Annelik miti, kadınları belirli bir rol ve sorumluluk kümesine hapsederken, cadı avları bu sınırları aşma girişimlerini doğrudan cezalandırır.

Elizabeth Sankey[1]’nin 2024 yapımı belgesel filmi Witches[2], kadınlığın tarih boyunca maruz kaldığı baskıları ve manipülasyonları yaratıcı bir biçimde ele alıyor. Mubi’de yayınlanan bu yapım, izleyiciyi yalnızca “cadılık” temasının ardındaki tarihsel bağlamı değil, aynı zamanda modern toplumda kadınlık deneyiminin çeşitli katmanlarını da sorgulamaya davet ediyor.

Sankey, kendi annelik deneyiminden yola çıkarak, tarihin karanlık köşelerine ışık tutuyor. Film, annelik ve cadılık arasındaki bağı, toplumsal beklentilerle şekillenen kadınlık rollerini ve bu rollerin dayattığı “iyi” ya da “kötü” olma zorunluluğunu inceliyor. “Bir kadının neden kötü olmayı seçebileceğini anlamıyordum,” diyor Sankey, “Ama o zaman şu an bildiklerimi bilmiyordum: Kadınların iyi ya da kötü olmaya kendilerinin karar vermediğini bilmiyordum.” Bu sözlerle film, patriyarkal sistemin kadınlara atfettiği rollerin aslında birer seçim değil, dayatma olduğuna da dikkat çekiyor. Annelik, bu bağlamda yalnızca biyolojik bir süreç değil, eril düzenin kadınları kontrol altında tutma aracı olarak da işlev görüyor.

Belgesel, doğum sonrası depresyonu (postpartum depresyon), kadınların hakikatine yaklaşma çabasının eril tahakkümle nasıl cezalandırıldığına dair tarihsellikle paralel olarak ilerliyor. Orta Çağ’daki cadı avlarıyla modern toplumlarda kadınların annelik deneyimleri üzerinden kontrol edilmesi arasında bağ kuran Sankey, kendi deneyiminden yola çıkarak, bir topluluğun parçası olmaya giden ve bunun kadın deneyiminde ne denli önemli bir yerde durduğunun da altını çiziyor.

‘Cadı Avı’ndan annelik mitine: Tarihsel süreçte kadınlık

Sankey, kadınların toplumsal normlara uymadıkları için nasıl cezalandırıldıklarını ve bu cezaların ardındaki sistematik patriyarkal baskıyı kendisinin ve çevresindeki kadınların annelik deneyimleri ile Orta Çağ Avrupasındaki cadı avları arasında paralellik kurarak sinemaya aktarıyor. Bu anlamda, cadılık, yalnızca tarihsel bir olgu olarak değil; kadınların bilgi, irade ve bağımsızlık taleplerinin bastırılmasının da sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Batı’da kilise otoritesine karşı gelen kadınlara uygulanan şiddet ile, patriarkal düzende kendine dair bilgiyi paylaşan kadınların eril otoritelerce maruz kaldıkları şiddet türleri arasında da bağ kuruyor.

Tarihsel süreçte cadılar, toplumun korku ve hayranlık kaynağı olarak görülmekteydi. Cadılık bir yandan güçle özdeşleştirilirken diğer yandan marjinalleşmiş kadınların simgesi haline gelmiştir.[3] Modern anlatılarda ise cadı figürü, yalnızca doğaüstü bir varlık ya da kötü niyetli bir figür değil, aynı zamanda bireyselliğin, direnişin ve kadın dayanışmasının bir sembolüdür. Pek çok film ve edebi eser, cadılığı patriarkal düzenin ötesinde bilgi ve güç alanı olarak sunar. Bu bağlamda cadılık, toplumun dışladığı ya da tehdit olarak gördüğü kadınlık hallerine bir metafor oluşturur. Sankey de kendi hikayesini bu metaforla paralellik kurarak izleyiciye aktarıyor.

Bu noktada, cadı avlarından annelik mitine geçiş yapmak, kadınlara yönelik toplumsal kontrol mekanizmalarının sürekliliğini anlamak açısından da önemlidir. Annelik Miti (Motherhood Myth), kadınlara idealize edilmiş ve baskıcı roller yükleyen toplumsal bir olgudur. Bu mit, anneliği evrensel, doğal ve tatmin edici bir deneyim olarak idealize ederken, annelerin sürekli özverili, sevgi dolu ve kusursuz olmaları gerektiği beklentisini dayatır. Kadınların kimliklerini annelikle sınırlandıran ya da anneliğin etrafında şekillendiren bu anlayış, bireysel tercihlere ve toplumsal çeşitliliğe yer bırakmaz.

