İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde akademisyen Seda Kalem, Fe Dergi’de Feminist Mücadelenin Üniversitedeki Ayağı: CTS Birimleri isimli bir makale yayınladı. Makalede, bu alanda çalışan sekiz kişinin deneyimlerine yer vererek üniversitelerdeki cinsel tacizi önleme birimlerinin feminizmle ilişkisini irdeliyor. Seda ile makaleden yola çıkarak sohbet ettik.
CTS deneyimlerinin aktarılması, paylaşılması ve daha çok sahiplenilmesine katkıda bulunması umuduyla.
Seni tanıyabilir miyiz? CTS[1]’lerle senin ilişkin nedir? Ve tabii, CTS’ler nedir, onu da açar mısın?
İstanbul Bilgi Üniversitesi Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimi koordinatörüyüm. Birimi 2015 yılında kurduk ve diğer CTS’ler gibi üniversite mensuplarına cinsel taciz ve/veya saldırı konularında destek sunmaya çalışıyoruz. Biz beş kişiden oluşan bir kurul olarak çalışıyoruz ve ağırlıklı olarak başvuruları değerlendirip, talepler doğrultusunda idari, hukuki, psikolojik desteğe yönlendirme yapıyoruz. İstediğimiz sıklıkta olmasa da eğitim ve farkındalık çalışmaları yaparak, üniversite çalışanlarını cinsel şiddet konusunda bilgilendirmeye de çalışıyoruz. Bu çerçevede birimimizin hem destek sunmak hem de önleyici çalışmalar yapmak amacında olduğunu söyleyebiliriz.
CTS’ler son 20 yılda Türkiye üniversitelerinde kurulan idari birimler. Çoğunlukla feminist hareketten gelen hocaların gönüllü olarak oluşturdukları yapılar olmakla birlikte zaman zaman yönetimlerin talepleri doğrultusunda da kurulabiliyorlar. Farklı organizasyon ve çalışma biçimleri olsa da amaçlar ortak diyebilirim: birlikte okuyan ve çalışan bireyler arasında ortaya çıkabilecek cinsel şiddet olaylarında bir destek mekanizması olarak hizmet sunmak ve cinsiyetçilikten uzak bir akademik kültür için mücadele etmek. Cinsel şiddet ve cinsiyetçilik elbette üniversitelerle sınırlandırılamayacak, çok daha büyük, toplumsal, kültürel ve politik bir mesele. Bizler üniversitedeki şekliyle mücadele etmeye çalışarak, buralarda başlayabilecek kurumsal değişimin daha büyük toplumsal dönüşümleri tetikleyebileceğine de inanıyoruz diyebilirim. Burada özelikle üniversitelerin genç nüfusun sosyalleştikleri ortamlar olmaları itibarıyla önemi büyük diye düşünüyorum.
Yazının başlığı şöyle: Feminist mücadelenin üniversitedeki ayağı: CTS birimleri. Öncelikle, seni böyle bir makale yazmaya ne itti? İkincisi, CTS’ler konusunu neden feminizmle ilişkilendirmeyi düşündün? (Üniversitenin kurumsallaşan birimleri üzerinden ya da üniversitede akademik toplumsal cinsiyet çalışmalarının bir parçası olarak görmektense? Veya bunlara ek olarak mı tanımlarsın?)
Kendim de bu çalışmaların aktif bir üyesi olduğum için, öncelikle kendi sorgulamamdan yola çıktım sanırım. Ben zaman içinde birimlerin; feminist hareketin, feminist eylemliliğin içinde nasıl bir yeri olduğu üzerine düşünmeye başladım, yaptığımız işler görünüyor mu, görünmüyorsa neden görünmüyor diye merak ettim, daha sıkı bir dayanışma ağı kurulabilir mi diye dertlendim sanırım… Esasen birçok üniversitede -ki bugün en azından aktif olanların sayısı 20’nin üzerinde- o üniversitenin kendi kapasitesiyle, kaynaklarıyla ve zorlanarak da olsa diğer üniversitelerle dayanışma içinde kalarak yürütülmeye çalışılan bu faaliyetleri çok önemsediğim ve bu faaliyetlerin feminist mücadelenin parçası olarak görülmesinin CTS’leri güçlendireceğine inandığım için belki de…
Neticede, 20 yıldır bu ülkede akademik hayatta cinsel şiddeti dert edinen, bununla mücadele etmek için üniversite yönetimleriyle, YÖK’le, iktidarla karşı karşıya kalabilen ve bütün zorluklara rağmen bir arada durmaya çalışarak cinsiyetçilikten ve şiddetten uzak bir üniversite hayalinden vazgeçmeyen birileri var. Bu birileri bizleriz. Çoğumuz farklı şekillerde feminist düşünce ve hareketle hayatımızı kesiştirmiş bireyleriz ve CTS’lere canla başla sahip çıkmamızın nedeni de Sara Ahmed’in tabiriyle bu “feminist inat” diye düşünüyorum. Bu nedenle CTS’leri çalışmak bana çok doğal geldi sanırımJ
Türkiye’de feminist ve kadın hareketlerinin kazanımlarıyla üniversitelerdeki cinsel tacizi önleme birimleri arasında bir bağlantı kuruyorsun, bunu bizim için de açar mısın?
