Etnoloji Defterleri’nde Marx, ilk toplumsal eşitsizlik biçimlerinden biri olan ataerkinin kökenini kamusal mülkiyete kadar uzatıyor, erkek egemenliğinin sadece özel mülkiyetle açıklanamayacağını gösteriyordu.
Bu yazıda Etnoloji Defterleri’ne[i] sosyalist feminist açıdan bakmayı deneyecek; defterlerde kadınların ezilmesine, ataerkinin kökenine, tarih içinde kadın erkek ilişkilerine ve kadınların özgürleşmesine ilişkin Marx’ın düşüncelerinin ipuçlarının peşine düşeceğim. Daha da önemlisi Marx’ın bu defterlerde toplumların gelişimi, sınıfların ve devletin oluşumu gibi konuları, kadın erkek ilişkileri ve aile kurumu ile ilişkili olarak ele aldığını göstermek istiyorum. Bu, toplumların bütüncül bir yöntemle çözümlenmesini işaret eder. Bu yöntem geçmiş toplumları ve günümüzün burjuva toplumunu, hatta geleceğin toplumuna ilişkin tasavvurumuzu da geniş bir çerçevede ele almak için olanaklar sunar. Marx’ın, yaşamının son dönemindeki diğer vurgularıyla bir arada düşününce, defterlerde devrimci potansiyellere ışık tuttuğu da söylenebilir; defterlerin, bu nedenle, sosyalist feminist mücadeleye de yeni bir soluk, yeni bir canlılık katacak güce sahip göründüğü söylenebilir.
***
İlkin Marx, defterlerde Kapital öncesinde ele aldığı kadınların ezilmesi ve özgürleşmesi temalarına geri döner. Marx Kapital öncesi yapıtlarında toplumları üretim ilişkilerinin yanı sıra aile ve kadın erkek ilişkilerini içerecek biçimde ele alıyordu. Kadınların toplumdaki konumuna değiniyor, erkek egemenliğine ilişkin vurgular yapıyordu. Misal, Kutsal Aile’de burjuva toplumunda kadınların durumunun insanlık dışı olarak yorumlamış, Fransız ütopyacı sosyalist Charles Fourier’nin sözlerini biraz değiştirerek alıntılamıştı: “Tarihsel bir dönemdeki değişim, kadınların özgürlük yolunda ilerlemesiyle belirlenir. Kadının özgürleşmesi, genel anlamda özgürleşmenin doğal ölçüsüdür.” Ne var ki Marx, Grundrisse ve Kapital’de kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiye yer vermez. Kapital’de işçi kadınların çalışma koşullarını incelediği yerlerde bir iki vurgu yapmışsa da, Grundrisse’de “kadın meselesine” tamamen “kördür.”
Şimdi Etnoloji Defterleri’nde bu konulara geri döner. Morgan’ın ve diğerlerinin incelediği komünal toplumlar sadece sömürünün olmaması açısından değil, kadınlarla erkeklerin eşit olması bakımından da Marx’a ilham vermişti. Örneğin, komünal İrokualar’da kadınların özgürlüğünün ve toplumsal hayata katılma düzeyinin herhangi bir “uygarlaşmış” toplumdakinden fersah fersah ileride olmasına hayran kalmıştı.
Etnoloji okumaları, Marx’ı komünal toplumsal yapılardaki çelişkilerin gelişimini çözümlemeye de yöneltmişti. Kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliğin özel mülkiyetten çok önce, Rana Dunayevskaya’nın sözleriyle “genel olarak baskının, özel olarak da kadınların baskı altına alınmasının ilk komünizmden kaynaklandığını” yazmıştı. Mesela şu ilginçtir: Morgan’ın anlattığına göre, İrokualar’da kadınlar düşüncelerini ve isteklerini, kendi aralarında seçtikleri bir temsilci aracılığıyla dile getiriyordu. Bu muazzam br şeydi. Ama Marx, Morgan’ın sözlerinin ardından şunları eklemişti: Ne var ki “kararları [tamamı erkek olan] konsey üyeleri veriyordu.”
İkinci olarak, Marx defterlerde toplumların gelişimini, sınıfların ve devletin oluşumunu, aile ve kadınların ezilmesi ile birlikte ele alır. Böylesi bir araştırmanın yöntemi de Marx’ın ilk dönem yapıtlarında bulunabilir. Marx, Engels’le birlikte kaleme aldığı Alman İdeolojisi’nde toplumu bütüncül bir biçimde incelemeye yönelik kuramsal bir çerçeve çizmiş, toplumu, ihtiyaç nesnelerinin, üretim araçlarının ve insanın üretildiği uğrakları içeren bir bütün olarak ele almıştı.[ii] Toplumsal etkinliğin bu üç yönü, üç farklı aşama değil, “insanlığın şafağından bu yana eş zamanlı olarak var olan ve bugün de kendilerini gösteren üç farklı yönü, üç ‘moment’idir.”
