Kadın sağlık çalışanlarına karşı erkek şiddetinin temelinde cinsiyetçi iş bölümü ve bakım emeğinin değersizleştirilmesi temel dinamikler olarak rol oynamakta. Anestezi ve reanimasyon bölümü daha çok kadınların yöneldikleri uzmanlık alanları içinde yer alır. Yoğun bakım çalışma alanları “kadınsı” ve aynı zamanda “görünmez”dir.

Bilimin de cinsiyetli olduğu hâlâ birçok insan için inanması güç bir argüman. Oysa bilim tarihine ve kadınların rollerine bakmak bunu görmek için yeterli. Bu konu başlı başına bir yazı konusu. Biz bilimin uygulama alanlarından olan tıbbın hiyerarşik ve cinsiyetçi işleyişine bakalım.

Kadınların tarihin ilk dönemlerinden itibaren doğayla ve bitkilerle olan ilişkileri, bitkilerdeki iyileştirici gücü keşfetmelerini sağladı. 1300’lerden itibaren doğayı gözleyerek bitkilerden ilaçlar elde eden şifacı kadınlar yaraların iyileştirilmesi, ağrıların giderilmesi, kanamaların durdurulması, vulva apselerinin tedavisi, sarkmış rahimleri yerine yerleştirme, doğum sancısı, sezaryen, gebelik reçeteleri, kısırlık tedavisi, mikrop öldürücü losyonlar ile ilgili bilgilere sahiptiler. Şifalı otları bilirler, yetiştirirler, hastalara bakar, doğum ve ölümlere tanıklık ederlerdi. O dönemde şifacılar, şifalı otları, hayvan parçalarını ve değerli taşları kullanıyorlardı.

14 ila 17. yüzyıllar şifacı kadın katliamlarına tanıklık eder. Kadınların tıp eğitimi almasına izin verilmediğinden sağaltım cüreti gösteren her kadın, şeytanla anlaşma yapmış cadı ilan edildi, ağır işkencelerden geçirildi ve yakıldı. Cadı avları Rönesans dönemini de içerecek şekilde 1775’e kadar sürdü. Sadece Almanya’da 100.000 cadı yakıldı. Cadıların çoğunlukla ebe ve şifacılar olduğu düşünülürse cadı avlarının önemli bir boyutunun kiliseye bağlı üniversite eğitimi almış erkek doktorların, geleneksel ebe/şifacı rekabetinden duydukları korku olduğu anlaşılmaktadır. Almanya’da kadınlar zeytinyağı, merhem, böcek ilacı ya da kemik bulundurduğu için cadılıkla suçlanabiliyordu. Her şeyden çok ebelerden korkuluyordu. Bütün Avrupa’da ise 200.000’den fazla kadının öldürüldüğü belgelenmiştir.

13. yy. sonlarında İngiltere’de, daha sonra modern tıbbın doğacağı loncalar kuruldu. 1435’te cerrahlar kendi loncalarını kurdular, sonraları buraya berberler de katıldı. Berber cerrahlar sadece para ödeyen hastaları tedavi ediyorlardı. Kadınların tıp okumalarına izin verilmediği için bilgilerinin şeytandan gelmiş olacağı kabul ediliyordu. Tıp, beyaz, erkek ve Protestan bir otorite olarak doğmuştu.

18. yy. tıbbında iki önemli olay yaşandı: Kalp dijitallerinin bulunuşu ve çiçek aşısının geliştirilmesi. Bunlardan her ikisinde de kadınlar perde arkasında önemli rol oynadı (yüksükotu -digitalis purpurea- kullanan kadınlarla yapılan görüşmeden sonra kalp güçlendirici etkisi olan bu ilaçlar Dr. William Withering tarafından ortaya çıkarıldı). Çiçek aşısıyla ilgili bulgular Edward Jenner tarafından 1789’da Lady Mary Montagu’nun Türkiye’de kadınların kullandığı aşı tekniklerini açıklamasından 80 yıl sonra yayınlandı.

