18 yıldır Türkiye’de yaşayan; balkonları ve yarı kamusal alanları sanat alanı olarak kullanan İranlı bir kadın sanatçı ile ahlak polisi tarafından Mahsa Jina Amini’nin öldürülmesi ile başlayan ve 17 Eylül’den bu yana devam eden İran protestolarını konuştuk.

Mahsa Jîna Amini’nin İrşat Devriyesi tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestolar tüm ülkeye yayıldı. 17 Eylül’den bu yana süren bu isyanın İran’da daha önce gerçekleşen protestolardan farkı var mı? Kadınların bu isyanda öncü olmasının nasıl bir etkisi var sizce? Eylemler İran’da birçok bölgeye ve ile yayılmış durumda. İran rejiminin saldırıları karşısında büyüyen ve yayılan bu isyanı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben devrimden bir sene önce devrime doğmuş birisi olarak doğduğumdan bu yana sürekli bir hareket olduğunu, sürekli protestoların olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar farklı dönemlerde İslam Cumhuriyeti’nin her köşesini, her açısını denedi.

Tabii ki hemen devrimden sonra kadınlar zorunlu hicap üzerine büyük bir protesto yaptı. Kadınlardan yola çıktım direkt çünkü en büyük ayaklanma kadınların haklarını aramak adına olan yürüyüşüydü. O bastırıldı ve İslam Cumhuriyeti kadının haklarını kısıtlayarak kendisini tanımladı. Kadınların haklarına el koyarak kendisini tarifledi. O nedenle İslam Cumhuriyeti’nin bu hak gaspından şimdi vazgeçmesi mümkün değildir, kırmızı çizgisidir. Bundan vazgeçerse tamamen yok olacak.

Öğrenciliğimin ilk yılında, 1999’da, öğrencilerin protestoları ile başlayan ve ülke çapında yayılan bir ayaklanma oldu. Ağırlıklı olarak Tahran’da oldu bu protestolar. Orada dini sloganlar çok fazlaydı. Hocalarım ile o protestodaydık ve saldıranlara karşı tepki vermek istediğimiz zaman ateist hocalarım bile “Allahu ekber” diyordu. Bir yerde uzlaşalım, bakın biz beraberiz, aynı gelenekten geliyoruz, dini geleneğimizden vazgeçmeden bir reform ile bunu çözebiliriz mesajını veriyordu. Keza 2009’da Yeşil Hareket sırasında bile reformculara oy verdik. (Reformcu İran’da çok partili değil. Sağ, ılımlı sağ) Yeşil Hareket aslında reformun ayaklanmasıydı. Orada oylar çalındığı için insanlar ayaklandı ve barışçıl yürüyüşler yapıldı. O protestolarda slogan olarak “Allahu ekber” de var “diktatöre ölüm” de var. Ancak dini rehbere karşı bir slogan yoktu hâlâ. Birisi söylese bile ürpererek bunu söylerdi. Bu hareket de bastırıldı ve çok kan döküldü. Adaylar bile ev hapsine girdi ve o tarihten bu yana hiçbirisi çıkmadı.

Tabii tekrar reformculara bir şans tanındı. Söz konusu kadının iki saç teli midir, biz bunları çözeceğiz, konuşmalarda halledeceğiz vaatlerinde bulundular. Ancak iktidara geldiklerinde piramit şeklinde gelen emirlerin bunu çözemeyeceğini herkes gördü. Çünkü tepede bir güç var ve her şey onun elinde.

O dönemde İran’da “hain” tartışmaları çok oldu. İslam Cumhuriyeti’nin bir teşkilatına oy vermeyeceğiz, bunları tanımayacağız diyenler de vardı; diyalog ile, reform yoluyla haklarımızı alacağız diyenler de vardı. Reform yoluyla hakları almak gibi bir şey olmadı ancak bu halka politik bir tecrübe kazandırdı.

Biz her tarafı, her açısını denedik. Eğer şimdi durum bu noktaya geliyorsa biz reformu da denedik ancak olmadı, artık bir diyalog oluşmuyor keskinliğinden dolayıdır. Bu keskinlik edindiğimiz tecrübelerden dolayı oluştu.

