Bir grup feminist kadın olarak 2022 Amed Newrozu’na gittiğimizde Diyarbakır’da Kürt kadın hareketiyle ve kurumlarıyla buluşma şansımız oldu. Kadın emeğinden, kadınların dili sanatı ve kültürüne, erkek-devlet şiddetiyle mücadeleye pek çok alanda aktif çalışan kadınlarla tanıştık veya yeniden görüştük. Tohum Kadın Kooperatifi’nin kayyumların el koyduğu onca kaynağa rağmen nasıl yeniden faaliyete başladığını, Kadın Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği’nin (KASED) başka kültür kurumlarıyla beraber onlarca, yüzlerce, binlerce kadının kendini ifade etmesi için bir alan oluşturduğunu, Rosa Kadın Derneği’nin operasyonlara ve gözaltılara rağmen kadınların erkek şiddetinden, kolluk kuvvetlerinin istismarından uzak hayatlar kurabilmesi için nasıl mücadele ettiğini dinledik. Kürt kadın hareketinin tüm kurumlarına, imkânlarına ve özgürlüklerine KHK’larla, özel savaş ve kayyum politikalarıyla el konulmaya çalışılan bir sürecin üzerine yine de ayağa kalkma ve yaşamın tüm alanlarında örgütlenme kararlılığı feminist mücadelemizde bizlere de umut ve güç verdi. Sizler için de öyle olması dileğiyle.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Rosa Kadın Derneği nasıl bir ihtiyaçla, nasıl bir dönemde kurulmuştu, ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz, siz ne zamandan beri içindesiniz?
Adalet: 2018 Haziran’ında OHAL resmi olarak kaldırılmadan önce bu ihtiyaç üzerine konuşmaya başlamıştık, Ağustos civarında da dernek açma fikrimiz netleşti. 2018 sonunda kuruluşumuzu ilan edip, resmi olarak açıldık. Biliyorsunuz, OHAL döneminde bütün kurumlar, danışma ve dayanışma merkezleri kapatıldı. Ciddi bir şiddet artışı oldu. O döneme dair elimizde sadece İHD (İnsan Hakları Derneği) ve TİHV’in (Türkiye İnsan Hakları Vakfı) raporları var çünkü raporlama yapabilen başka kurum kalmamıştı. O raporlar çok yüksek rakamlardan bahsediyordu. O dönem şiddetin görünürlüğü de yoktu, çünkü tüm sivil toplum örgütleri gibi muhalif basın da baskı altındaydı. Bu yüzden elimizde çok veri olmasa da toplumsal olarak bir içe çekilmeyi biz çok yoğun hissettik. Ben OHAL döneminde Mardin’de kamu görevlisiydim, sonra 2016 Kasım’ında KHK ile ihraç edildim ve Diyarbakır’a taşındım. Ondan sonra sivil toplum ve platformlar üzerinden kadın hareketi içinde yer almaya başladım. Önce platform, OHAL kaldırıldıktan sonra da dernekleşmeyle beraber Amed’te çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Ruken: Ben Adalet’le henüz tanışmamıştım o dönem, Elif’le ise Diyarbakır’da çok eskiden beri tanışıyoruz. Bir Sur ablukası yaşadık. Çatışmalarla, KHK’larla dolu bir süreçti. Birçok kişi ceza aldı; yurtdışına gitmek zorunda kalanlar, cezaevine girenler, işsiz kalanlar, ev hapsinde olanlar… Aynı zamanda bu bölgeye ilişkin bir göç veya nüfus politikası da vardı. Bundan etkilenenlerin çoğu kadındı. Benim ailemde de gitmek zorunda kalanlar oldu, hepimiz tehdit altındaydık. Ben o dönem ücretli çalışmıyordum, çocuk bakıyordum. Onu tam kreşe göndermeye başlamıştım, artık ben de bir şeylere katılabilirim diyordum ki kreşler bile kapatıldı. Artık Kürtçe eğitim verilmeyecek dendi. Biz de kapatılan kreşe çocuğunu gönderen ailelerle birlikte kolektif bir kreş oluşturduk ve onun etrafında toplandık. OHAL öncesi burada ihtiyaca dönük çalışan çok fazla