Çalışmaları daha önce teolojik nedenlerle yasaklanmışken artık kadınlara karşı ileri sürülen savlar yetersiz mantıkları ve zayıf akli durumları ile ilgiliydi. Kadın şifacıların sadece ebelik yapmasına izin vardı. Cadı avlarıyla bedenlerinin bilgisinden uzaklaştırılan kadınlar, bu bilginin ilk sahipleri olarak tıbbi eğitimden de 1850 yılına kadar uzak tutuldular. Tıp kurumu, yasağı temellendirici bilimsel destek sundu. “Yüksek öğretim, kadınlar için azman beyinler ve cılız bedenler, anormal beyin etkinliği, anormal derecede zayıf sindirim, akıcı düşünce ve kabız olmuş bağırsaklar üretiyordu. Akli melekeleri açısından doğanın sınırladığı kadınlar, mantıksız ve tepkiseldi, matematik işlemlerini yapamazlardı, muhakeme yetenekleri ve cesaretleri yoktu, sinirli, heyecanlı ve denetlenemeyen histeriye açıklardı.” Kadınların çok iyi hemşire ve ebeler oldukları ancak hekimlik yapamayacakları söyleniyordu.

Ebelere izin belgesi verilmesinden sonra ücretlerini ödeyebilenlerin zor doğumlarına erkek ebeler katılmaya başladı. Forsepsin bulunuşuyla, aletlerin kullanımıyla ilgili eğitim sadece loncadaki erkeklere verildi. Özellikle kadınların zenginleri tedavi etmeleri engelleniyordu. İlk ebelik el kitabı bir erkek cerrah tarafından yazıldı. Aynı yıllarda bir kadın; Harriot Hunt, Harvard Tıp Okulu dekanına başvurarak derslere katılım için izin istedi. Son sınıf öğrencileri “toplumsal olarak iğrenç” siyahlar kadar Hunt’un varlığını da protesto eden bir dilekçe verdiler. Harriot Hunt, 1853’te Pensilvanya Tıp Kız Kolejinden mezun oldu.

Kadınların tıp fakültelerine kabulü uzun ve zorlu mücadelelerden sonra 1800’lü yılların ortalarına kadar uzadı. 1879’a gelindiğinde 300 kadar kadın tıp okullarını bitirmişti. Kadınların tıp okullarında okumasına, evdeki görevlerini aksatacakları, hastane yaşamının uygunsuzlukları, zorlu çalışma koşullarına uyum sağlayamayacakları gerekçesiyle karşı çıkılıyordu. Ayrıca adet görmeleri de kadınların meslek dışında kalmaları için bir gerekçe olarak kullanılıyordu. Ancak bütün bunlara karşın, hemşire olmaları için destekliyorlardı. “Kadınsı” bulunan erdemler kadınların aleyhine kullanıldı; incelikli görev duygusu ve şefkat, kadınların köleleştirilmesi ve ıstırap çekmesi için birer araç haline getirildi.

Tıptaki kadınlar, ancak erkek doktorların ilgi göstermediği ya da ihmal ettiği düşük ücretli alanlarda yer alabildiler. Mesleğin dişileştirilmesi ücret ve saygınlıkta azalma ile paraleldi. Bu ilke günümüzde de geçerliliğini korumakta. Kadınlar tıp fakültelerinde eğitim hakkını kazanmalarından yıllar sonra bile tıbbın belirli alalarında var olabildiler ve tıbbın “prestijli” erkek egemen bölümlerinden dışlandılar. Teknoloji gerektiren ve cerrahi bölümlere alınmadılar. Buna cesaret edenler çıktığında hadleri bildirildi, yerlerinin evleri olduğu hatırlatıldı. Yıllar sonra cerrah olabilenler ise, göze batmamak ve cerrahi hiyerarşide tutunabilmek için erkeklere göre kat kat fazla çaba harcamak zorunda kaldılar.

Bugün dünyada sağlık çalışanlarının yüzde 70’i kadın. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hemşire ve ebelerin yüzde 90’dan fazlası kadın. Türkiye’de kadınların ilk tıbbiyeye girişi 1922 yılında, üç kadın. 2018-2019 eğitim öğretim yılındaki tıp öğrencilerinin ise yaklaşık yarısı kadın. Tıp öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumlarını araştıran çalışmalar, kadın öğrencilerin daha eşitlikçi olduğunu gösteriyor. 2018’de tıpta kadın hekim oranı yüzde 45, sayıları 65 bin civarında. Kadın hekimler ağırlıklı olarak kamuda çalışıyorlar, tabip odalarına üyelik ve yönetimde yer alma oranları erkek hekimlere göre nerdeyse yarı yarıya daha az (yüzde 40 kotasının altında), uzmanlık derneklerine ise daha fazla üye oluyorlar. Kadın hekimler en fazla; pratisyen, çocuk, kadın doğum, iç hastalıkları, anestezi, psikiyatri, nöroloji, göz, dermatoloji, enfeksiyon hastalıkları, fizik tedavi ve rehabilitasyon branşlarında var. En az; spor hekimliği, anatomi, tıbbi onkoloji, üroloji, ortopedi, göğüs kalp damar cerrahisinde. İlk kadın ürolog 2009’da uzman oldu, 2019’da toplam dokuz kişiler.