Evet bahsettiğim gibi, zaten buralarda bu işleri üstlenen kadınlar bir şekilde feminist hareketle -akademik düzeyde de olsa- kendilerini ilişkilendirmiş kadınlar. Çok nadir olarak bu birimler yönetimlerin farklı gayelerle açılmasını isteyip, birilerini idari olarak atadıkları birimler oluyor. Daha doğrusu bütün birimlerde idari görevlendirme söz konusu elbette ancak bu görevlere getirilenler zaten feminist yaklaşıma sahipler ve zaten onlar kendileri çoğu zaman idareyi zorlayarak, ikna ederek bu birimleri kurmuş oluyorlar. Ama bu, illa üniversite dışında örgütlü feministler oldukları veya aktivist oldukları anlamına gelmiyor. Kadın hareketinin örgütlenme pratiklerinde yer almayabilirler. O anlamda da Türkiye’de kadın hareketinin bazı görünen ve tanınan aktivizm biçimlerinin, performanslarının dışında da yer alabiliyorlar. Bunu da feminizmin farklı biçimlerde üniversiteye sirayet edebilmesi anlamında çok önemsiyorum. Görüşmelerimde de bu duruma vurgu yapılmıştı. Bu tür birimleri kuranların kendilerini feminist olarak görmeyebildikleri, bu birimleri devam ettirebilmenin bazen açık feminist performanslardan sakınmayı gerektirebildiği sıklıkla paylaşıldı. Öte yandan yapılan işin, sunulan desteğin, ortaya konulan dayanışmanın feminist olduğu da çok aşikâr. Benim için zaten böyleydi, görüştüğüm kadınlar da aynı yönde paylaşımlarda bulundular. Bu çerçevede CTS’lerin hem teorik hem performatif olarak feminist alanı genişlettiğine inanıyorum.
Türkiye’de farklı üniversitelerden sekiz temsilci ile görüştün. Görüşmecileri neye göre belirledin? Ülkede bu alandaki çalışmalar (üniversitelerin cinsel tacizi önleme birimleri oluşturmaları ve bunun kurumsallaşması mücadelesi) açısından bu örneklemi nasıl değerlendiriyorsun? Örneklemin, örnek birimleri mi kapsıyor, eksik yanları oldu mu? Görüşmelerinde sorunlar, kaygılar açısından neler ortaklaşıyor?
Hepsi birlikte çalıştığımız, CTS’ler konusunda birlikte konuştuğumuz, dayanışma içinde olduğumuz arkadaşlarımız. Bu sekiz kadın hem temsil ettikleri birim hem de kişisel çabaları bakımından bu alanda çok aktif olduğuna inandığım kişiler. Elbette niteliksel bir çalışma söz konusu olunca temsil etme gayretine giremiyoruz ancak bu örneklemin hem alanın eskilerini ve yenilerini hem devlet ve vakıf üniversitesi farklılıklarını hem de bölgesel çeşitlilikleri içermesi bakımından CTS’lere dair bir resim çizebildiğine inanıyorum. Aynı zamanda bu birimler işleyiş biçimleri ve farklılıkları açısından da çeşitlilik barındırıyorlar.
Örnek birimler demek belki çok iddialı olur ama bazılarının bu mücadele alanının yolunu açan birimler ve kadınlar olduklarını, bazılarının da yaptıkları yenilikçi işlerle üniversitelerde cinsel şiddetle mücadeleye dair bildiklerimizin çerçevesini yeniden çizen birimler olduklarını söyleyebilirim. Bu bağlamda, kendilerini açıkça feminist olarak tanımlamayan kadınların kurdukları birimleri de dahil edebilmiş olmayı isterdim. Burada bir eksiklik görüyorum diyebilirim.
Sürdürülebilirlik, anlatılanlarda ortaklaşan en önemli kaygı esasen. Sürdürülebilirlik, bir yandan feminist kazanımları hedef alan siyasi iktidara ve üniversite yönetimlerinin doğrudan veya dolaylı yıldırmalarına karşı büyüyen bir endişe olarak dile getirilirken, bir yandan da birimlere üniversite içinde yeterince sahip çıkılmamasına dair bir yorgunluk olarak da çıkıyor karşımıza. Görüşmelerde, sıklıkla, birimlerin çoğu zaman birkaç kişinin fedakârca çalışması sayesinde ayakta durabildiğine ilişkin paylaşımlar yapıldı. Bu benim de yakından bildiğim bir deneyim olduğu için tam da bu kaygının yürütmeye ya da idareye karşı verilen mücadeleden daha yıpratıcı olabildiğini söyleyebilirim. Bu birimlere neden üniversitelerde kendini feminist olarak tanımlayan, bir şekilde toplumsal cinsiyet eksenli çalışmalar yapan araştırmacıların, hocaların daha fazla dahil olmadıklarını, neden birimlere daha fazla destek olunmadığını daha fazla düşünmemiz gerekiyor gibime geliyor. Bunun sadece bir iş yükü meselesi olarak da görülemeyeceğini düşünüyorum zira burada söz konusu olan iş yükü paylaşıldıkça azalacak bir yük.