kadın kurumu vardı. Diyarbakır çok göç alan bir kent ve şiddetin yoğun yaşandığı yerlerden biri. Bu nedenle şiddeti önlemeye yönelik çalışmaların yapıldığı, kadın odaklı belediyeciliğin oturduğu bir yerdi. OHAL’le birlikte her yer kapatıldı, hiçbir şey kalmadı. Ben sinemayla uğraşıyordum mesela, o kurumlar da kapatıldı. Gidip oturduğumuz parkların isimleri bile değiştirildi, bazıları kapatıldı. Her tarafa resimler asıldı, tamamen bir işgal alanı gibi davranıldı. Sivil alanda, yerelden yapılan her ne varsa bir şekilde kapatıldı. Böyle bir süreçte, “Siz çılgın mısınız dernek açıyorsunuz?” diyenlerle de karşılaştık. Ama Kürt kadın hareketi olarak toparlanmamız gerekiyor, yapılacak çok şey var diyerek Rosa Kadın Derneği’ni açtık. Büyük bir umut oldu. Açıldığımız süreçte de yine bir korku iklimi hâkimdi. Buna rağmen hem başvuru almaya hem de büyük yürüyüşler yapmaya başladık. Yaptıklarımız hemen karşılığını buldu, derneğimiz tanındı, insanlar sahiplendiler. Hem bizler için hem de kentte yaşayan diğer kadınlar için korku iklimi içerisinde cesaret veren bir tarafı oldu Rosa Kadın Derneği’nin.
Elif: Benim öyküm de diğer arkadaşlarımdan çok farklı değil. 2011’de Diyarbakır Kayapınar Belediyesi’nde Ekin Ceren Kadın Danışma Merkezi’nde avukat olarak çalışmaya başlamıştım, kadınların başvurularını, dosyalarını takip ediyordum. 2016 yılında bir sabah uyandık ve KHK kapsamında ismimi okudum. Hayatımın son yedi yılında yaptığım bütün iş, bir sabah uyandığımda artık yoktu. Takip ettiğiniz bir sürü dosya var, bir anda hepsi elinizden alınıyor, o kadınlara ne olduğunu bilmiyorsunuz. Psikolojik olarak çok etkilendim. Sonra Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nde çalışmaya başladım. Orada çalışırken Adalet’le görüştük ve şiddetle mücadele alanında çalışacak bir dernek açmak istediklerinden bahsetti. Barodaki kadın merkezinde sadece hukuki destek verebiliyordum. Öyle olunca tüm eksiklikleri, ihtiyaçları görüyorsunuz. Kadınlar başvuru yapıyor ama eksiklikler nedeniyle bir süre sonra toplumsal baskıya dayanamayıp şikâyetten vazgeçmek zorunda kalıyorlar. O yüzden tıkanıyorduk çalışırken. Rosa Kadın Derneği’nin açılacağını duyduğumda bu yüzden çok sevinmiştim, eski günlere dönmenin özlemi vardı. Belediye’nin kadın danışma merkezinde çalıştığımız dönemde elimizde çok imkân vardı. Sığınak açmak için başvuru yapmıştık, her şeyini hazırlamıştık. İki yıl boyunca bakanlıktan izin gelmesini beklemiştik, hatta idari dava da açmıştık. Ama kayyum geldikten sonra, kayyumun atadığı avukat dosyayı benden aldı. Belediyenin imkânlarıyla destek olduğumuz, sığınağa yönlendirdiğimiz başvurucularım vardı. Kayyum sonrasında aradıklarında etrafımızdan destek toplamaya çalıştık ama yeterli olamadık, birçoğu o şiddet ortamına geri dönmek zorunda kaldı. Bu durumun yarattığı çaresizlik hissi çok kötüydü. Alanda aktif olmak, bir şeyler yapmak isteği içindeydim. Dolayısıyla Rosa Kadın Derneği’nde ben de yer almak istedim. Yürüttüğümüz mücadele alanının boşaltılmasına karşı, elimizden alınan imkânların, uğruna mücadele ettiğiniz değerlerin bir anda yok sayılmasına karşı daha çok şey yapabilme umudu doğmuştu. Tabii ki eski imkânlarımız yok, çok kısıtlı şartlarda, devlet baskısı altında çalışıyoruz ama ona rağmen bir sürü şey yarattığımızı da düşünüyorum.