Modern tıpta cinsiyetçilik

Kadın hekimlerin karşılaştıkları temel zorluklar; toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı ayrımcılık ve çeşitli (fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik) şiddet biçimleri, yıldırma, çifte/bitmeyen mesaiyle zaman yoksulluğu etrafında şekilleniyor.

Kadınlara uygun bulunan tıp dalları evdeki kadınlık rollerinin uzantısı olan, teknoloji dışı, ev içi görevlerini aksatmayacak, ağır çalışma koşulları gerektirmeyen alanlar. Kadınlara ait olduğu düşünülen bakım emeğinin tıbbın içindeki en önemli uygulayıcıları olarak hemşireler ise gölgede ve görünmez kılınan kadın profesyoneller. Angarya işler kadınlara daha kolay yükleniyor. Cinsiyetçi dil kullanımı, kadınları ve lgbti+’ları aşağılayan şakalar, beden denetimi, gebelik kararına müdahale edilmesi, yasal süt izni kullanırken keyfi uygulamalar, kişisel koruyucu ekipmanların erkek bedeni norm alınarak üretilmesi de var.

Kadın sağlık çalışanları, erkek meslektaşlarıyla aynı konumda olup aynı işi yapmalarına rağmen yöneticiler, erkek meslektaşları ve sağlık çalışanları tarafından emekleri değersiz görülüyor, görüş ve önerileri dikkate alınmıyor. Yönetici konuma (rektör, dekan, anabilim dalı başkanı, başhekim, meslek örgütü ya da uzmanlık derneği başkanı vb.) gelmeleri engelleniyor (“cam tavan” olgusu). Yetkili konumda görev aldıklarında ise baskı, sindirme, etiketleme, yıldırma gibi yöntemlerle etkisizleştiriliyorlar.

Yoğun bakım emekçisi kadınların çalışma koşulları

Haber dilinde “yoğun bakım çalışanı” olarak geçen kadın sağlık çalışanlarının ne iş yaptıklarına bakalım: Anestezi ve reanimasyon dalında çalışan hekimlerin çalışma ortamları ameliyathane ve yoğun bakımlardır. Algoloji (ağrı bilimi) bölümlerinde de anestezi ve reanimasyon eğitimi almış hekimler çalışır.

Bir kadın anestezistin hastalarına sadece anestezi değil; toplumsal cinsiyet rolleri gereği sevgi, şefkat, empatik ve anlayışlı bir ortam sunması, duygusal emek de harcaması beklenir.

Kadınlar bakım görevleri ve rolleri nedeniyle erkeklere göre daha toplumsal; destekleyici, klinik durumlara daha iyi adapte, daha sezgisel, ayrıntıya daha özenli, iyi bir dinleyici ve etkili iletişim becerilerine sahip olmak üzere gelişmişlerdir. Ameliyathanede hem erkek cerrahların hem de hastaların yoğun stresini karşılamaları, hasta ölümleriyle baş etmeleri beklenir. En ciddi durumlardaki hastaların yaşamsal parametrelerini izlemek, durumları anlar içinde değişebilen hastalara dikkat ve özen isteyen tedavileri uygulamakla görevli oluşları da yoğun stres altında çalışmaları demektir. Dolayısıyla çalışma alanları “kadınsı” ve aynı zamanda “görünmez”dir.