Devrim diyebileceğimiz bu protestolarda artık dini sloganlar yok, dini sloganlar artık karşı taraf olarak görülüyor. Radikalleşme var, gri tonlar yok ve ortalarda oynamak mümkün değil. Reformcuların “lider yok ve bu bir yerde tıkanacak” diyaloğuna kimse kulak asmıyor. Daha sert, hiddetli bir protesto var. Eylemciler protestolarda daha keskin ve öfkeli. Sloganlar zaten bunları gösteriyordu. Okullarda bir slogan vardı: Gidin anneme söyleyin, artık bir kızı yok. Çünkü biliyor ki götürülüyorsa öldürülecektir. Artık bunları göze almış bir gençlik var.

Bu devrimin özelliği ırk tanımaz, cinsiyet tanımaz, yaş tanımaz olması. Biz yaşlılarımızı da görüyoruz, sokağa geliyor ve sokakta dayak yiyorlar. Bu bir arada olma hâli müthiş bir şey. Kürtlerin, Azerilerin kol kola olduğunu görüyoruz. Ben bunu anlatırken bile çok duygulanıyorum. Ayrımcı zihniyet aslında etnikler arasında değil, bu senelerce bize dayattıkları bir şey.

Ve tabii ki “kadın, yaşam, özgürlük” sloganı altında farklı kesimlerin bir araya gelmesi çok önemli. Özgürlük dediğimiz zaman zorbalığa, diktatörlüğe karşı söz söylüyoruz. Yaşam dediğimizde refah içinde yaşamak. Çok yoksul illerimiz var, zengin bir ülkenin çok büyük bir yokluk içinde olan farklı farklı bölgeleri var. Petrolü olan illerde insanların içme suyu bulanık, içme suyu bile yok. Maddi yanı da bu slogan içinde kendisini gösteriyor. Kadın dediğimizde ise yıllarca maruz kalınan ayrımcılık, hakkı gasp edilmiş, hakları için mücadele eden kadınlar var.

İran’daki kadınlar yıllardır mücadelesini ilk olarak evden veriyor. Ataerkil bir sistemde hak arayışına ve haklarını almaya ilk evinden başlıyor. Biliyoruz ki dışarıdaki hukuk kadını desteklemiyor. Bir baba kızını taciz ettiği zaman ya da bir zorbalık yaptığı zaman gidip bir yere başvuru yapamıyor. Yaptığı zaman ise hakkını alamıyor. Keza görüyoruz; babası, erkek arkadaşı, kocası tarafından katledilen kadınların failleri ceza almıyor ya da çok az hapis cezası alıyor. Kadınlar bu mücadeleyi 43 yıldır veriyor. O nedenle çok organik bir mücadele. Çok örgütlü olduğunu söyleyemeyiz. Resmen örgütlenemiyor çünkü İslam Cumhuriyeti örgütlenmeden korkuyor. En büyük derdi de sendikalar, STK’lar. Bunların karşısında konumlanıyor ve buraları sürekli olarak dağıtmaya çalışıyor. Bu nedenle görünen bir örgüt yok, böyle dersek de olayı hafifletebiliriz zaten. Çünkü herkes bireysel bu mücadeleyi vermiş ve kulaktan kulağa aktarıyor. Kadınlar bir araya geldikleri zaman haklarını konuşuyorlar ve hakları için mücadele veriyorlar. Bu 43 senelik bir mücadeledir. Kadınların örgütleri, mücadele alanları ilk olarak evleri; dayanışması ise arkadaşları.

Bir İranlı kadına ilk olarak İran’a gittiğinde başını örtüp örtmediği soruluyor. Evet örtüyorum çünkü orada başörtüsüz çıkmak yasak, bir giyinme kodu var ve onu uygulamak lazım. Ama kadınlar 43 senedir bu kodu sürekli ihlal ediyor ve bu koda karşı sürekli mücadele veriyor.

Cuma namazlarında, televizyonda, mollaların demeçlerinde çok bariz bir şekilde kadınların evde kalması gerektiğinin, kadınların siyasette işinin olmadığının, mühendis vb. bir mesleği olmasına gerek olmadığının dile getirildiğini görüyoruz. Ama bir yandan da görüyoruz ki her yerde kadınlar var. Çalışma alanlarında, üniversitelerde… Her yerde kadınları görüyoruz ve bu bir mücadeledir. O nedenle organik diyorum; İranlı feministler her kavramı el yordamı ile öğreniyor.