Rosa Kadın Derneği kurulduğundan beri geçen yıllarda şehirdeki kadınların ilgisi nasıl oldu? Nasıl bir karşılık buldu? Size yapılan engellemeleri nasıl aştınız?
Adalet: Rosa Kadın Derneği’nin kurulması çok coşkuyla karşılandı. OHAL döneminden sonra kent ve çeperinde, ilçelerde müthiş bir içe çekilme vardı. Biz sosyal medya ve televizyonlarda ilk duyurumuzu yaptığımızda kadınlar gelmeye başladılar. O inanılmaz bir enerjiydi ve bizim de çok ihtiyacımız vardı. Çünkü çoğumuz daha önce kurumlarda, yerel yönetim sisteminin içerisinde, bir şekilde mücadeleyi yürütüyorduk ama oralardan atılmıştık. Derneğin kurulması sadece bu kentteki kadınlara değil çevre kentlerdeki kadınlara da çok iyi geldi. Ruken de bahsetti az önce, yaptığımız bütün yürüyüş ve etkinlik çağrılarına kadınlar bir şekilde duyup geliyorlardı – ki çok kısıtlı olanaklarla yapıyorduk. Henüz çok yeniydik, maddi koşullarımız yoktu, içinde bulunduğumuz bir ağ yoktu. Bunları zaman içerisinde oluşturduk. Mesela Şiddetle Mücadele Ağı’nı, ilk 8 Mart’ta, kentteki diğer sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte oluşturduk ve güçlendik. Türkiye’deki diğer ağlara ve platformlara girdik. Sığınaklar Kurultayı’na katıldık, o zaman Nafaka Hakkı Kadın Platformu vardı orada yer aldık. Kadınlar Birlikte Güçlü’nün toplantılarına katılmaya başladık.
Kuruluşumuzun hemen ardından başvuru almaya başladık. Bu çok zordu çünkü hiçbir mekanizma yoktu. Politik duyarlılıktan kaynaklı, kayyumun atandığı belediyenin sığınağına ya da ŞÖNİM’e gitmek istemiyordu birçok kadın. Evde şiddetle karşı karşıya ama kayyumun elinde olan sığınağa gitmek istemiyor. Ya da ŞÖNİM’e gidiyor ama üç gün sonra orada gördüğü şiddetten dolayı çıkıyor. Mekanizmaların yokluğundan ya da yanlış işletilmesinden dolayı hâlâ ciddi anlamda sorun yaşıyoruz. Ayrıca sırf eylemlerimize gelen her kadın bile gözaltına alındı 2020’den bu yana, ama polis ablukasına, bu kadar operasyona ve gözaltına rağmen çalışmaya devam ediyoruz. 16 Mart’ta gözaltına alınmam benim üçüncü operasyonumdu. Bunların birinde tutuklandım. Buna rağmen kadınların bize olan ilgisi çok umut ve heyecan verici. Ben en çok köylere, mahallelere broşür dağıtmaya gittiğimizde tanık oldum. Kürt kadın hareketinin bir kurumu olduğumuzu, ihtiyaçları olduğunda hukuki ve psikolojik destek verebileceğimizi söylediğimizde, “Siz şimdiye kadar neredeydiniz?” diyerek elimizi tutan pek çok kadın oldu. Hâlâ alanda çok büyük bir boşluk var ve gücümüz yettiğince ulaşmaya çalışıyoruz ama yetişemiyoruz. Diğer taraftan da şunu gördüm; bizi bekliyorlar, yıllardır süren bir gelenek var, bu geleneğin yarattığı bir güven var ve bu güven bunca baskıya ve şiddete rağmen sarsılmamış. Bu benim için çok kıymetli bir duygu.
Bu kadar operasyonla karşı karşıyayken erkek şiddetiyle mücadele için elzem olan başvuru verilerini nasıl tutuyorsunuz?