Daha çok kadınların yöneldikleri uzmanlık alanları içinde “çocuk”tan sonra en yoğun anestezi ve reanimasyon bölümü yer alır. Sağlık Bakanlığı verilerine göre toplam Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzman hekim sayısı 6206 (yan dal eğitimi alanlar dahil, Ekim 2019), kadın oranı yüzde 52’dir. Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği’ne göre toplam üye sayısı 3500; kadın üye oranı yüzde 67’dir. Anestezi çalışanları stres ve intihar oranlarının yüksekliği dahil olmak üzere atık inhaler gazların etkileri, infertilite, azalmış yumurtalık rezervi, ilk doğum yaşında gecikme, doğumsal anomalili bebek, düşük doğum ağırlıklı bebek, yüksek riskli gebelik, kas iskelet sistemi bozuklukları (ayakta/dar alanda çalışma), menstrüel bozukluklar, iyonize radyasyona maruziyet (skopi varlığı), vitamin eksiklikleri (vitamin D ve vitamin B12), osteoporoz, biyolojik etmenler/enfeksiyon riski gibi, birçok mesleki risk altında çalışırlar.

Yapılan araştırmalar; kadın sağlık çalışanlarının takip-tedavi ettikleri hastalar arasında 30 günlük mortalite ve morbidite oranlarının daha düşük; birinci basamakta kadın doktorların hastalarının hastaneye yatışları ve acil servis ziyaretlerinin daha az; yatan hastalar arasında kadın hekimlerin bakımı altında bulunanların ölüm ve geri kabul oranlarının düşük; kanıta dayalı rehber ilkelere/kılavuzlara uyumlarının daha yüksek olduğunu; konsültasyonda hasta başında daha fazla zaman harcadıklarını, daha fazla hasta merkezli davrandıklarını göstermekte.

Sağlık alanında kadınlara yönelik erkek şiddeti

Kadın sağlık çalışanlarına karşı erkek şiddetinin temelinde cinsiyetçi iş bölümü ve bakım emeğinin değersizleştirilmesi temel dinamikler olarak rol oynamakta.

Hasta-hekim ilişkisi toplumsal cinsiyet rolleriyle yakından ilgili, çünkü hastanın ruhsallığındaki talep bir çeşit “annelik” işlevi. Muhtaç, zayıf, acılar içinde ve çaresiz, çocuksu konumdaki hasta, çevrenin ona “tam” uyum sağlaması gibi yüksek beklentiler içindedir. Hekimin ruhsallığında ise modern tıbbın beyaz önlüğüyle birlikte paternalizmi/ataerkilliği de kuşanıldığından; hastanın ve hasta yakınının gerilemesi, çocuklaşması pekiştirildi. Tümgüçlü, otoriter ve korkutucu baba imagosunu (bilinçdışı baba tablosunu) temsil eden hekimlere karşı, rekabet ve pasif saldırganlık duyguları harekete geçti (“Bu doktorlar iğne bile yapamaz” söylemi). Performans sisteminde hasta hekim ilişkisindeki devamlılık, sadakat, güven, birey olarak algılanma, empati gibi olumlu özellikler, 10 dakikalık muayene süreleriyle yara aldı. Cinsiyetçi iş bölümünün doğallaştırılması ile hep veren, tükenmez kaynaklara sahip sonsuz bir “kadınlık” miti, sağlık talebinin kışkırtılmasına katkıda bulundu. İlkel saldırganlık ve öç alma davranışlarıyla sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hızla arttı.

Hem hekimlere hem de kadınlara yönelik şiddetin giderek yükseldiği iklimde, kadın hekimler her iki şiddet türünün kolay hedefi. Cinsel taciz ve saldırı olaylarında başvuru, soruşturma, cezalandırma süreçleri iyi işletilemiyor; toplumsal cinsiyete duyarlı, tıbbi etik ilkelerle uyumlu, etkin tutum alınmıyor. Cezasızlıkla birlikte cinsel, sözel ve fiziksel tacizler olağanlaşıyor. Sağlık ortamı kadın çalışanlar için, (fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddet de içinde olmak üzere) bütün şiddet olayları açısından riskli hale dönüşüyor. Kadınlar başlarına gelen şiddet ve tacizleri, çeşitli kaygılarla yakınlarıyla paylaşmaktan çekinebiliyorlar: “Hastanede yaşadığım taciz ve şiddet olaylarını eşimle paylaşmıyorum, çünkü söylersem çalışmamı istemeyebilir.” Dr. Aynur Dağdemir, Dr. Melike Erdem, Dr. Ece Ceyda Güdemek ve Dr. Gülnur Yılmaz’ın ölümleri de elbette çalışma ortamlarındaki risklerden bağımsız düşünülemez.

