Doğumun salt tıbbi bir sürece indirgenmesi, doğum hakkında kimin söz sahibi olacağının ya da kimin sözünün daha değerli olacağının da belirlenmesi anlamına geldi.
Hamilelik ve doğum, birçoğumuz için zorunlu olarak hastanede takip edilen ve gerçekleşen tıbbi bir deneyim. Ancak bugün kanıksadığımız ve sosyal olarak pratik ettiğimiz halinden farklı olarak doğum, iki yüzyıl öncesine kadar tamamen hane içinde, kadınlar arasında gerçekleşen bir eylemdi. Geç Osmanlı toplumunda modern tıbbın inşasıyla birlikte doğum da yaşamın birçok alanı gibi giderek tıbbi bir çerçeveye yerleşti. Bu süreci, bir yandan doğumun sağlık ve hastalığa referansla değerlendirilmesini, diğer yandan bu alandaki norm üretimi ve denetiminin tıp eliyle sağlanmasını ifade eden doğumun medikalizasyonu (Riessman, 1992, s. 47-48) kavramıyla açıklayabiliriz. Doğumun medikalize olması sürecinde bazı önemli değişimler oldu. Feminist tarihçilerin de vurguladığı gibi bu değişimlerin en önemlileri arasında ebelerin denetim altına alınması, onların yerini modern anlayışı temsil eden erkek doktorların alması; aynı zamanda doğumların evden hastaneye taşınması sayılabilir. Bu mesleki ve mekânsal değişiklik, bilgilerini kuşaktan kuşağa aktaran, doğum ve düşük gibi üremeyle ilişkili süreçlere pratik olarak hâkim olan “eğitimsiz ebeler”in (Beyinli, 2023) “ihtiyar acuze” (Erkaya Balsoy, 2024) şeklinde karalandığı ve erkek doktorun “kahraman” olarak yüceltildiği bir sürecin sonucunda gerçekleşti.
Son yıllarda doğumda medikalizasyonun eleştirisi giderek daha yüksek sesle yapılıyor[1] ve bu eleştiriler çoğunlukla yukarıda söz edilen iki dönüşümün –ebelerin üremeye dair bilgi ve pratiklerinin denetim altına alınması ile doğumların hastaneye taşınması– sonuçlarına odaklanıyor. Ancak doğumun medikalizasyonunun bir diğer sonucu hâlâ yeterince kamusal görünürlük kazanmadı: Doğumda desteğin yitimi. Doğum hastane ortamında giderek steril/güvenli hale gelirken, doğum yapan kadın sosyal ilişkilerinden soyutlandı ve üreyen bir bedene indirgendi. Patriyarkal bir bakışın hakimiyetinde doğum, akıl/bilim/tıpla ilişkilendirilirken doğum odasından sadece ebeler değil, doğum sırasında doğum yapan kadının yanında yöresinde bulunan, ayak işlerini yapan, ev işlerine bakan, varsa diğer çocuklara bakım veren diğer destekçi kadınlar da kovulmuş oldu. Ayrıca doğumun salt tıbbi bir sürece indirgenmesi, doğum hakkında kimin söz sahibi olacağının ya da kimin sözünün daha değerli olacağının da belirlenmesi anlamına geldi. Kadınlar, doğumun asli unsuru olarak değil, patalojize edilmiş üretken rahimler olarak tıbbi uzmanlığın konusuna dönüşürken, ebelerin üremeye dair kadim bilgileri gözden düştü. Ne bir meslek grubuna mensup olan ne de özel bir eğitimi olan ancak yerel ve geleneksel bağlarla doğum yapan kadının yanında olan anonim doğum destekçileri ise silinip gitti.