Ruken: Rosa Kadın Derneği’nde daha önce raporlama yapmış, alanda çalışmış, kitle çalışması ve yöneticilik yapmış, farklı yerlerden gelen kadınlar olarak bir araya geldik. Dolayısıyla ihtiyaçların da farkındaydık. Şiddet başvurusu almak bunlardan biriydi. Ben ve Elif daha önce de başvuru alıyorduk; ben sosyoloğum, Elif de avukat. Önce bir başvuru formu oluşturarak başladık. Bunu diğer kurumlarla nasıl ortaklaştırırız düşüncesiyle, kadınlardan şiddet başvurusu alan, kadına yönelik şiddet alanında çalışan tüm STK’lara gittik. Şiddetle Mücadele Ağı’nı böylece oluşturduk. Mesela Eğitim-Sen’i de ağın içine kattık, çünkü öğrenci ve öğretmenlerin maruz kaldığı istismar ve şiddet vakaları var. SES (Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası) bunun doğrudan bir parçası, çünkü üyeleri hastanede çalışıyor ve bir kadın şiddete maruz kaldığında hastane bu sürecin önemli bir aşamasını oluşturuyor. TİHV devlet kaynaklı şiddet boyutuyla ağın içerisinde. Kürdistan’da uzun yıllardan beri en çok başvuru alan yerlerden biri olan İHD var. Baronun Kadın Hakları Merkezi, Çocuk Hakları Merkezi ve LGBTİ+ Komisyonu da ağın bileşenlerinden. Psikologlar Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği dâhil oldu. Tüm bu kurumlarla bir çalıştay yaparak başvuru formunu değerlendirdik. Nasıl sorular sorulmalı diye konuştuk. Diğer bir nokta, ortak veri tabanı oluşturma konusuydu. Üç maddelik bir protokol yaparak ortak veri tutma kararı aldık. Veri tabanını da oluşturduk ama bu hiçbir zaman hayata geçemedi Diyarbakır’da. Formumuz birçok değişkeni karşılaştırarak veri topluyordu. Devlet müdahalesinden kaynaklı, kişisel verilerin korunması adına bilinçli olarak hayata geçirmedik. Çünkü tuttuğumuz en ufak bir nota bile el konuyor, iddianamelere giriyor. Dolayısıyla kadınlarla ilgili özel durumların, bizimle paylaştıkları şeylerin bu şekilde açığa çıkmaması adına olabildiğince az veri tutuyoruz. Ama altyapımız hazır, veri tabanımız bir gün hayata geçmeyi bekliyor. Bir taraftan da bu verilerin güvenliğine kafa yormaya çalışıyoruz. Raporlarımızı daha çok sayılarla hazırlıyoruz ve onları da korumaya çalışıyoruz.
Elif ve ben baştan beri raporlama sürecinin içindeyiz. Şiddetle Mücadele Ağı’nda ortak verileri bir araya getiriyoruz, çetele çıkarıyoruz ve bunu üç yıldır devam ettiriyoruz. Önceleri raporları altı ayda bir çıkarıyorduk, daha sonra yılda bir kez 25 Kasım’da açıklamaya karar verdik. Bunlarda sadece ortak alınan başvuru sayıları değil, nasıl durumlarla karşılaştığımız ve ne tür öneriler getirdiğimiz gibi bölümler de var. Tüm kurumlar önerilerini ayrı ayrı yazıyor ve sonra bunları birleştiriyoruz. Mesela 6284’ün etkin uygulanmamasına dair karakollarda karşılaştığımız zorluklar, sağlık alanında kürtajla ilgili resmiyette olmayan ama fiilen çıkarılan engeller, ŞÖNİM’lerde karşılaşılan durumlar gibi konuları maddeler halinde yazıyoruz. Bu raporlara daha sonra çocukların uğradığı istismar vakalarını da ekledik. Biz genellikle 18+ yaş grubuyla çalışıyoruz ama hem ilçelerden hem de çevre kentlerden istismar dosyalarının birçoğu da bize geliyor. Takibini yapıyoruz, ÇİM’e (Çocuk İzlem Merkezleri) gidiyoruz. İstismar vakalarının sayısı çok fazla olduğu için de tüm STK’ları bu konuda sorumluluk almaya çağırdık. Rapor hazırlayan ekip gittikçe genişliyor. Şiddetle Mücadele Ağı da gittikçe kendi içinde daha çok iş yapan bir duruma geldi. Hakikaten en imkânsız durumlarda, imece usulüyle ne üretebiliriz diye sabahlara kadar inanılmaz bir şevkle, bizi kapatmak istedikleri o evlere kapanmama hırsıyla çalışıyoruz.
