduğumuz kaynaklar arasında Serdar Soydan tarafından yazılan Manşetlerden Gaipliğe: Bay-Bayan Kenan Cinili’nin Evrak-ı Metrukesi adlı kitap ve Beyazıt Devlet Kütüphanesinde bulunan belgeler yer alıyor. Kenan’ın kendi yazdığı hikayesine ve sadece travmatik yönlerine değil yaşamdan zevk aldığımız anlara da temas ettiği için özellikle olumlu pasajlara odaklanmayı seçtik.
Arşivlerin araştırmacıların, yazarların, sosyal bilimcilerin kullanımına açılmasına aşinayız. Sanatçı olarak arşivi deneyimlemek üzerine neler söylemek istersiniz?
Özge: Elin ile birlikte, ilişkisel ve sürece dayalı pratiğimizden gelen bir dürtü ile arşivin hem içine hem dışına bakmak istedik. Bunu yaparken bir yandan da arşivin dışarısı ile ya da dışarısının arşiv ile bağına bakmak, kopmuş bağlar varsa bunları yeniden örmeye çalışmak gibi bir niyet edindik. Arşivin dışına çıkıp tekrar arşive bakma noktasında, sanatçılar olarak arşivi deneyimlemenin bir özgürlük alanı oluşturduğunu düşünüyorum. Sanat alanının, baktığımızı dönüştürebilme, arşiv ile ilgili bir araştırma yaparken bile arşivin dışına çıkabilme esnekliğini, arşive aslında farklı gözlükler takarak bakabilme özgürlüğü tanıdığını düşünüyorum. Bu da arşivi farklı şekillerde aktive etme olanağını tanıyor.
Kadın Arşivlerinden Yansıyanlar projesi başlangıçta, sergileme olasılığı da olan ama sergileme fikrinden bağımsız bir araştırma projesi olarak başladı. Sergi kararının netleşmesinin ardından, Elin ile birlikte arşivin odaklandığımız malzemesini nasıl dönüştüreceğimizi veya “aktive” edebileceğimizi düşünmeye başladık. Sanatın görünmez olanı ya da arşivde kapalı kalmış olanı hatta arşivlerin dışında kalmış olanı da görünür kılabilecek, vurgulayacak araçları çok çeşitli. Diğer bilimlerden ve araştırmalardan farkı bu olabilir. Görünür kılmak derken sadece görsellikten bahsetmiyorum ama ele alınan konunun, çok farklı araçlarla bir tür duyusal (ve duygusal) çevirisini yaparak sadece belirli uzmanlık alanından kişi ya da gruplara değil ama daha geniş çaplı bir izleyici kitlesine hitap edebilecek bir hâle getirilebilmesinden bahsediyorum.
Larissa: Ben sanatçıların da arşivlere yazarlar, sosyal bilimciler ve araştırmacılar kadar eşit mesafede olduğunu düşünüyorum. Kendi pratiğimde de araştırma odaklı ilerleyen bir sanatçı olduğum için arşivlerde neredeyse bir arkeolog gibi çalışmaya alışığım. Arşivler üzerine çalışırken önemli olan zaman ve imkan olanakları kanımca.
Kadınların arşivine bakmak, kadınların tarihine ve genel olarak tarih yazımına dair ne söylüyor? Diğer arşiv sergilerini düşündüğünüzde kadınların arşivine odaklanmanın nasıl bir farkı vardı?
Özge: Kadın arşivleri ne demektir sorusu üstüne biz de sık sık düşündük bu süreçte: Daha hiyerarşik ilişkiler üstüne kurulu, arşive dışarıdan bakan ya da arşivin dışında kalanlar/dışında bırakılmışlar üstünde tahakküm kurmak için arşivleri bir araç olarak kullanabilen patriyarkal bakıştan farkına bakmak ve işaret etmek de istedik. Hem bir kadın arşivinin çok boyutlu yapısından dolayı hem de aslında kolektif olarak oluşturulmuş bir arşiv olmasından kaynaklı, kendine özgü bir sistemi olan bir arşivle karşı karşıyaydık. Ama bu tür bir arşiv, bağlantılar kurmayı daha iyi sağlıyor, birbirinden ayrı duran malzemelerin biraradalığı ile aslında çizgisel tarihte kaybedilmiş tüm sosyal ve kültürel bağlantılar/bağlar biraz belirginlik kazanabiliyor. Sergi metnimizde de alıntıladığımız “düzenli anarşi” ya da “an-arşiv” tanımlamasını bu nedenle benimsedik. An-arşiv tanımını hem kadın arşivlerine dair bir öneri olarak hem de Çıkmaz Sokak’ta yaşayan kadınların kendi sokaklarında bir an-arşiv oluşturduklarını söylemek için kullandık.