Günümüzde doulalığın modern keşfini, doğumun tıbbileşmesinin sonuçlarıyla yüzleşildiği ve bunun eleştirisinin giderek yaygınlaştığı bu süreç içerisinde anlamlandırabiliriz. Antik Yunanca’dan gelen doula sözcüğü en genel anlamıyla hizmetkar/köle kadını ifade ederdi. Bugün ise doğum yapan kadına ve ailesine doğum öncesi, doğum sırası ve sonrasında en sağlıklı ve tatmin edici deneyimi yaşamalarına yardımcı olmak üzere kesintisiz olarak fiziksel, duygusal ve bilgilendirici destek sağlayan eğitimli profesyonele doula deniyor (DONA International). Doğum yapan kadının yalnızlaşması ve tıbbi olmayan desteğe duyduğu ihtiyacın sonucu, yerel bağlarla ve geleneksel olarak karşılanamayan tıbbi olmayan/sosyal destek ihtiyacı, 1990’lardan itibaren tüm dünyada bilimsel bir çerçevede gelişen ve sertifikalandırılmış birtakım standartlar doğrultusunda eğitime tabi olan doulaları ortaya çıkardı. Dünya Sağlık Örgütü (Word Health Organization, 2020), doğumda annenin kendi seçtiği bir refakatçisinin[2] olmasını şiddetle tavsiye ediyor ve bunu bir hak olarak tanımlıyor.
Ücretli emek piyasası dahilinde sunulan doula hizmeti, medikalizasyon eleştirisine dayanan yeni anlayış ve pratiklere paralel olarak giderek daha çok kadın tarafından talep ediliyor. Son derece medikal bir doğum kültürünün hâkim olduğu Türkiye’de de hem doula olmak isteyen kadınlar hem de gebe/anneler tarafından yoğun bir ilgi görüyor. Ancak 13 Aralık 2024 tarihli “Gebe Okulları ile Doğuma Yönelik Hizmetlerin Usul ve Esasları Hakkında”ki son yönetmelikte “gebelere yalnızca sağlık mensupları tarafından meslek tanımları çerçevesinde eğitim ve danışmanlık hizmeti” verilebileceği belirtilip “sağlık meslek mensupları dışında herhangi bir meslek veya gerçek veya tüzel kişi tarafından gebelere danışmanlık, rehberlik, refakat ve koçluk (doula) gibi isimler altında” hizmet verilemeyeceği karara bağlandı. Ne var ki sadece doulaların değil, serbest ebelerin etkinliğini de muğlak biçimde sınırlandıran bu yönetmelik, karardan etkilenen tüm kesimler açısından açıklayıcı ve tanımlayıcı olmaktan çok hem gebe/annenin ihtiyaçlarını hem de mesleki sınırları tanımlamakla ilgili daha ileri bir adım atılması gerekliliğini açığa çıkardı. Yönetmelikle ilgili teknik ve hukuki tartışma devam ederken iki karşıt taraf oluştu: Bir yanda bu yönetmeliği özellikle doulaların gebeyle ilişkisini kesmesi açısından savunan bazı kadın doğum uzmanları ve ebeler var; diğer yanda kadının gebelik/doğum ve sonrasındaki destek ihtiyacını göz önünde bulunduran ve doğumun salt tıbbi olmayan boyutlarına dikkat çeken bazı kadın doğum uzmanları, ebeler, doulalar ve birtakım sivil toplum kuruluşları yönetmeliğin iptalini ya da yeniden düzenlenmesini talep ediyor.[3]
Kimin gebe/anneyle ilişki kurmaya yetkili olduğunu belirtmeyi amaçlayan bu yönetmeliğin fitilini ateşlediği tartışmada, doğumun medikalizasyon süreciyle bağlantılı bazı süreklilikler dikkat çekici. Öncelikle yönetmelik, doğumun asli faili kadınları merkeze koymayan salt tıbbi bir anlayışa dayanıyor. Yönetmelikle birlikte gebenin mevut olarak sunulanlardan daha fazla eğitim/doğuma yönelik hizmet alma ve bunların standart biçimde yaygınlaştırılması ihtiyacı onaylanmış oluyor. Öte yandan doğum yapan kadının yalnızlaşması sorunu el değmeden bırakılıyor. Üstüne üstlük refakatçi bulundurma hakkı dahi muğlak şekilde kısıtlanıyor.[4] Özetle doğum, yeniden medikal bir çerçeve içine hapsediliyor. İkinci olarak bu yönetmelikle doğum odası, aynı modernizasyon adımlarının atıldığı ilk süreçlerdeki gibi yine güç ilişkilerinin sergilendiği bir saha olarak karşımıza çıkıyor. Doğum odasında kimin olacağı/kimin dışarıda bırakılacağına dair mesleki çatışmalar, tıbbi otorite eliyle yineleniyor. Doğumun medikalize edilmeye başladığı süreçte ebelere dönük aşağılayıcı söylem ve tutumların bir benzeri, bugün doulaları hedef alıyor. Yönetmeliğin destekçileri tarafından doğuma dair bilgili olmamak, birkaç saatlik eğitim alıp gebeleri yanlış yönlendirmek, ebe olmadan ebelik yapmak gibi suçlamalarla doulalar hakkında sosyal medyada karalayıcı söylemler artıyor.[5] Son olarak gebe/annenin kiminle iletişim kurabileceğinin yönetmelikle belirlenmesi, bir kere daha doğumun ne denli politik olduğuyla yüzleşmemizi sağlıyor.