Elif: 2016 yılında, belediyenin Ekin Ceren Kadın Danışma Merkezi’nden ihraç olduğumuzda, ilk şoku atlatır atlatmaz bütün arşivin kurumda olduğu aklımıza gelmişti ve tüm başvuru evraklarını kendi büroma götürmüştüm. Biz ihraç olduktan iki ay sonra kayyum geldi. Belediyeden arayıp dosyaları sordular, bende olduklarını söyledim, vermem gerektiğini söylediler. Vermeyeceğimi ilettim. Onlar bizim yedi yıllık emeğimiz, hafızamız, her şeyimiz. Vermeyeceğim, çünkü takip ettiğimiz başvurular var. Sonra üç erkek bir kadın büroya geldiler, zorla alıp götürdüler bütün dosyaları. Sonrasında yaşadığımız sıkıntılara dair bir tane örnek vereyim: Kulp’ta yaşayan bir başvurucumuz vardı, çok küçük yaşta kuma olarak zorla evlendirilmişti, iki tane çocuğu da vardı ve ahırda tutuluyordu, ona ve çocuklarına yemek verilmiyordu. Kocası kendisine zulmediyordu, çocuklarını da vermiyordu. Bize geldi, Kulp Belediyesi’ndeki kadın eş başkanımızı da yanımıza alarak hep beraber köye gittik. Öncesinde jandarmaya gitmiştim, jandarma o köy çatışma bölgesine yakın olduğu için gidemeyeceğini söylemişti. Biz gittik, heyet olarak çocukları alıp kadınla birlikte Diyarbakır’a döndük. Kendine bir ev tuttu, belediyeden sosyal destek aldı. Biz ihraç olduktan sonra tüm başvurucularla iletişimimiz bir anda kesildi, çünkü iletişim kanalımız başvuru formlarıydı ve formları bizden almışlardı. Bu kadın da sonradan bize ulaşamamış, formlara el koydukları için biz de ona ulaşamadık. Maalesef aynı zulmü görmeye devam etmiş, çocuklarını elinden almışlar, tekrar şiddete maruz kalmış. Sonrasında bana bir şekilde telefonla ulaştı, durumunu anlattı, tekrar destek istedi. Ama bizim yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamıştı, hepimiz ihraç edilmiştik. O erkek, belediyenin, bizlerin, başvuran kadının arkasından çekilmek zorunda kaldığımızı anladığı anda aynı şiddeti uygulamaya devam etti. Bunun gibi pek çok örnek var maalesef. Arşivleme meselesini her konuştuğumuzda bu başvuran aklıma gelir. Bizim şu andaki arşivimiz sadece hafızamız.
Hem şehirdeki diğer kadın kurumlarıyla hem genel anlamıyla ülkedeki kadın hareketiyle / feminist hareketle nasıl bir ilişkiniz var? Uluslararası kadın hareketiyle ilişkileriniz var mı?
Adalet: Öncelikle şehirdeki çeşitli kurumların oluşturduğu Şiddetle Mücadele Ağı var. Bu ağın kurulmasına biz öncülük ettik, çünkü şiddetle mücadelede mekanizma yokluğundan ötürü teknik anlamda ihtiyaçlar vardı. Dolayısıyla bu görece dar bir ağ; şiddet başvurusunu hızlıca çözüme ulaştırmak, destek sağlamak, veri toplamak için çalışan, sadece doğrudan başvuru alan kurumların oluşturduğu bir yer. Bir de Dicle Amed Kadın Platformu var; o da OHAL döneminde yeniden kurulmuş, daha eski bir platform. Bu platform içerisinde siyasi partilerin kadın meclisleri, STK’ların kadın komisyonları, kadın kurumları var. Yani böyle daha geniş bir ağ içinde de yer alıyoruz. Özellikle ilk kurulduğumuz süreçte, platform, baskılardan kaynaklı biraz ağır aksak ilerliyordu. Rosa Kadın Derneği’nin kurulması ona da güç verdi. Platform operasyonlardan dolayı zaman zaman güç kaybediyor ama her defasında kendini yeniden toparlıyor. Özellikle 25 Kasım ve 8 Mart süreçlerinde platform üzerinden etkinlikler, organizasyonlar çıkarıyoruz. Yerelde TJA’nın ve kadın eş başkanların bize çok büyük bir katkısı var. Eş başkanlık sistemine dair bunu her fırsatta belirtiyorum: Bize köylerden, ilçelerden gelen başvuruların çoğu eş başkanlar üzerinden geliyor. Kadınlar eş başkana ulaşıyorlar, eş başkanlar da bize yönlendiriyor. Böyle kendi doğalında gelişen, kurumsallaşmamış bir işleyiş de var aslında. Kadın meclisinin, TJA aktivistlerinin, eş başkanların bu anlamda çok büyük katkıları var bizim çalışmalarımıza.