Bu iki dinamik, kadınları eril toplumsal yapı içerisinde sınırlamak için kullanılan araçlar olarak ortaya çıkar. Annelik miti, kadınları belirli bir rol ve sorumluluk kümesine hapsederken, cadı avları bu sınırları aşma girişimlerini doğrudan cezalandırır. Her iki durum da kadınları eril otoritenin kontrolü altında tutmayı amaçlar ve kadınların kendi bedenlerine, bilgilerine ve hayatlarına dair kendi deneyimlerini ve özne olma hallerini bastırmayı hedefler.

Patriyarkal denetim ve kadınların hakikate yönelik direnişi: Annelik ve cadılık

Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet’te[4] ele aldığı, kadının aile içindeki rolüne sıkışmışlığı ve bu konumun evlilikle ilişkilendirilerek toplumda değer kazanması, günümüzde –ne yazık ki– hâlâ geçerliliğini korumaktadır.[5] Kadının tanımlanması ve evlilik kurumunun değerliliği arasında paralel bir ilişki bulunması, patriyarkanın kadını denetleme ve düzenleme ihtiyacının güncel bir yansımasıdır. Bu denetim, Aristoteles’in insan tanımında “siyasal hayvan” olarak erkeği merkeze almasıyla da bağlantılıdır. Aristoteles, insanı kamusal alanda uygarlığı üreten ve logos yoluyla bilgi sahibi olan erkek özne üzerinden tanımlamış, kadın, doğa, beden ve hayvanları ise akıldan yoksun varlıklar olarak konumlandırmıştır.[6] Bu hiyerarşi, erkeğin rolünü “akılsız” olarak görülenleri yönetmek ve denetlemek üzerine inşa etmiştir.[7]

Patriyarkal düzen, kadınları kamusal alanda erkek üzerinden tanımlamayı sürdürmüştür. Kadının erkeğin soyadıyla var olması, yalnızca bir gelenek değil, aynı zamanda erkeğin kadının kimliği ve kamusal alandaki görünürlüğü üzerindeki tahakkümünün sembolik bir göstergesidir. Aristoteles’in akıl ve logos üzerinden kurduğu bu tahakküm, kaos ve karanlık olarak kodlanan doğa, kadın bedeni ve duygular üzerinde rasyonel bir denetim mekanizması olarak şekillenmiştir. Ancak bu denetim, yalnızca düzen sağlama iddiasıyla değil, hakikatin kendisine yönelik bir saldırı olarak da karşımıza çıkar. Kadınların kendi bedenleri, duyguları ve hakikatleri üzerinde söz sahibi olma çabaları patriyarkanın çeşitli şiddet biçimleri ile karşılaşır.

Filmde yer alan doğum sonrası depresyonu cadı avları döneminde yakılan kadınların hikayeleriyle paralellik taşır: Her iki durumda da kadın, kendi bedenine ve hakikatine yakınlaşmak istediğinde, eril akıl tarafından cezalandırılmıştır. Simone de Beauvoir’ın kadın hakları ve toplumsal cinsiyet hiyerarşisine dair yazıları da benzer bir şekilde dönemin entelektüel erkekleri tarafından büyük bir saldırıya uğramıştır. Beauvoir’ın annelik yapmadığı için bu tür eleştirileri kaleme aldığı iddia edilmiş, hatta yazılarının ahlak dışı olduğu ileri sürülmüştür.[8] Bu eleştiriler, kadını bastırmak için kullanılan patriyarkal söylemlerin modern bir yansımasıdır ve bu söylemlerin ne kadar zamansız ve evrensel olduğunu gözler önüne sermektedir.

Bu bağlamda, filmde annelik deneyiminin İngiltere’deki bir kadın için olduğu kadar Türkiye’de halihazırda yaşayan ya da yaşamış kadınlar için de benzerlikler taşıdığını söylemek mümkün. Bununla birlikte, annelik üzerine yazılmış eserlerin veya modern bilgi üretiminin çoğunluğunun anne olmayan kişiler tarafından kaleme alındığı göz önüne alındığında, bu deneyimin aktarımında bile eril aklın denetiminin süregeldiğini söyleyebiliriz. Michel Foucault’nun bilgi ve iktidar ilişkisine dair teorileri, burada önemli bir bağlam sunar.[9] Bu bağlamda, bilgi üretimi, deneyimi yaşayan tarafından değil, dışarıdan gözlemleyen ve yorumlayan eril bir yapı (dini kurumlar, ulus devlet ve onun eril aygıtları gibi) tarafından şekillendirilmiştir. Bu durum, yalnızca annelik değil, kürtaj ve kadına dair üretilen diğer birçok bilgi için de geçerlidir.