Defterler sermayenin toplumsal hareketinin ötesine geçerek, toplumun önemli bir diğer uğrağını, aileyi, kadınlarla erkekler arasındaki eşitsiz ilişkiyi—erkek egemenliğini—de ele alacak bütüncül bir çalışmanın olanaklarını açıyor. Böylesi bütüncül bir analiz, toplumun hücrelerine sinmiş eşitsizlikleri ortaya çıkarıp, bu eşitsizliklerin kapitalist sınıf sömürüsünü nasıl beslediğini ve ondan nasıl beslendiğini görmeye de olanak tanır. Bilimsel ve güncel komünizm ideali, ancak ve ancak bu çok katmanlı toplumsal yapıyla mücadele ile gerçekleşebilir; bu bütüncül analiz böylesi bir mücadele için de araçlar sağlar.
Marx notlarında bir yandan kapitalizm öncesi toplumlara aileyi ve kadınlarla erkekler arasındaki ilişkileri içerecek biçimde “bütüncül” bir yöntemin penceresinden bakıyordu. Marx toplumun çeşitli kurumlarında gerçekleşen dönüşümleri, kadınların toplumsal konumuna etkisiyle birlikte inceliyordu. Örneğin Lange’dan alıntılarında Roma medeniyetinin gelişmesiyle geleneksel yasaların yerine seküler devlet yasalarının geçtiğini; bu dönüşümün aile reisinin (paterfamilias) gücünü zayıflatırken, en azından aristokratlar arasında kadınların gücünü artırdığını not etmişti. Musa kanunlarından Levi kanunlara geçilmesi sürecinde evlilik ritüellerinde ve kadınların konumlarındaki değişiklikleri Morgan’dan alıntılarla anlattığı bölüm de bunu örnekler. Bir yandan da tersine, kadınların konumlarındaki değişikliği toplumsal üretim ilişkilerine etkisiyle ele alıyordu. Ataerkil aile—kadınların baskı altına alınmaya başlaması—ile komünal mülkiyet arasındaki çelişkiye dikkat çekmesi, böylesi bir bakış açısını yansıtır. Marx’a göre komünal mülkiyet ataerkil aile ilişkileriyle birlikte sonsuza kadar var olamaz, çünkü ataerkil aile ilişkileri komünal mülkiyetle temel bir karşıtlık içerir.
Bu notlar Marx’ın us yürütmesindeki diyalektiği de gözler önüne sermektedir. Marx olguları olduğu gibi, göründüğü gibi almıyor, olumsuzuyla birlikte, tarih içinde, diyalektik hareketiyle değerlendiriyordu. Morgan’ın antik Yunan’da erkek egemenliğinin sadece erkeklerin gözünde değil kadınların gözünde de “meşru” olacak denli yerleşmiş olduğunu yazdığı yerde Marx, erkek egemenliğinin tarihsel bir süreç içinde bu denli güçlenmiş olduğunu hatırlatıyor, kadınların bir zamanlar özgür olduğu dönemlere göndermede bulunuyordu. Yahut Morgan’ın İrokua kadınlarının bir temsilci aracılıyla söz söyleme “özgürlüğünden” bahsettiği yerde Marx bu özgürlüğün kısıtlılıklarına dikkat çekiyor; kadınların kamusal hayata katılımı ne derece ileri olsa da bu özgürlüğün sınırları erkekler tarafından çizilmiştir, diyordu.
Diğer bir deyişle, kamusal mülkiyet bütünüyle ortadan kalkmadan önce, şefleşmeyle birlikte çelişkilerin, katmanlaşmaların ve eşitsizliklerin oluşmaya başladığına dikkat çekiyor, kadınların günümüz koşullarından daha özgür oldukları bu toplumlarda erkek egemenliğinin, ataerkinin, tohumlarının atılmış olduğunu gösteriyordu. Yani, ilk toplumsal eşitsizlik biçimlerinden biri olan ataerkinin kökenini kamusal mülkiyete kadar uzatıyor, erkek egemenliğinin sadece özel mülkiyetle açıklanamayacağını gösteriyordu. Ataerkinin köklerinin komünal toplumlarda yeşerecek bir zemin bulması, kapitalizm sonrası komünist toplumlarda da pekala varlığını sürdürebileceğinin bir göstergesidir; bu sosyalist feminizmin mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleyle sınırlamayan teorisini de güçlendirir.
Üçüncüsü, defterler insani olanaklara ilişkin ipuçları sunar. Marx için toplumların tarihsel “gelişim” sürecinde insan başlıca özneydi—toplumu ve kendini toplumsal ilişkiler içinde üreten, eyleyen, kendini gerçekleştiren insan. Stanley Diamond, Marx’ın defterlerde yaşamı boyunca somutlaştırmaya çabaladığı insani olanaklar (human possibilities) görüşünü sürdürdüğünü, bu çaba içerisinde, toplumsal sömürünün temelini araştırdığını söylüyor. Kuşkusuz insani olanaklar, Marx’a, sadece artı-değer sömürüsünün değil, diğer tüm eşitsizliklerin, baskıların, tahakküm ilişkilerinin ortadan kalkacağı bir toplumu düşündürüyordu. Kadim eşitsizlik kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikti, kadınların özgürleşmesi, insani olanaklarını gerçekleştirmelerinin koşulu olarak ortaya çıkıyordu.