Kadın Hareketi bu isyanı küreselleştiriyor. Çünkü kadınlar her yerde ayrımcılığa maruz kalıyor. Ve görüyoruz ki en demokratik diyebileceğimiz ülkelerde bile kadınlar, İranlı kadınlar ile isyanda. Her yerden destek, simgesel olsa da dayanışma geliyor. Çünkü biz beraberiz, aynı derdi paylaşıyoruz. Dünya nüfusunun yarısı kadın ve hepsi ayrımcılığa maruz kalıyor. Aynı noktada olduğumuz için her ülkeye sesimiz yetişiyor. Biraz farklı olsa da aynı durumdayız, temel olarak ataerkil bir sisteme karşı sürekli olarak bırakmadan mücadele etmemiz lazım. Bırakmamak çok önemli. Çünkü o kadar güçlü bir sistem var ki kadınları yok saymak, kadınları toplumda geriye itmek için, bu devamlı bir mücadele olmak durumundadır. Çünkü ben eminim ki yarın devrim olduğu zaman biz mücadeleyi tekrar vereceğiz ve daha da fazlasını vereceğiz. Kadınlar sadece toplumsal, medeni haklarını değil, bununla birlikte siyasette var olmayı, paydaş olmayı da istiyor. Olay sadece giyinme kodu değil. Biz bunların hepsini yasalaştıracağız ve o yasaları kendimiz yazacağız. Erkekler ile yasa tasarlayacağız.

Eylemlerin farklı illere yayılması bizi de şaşırtıyor. Bizi daha net olarak bize tanıtıyor. Propaganda ile bize gösterilen o kitle nerede diye sormamıza neden oluyor. Mesela Meşhed, Şiilerin en önemli dini bölgelerinden birisi, 8. İmamın türbesi orada. Kum kenti ise mollaların okulu diyebileceğimiz okulların olduğu önemli bir yer ve oraya molla olmak üzere genç erkekler gidiyor. Bu kentte de önemli bir türbe var. Bu iki kentte bu coşkuyu 2019’daki protestoda görmüştük. Yine de 2019’da daha ekonomi merkezli bir ayaklanma olduğu için herkesin ekonomik krizden şikayetçi olduğuna dair fikir oluşmuştu bu kentlerdeki protestolar için. Ama burada “kadın, yaşam, özgürlük” sloganı ile bu insanlar sokakta. Burada artık herkes istediği gibi yaşasın, inancını sürsün diye sokakta. Bu istek o kesim tarafından da anlaşılıyor artık. Herkesin istediği gibi yaşamasını inkâr edilemez bir hak olarak görüyor halk. Halbuki rejim bunu sürekli olarak inkâr ediyor, gerçeği çarpıtıyor ve hatta farklı gerçekler yaratıyor. Bu devrimle beraber biz halk kelimesini yeniden öğrenmiş olduk, halkı yeniden tanımlamış oldu hareket. O nedenle ırk, din, cinsiyet ayrımı yapmayan bir hareket, isyan bu.

Sizin de bildiğiniz gibi medyada pek bir şey göremiyoruz.

Bu insanlara hitap eden bir harekettir. İnsanlık için mucize bekleseydik ancak bu kadar olurdu. Bu o kadar büyük bir coşkudur ki demokratik ülkeler için bile tehlikelidir. Çünkü kendileri form vermemişler, şekillendirmemişler.

Daha önceden yurt dışında yaşayan İranlılar için bazı tartışmalar vardı. Bu tartışmalarda, oy verme dönemlerinde “sen yurt dışındasın, ne konuşuyorsun?” tarzında argümanlar oluşuyordu, bu minvalde tartışmalar oluyordu. Şimdi kimsenin öyle bir derdi yok. Bugün bir yazı okudum ve çok duygulandım. Yazıda şundan bahsediyordu: Sen yurt dışında yaşıyorsun ancak biliyoruz ki sen bizimle berabersin ve bizim için bir şeyleri yayıyorsun. Bizim dilimiz, sesimiz oluyorsun. Üzülme, biz evi süpürüyoruz. Sen dönersin yakında.