Erken Cumhuriyet döneminde doğumu giderek medikalize eden politika ve uygulamaların ana söylemi, kadınların millete yeni, sağlıklı ve modern standartlara uygun nesiller dünyaya getirmesiydi. Doğum odasına dair bugünkü söz sahibi olma mücadelesindeyse “gebe/anne için en iyisi” söylemi var. Ancak kadın için en iyinin ne olduğunu yine tıbbi otoriteye sahip olanlar söyleyebiliyor. Öyle ki medikalizasyon eleştirisi yapan ve “doğal doğumcu” addedilen bazı kadın doğum uzmanları dahi, ünlerinin arkasındaki “yeterli alan açıldığında kadınların daha pozitif, tatminkâr doğumlar yapabileceği” şeklinde özetlenebilecek anlayışıyla çelişir şekilde kadınların, doğumlarda kendi seçtikleri bir doğum destekçisi olmasına karşı çıkabiliyor. Bireysel tüketicilere dönük bir çağrıyla kadınlara kendi doğumlarına “sahip çıkma” mesajı verilirken diğer yandan yalnızca çok küçük bir kesimin faydalanabildiği özel ebe hizmetinin annenin tüm destek ihtiyacını karşılayacağı savunuluyor. Doğumda kadının özneye dönüşmesi ve ona alan açılması vaadi, ironik şekilde “bazı” kadınlar için “bazı” sınırlar dahilinde geçerli hale geliyor. Tüm bunların doğumun tıbbi olmayan boyutlarına karşı kadınların farkındalığının arttığı ve tıbbi kararları daha çok sorguladığı, doğumları için “başka türlü”sünü ve “daha iyisi”ni aramaya başladıkları bir süreçte cereyan etmesi elbette tesadüf değil. Şüphesiz bu yönetmelik, doğumun medikalizasyonu ve tıbbi otoritenin rahim/doğuran beden üzerindeki denetiminden rahatsızlık duyan kadınların arayışlarına yön vermeyi hedefleyen politik bir müdahale. Ancak yönetmelik bir sonsöz olmayıp aksine tıbbi olan ve olmayan güvenli destek ihtiyacını ve bunun koşullarını kamusal tartışmaya açmanın vesilesine dönüştü. Bu gidişatın nereye evrileceği, modernleşme tecrübemizden hareketle kahramanın doktor, ebe, doula ya da baba değil, yalnızca doğum yapan kadın olduğu bir doğum kültürü kurup kuramayacağımız, meselenin mesleki çatışmalar düzleminden çıkıp kadın özgürlüğü ve doğumda kadın hakları çerçevesinde kavranmasına, bu doğrultuda verilen mücadelelerin akışına bağlı görünüyor. Yönetmelik tüm muğlaklığına rağmen bir şeyi açık olarak söylüyor: Şimdi sadece kendi doğumumuza değil, kamusal olarak Doğum’a sahip çıkma zamanı!
Beyinli, G. (2023). Elleri Tılsımlı: Modern Türkiye’de Ebelik. İstanbul: Alfa.
DONA International. Ocak 2, 2025 tarihinde What is a doula?: https://www.dona.org/what-is-a-doula-2/ adresinden alındı.
DOULA İNİSİYATİFİ. (2023). Ocak 2, 2025 tarihinde Tanıdığımız Kurumlar: https://www.doulainisiyatifi.com/ adresinden alındı.