Bunun dışında, Türkiye genelindeki tüm ağların içerisindeyiz. Sığınaklar Kurultayı’nda zaten aynı Şiddetle Mücadele Ağı’nda olduğu gibi, daha çok ŞÖNİM ve sığınaklarla ilgili sorunları, bunları nasıl daha iyi çözebileceğimizi tartışıyoruz, buna dair politika geliştirmeye çalışıyoruz. EŞİK, Kadın Koalisyonu gibi ağlar da İstanbul Sözleşmesi, nafaka hakkı, TCK 103 ile ilgili çalışmalarda ortaklaşmak için dâhil olduğumuz ağlar. Kadınlar Birlikte Güçlü’nün ilk geniş kapsamlı İstanbul toplantısına da katılmıştık. O çok heyecan vericiydi ama sonra biraz sönümlendi, daha çok İstanbul’la sınırlı bir şeye dönüştü sanki, bize daha az yansıyor. Bu eksikliği zaman zaman hissediyoruz.
Kadın Koalisyonu’nun içinde olmamızın ilk etapta Birleşmiş Milletler mekanizmalarına ulaşmak için olumlu bir etkisi oldu. Uluslararası mekanizmalarla ilgili raporlama yapmaya dair sunumlar bilgilendirici ve kıymetli bizim için. Uluslararası alanda da birkaç platformun içindeyiz. Bunlar daha çok İstanbul Sözleşmesi’ne dair ve toplumsal cinsiyet çalışmaları yapan platformlar. Bir de İnsan Hakları Savunucular Ağı’nın içindeyiz. Daha çok bizim yargısal süreçlerimizi takip ediyorlar, çünkü biz hak savunucuları olarak neredeyse hepimiz yaptığımız çalışmalardan ötürü yargılanıyoruz. Onlar da bunu raporluyorlar, Avrupa Birliği mekanizmalarına gönderiyorlar, güçlü hissettiriyor tüm bunlar.
Elif: İhraç edildiğimiz 2016 yılından Rosa Kadın Derneği’nin kurulduğu 2018’e dek, o iki yıl boyunca bir boşluk vardı. Kayyum geldiğinde biz bütün olanaklarımızı kaybetmiştik ve kadınlar güvensizlikten dolayı devlete de başvuramıyorlardı. Yaşadığı yerde bir kadın kurumu yok, platform yok, nereye başvuracak bu kadınlar? Bu yüzden Rosa Kadın Derneği kurulduğundan itibaren çok yoğun başvuru geldi. Çünkü başka bir alternatif yoktu. Evet, Dicle Amed Kadın Platformu vardı ama çok faal değildi. O dönemdeki ihtiyaçtan dolayı platform tekrar bir araya geldi, toplantılar almaya başladı, canlandı o iki yıllık süreçte. Sonra Rosa Kadın Derneği kuruldu. Tek başınıza ya da tek bir kurumun bütün bu sistemle başa çıkması çok zor, hele ki bu bölgede. Birlikte yol almanın önemi çok büyük. Rosa Kadın Derneği’nin kurulması ve Şiddetle Mücadele Ağı’nı oluşturmasıyla diğer kurumlar da canlandı, bir araya geldi, hepsi birbirinden güç aldı. Şu anda bir sığınağımız yok ama bir şiddet başvurusu geldiğinde çok hızlı bir şekilde organize olup ilgili kuruma yönlendirebiliyoruz. O yüzden kadın mücadelesinde birlikte yol almak can simidi gibi.
Diyarbakır’da şiddet başvurusu alan bir kadın örgütü olarak alanda çalışırken karşılaştığınız güçlükler neler? Şiddetle mücadele mekanizmalarındaki uygulayıcılarla nasıl ilişki kuruyorsunuz?