Bu o kadar insani bir şey ki… Bu bahsettiğim yazar mizah yazarıydı, bir müddet yurtdışındaydı, İran’a gittiğinde tutuklandı. Bir müddet cezaevinde kaldı ve şimdi bu denli tehlike altındayken onun dahi bunu dile getirmesi, önemli bir şey olduğunu belirtmesi hakikaten olağanüstü bir durum. Bu harekette insanı görüyorsun. Ve farkı için bunu da diyebilirim: Belki başka protestolarda “Bakın büyük güçler, biz nasıl durumdayız? Siz bunları, rejimi mahkûm edin, bir uyarı verin.” mesajı veriliyordu. Ama artık bu devrim niteliğinde harekette halka, başka halklara, insana hitap ediyoruz.

Gençlerin, Z kuşağının kullandığı araçlar ve dünya ile irtibata geçme şekli de önemli bir nokta. Mesela ben TikTok’u burada öğrendim. Tabii ki duyuyordum ama hiç merak etmemiştim. Ama bir bakıyorsun ki TikTok’ta sürekli İran halkını destekleyen şarkılar var. Birçok genç, dünyanın her yerinden destekliyor ve büyüklerine aktarıyor. “Bakın nasıl oluyor, bakın İran’da ne oluyor” diyerek aktarıyorlar. Gençler araçları çok iyi kullanıyorlar.

Twitter’da şerefli vandalizm diye çok enteresan bir kavram oluşmuş; eğer sana saldırmaya geliyorlarsa çöpleri kullan, sokağı kapat.

Ve görüyorsunuz ki birçok yenilik var. Çok yaratıcı bir devrim, herkes inisiyatif kullanıyor. Çok fazla sanat eseri, klip, müzik üretildi. Sahadaki insanlar o anda inisiyatifini kullanarak bir şeyler yapıyor, belki protestoya katılmamış ya da o sırada ekmek almaya gidiyor. Ama bir saldırı olduğu zaman o da o hareketin bir parçası oluyor ve kendi inisiyatifini kullanıyor. Çok enteresan bir potansiyel varmış burada ve bu potansiyel harekete dönüşüyor.

Mahsa Jina Amini’nin öldürülmesinin ardından başlayan protestolarda ölümcül baskıyı yansıtmak için Tahran’da yer alan kamusal alanlardaki havuzların suyunu isimsiz bir sanatçı kırmızıya boyadı. Bu havuzlara “Tahran kanlar içinde” ismi verildi. https://www.al-monitor.com/originals/2022/10/artist-turns-iran-fountains-red-reflect-bloody-crackdown

Hangi toplumsal hareketler/gruplar eylemlere katılıyor? İşçi eylem ve grevlerinden, üniversite işgaline kadar birçok alanda olduğunu biliyoruz. Direnişin, isyanın ortak bir örgütlülüğü, koordinasyonu var mı?

Her gün şaşırıyoruz. Bu örgütten ses çıkmadı, acaba onlar katılmayacak mı diyoruz. Biz sizinle ilk konuştuğumuzda bir örgüt ya da sendika resmi olarak greve girdiğini/gireceğini ilan etmemişti. Ve tabii herkesin de kafasında “bu direnişte beraber değil miyiz acaba” diye soru işareti vardı. İran’ın güneyindeki petrokimya fabrikası Asaluyeh (Asalooye) işçileri dün greve girdi. Bugün iki petrokimya fabrikasından işçiler greve girdiler. Ayrıca bir şeker fabrikasında yıllar önce bir eylem yaptıkları için birçok işçi tutuklanmıştı. Onlar çıkmışlar ve tekrar greve girerek mücadelede biz de varız diyorlar. Yarın avukatlar toplanıp bir meydana yürüyecekler.

Görüyorsunuz ki liseliler, öğrenciler direnişte; okullarda istifa verenler var. Humeyni’nin eserlerini yaymayı amaçlayan bir kurumda müdür pozisyonundaki kadın iki hafta önce istifa etti. Kimse İran’daki halktan bir söz söylemesini, eylemliliği beklemedi. Buna rağmen herkes dile getiriyor, dile getirmese de bazı nedenlerden dolayı artık devam edemiyorum diyerek ayrılıyor.