Erkaya Balsoy, G. (2024). Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı: Geç Osmanlı Doğum Politikaları. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Riessman, C. K. (1992). Women and Medicalisation: A New Perspective. P. Brown içinde, Perspective in Medical Sociology (s. 46-63). Waveland.
Word Health Organization. (2020). Ocak 2, 2025 tarihinde Every woman’s right to a companion of choice during childbirth: https://www.who.int/news/item/09-09-2020-every-woman-s-right-to-a-companion-of-choice-during-childbirth adresinden alındı.
World Health Organization. (2019). Ocak 2, 2025 tarihinde Every woman’s right to a companion of choice during childbirth: https://www.who.int/news/item/19-03-2019-why-having-a-companion-during-labour-and-childbirth-may-be-better-for-you adresinden alındı.
[1] Medikalizasyonun doğumda geldiği boyutu göstermesi açısından en çok başvurulan gösterge sezaryen oranlarıysa da doğum şekli ne olursa olsun tüm doğum sürecinde uygulanan, kimisi rutinleşmiş yani gerekliliğine bakılmaksızın her gebeye ve bebeğe yapılan tıbbi müdahaleler de bir o kadar açıklayıcıdır. Bunlar arasında bugün oldukça yaygın olarak görülenlerden bazıları doğum sırasında annenin, bebeğin kalp atımlarını ve kasılmaların seviyesini gösteren NST cihazına bağlı kalması ve bu nedenle hareket edememesi, doğum sırasında refakatçi/destekçi yasağı, sezaryen ihtimali göz önünde bulundurularak doğum boyunca yeme içme yasağı, doğumların suni sancıyla başlatılması, doğumun hızlandırılması için epizyotomi (kesi) yapılması, membran ayrılması, su kesesinin açılması, Kristaller manevrası (annenin karnına yukarıdan bastırarak bebeğin çıkımını hızlandırmak), doğumun zorunlu olarak çatal denen ve aslen doğum yapmakta olan kadın için zorlayıcı ama doktor açısından rahat olan doğum masasında gerçekleşmesi, bebeğe doğar doğmaz aspirasyon yapılması, bebeğin anneden ayrı tutulması, formül mamayla beslenmesi gibi uygulamalardır.
[2] Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization, 2019), doğum refakatçisinin partner, aile üyesi, arkadaş, doula ya da sağlık profesyoneli olabileceğini belirtiyor.
[3] Bu yöndeki mücadeleler için yönetmeliğin ardından ad hoc olarak kurulan, X ve Instagram’da varlık gösteren Doğuma Destek Platformu takip edilebilir.
[4] Bu hak, doğum söz konusu olduğunda ülkemizde zaten standart olarak kullanılamıyor. Bugün birçok devlet hastanesinde, doğumu başlayan kadınların alındığı sancı odalarına refakatçilerin girmesi yasak. Ancak doğumdan sonra, lohusa odasında refakatçiye izin veriliyor. Refakatçinin kadın olması zorunluluğu bulunuyor.
[5] Doulalığın yaygınlaşmaya başladığı süreçte, denetimsiz bir şekilde çok farklı standart ve içeriklerde doula/doğum koçluğu eğitimi açıldı. Ülkemizdeki saygın doula eğitimleri için kurumsallaşma aşamasındaki ve Avrupa Doula Ağı’nın (European Doula Network) bir üyesi olan Doula İnisiyatifi’nin tanıdığı kurumlara bakılabilir (DOULA İNİSİYATİFİ, 2023). Bu eğitimler, oldukça yoğun teorik ve pratik içeriğe dayanıyor. Ayrıca hepsinin etik ilkeleri, doulanın mesleki sınırlarını keskin çizgilerle ortaya koyuyor. Bu eğitimleri sağlık çalışanı olmayanların yanı sıra, kadın doğum uzmanı, ebe, hemşire gibi sağlık çalışanları da alabiliyor. Son olarak saygın doula eğitimlerinin başarı odaklılığı çağrıştıran doğum koçluğu yerine uluslararası alanda da kabul gören “doula” sözcüğünü kullandığını belirtelim.