Ruken: Bu alanda çalışan tek kadın derneği olmamızdan dolayı çok yoğun başvuru aldık, bu zorlayıcıydı. Sosyal medya üzerinden mesela Silopi’den gelen bir başvuru da olabiliyor, Van’dan gelen bir başvuru da. Buradan Avrupa’ya gitmiş ve orada şiddete maruz kalmış bir kadın da başvurabiliyor. Yeni açıldığımız için bu başvuruların düzgün bir şekilde alınmasını çok önemsedik. Mesela alt tarafı telefonla bir ihbarda bulunmamız gerekiyor ama en düzgün nasıl yaparız diye çok tartışırdık. Örneğin 14 yaşında bir kız çocuğu zorla evlendirilmek isteniyor, konu bize geliyor. Kimlerle iletişime gireceğimiz, kimi devreye sokacağımız çok önemli. En başında başvuranın zarar görmemesi gerekiyor, kurumun zarar görmemesi gerekiyor. Devlet her alanı gasp etmişken iş yapmak zor oluyor. İletişim kurmaya çalıştığımız yer tamamen koruculardan oluşan bir köy olabilir mesela. O durumda ne yapacağız? Kimi, hangi STK’yı devreye sokmak en iyi olur? Eğer bizim bu başvuruyu almamız olayı negatif yönde etkileyecekse biz diğer kurumları devreye sokup yönlendirme yapıyoruz.
Bir de gelen başvurularda buradaki karakolların işlevsiz olması meselesi var. Karakola gidiyorsunuz neredeyse hepsi erkek polislerden oluşuyor, hem başvurucu hem de siz şiddete maruz kalıyorsunuz. Aldığımız ilk başvurulardan birini hatırlıyorum. Saatlerimizi geçirdik karakolda. Kadının kocasının iki tane pompalı tüfeği var, kadının peşinde, zar zor araç ayarlayabilip gittik. Son çare olarak ŞÖNİM’e gidecek artık kadın, polislerle beraber araca ben de bindim çünkü araçta bile kadını kocasına geri dönmeye ikna etmeye çalışıyorlardı. Sonra ben eve geldim, iki saat geçti, kadın aradı ve korkunç bir yer olduğunu, orada kalamayacağını söyledi. Devlet mekanizmalarına olan güvensizliğin sebebi var. Ama bir yandan da devletin şiddeti önleme konusunda görevini yapması gerekiyor. Karakol işini yapmak zorunda, ŞÖNİM işini yapmak zorunda. Biz kadınları oralara götürüyoruz diye de eleştiri aldık. Ama çalışmak zorundalar. Bunu ısrarla söylüyoruz. Biz bu mekanizmaları zorlaya zorlaya, eksiklerini göstere göstere bütün kadınlar için işler hale getireceğiz. Bu da bizim açımızdan işin zor yanlarından birisi. İşin psikolojik boyutu da çok ağır oluyor. Operasyon oluyor, sadece üç kişi kalıyoruz ve o durumda bile yetişmeye çalışıyoruz. Bir şekilde birbirimizden destek alarak, paslaşarak, yaptığımız işe, kendimize güvenerek ve kadın dayanışmasıyla toparlıyoruz.
Adalet: Biz ilk başladığımızda Bağlar Belediyesi’ne henüz kayyum atanmamıştı. HDP belediyesi olmasa da kayyum değildi. Oradaki Kardelen Danışma Merkezi’nin sığınağına yönlendirebiliyorduk ve iyiydi, en azından kadınlar orada kalmak istemediklerini söylemiyorlardı. Sonra 2019 seçimiyle beraber oraya kayyum atandı. Eşbaşkan KHK’lı diye mazbatalarını dahi vermediler. Direkt AKP’li bir başkan geldi. İlk işi de danışma merkezini kapatmak oldu. Sığınağı çok görünür bir yere taşıyarak işlevsizleştirdiler. Son zamanlarda ise şununla çok karşılaşıyoruz: Mesela ŞÖNİM’e gönderiyoruz. Oradan iki gün sonra çıkıyor, arıyor, “Ben İstanbul’daki bir sığınağa, Mor Çatı’ya gitmek istiyorum” diyor. Kadınlar artık kendi seçeneklerini yaratıyor, hangilerinin biraz daha bağımsız olduğunun farkındalar. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sığınağını biliyorlar, Mersin’i biliyorlar, Mor Çatı’yı biliyorlar. Direkt Aile Bakanlığı’na bağlı sığınaklara gitmek istemiyorlar. Dolayısıyla böyle yönlendirmeler de yapıyoruz. Mor Çatı’ya çok yaptık. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sığınağına da, Mersin’dekine de yaptık. CHP belediyelerinin sığınaklarını yine de devletten daha farklı görüyorlar.