Şiddet; mesleğimizi yapmamızın önünde engel!

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir özel hastanede çalışan anestezi uzmanı bir kadın yoğun bakım sağlık çalışanına, erkek bir cerrah tarafından fiziksel şiddet uygulandığı haberi medyada yer buldu. Haberin ayrıntılarına baktığımızda kadın hekimin çalışkan, özellikle bu pandemi günlerinde ekstra güç ve stres altında çalışan, hastalarına bakım vermekte cömert olağan bir yoğun bakım çalışanı olduğunu anlıyoruz. Maruz kaldığı erkek şiddetinin yukarıda saymaya çalıştığımız açıklayıcı etkenlerle birebir örtüştüğünü görmek şaşırtıcı değil. Bu üzücü haberin bize açıkça gösterdiği bir diğer örtülü gerçek ise; olayın hastane yönetimi tarafından yeterince soruşturulmama, hatta örtbas edilme süreci de genel olarak kadın sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddet biçimlerinden birisi olarak karşımızda olması. Ancak çaresiz değiliz.

Kadın meslektaşımızın büyük bir cesaretle yaşadığı şiddeti ifşa etmesi, meslek odalarından ve dört bir yandaki kadınlardan gördüğü destek hepimize güç veriyor. Bu yazıyı tamamlayamadan Trabzon’da yoğun bakım çalışanı bir kadın hekimin daha hasta yakını erkeklerin şiddetine maruz kaldığı haberi geldi.

Erkek egemen, çocuklaştırılmış, erkekliğin kışkırtılıp kadınlığın bastırıldığı toplumumuzda kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet “doğal”laştırılmaya çalışılıyor. Paternal tıp anlayışının egemen olduğu sağlık ortamı da dahil, tüm çalışanlar kadınlık durumuna çağrılıyor. Bakım emeği giderek daha fazla kadının “görünmeyen” emeği gibi yönetiliyor. Oysa bakım emeği, paylaştığımız toplumsallığı yeniden üreten bir “müşterek”.

Silvia Federici (2014) antikapitalist müşterekleri; hayatlarımızı yeniden üretme araçları üzerinde kontrol kazandığımız, bu araçları eşitlik ekseninde paylaştığımız ve bu sayede piyasa ve devletten bağımsızlaştığımız özerk alanlar olarak tanımlıyor. Bakım emeği alanını bir müşterek olarak toplumsallaştırmak ve sahiplenmek, sağlık ortamını erkek egemen mekanizmalardan ve emeğin değersizleşmesinden korur, dayanışmanın ve karşılıklı/ birlikte güçlenmenin yolunu da açar.

Şiddetin son bulması bakım etiğine uygun, özenli ve saygılı ilişkiler kurmakla, cinsiyetçi iş bölümüne karşı mücadele etmekle ve dayanışarak mümkün. Biliyoruz ki kadınlar birlikte güçlü.

 

Kaynaklar

Achterberg, Jeanne (2009) Kadın Şifacılar, çev. Bilgi Altınok, Everest yay., İstanbul.

Akbulut, Bengi (2017) Bir gün değil her gün: Bir müşterek olarak kadın emeği. Erişim tarihi:29.4.2020.https://www.academia.edu/11428600/Bir_gün_değil_her_gün_Bir_müşterek_olarak_bakım_emeği

Etiler, Nilay (2012) Neolı̇beral Polı̇tı̇kaların Sağlık Sektöründe Çalışanlar Üzerı̇ne Etkı̇lerı̇: Sağlık Sektörünün Femı̇nı̇zasyonu, TTB III. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongre kitabı, İstanbul.

Gökalp, Peykan (2013) Hasta-Hekim İlişkisinin Psikodinamiği, İstanbul Tabip Odası, 14 Mart Tıp Haftası sunumu.

Güngör, Selma (2020) Kadın Hekim Olmak, TTB VI. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongresi, İzmir.

Şaylan, Alev (2019) Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı ve Kadın Olmak, Türk Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği 53. Ulusal Kongresi, Antalya.

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu (2019) Kadın Hekim Olmak Çalıştayı sonuç raporu, Antalya.

Yücesan Özdemir, Gamze (2010) Değişen Çalışma Biçimlerinin Kadın Sağlığına Etkisi, TTB II. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kongre kitabı, Ankara.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.