Anlatılan bizim hikayemizdir. Okumasak olmazdı.
“Anlatılmamış bir hikayenin yükünden daha büyük ızdırap yoktur”
Maya Angelou
“Anı yazmak ruhen de olsa soyunmaktır.”
Gülriz Sururi
Dolu dolu yaşanan bir yaşamdan süzülüp gelmiş öz yaşam öyküsü tanıtmak istediğim. Latife Fegan’ın “yazmasaydım olmazdı” şiarı ile kaleme aldığı, yarım asırdan fazla bir süre toplumsal mücadele içinde geçen, birbirinden değerli anıları. Latife Fegan, Türkiye sosyalist hareketinin tarihi sayılabilecek isimlerden. 1960’larda İstanbul’da başlayan politik yaşamı, doğduğundan farklı coğrafyalarda farklı mecralarda da olsa devam ediyor. Sosyalist kimliğinin yanında yıllar içinde kendini feminist olarak da tanımlıyor. Son derece sade ve akıcı dille yazıya dökülmüş anılardan oluşan bu kitap Belge yayınları tarafından Ekim ayında yayınlandı.
Kitap, yolu toplumsal mücadeleyle kesişmiş pek çok kuşağın kendi tarihini de bulabileceği bir yakın tarih anlatısı bir tarafıyla. Toplumsal mücadeleler içerisinde bedel ödemiş, ayrımcılığa maruz kalmış, emeği görünmez kılınmış, pek çok açıdan istismar edilmiş kadınların ise yüreklerinde hissedilebileceği anlatılar.
1940’larda Giresun’da başlayan, 1950’lerde ailesi ile birlikte ekonomik nedenlerle İstanbul’a, 1970’li yıllarda politik nedenlerle İsveç’e yapılan göçlerle devam eden bir yaşam hikayesi. Bir tarafıyla göçlerin, ayrılıkların, yerinden edilmelerin diğer taraftan da bitmek bilmeyen yerleşme çabalarının, yer yurt edinmelerin hikayesi.
Latife Fegan 1941 yılında Giresun’un Görele ilçesinde dört çocuklu ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. Kökleri 1890’lı yıllarda Horasan’dan göç eden bir Türkmen aşiretine dayanır. Fegan, ailenin bu göçünü, yıllar sonra edindiği tarih bilinci ile Osmanlı tarafından Pontus’un Türkleştirilmesi sürecinin parçası olarak tanımlar. Sonraki yıllarda farklı şekillerde yaşamının parçası haline gelecek göçmenlik ve göç etme kuşaklararası mirastır biraz da. Annesini hiç anaç olmayan, otoriter, dominant; babasını ise halim selim, ailesini geçindirmek için gece gündüz çalışan, hoşgörülü bir insan olarak hatırlar. Anadolu’da yaygın görülen bir uygulamayla Latife de çocuk yaşla karşılaşır. Bir yaşındayken ikinci kardeşinin doğumunun ardından annesinin zengin ve çocuksuz kardeşine, teyzesine evlat olarak verilir. Bir günde aile hikayesi değişir. Bu yeni aileyi ailesi olarak bilir. Altı yaşında teyzesinin eşinin ölmesi ve teyzesinin ikinci bir evlilik yapmasıyla birlikte hiçbir açıklama yapılmadan kendini öz anne babasının ve kardeşlerinin arasında bulur. Yeniden aile olmaya çalışır, ne olduğunu anlayamadan.
1950’li yıllarda Giresun’dan İstanbul’a ailece göç ederler. “Türkiye’nin karanlık günleri 1950’leri aydınlanmakla geçirdim,” diye anlatır Latife. İlk ve ortaokul yıllarına denk gelen bu dönemde kendi harçlıklarından günlük gazete alır. Mahalle terzisinin atölyesinde yer alan kitaplıktan kitap kiralar. Rus ve Batı edebiyatının tüm klasiklerini bu terzinin kütüphanesinden okur. Madam Bovary, Anna Karenina ve Nora defalarca okuduğu başyapıtlardır. “Yeniyi ve özgür mutluluğu arayan bu kadınlara ilgim, belki de benim çok sonraları kadın hareketine duyacağım ilginin öncüsüydü,” diye ifade eder. Yaz tatilleri ve hafta sonlarında matbaa işçisi olarak çalışır. Aynı mahalleden genç kızlarla birlikte bu işi yaparlar. Bu matbaa işini “hem ilk işim hem de ilk kadın birlikteliğini yaşama deneyimi” olarak tanımlar.
27 Mayıs 1960 darbesi yaşandığında lise son sınıftadır. Takip eden yıllarda varoluşçuluk akımı ile tanışır. “Modern toplumda insanın yalnızlığı, yabancılaşma, başkaldırma, özgür insan” o yıllarda boğuştuğumuz kavramlardı diye anlatır. “1961’in başlarında İşçi Partisi’nin kurulması ve aynı yılın sonlarına doğru Yön dergisinin çıkışıyla bireycilikten sosyalleşmeye doğru evrildik çoğumuz,” diye devam eder. “Yazları Yenikapı’daki kahvelerde, kışları Beyoğlu’nda Baylan Pastanesi’nde toplanır; edebiyatın yanında İşçi Partisinde yaşanan tartışmaları ya da Yön dergisinde çıkan yazıları tartışırdık. O yıllar 68’in hazırlığı idi sanki.” 1965 yılında TİP’in radyo seçim konuşmalarından çok etkilenir. 1965 seçimlerinde ilk oyunu TİP’e verir.