İran’da ilk iki gün acaba Azeri illerden, bölgelerden ses çıkacak mı diye düşünüyorduk. Ama gördük ki bir Kürt kızı için çıktılar. Onlar da çok güçlü bir destek verdiler.

Özetle olmayan herhangi bir grup ismi veremiyorum. Hükümet hariç herkes var.

Herkes isyanın ortak örgütlülüğü konusunu hayretle izliyor ve tabii akışta olan bir devrim sırasında net analizler olamıyor. Ama herkesin kaygısı bu lidersiz hareket nasıl gerçekleşiyor noktasında. İnsanların artık bir hedefi var ve dışarıya çıkıyor. Bunun için birisinin bir şey söylemesine gerek yok. Ara ara bugün herkes dışarı çıksın gibi çağrılar oluyor ve insanlar geliyor. Ama bu çağrının kimin tarafından yapıldığı bilinmiyor.

İslam Cumhuriyeti’nin hicap ve kadınlar için örtünme zorunluluğu rejimin kadın düşmanı ve cinsiyetçi yasalarından birisi. Kadın ve LGBTİ+lar için İslam Cumhuriyeti’nde yaşamanın nasıl bir deneyim olduğunu biraz anlatabilir misiniz? İran’daki kadın hareketinden, örgütlenmesinden ve nasıl politikalar yürüttüğünden söz edebilir misiniz?

Giyinme kodu ve ahlak polisinin ortadan kalkması bizim tek derdimiz değil. Şeriat kanunlarında erkekler boşanabiliyor. Ancak kadınların boşanma talebini verebilmesi çok zor. Yaparsa da haklarından vazgeçmesi gerekiyor. Bunlara karşın kadınlar yıllarca mahkeme kapılarına gidip geldiler ve ortak hayattan hiçbir hakkımızı almasak da biz boşanacağız dediler. Bu, süreç içinde nikah sırasında boşanma hakkını istemeye dönüştü ve bu hakkı aldılar. Bu hakkı devletten değil de eşi ile anlaşma sırasında aldılar. Erkekler de bunu fark ettiler ve buna direndiler. Şeriatta birçok kanun zaten erkeklerden yana.

Daha sonra da kadınlar evlenmek istemiyorum dedi ve “beyaz evlilikler” dediğimiz nikah olmadan birlikte yaşama yükseldi. Arkadaşlarım ailelerine evlenmek istemiyorum, sizinle de yaşamak istemiyorum diyorlar.

Bunlar kolay görünebilir şimdi ama kadınlar hem ailelerine karşı hem de rejime karşı bu mücadeleyi veriyorlar ve haklarını alıyorlar.

LGBTİ+lar da aktif bir şekilde sokaklarda. Bir örgüt ya da örgütleme şeklinde olmasa da küçük topluluklar var. İran’da zaten LGBTİ+ olmak yasak. Ahmedinejad Birleşmiş Milletler’de “Bizde gey yok” dedi. Resmen inkâr etti. Kendisi gitmiş, bütün evlere bakmış sanki.

Bu isyandan iki ay önce iki LGBTİ+’yı asma kararı verildi. LGBTİ+’ların sayısı ve kimliği İran’da çoğunlukla gizli. Bazı kişiler her şeyi göze alarak ortaya çıkıyor, kimliğini açıklıyor. Ama tabi LGBTİ+’lar İran’da her yerdeler, aramızdalar. Çevremizdeki LGBTİ+ arkadaşlarımız faal bir şekilde her yerdeler.

Bu mücadelede LGBTİ+’ları, kadınları ayırmamak lazım. Herkes yan yana, kol kola sokakta.

Mahsa Jîna Amini, görev tanımı “iyiye davet ve kötüden uzaklaştırma” olan, ahlak polisi ismi ile tanınan İrşat Devriyesi tarafından öldürüldü. Ahlak polisinin görev tanımı, uygulaması ve kapsamı tam olarak nedir?