Larissa: Kadın Eserleri Kütüphanesi üzerinden bu soruyu cevaplamak gerekirse aslında tarih yazımının eksiklerini bu arşiv gözler önüne seriyor. Görsel arşiviyle tarihin yuttuğu kadınların imajlarını oluşturmaya çalışıyor. Ancak bir yandan bu arşivin kapsamadığı ve ana akımda anlatılan Türkiye Cumhuriyet kadını imgesini ve tarihini aşan farklı zamansallıklara ve kimliklere sahip feminist akımlar var. Tek bir arşivden genel bir tarih yazımı çıkarılamayacağını biliyoruz. Arşivlerin ve arşiv sergilerinin hassas noktası kapsama alanlarının farkında olup olmamaları.
İlk olarak “Ne Duyuyorsun?” işinden konuşalım istiyoruz. Petra Bauer ile ortak çalışmanızda Kadın Eserleri Kütüphanesi arşivlerinden seçtiğiniz 33 fotoğrafı yorumlayarak mekansal bir kurgu içinde sergi alanında sunuyorsunuz. Aynı zamanda Petra ile fotoğraflara dair konuşmalarınız da bir ekranda sergileniyor. Hem sergi metninde hem de sergi bağlamında yaptığınız konuşmada fotoğraf seçimlerinize dair “arzu” kavramı ortaya çıkıyor. Bunu biraz açabilir misiniz?
Larissa: Arzu kavramını aslında bu arşivin bir araya gelmesindeki metodoloji olarak düşünüyoruz. Arşivde çalışırken özel arşivler dışında kalan görsel arşivdeki fotoğrafların müzayedelerden, sahaflardan ve eskicilerden toplandığını öğrendik. Toplayan kişinin inisiyatifinde gerçekleşen bu sürecin, toplayıcının arzularını içerdiğini hayal etmeye başladık. Yani kendi merak ettiği, beğendiği, yakın hissettiği veya kendini temsil ettiğini düşündüğü fotoğraflar ağırlıkla bir araya getirilmişti. Bu da toplayıcının arzularını öne çıkarıyordu. Biz de kendi arzularımız üzerinden bir seçki yaptık. Bizi sorgulatan, merak ettiren ve temsil ettiğini düşündüğümüz imajları kendi arzularımız üzerinden tekrardan yorumladık.
Fotoğraf seçkinizdeki çeşitlilik dikkatimizi çekti. Bu fotoğrafların bir kısmı 1920’li, 30’lu yıllarda stüdyo ortamında çekilmiş fotoğraflar. Bazıları ise daha ileriki yıllardan kadınların gündelik hayatlarına, sosyalleşmelerine, eğlencelerine tanıklık eden amatör fotoğraflar. Bu özellikle seçtiğiniz bir mekansal ayrım mı yoksa arşivde özel-kamusal ayrım bağlamında böyle bir fark mı ortaya çıkıyor? Bu mekansal fark fotoğraflanma biçimlerinde sizce nasıl bir fark yaratıyor?
Larissa: Bu ayrımı özellikle göz önünde bulundurmadık. Ancak gözlemlediğiniz şey arşive dair ve dönemin teknolojisine dair bir şeyler söylüyor. 20’li, 30’lu yıllar, arşivin büyük bir kısmını oluşturuyor. Görselleri arşive seçen kişilerin bu devrim dolu dönemi özellikle araştırdığını anlayabiliyoruz. Bir yandan teknolojinin gelişmesi ile bireysel kullanımlara olanak sağlayan fotoğraf makinesi hangi alanlara ne şekilde girmiş gözlemleyebiliyoruz. Ayrıca daha da önemlisi kameraya poz veren öznelerin kendilerini ne şekilde gösterdiklerini de görebiliyoruz. Ellerinin bedenlerinin duruşları ve verdikleri pozlar kadınsal imgenin ne şekilde oluşturulduğunu anlatıyor bize.
“Çıkmaz Sokak” işine gelecek olursak, Elin Strand Ruin ile birlikte ürettiğiniz bu çalışma, “an-arşiv” kavramı etrafında şekilleniyor. Bu kavramı, “Çıkmaz Sokak” işi bağlamında açıklayabilir misiniz?