Marx’a göre komünist toplumun hedefi, insanın kendini gerçekleştirme olanaklarının yaratılması, insanın tüm melekelerinin gelişimidir. Marx Grundrisse’de kapitalizmin ortadan kalkmasıyla, bireyselliğin özgür gelişiminin olanaklarının açılacağını; insanların bilim, sanat, felsefe gibi alanlarla ilgilenmek için geniş bir serbest zamana kavuşacağını anlatmıştı Gerçek zenginlik, Marx’ın Grundrisse’deki sözleriyle:
Bireysel ihtiyaçların, yeteneklerin, üretken güçlerin vb. evrenselliğinden başka nedir ki?”; … İnsanın bütünsel gelişiminden; yani, insanın yaratıcı potansiyellerinin mutlak gelişiminden başka nedir ki? “İnsanın kendini tek bir özgüllük içinde değil de bütünlüğü içinde yeniden ürettiği uzam tam da burası değil midir? Bu zenginlik, insanın ne ise o olarak kalma çabası değil de mutlak oluş hareketi değil de nedir?
Grundrisse’de Marx buna kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliği dikkate almadan “yansız” bir biçimde değinmişti. Ama şimdi bu analizi, kadınların erkek egemenliği altında ezildiğini hesaba katmadan tekrarlayabilir mi? Bu yeni döneminde Kapital’de olduğu gibi kadınların istihdama katılmasının sınıf mücadelesini zayıflattığını ileri sürmesi olanaklı mı? Nitekim Kapital’in yayınlanmasından birkaç yıl sonra, dostu Dr. Kugelmann’a yolladığı bir mektupta “herkes tarihteki bir dönüşümün kadınların mayası katılmadan gerçekleşmeyeceğini bilir” diye yazmıştı. Marx’ın 11 Eylül 1871’de, Londra’da düzenlenecek Enternasyonal Kongresi’nin hazırlıkları için toplanmış Genel Konsey’in bir alt komitesinin toplantısında, kadın işçiler şubelerinin kurulması için bir öneri sunması da bunun bir göstergesi değil midir?
***
Tamamlanmamış bir metin olsa da Etnoloji Defterleri feminist kurama bir katkı olarak duruyor. Ataerkinin ve ilk toplumsal baskının kökenine ilişkin ipuçları sunduğu gibi, toplumsal değişimi kadınların konumunu dahil ederek ele alırken, kadınların toplumsal konumundaki dönüşümü yarattığı toplumsal etkilere dikkat çekerek inceliyor. Bu yanıyla defterler, toplumları incelemeye yönelik bütüncül bir yöntem geliştirmede atılmış ilk adımlardan biri. Defterlerde izini sürdüğümüz “insani olanaklar” bahsine gelince; buna göre sosyalist feminist mücadele de şimdi sadece ataerkiye ve sermayeye karşı bir mücadeleyle sınırlı değildir; kadınların kendi potansiyellerini, yaratıcılıklarını—insan olanaklarını—gerçekleştireceği bir dünya için mücadeledir de.
Kadınların özgürlük mücadelesiyle birlikte canlanacak yeni “insan olanakları”, yeni potansiyelleri, yeni “zenginlikleri” muştuluyor. Öyle ki, yeni “insan olanakları” yepyeni bir dünyayı—yeni insanı, yeni insan ilişkilerini, yeni “aileyi” işaret ediyor.
[i] Marx’ın geç keşfedilen defterlerinden biri de Etnoloji Defterleri’dir. Defterler, Lawrence Krader’in transkripsiyonu ve çevirisi ile 1972 yılında yayımlanmıştır. Bu defterler, Marx’ın, 1881-1882 arasındaki etnografik çalışmalarına dayanır. Marx’ın, modern antropoloji dörtlüsünün yani, Morgan, Maine, Phear ve Lubbock’un yapıtlarından aldığı notları içerir. Marx sadece bulguları kaydetmemiş, bu çalışmalarının ortaya çıkardığı sonuçlar üzerine çeşitli yorumlar ve eklemeler yapmıştır. Ancak defterlerde ana hatlardan fazlasını bulamıyoruz.
[ii] Toplumları incelemeye yönelik geliştirdikleri çok boyutlu analiz çerçevesine göre, toplumu karakterize eden üç temel etkinlik tanımlanabilir. Birincil temel etkinlik, yiyecek, içecek, barınak ve giysi gibi temel yaşamsal ihtiyaçların üretilmesidir; yani “maddi yaşamın kendisinin üretimidir”. İkinci etkinlik yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasının yeni ihtiyaçlara yol açmasıdır. İhtiyacı gidermek için kullanılan alet de başka ihtiyaçlar yaratır. En başından beri tarihsel gelişmeye dâhil üçüncü ilişki ise, “kendi yaşamlarını her gün yeniden üreten insanların yeni insanlar üretmeye, kendilerini çoğaltmaya başlamalarıdır”. Bu kadın ile erkek arasındaki, ana babalarla çocuklar arasındaki ilişkidir; yani ailedir.