Cadılık, kadının bağımsız ve güçlü bir birey olma çabasının tarihsel sembolü olarak, patriyarkanın denetim mekanizmalarının ne kadar ölümcül olabileceğini de gösterir. Tarih boyunca güçlü ve bağımsız kadınlar, bu durumları nedeniyle ölüm de dahil olmak üzere farklı şekillerde cezalandırılmıştır. Günümüzde de kendileri ile ilgili kararlarını almak isteyen kadınların, benzer şekilde toplumsal, duygusal, ekonomik, cinsel ya da fiziksel şiddete maruz kalması, bu tahakkümün modern dünyada da devam ettiğini kanıtlar. Bedenin denetimi modern tıpla şekillenen eril bilgi yapıları aracılığıyla sürdürülürken kadınların yaşadıkları deneyimlerin abartı ya da histeri olarak değerlendirilmesi ya da ciddiye alınmaması[10], filmde ele alınan önemli bir noktadır. Kadınların sırf bu sebeple hayatlarını kaybettiği günümüzde, film, bu durumun kasti bir düzenin parçası olup olmadığını sorgulatır.

Sonuç olarak, kadının bedenine, hakikatine ve haklarına yönelik eril denetim mekanizmaları, –bilinen kadarıyla– Aristoteles’ten günümüze kadar devam eden bir tahakküm geleneğini temsil eder. Simone de Beauvoir’ın yaklaşımları, bu tahakkümün eleştirisi için bir zemin sunarken, cadılık imgesi, kadınların kendi hakikatlerine yaklaşma çabasının tarihsel ve evrensel direnişini temsil eder demek abartılı olmasa gerek. Annelik, tam da bu bağlamda “biyolojik” bir gerçeklikten çok, toplumsal olarak inşa edilen, patriyarkanın güdümünde bir rol olarak karşımıza çıkar.[11] Bu rol, kadınlara “nasıl hissetmeleri gerektiğini” söyleyen eril sesin tahakkümü altında şekillenir. Filmde geçen şu sahne bu baskıyı net bir şekilde özetliyor: “Hamileliğin böyle hissettireceğini kimse söylememişti bana. Filmlere göre sakin, güzel, yumuşak ve pembe olmam gerekiyordu. Ama öyle hissetmiyordum.”

Kadınlığı kontrol altında tutmak: Din, devlet ve kapitalizmin üçgeninde annelik

Kadınların elindeki bilgi ve güç, erkek egemenliğine devredilmiş ve bu süreç cezalandırmalarla, cadı avlarıyla ve sistematik dışlanmayla ilerlemiştir. Kadının aile içindeki rolü, annelik ve eşlik görevleri üzerinden şekillendirilmiş ve toplumsal normlarla pekiştirilmiştir. Adorno ve Horkheimer’ın aile üzerine vurguladığı gibi, annelik, kadınların denetim altında tutulduğu en güçlü araçlardan biri olmuştur.[12]

Annelik, eril düzenin kutsadığı bir rol olarak tanımlanırken, aynı zamanda İsa’nın annesi Meryem’in “bakire” olarak kutsanması ya da ulus-devlet inşasında kadının doğurganlığının araçsallaştırılması, bu rolün din ve devlet eliyle nasıl kontrol altına alındığını gösteriyor. Ancak bu tahakküm, yalnızca devlet ve dinle sınırlı kalmıyor; aile kurumu, toplumsal normlar ve kapitalizm gibi diğer sistemler de bu süreci destekliyor.

Dr. Kate Young’ın araştırması, tıp tarihinde kadınların bilgi üretiminden dışlanmasının, erkek otoritelerin kadın bedenine yönelik yanlış anlatılar geliştirmesine yol açtığını gösteriyor. Histeri söylemi, özellikle doktorlara direnen ya da onların bakış açısına uymayan kadınları damgalamak için kullanılıyordu. Bu durum, kadınların kendi bedenleri hakkındaki bilgilerini ifade etmelerinin tarihsel olarak bastırıldığını ortaya koyuyor.[13]

Kadınlar, anneliği doğal bir görev gibi benimsemeye yönlendirilirken, bu rolü reddetmeleri durumunda dışlanma, şiddet ve hatta ölümle karşı karşıya kalabiliyorlar. Örneğin, anneliği deneyimlemeyi reddeden bir kadın, kendi toplumunun düşmanlığına maruz kalırken, tarihe baktığımızda, babalık rolünü terk eden erkeklerin romantize edildiği ve hatta kimi durumlarda karizmatik gibi gösterildiği bir manzara görüyoruz[14]—bu eşitsizlik, patriyarkanın ne denli köklü ve ikiyüzlü bir sistem olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.