Neticede alana ve birimlere sahip çıkma mücadelesi sürekli bir mücadele. Bu da zaten CTS’leri feminist tarihten ve mücadeleden bağımsız düşünemeyeceğimizi göstermiyor mu?
Feminist akademik çalışmalar ile hareketin ilişkisini değerlendirdiğin zaman, çalışmana ve gözlemlerine dayanarak, CTS birimlerine göre aralarında daha aktif bir ilişki mi var? Başka bir deyişle, feminist akademi ile feminist hareketin teması, CTS birimleri ile hareketin temasına göre “daha sıkı” mı? Ya da başka türlü farklı mı? Ne dersin?
Bir sıkılık karşılaştırmasından ziyade temasın niteliği ve dönüştürücü etkisi üzerinde düşünmek gerek sanki. Akademiyle hareket arasındaki temasın hâlâ bazı kalıpların dışına çıkamadığı kanısındayım ben. Örneğin hukuk alanı bunun için iyi bir örnek bence. Hukuk alanında üretilen feminist söz, çok az buluşuyor aktivizmle. Ve hatta akademik feminizmle. Bugün hâlâ bir feminist derlemede feminist hukuk üzerine yazı bulmanız çok zor. Hukuk ayrıca bir derlemenin konusu oluyor. Oysa sadece feminizmle hukuk arasındaki tarihsel bağı düşününce bile bugün Türkiye’de hukuk alanındaki akademik feminizmin – ya da “feminist legal scholarship” diyelim – çok daha görünür ve dönüştürücülük bakımından çok daha etkili olması gerektiği kanaatindeyim. Dolayısıyla CTS’lerin hareketle yeterince gelişmemiş ilişkisini belki de daha geniş bir yerden, akademik feminizmin sınırlılıkları üzerinden de düşünebiliriz.
Öte yandan, son 20 yılda üniversitelerde biriktirilen bu bilgi ve deneyimin bugün başka alanların kullanımına açılarak cinsel şiddetle mücadelede daha büyük bir dönüşümün tetiklenebileceğine de inanıyorum. Bu da yine görüşmelerimde de dile getirilen bir umuttu aslında. Bu, önümüzdeki dönemde CTS’lerin bilgi ve deneyimlerinin daha fazla toplumsallaşacağına ve bu şekilde birimlerin de feminist mücadele içindeki yerinin daha sağlamlaşacağına dair bir umut belki de.
Argümanına göre, feminist ve kadın hareketleriyle CTS birimleri arasında çok yakın bir ilişki yok. Bunun önemli bir ayağı da senin için sosyal medyadaki iletişim/etkileşim eksikliği. Bu durumu yani belki de makalenin eksiklik olarak söylediği temel şeyi sen nasıl açıklıyorsun?
Makalenin sonunda şu ufak tespiti yapıyorum. CTS’ler sosyal medyada çok görünür değiller ve oldukları zaman da feminist hareketin aktivist kanalları tarafından takip edilmiyorlar. Bir diğer deyişle, CTS’lerin yaptıkları, söyledikleri feminist harekete ulaşmıyor gibi. Bu tespit geliştirilmeye açık aslında. Bu nedenle de CTS’lerin hareketle ilişkisini daha derinlikli olarak anlayabilmek için üniversite içindeki ve dışındaki feminist örgütlenmelere de CTS’leri sormak lazım. Bunu da yine çalışmanın sınırlılığı olarak görüyorum.
Son olarak, genç üniversiteli feministlerin hareketi dönüştürme potansiyelleri üzerine de daha fazla düşünmemiz gerektiğine inanıyorum. Dijital feminizm, milenyum feminizmi gibi kavramları henüz tam olarak anlayabildiğimizi düşünmüyorum. Burada sadece kuşaklararası bir diyalogun gerekliliği değil kast ettiğim -ki bunu da çok önemsiyorum- aynı zamanda feminist söylemin ve yöntemin değişen çehresini ve bunun etkilerini birlikte sorgulamak sanırım. Bu birlikte düşünmenin gerçekleşebileceği önemli bir alan ifşa tartışması mesela. İfşayı nedenleri ve sonuçlarıyla, bugün Türkiye’de kullanılma sıklığı ve şekilleriyle çok boyutlu olarak tartışmamız gerektiğine inanıyorum. Bu tartışmalar da yine CTS’ler ile ilişkilendirilebilir ve böylece hem akademik feminizmin hem de aktivizmin sınırları üzerine de yeni sözler söylenebilir sanıyorum.
[1] Üniversitelerdeki cinsel taciz ve saldırıyı önleme birimlerine bu alanda çalışanlar kısaca CTS birimleri diyor.