Devrimden sonra gelen örtünme zorunluluğu ile var olan bir şey İrşat Devriyesi. Çünkü kadınlar en başta bunu reddettiler ve kadınlara saldırılar, terör eylemleri başladı. Kadınların yüzüne jilet atanlar, asit atanlar ya da boya atanlar oldu. İnsanlar yüze atılan maddenin ne olduğunu bilmediği için paniğe kapılıyorlardı. Böyle bir korku ürettiler, bir korku ortamı oluşturdular ve ahlak polisi ilk yasalardan birisi oldu. Devrimin ilk senelerinde, ben ortaokula gidinceye kadar ahlak polisinin adı komite idi. O sıralarda zaten yeni devrim olmuş ve ailelerimiz ahlak polisi ile yeni yeni karşılaşıyordu. Biz, ailelerimiz çok korkuyorduk. Alıp götürürlerse başına neler gelebilir endişesi de vardı. Çünkü o dönem 80’lerde idamlar var. Komünist Parti, Tude Partisi ve Mücahitlerin rejim tarafından tasfiye edilmesi var.

İnsanlar öyle bir ortam içinde o idamları gördüğünde ahlak polisi götürse neler olabilir endişesini yoğun bir şekilde taşıyordu.

Götürdüklerinde imza atılıyor, fiziksel şiddet uygulanıyor ve kötü bir muameleye maruz kalınıyor. Sonraki nesiller zamanla şunları fark ettiler: Ben bunlara küfür de edebilirim, ben bu insanların yakasına da yapışabilirim, orada bana fiziksel şiddet uygularlarsa ben de yapabilirim. Götürürler, ben imzamı atarım, orada bana kötü sözler de söyleyebilir, annem gelir daha büyük bir şal ya da palto için. Ve artık bunları, her şeyi göze alarak bir ihlal etme, itaatsizlik var.

Ahlak polisi kolluğun bir dalı ve tek görevleri bunu kontrol etmek.

Türkiye’de ve dünyada çeşitli dayanışma eylemleri yapıldı. Bu eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Uluslararası destek ve dayanışmayı nasıl daha da büyütebiliriz sizce? Bunun İran’daki direnişe etkisini nasıl değerlendirirsiniz?

1-2 Ekim’de dünyada ve Türkiye’de eylemler yapıldı. Türkiye’deki eylemler başka ülkelerdeki eylemlere kıyasla daha değerli. Türkiye’de sayı, katılım daha az olmasına rağmen daha kıymetliydi. Çünkü buradaki İranlıların büyük kısmı ya öğrenci ya da Avrupa’ya gitmek üzere iltica için buradalar. Mülteciler için büyük bir risk var çünkü büyük bir kısmı politik nedenlerden burada ve zaten İran’da canları tehlikede. Bu nedenle çok kıymetli.

Türkiye’de kadın hakları konusunda, İstanbul Sözleşmesi konusunda kadın hareketine büyük bir baskı var, bunun farkındayız. Buna rağmen kadın platformları bu aşamada bizimle beraberler. Mesela İzmir’de iki eyleme katılabildim, daha da fazla oluyor. İzmir Kadın Platformu ve Kadınlar Birlikte Güçlü Platformu ile basın açıklamaları, eylemler yapılıyor. Çünkü izin almak zor.

Burada bilgilendirme çok az, insanların birçoğunun haberi yok. Kadın örgütleri hariç birçok kişiye birebir anlatmak gerekiyor. Çünkü herkes İran’da tekrar bir protesto var niteliğinde görüyor ve olayın büyüklüğü hiçbir zaman aktarılmıyor. Böyle bir hareket çoğu kişinin menfaatine de olmuyor çünkü özgür kadının olduğu bir ülkede birçok şey değişiyor ve bunu kimse istemiyor.

Türkiye’nin seçime girdiğinin farkındayım ve asla o seçimi zedeleyecek ya da onun sürecini değiştirecek bir hareket yapmak istemiyorlar. O yüzden biz burada ana muhalefetten de bariz bir söylem görmedik. Bu konuda çok muhafazakâr davrandıklarını görüyoruz. Çünkü böyle hassas bir dönemde bir şey olursa fırsatçılar içinden bir şey çıkarır diye düşünüyorlar. Dolayısıyla o anlamda çok sakin ve sessiz geçiyor. Ben mesela CHP’den resmen bir söylem görmedim. Sanatçılar destek veriyor, Altın Portakal’da ödül alan iki sanatçıdan çok güzel demeçler duydum, cesur insanlar.