Özge: An-arşiv kavramını Zeynep Sayın’dan ödünç aldık. “Başsız” bir arşiv mümkün mü? Balat’taki çıkmaz sokakta tek bir seferde, bitkiler, saksılar, sokağa yerleştirilmiş mobilyalar, küçük bir çatı altına asılmış çamaşırlar, yeni kesilmiş odunlardan oluşan bir yığın, halı ile örtülmüş bir masa, bir duvara yaslanmış bahçe araç gereçleri ile birlikte tüm hafıza katmanlarını görüyorsunuz ama gündelik ihtiyaçlara göre hepsi yer değiştiriyor, buradaki arşiv her gün, yeni kategorizasyonlarla ve değişen kümelenmelerle yeniden ve yeniden kuruluyor ve bir arşivin neyi içerebileceğine dair bakışımızı da sorgulatıyor. Çıkmaz sokakta yaşayan kadınlardan biri olan Fevziye, her gün yaptığı ev işlerini anlatırken bir metafor kullanıyor: “Her sabah tuğlaları üst üste diziyorum, akşam olunca hepsi yıkılıyor ve sabah yeni baştan dizmeye başlıyorum”. Bu eylemi belgelemek ne mümkün? Sokak civarında ilk karşılaştığımız Makbule Hanım’ın bize ayaküstü sözel olarak aktardığı “balığın yıkandığı suyun bitkilere iyi geldiği” bilgisinden de hareketle bu tür bilgileri toplayacağımız bir köşe oluşturmaya karar verdik sergide. “Tarifler An-arşivi” böyle ortaya çıktı. Donna Haraway’in ifadesi ile “konumlu bilgiler”den[1], çoğu zaman belgelenmemiş olan yerel ve çoğunlukla kırsal bilgiden oluşan bir arşiv; bir kadın arşivinin içeriksel olasılıklarına da bir öneri olarak sergi alanında yer aldı. Feminist yöntemlerle nesnel bilgi üretmenin bir yolu olarak “konumlu bilgiler”i öneren Donna Haraway, feminist söylemde kötülenen bir duyu sistemi olarak görme’den tamamen vazgeçmek yerine görmeyi ıslah etmeyi ve bunu da “parçalı bir perspektif” kullanarak yapmayı öneriyor. Bu öneriyi arşiv oluşturma ve görünür kılma yöntemlerine nasıl uyarlayabiliriz?
Kadın emeğinin hayattaki görünmezliğini düşününce arşivde görmek mümkün mü? Kadın emeğini görünür kılmak için hangi izlere baktınız?
Özge: Arşivde kadın emeğini, çok doğrudan değilse de örneğin Kadın Örgütleri ve Örgütlenmeleri dosyasında, süreli yayınlar koleksiyonu içindeki Kadınca dergilerinde ve tabii Özel Arşivler Koleksiyonu içinde yer alan kadınların hayatları içinde görmek mümkün. Belgelenebilmiş yaşamlar ve belgelenmeyen kadın emeği arasındaki kopmuş bağları nasıl birleştirebiliriz diye sorduğumuzda, Balat’taki çıkmaz sokakta yaşayan kadınlar ile arşivde yer alan kadınları yan yana getirmek için Depo’da bir alan yaratma fikri ortaya çıktı. Bu alanın temelini de, kadınların bir sosyalleşme alanı oluşturmasını sağlayan çıkmaz sokağın kendi mimarisi oluşturdu. Araştırmamız boyunca biriktirdiğimiz tüm malzemenin taşıyıcısı bu mekân oldu.
Arşivde, 2001 yılında kurulmuş, İstanbul’un dış çeperlerindeki mahalleleri kendine mesken edinmiş İMECE Kadın Dayanışma Kooperatifi’nin belgelerine denk geldik. İMECE, kadınların yerel yönetimlerde karar alıcı konumunda bulunmasını teşvik eden ve hâlihazırda var olan dayanışma ve destek mekanizmalarını güçlendirmek üstüne kurulu bir model başlatmıştı. Bu uzak mahallelerde yaşayan kadınlar, genellikle sosyal olanaklardan ve feminist hareketin mücadelesini vermiş ve kazanmış olduğu yasal haklardan da uzak yaşıyorlardı. İMECE bizim için farklı geçmişleri olan kadınlar arasında bir bağ kurma çabasının iyi bir örneği idi.