Ticaret Lisesi’nden mezun olduğu için çok da istemeden Ticari ve İktisadi İlimler Akademisi’ne gider. Marksist literatürü o yıllarda okumaya başlar. Üniversite öğrenimi için Kıbrıs’tan İstanbul’a gelen Fuat Fegan ile o yıllarda tanışır. Fuat Fegan Kıbrıs Komünist Parti üyesidir. Görür görmez birbirlerine “çarpılır”, 1966 yılında evlenirler.
Yapı İşçileri Sendikası başkanı, efsane işçi önderi İsmet Demir ile tanışmaları ile politik hayatları başlar. Feganlar, sendikanın sekreteryasını, ekonomiden yazışmalara bütün bürokratik işlerini üstlenir. 1960’lı yılların ikinci yarısında işçi hareketi ile birlikte politik harekete dahil olurlar. O yıllarda birçok gencin deneyimlemiş olduğu gibi sosyalist mücadeleyle gençlik hareketi vasıtasıyla değil işçi hareketi üzerinden tanışırlar.
İsmet Demir, “Sana iki tane altın gibi çocuk getirdim,” diyerek Feganları sosyalist teorisyen ve siyasetçi Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile tanıştırır. Fuat, Kıvılcımlı ile birlikte yayıncılık işlerini yürütürken Latife, Zeytinburnu’nda halkın içinde çalışma yürütür. Latife, 1968 yılında kurulan İşsizlikle ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin ilk başkanı olur. Aynı yıl dernek tarafından Beyazıt Meydanı’nda düzenlenen Ekmek ve İş Mitingi’nde, Kıvılcımlı tarafından hazırlanan metni okur. 15-16 Haziran işçi eylemlerinde tutuklanır ve Maltepe Cezaevi’nde erkek işçiler ve sendikacılarla birlikte kalır.
Latife ve Fuat, Kıvılcımlı’nın çalışma arkadaşı ve “çocukları” haline gelirler. 12 Mart arifesinde Kıvılcımlı 70 yaşında ve kanser hastasıdır. Kıvılcımlı Latife’ye “Artık itiraf edeceğim, ben sizi seviyorum çocuğum diyerek,” kendisine aşık olduğunu söyler. Latife dehşete kapılır ve Fuat ile bunu paylaşır. Bu zorlayıcı yaşantıya rağmen Fuat ve Latife, Kıvılcımlı ile yol arkadaşlığını sürdürmeye devam eder.
12 Mart 1971 darbesi ve ardından gelen sıkıyönetimle birlikte Kıvılcımlı yurtdışına kaçar. El yazmalarından oluşan iki çuvalı saklamaları için Feganlara bırakır. Latife ve Fuat, bu iki çuvalı bin bir zorlukla yurtdışına çıkarır ve uzun yıllar güvence altına alarak korurlar.
Latife 1972 yılında Kıvılcımlı’nın el yazmaları üzerinde çalışması için örgüt kararı ile yurtdışına çıkar. Fuat ve Latife Fegan’ın hayatı artık çok uzun yıllar Kıvılcımlı arşivini korumak ve düzenlemek görevi ile belirlenecektir. Latife, 1974 yılında İsveç’e iltica eder. Kırk yılı aşan mülteciliğin ilk adımı atılmış olur. Oğlu Ali İsveç’te doğar. 1983 yılında eşi Fuat ortadan kaybolur. Bir daha kendisinden haber alınmaz. İntihar, faili meçhul cinayet, örgüt içi infaz, başka bir ülkede başka bir hayata adım atmış olma gibi ihtimalleri arkasında bırakıp sırra kadem basar.
Latife artık “kocasız” ve “örgütsüz” olarak kendi ayakları üzerinde durmaya devam eder. İsveç’teki politik örgütlenmelerin içinde yer alır. İsveç Sosyalist Partisi’ne üye olur. İsveç kadın hareketinin parçası olur. İsveç Türkiyeli Kadınlar Derneği içinde faaliyet yürütür. Bu yıllarda feminizm ile tanışır ve kendini feminist olarak tanımlar. Kürt politik hareketi ile yolları buluşur. Birçok dayanışma etkinliğine öncülük eder. Halen aktif olarak toplumsal mücadelenin içindedir.
80 yaşında, “yazmasaydım olmazdı” diyerek ilk kitabını yazar. Yolu toplumsal mücadelelerle kesişmiş her kuşaktan kadına aktarılacak güçlü bir sözü vardır. Her kuşak kendi hikayesini yaşamıştır ve yaşamaktadır. Bir taraftan da ne çok da benzerdir bu hikayeler. Anlatılan bizim hikayemizdir. Okumasak olmazdı. İyi ki yazmıştır Latife. Yakın tarihimizin feminist bir bakışla yeniden yazılmasına sunduğu katkının değeri söze dökülemeyecek kadar büyüktür.