İran Türkiye’den bu noktada farklılaşıyor. Türkiye hâlâ haklarını sandıkta kazanmak istiyor. O yüzden belki eylemler daha öncesine göre daha suskundur. Biz Gezi gördük bu memlekette. İstanbul Sözleşmesi protestolarından sonra bir düşüş var burada. Ve halk umut sandıkta diye düşünüyor. Hiçbir kozu hiç kimseye vermek istemiyor; bırakalım, 2023’e bakalım nasıl olacak diye düşünülüyor. O nedenle de Türkiye’deki eylemler çok kıymetli.

İnternetin kesilmesi, teyit edilmiş bilgilere ulaşım gibi iletişim konusunda engellemeler yaşanıyor. İletişimin kısıtlanmaya çalışılmasının nasıl bir etkisi oluyor?

Bazen internet kesildiği zamanlarda arabaların üstüne “Ya gel beraber olalım ya da bu duruma razısın. Eğer memnun değilsen dışarı çık” yazan post-it yapıştırıyorlar. Üstünde de küçük bir kalp yer alıyor notun. El yazısı notlarıyla insanlar iletişime geçiyor, haberleşiyorlar. Hackerlar da destek oluyorlar. Bazı devlet birimlerini hackleyerek destek veriyorlar. Birkaç gün önce İran resmi televizyon kanallarından birisini hacklemişlerdi. Bugün sizi dışarıda bekliyoruz diye bir operatörden binlerce kişiye mesaj göndermişler. Bunlar da çok moral oluyor.

Artık elinde ne varsa ne imkân varsa onu kullanmaya çalışıyorsun. Evinin karşısında bir taş, duvar varsa onu kullanıyorsun, Twitter varsa Twitter kullanıyorsun, Clubhouse varsa onu…

DW’nin rakamına göre ilk 20 günde 5.500 kişi tutuklanmış. Burada kaç kişi serbest bırakıldı, kaç kişinin tutukluluğu devam ediyor gibi bilgiler elimizde yok. Ancak Zahedan’da kaç kişi öldü biliyoruz. İran’ın Pakistan sınırındaki Zahedan kentinde 88 kişinin öldüğü bilgisi var. Sınır bölgesinde olduğu için de çok büyük bir şiddete maruz kaldı, çok kişi öldürüldü. Kürt illerine de saldırı çok fazla, bu iller de sınır bölgesinde. Bunun yanında sürekli bir tahrik var. Bunlar ayrımcılar, İran’ın yekpareliğini bozacak, toprak alacaklar gibi söylemlerle tahrik unsurları yaratıyorlar. Keza bu son iki günde Sanandaj’de yarı ağır silahlar, mermiler altında mücadele sürüyor ve tamamen interneti kesmişler. Benim arkadaşımın ailesi orada ve iki gündür haber alınamıyor.

Sizin söylemek, eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Hepimiz nasıl insanlara aktarabiliriz, kimlerle konuşabiliriz diye bakıyoruz. Gazeteler, internet gazetesi, radyo, STK’lar ile nasıl aktarabiliriz, nasıl ulaştırabiliriz diye bakıyoruz. Elimizden geldiği kadar bize gelen bilgileri yaşadığımız ülkenin diline aktarmaya çalışıyoruz. Dakikada 3-5 video geliyor, 2-3 kelime ile nerede, hangi saatte olduğunu açıklayarak yaymaya çalışıyoruz.

Analize geçtiğimiz zaman hataya düşebiliriz çünkü bu devrim niteliğindeki hareket bitmedi, hâlâ devrimin içindeyiz. Devrimin içinde doğru bir analiz yapmamız mümkün olmaz. Biz bence bunları belgelendirebiliriz, arşiv yapabiliriz, gelen fotoğraf ve videolar üzerinden olayları okuyabiliriz, analiz edebiliriz.

En büyük sıkıntımız bilginin hiçbir yerde olmaması ve aslında en doğru hareketimiz de bu bilgileri yaymak olacak. Bu bilgileri aktarmak gerekiyor.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.