Kadınların hikayelerine sahip çıkması: Dayanışma ve direnişin gücü

Elizabeth Sankey, Witches ile hem geçmişin hem de bugünün kadınlık deneyimine tanıklık eden bir belgesel sunuyor. Film, yalnızca patriyarkal düzenin dayattığı rolleri değil, bu rollere meydan okumanın bedellerini de ele alıyor. Belgesel, izleyiciyi kadınların tarih boyunca “iyi” ya da “kötü” cadı olmak arasında seçim yapmaya zorlanmalarını sorgulamaya çağırıyor. Film, kadınların kendi bedenleri üzerindeki haklarını savunmalarının ne gibi bedeller ödettirdiğini de ele alırken, kadının tarihsel süreçte özne olmaktan nasıl dışlandığını da özellikle ‘kendi deneyimine’ dair konuşan doğum sonrası depresyon yaşayan kadınların yeterince dinlenmemesi, anlattıklarının ‘normalleştirilmesi’ gibi konulara da yer vererek gösteriyor. Özellikle depresyon, psikoz gibi ağır ruh sağlığı problemleri yaşayan kadınların hem partnerleri hem de sağlık çalışanları tarafından yeterince dinlenmiyor ya da anlaşılmıyor oluşuna da vurgu ile, kadınların kendi deneyimlerini paylaşarak bir dayanışma grubu oluşturdukları ve bu dayanışmanın onların güçlenmesine olan katkısı aktarılıyor. “Her kadın cadıdır ve her cadının bir meclise ihtiyacı var” ifadesi, bu dayanışmanın önemini hatırlatıyor.

Sankey’nin kişisel deneyimleriyle harmanlanan bu yapım, modern toplumdaki kadınlık mücadelesine dair güçlü bir hikâye anlatıyor. Kadınların kendi hikayelerine sahip çıkmasının önemi, film boyunca vurgulanıyor.

[1] Elizabeth Sankey, İngiliz yönetmen, yapımcı, senarist ve oyuncudur. Özellikle belgesel türünde eserler veren Sankey, aynı zamanda müzikle de ilgilidir. Genellikle toplumsal ve kültürel konuları ele alan projelerle tanınır. En bilinen çalışmalarından biri, 2024 yılında çıkan Witches adlı belgesel filmidir. Sankey, aynı zamanda müzik ve film gibi sanat dallarındaki çok yönlülüğü ile dikkat çeker. Sinema kariyerinde hem yönetmen hem de yaratıcı yapımcı olarak projelerde yer almıştır.

Hammer to Nail. (2024). Elizabeth Sankey on Witches: A director’s healing through witchcraft and motherhood. Hammer to Nail. https://www.hammertonail.com/interviews/elizabeth-sankey-on-witches/

[2] Sankey, E. (Director). (2024). Witches [Film]. Mubi. https://mubi.com/en/gb/films/witches Erişim tarihi: 29 Kasım 2024.

[3] Toivo, R. M. (2008). Witchcraft and gender in early modern society: Finland and the wider European experience (1st ed.). Routledge.

[4] Beauvoir, S. de. (1997). The second sex (H. M. Parshley, Trans.). Vintage Books. (Original work published 1949).

[5] Tong, R. (2009). Feminist Thought: A More Comprehensive Introduction. 2nd edition, Westview Press.

[6] Aristotle. (2012). Politics (B. Jowett, Trans.). Dover Publications. (Original work published 350 B.C.E.)

[7] Connell, S. M. (2016). Feminism, sexism and Aristotle. In *Aristotle on female animals: A study of the Generation of Animals (pp. 17-52). Cambridge University Press. https://doi.org/10.1017/CBO9781316479766.003

[8] Gianoncelli, E. (2021, July 30). Muhafazakâr Fransız aydınlar ve Simone de Beauvoir: “Biz Beauvoir’cı değiliz ama…” Eurozine. Retrieved from https://www.eurozine.com/muhafazakar-fransiz-aydinlar-ve-simone-de-beauvoir-biz-beauvoirci-degiliz-ama/

[9] Michel Foucault’nun bilgi ve iktidar ilişkisine dair teorileri, toplumsal yapılar ve otoriteyi anlamada temel bir yer tutar. Foucault, iktidarın yalnızca baskılayıcı bir güç olmadığını, aynı zamanda üretken olduğunu ve bilgi yarattığını, gerçeği şekillendirdiğini savunmuştur. Özellikle Disiplin ve Ceza ve Cinselliğin Tarihi adlı eserlerinde, tıbbi, hukuki ve eğitimsel gibi bilgi sistemlerinin, bireyleri düzenleyen ve denetleyen iktidar mekanizmaları olarak nasıl işlediğini incelemiştir. Bu bağlamda, Foucault’nun “biyopolitika” kavramı, modern devletlerin nüfusları nasıl kontrol altında tutmak için gözetim, disiplin ve sosyal normları şekillendirdiğine dair önemli bir anlayış sunar.