Sergideki alanımızda, özellikle Müfide İlhan, bakım pratikleri üstünden baktığımız bir figür olarak öne çıkıyor. Öğretmen, yedi çocuk annesi ve Türkiye’nin ilk kadın belediye başkanı olarak, çalışkan ve her zaman faal bir kadın olan Müfide, kızı Simla’nın deyişiyle her gün yemek yapmayı sevmiyordu. En küçük köylere kadar at üstünde gider ve köy sakinlerine ihtimam gösterirdi. Tüm bu eylemi de sadece belediye başkanı olduğu dönemde değil, tüm yaşamına yaymıştı. Her anlamda “bakım veren” bir figür. Ama aynı zamanda hakkında yazılan, “dağlarda dolaşıyorsun, git evde çocuklarına bak” diyen yerel gazeteye de bir şiir yazarak yanıt vermiş ve bu rollere direnmiş bir kadın figürü.
“Gerçekten Yalnız Mıyım?” işine gelecek olursak, Şafak Şule Kemancı ile ürettiğiniz bu iş, adından başlayarak tarihe ve arşive kuir bir gözle bakmaya dair bir iddia taşıyor. Sizce arşivin kuir potansiyelleri neler?
Ays: Toplumda tarihten kopukluk ve yalnızlık hissi yaratan bir kuir temsil eksikliği var. Aslında tarih boyunca paylaşılan binlerce kuir deneyimi var, soru şu ki, kuir yaşamları hatırlamak niyetiyle oluşturulmamış arşivlerde bunları nasıl bulacağız? Kuir hikayeleri bulmak araştırmacının perspektifine bağlı. Arşivin kuir potansiyeli, arşive giren kişinin satır aralarında hikayeler araması, bunlar arasında bağlantı kurması ve lgbtq+ deneyimlerini aydınlatma umuduna dayalı olarak ortaya çıkıyor. Gelecek nesiller için bugünü arşivlemek, tarihimizin silinmesini engellemek kadar önemli. Hatta özellikle kuir arşivlerine açıkça bir ihtiyaç var. Bu konuda da toplumun şu anki işleyiş sisteminde sorumluluk kuir arşivcilerde.
Kenan Çinili hakkındaki gazete kupüründen yola çıkarak yaptığınız işte gazetedeki dile meydan okuyan, adeta bir film yıldızı gibi bize bakan bir Kenan portresi oluşturdunuz. Bugünden geçmişteki bir hayatı düşünmek, temsilini oluşturmak nasıl imkanlara sahip? Sizde hangi etik ve politik soruları uyandırdı?
Ays: Kenan’ı saygıyla temsil etmek, ona yargılamadan bir dost, kardeş olarak bakmak istedik. Bizim için o, zamanını simgeleyen ve yansıtan bir kişilik, üzerine kendi düşüncelerimizi aktarabileceğimiz hayali bir figür oldu. Bununla birlikte, Kenan ile çalışmak bizim için birçok soruyu da gündeme getirdi. Onu yanlış tanıtmamamız ve hayal gücümüzle kendi sözleri arasında açık bir ayrım olması bizim için önemliydi.
Kadın Eserleri Kütüphanesi arşivi, kadınların arşivi tarihi/mücadelesi açısından nasıl bir kaynak oluşturuyor? Sizce sanat alanında bu ilişkiye katkı sunmak\parçası olmak nasıl mümkün olabilir?
Özge: Kadın Eserleri Kütüphanesi arşivi, kadınların tarihi ve mücadelesi açısından son derece güçlendirici. Bu projede, biz de arşivi politik anlamda nasıl aktive etmeli sorusunu sorduk. Yanıtını vermek kolay değil, bu tür projelerin uzun süreli etkileri nasıl olur görebilmek, bilebilmek zor ama sadece sanatçıların değil, arşive farklı açılardan bakabilecek farklı kişilerin kadın arşivlerini bu anlamda da bir mücadele aracına dönüştürebileceğine inanıyorum. İşte bunun için Kadın Arşivlerinden Yansıyanlar projesi gibi arşivleri görünür kılma olanağını verecek projelerin daha da çoğalması çok iyi olurdu. Çünkü özellikle sadece geçmişe değil bugüne dair olan bugüne nasıl geldiğimizi anlatan bu arşivi, kapalılık, muhafaza etme eyleminin ağırlıkta olduğu arşiv fikrinden de özgürleştirip, paylaşım alanını daha geniş tutmak, ulaşılabilirliği açısından fark yaratabilir.
[1] Donna Haraway “Situated Knowledges: The Science Question in Feminism and the Privilege of Partial Perspective”, Feminist Studies, Vol. 14, No. 3 (Güz, 1988), s. 575-599.