Foucault, M. (1975). Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Pantheon Books.

Foucault, M. (1976). The History of Sexuality, Volume 1: An Introduction. Pantheon Books.

[10] Kadınların sağlıkla ilgili semptomlarının daha az ciddiye alınması, sağlık hizmetlerinde yaygın bir cinsiyet ayrımcılığı türüdür. Bu ayrımcılık, kadınların şikayetlerinin genellikle psikolojik veya duygusal temellere dayandırılmasından kaynaklanır. Kadınların, kalp hastalıkları veya kronik ağrı gibi durumlar için genellikle yanlış teşhis edilmesi veya semptomlarının göz ardı edilmesi yaygındır. Ayrıca kadınların ağrıları çoğunlukla daha az gerçekçi kabul edilir. Dünya genelinde, sağlık hizmetlerinde cinsiyet ayrımcılığı en çok kadınlara yönelik bir önyargı biçiminde kendini gösterir. 2020 yılında yapılan Birleşmiş Milletler raporuna göre, dünya çapında insanların %90’ından fazlasının kadınlara karşı bir tür cinsiyet önyargısı taşıdığı tespit edilmiştir. Bu durum, kadınların sağlık hizmetlerine erişim ve tedavi sonuçlarında büyük eşitsizliklere yol açmaktadır.

Cinsiyet önyargısının sağlık üzerindeki etkileri oldukça ciddidir. Örneğin, kadınların hastalıkları daha geç teşhis edilebilir veya tedavi edilmeyebilir. Ayrıca, kadınlar genellikle klinik denemelerde yeterince temsil edilmez, bu da tedavi yöntemlerinin kadınlar üzerindeki etkileri konusunda bilgi eksikliklerine yol açar.”

UNDP (United Nations Development Programme). (2020). 2020 Gender Social Norms Index (GSNI): Tackling Social Norms: A game changer for gender inequalities. New York. Available at: https://www.undp.org

Villines, Z. (2021, October 25). What to know about gender bias in healthcare. Medical News Today. Retrieved from https://www.medicalnewstoday.com/articles/gender-bias-in-healthcare.

[11] Badinter, E. (1982). The myth of motherhood: An historical view of the maternal instinct (R. De Garis, Trans.). Souvenir Press Ltd. (Original work published 1980).

[12] Duford, R. (2017). Daughters of the Enlightenment: Reconstructing Adorno on gender and feminist praxis. Hypatia, 32(4), 784-800. https://doi.org/10.1111/hypa.12350

[13] Jackson, G. (2019, November 13). The female problem: How male bias in medical trials ruined women’s health. The Guardian. https://www.theguardian.com/lifeandstyle/2019/nov/13/the-female-problem-male-bias-in-medical-trials

[14] Rus yazar Leo Tolstoy, hayatının ilerleyen yıllarında eşinden, ailesinden ve dolayısı ile çocuklarından ayrıldığını biliyoruz. Ancak kaynaklar onun bu ‘ayrılışını’ adeta yüce bir nedene bağlar ve onun bu kararının arkasında, ‘spiritüel ve felsefi inançları’ bulunmaktaydı diyerek de yüce bir anlam atfeder. Bir diğer ünlü figür ise William Shakespeare’dir. Hayatı her ne kadar tarihçiler ve edebiyatçılar tarafından sıklıkla tartışılan bir konu olsa da tarihsel anlatı olarak onun Londra’da oyun yazarlığı kariyerini inşa ederken ailesinden dolayısı ile de babalık sorumluluklarından uzaklaşmış olduğunu biliriz. Ancak burada ironik bir durum söz konusudur ki o da erkeğin her koşulda ‘birey’ yani ‘insan’ olarak kendi kariyerini, bağımsızlığını, spiritüel gelişimini düşünebilme alanına koşulsuz sahipken ve onun toplumsal sorumlukları içine babalık rolünü görünür ve belirleyici bir kimlik olarak koymazken; kadınlar için bu bireysellik, terk etme ve hatta kendi spiritüel alanına çekilmek istemesi bile en masum hali ile onların ‘vicdansız’ anne, ahlaksız kadın olmaları için yeterli olacaktır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.