Elif: Bir yıl kadar önce internetten telefonumuzu bulan bir genç kadın aradı. “Beni zorla evlendirdiler. İki gündür evliyim, kendimi odaya kilitledim. Lütfen bana yardım edin” dedi. Biz ne yapacağımızı uzun uzun konuştuktan sonra polisi yönlendirdik. Kolluk kuvvetleri onu evden alıp karakola getirdi, gönüllü avukatımız da beraberinde gitti. Sonra beni aradığında şoktaydı. Meğer avukat arkadaşımız karakola gittiğinde önce odaya almamışlar, sonra odaya girdiğinde bir bakmış ki polisler zorla evlendirilen kadını sorguya çekiyor: “Senin Rosa’da ne işin var? Niye Rosa’ya gittin? Rosa’yı nereden biliyorsun?” gibi sorular soruyorlar. Düşünün o ruh hali içerisindeki bir genç kadını bile sırf Rosa’yı aradığı için böyle sıkıştırıyorlar. Yani, Adalet de Ruken de zaten bahsetti ama biz alanda hem bize dönük baskılardan ötürü hem de diğer bütün devlet mekanizmaları çalışmadığı için zorlanıyoruz. Bahsettiğim o kadın arkadaş iki gün devlet sığınağında kaldı. İki gün sonra çıktı, dedi ki, “Beni öldürseniz de bir daha oraya gitmem.” İstanbul’a, Mor Çatı’ya gönderdik. Kolluk kuvvetleri, ŞÖNİM, Aile Mahkemeleri zaten fecaat durumda. Durum genel olarak böyle.
Bir de, ihraç olduktan sonra baronun Kadın Hakları Merkezi’nde çalışırken şiddet görmüş başvurucu kadınlara neden sığınağı tercih etmediklerini sorduğumuzda, şiddet failinin onlara “Sen beni nasıl devletin kurumuna şikâyet edersin?” demesinin kendilerini caydırdığını söyleyenler oldu. Kürtlerle devlet arasında bir mesafe var, kadınlarla devlet arasındaki mesafe ise bunun iki katı ve güvensizlikle örülmüş. Kadınların bilinçaltında da şiddete bile maruz kalsam şiddet uygulayanı devlete şikâyet edemem düşüncesi yatıyor.
Kayyum ve KHK’lar öncesinde de Diyarbakır’da erkek şiddetine karşı politika yapıyordunuz? Kadınların şiddetten uzaklaşma mücadelelerini bu süreç nasıl etkiledi?
Adalet: Kayyum geldiğinde örneğin ben Mardin’deydim. Hemen bütün danışma merkezleri kapatıldı. Mardin’deki ilk sığınağı açacaktık, çalışmalara yeni başlamıştık çünkü Mardin Büyükşehir Belediyesi zaten ilk defa AKP dışında bir yönetime geçmişti. Bütün sistem yeniden oluşturuluyordu. İşe alım kotasında kadınların oranı neredeyse yüzde elliye varmıştı. Bütün kurumlarda, birimlerde kadın çalışan sayısı çok fazlaydı ve bu da kentte çok olumlu bir etki yaratmıştı. OHAL ilan edilince, bütün kurumlar kapatıldıktan sonra özellikle bekçi, kolluk, asker, polis ve özel harekâtçılardan kaynaklı kadınların kaçırılması, cinsel şiddete uğraması olayları çok ileri boyutta gerçekleşmeye başladı. Biz kayyumlardan sonra bir platform kurmuştuk. Bu platform üzerinden kadınlar bize bir şekilde ulaşıyorlardı ve onlara destek vermeye çalışıyorduk, hukuki süreçlerini takip ediyorduk. Mardin’de kent merkezi çok küçük, kırsal alan çok geniş olduğu için bu şiddetin takibi zor olabiliyor. KHK ve kayyum sürecinin de özellikle devlet kaynaklı (yani kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen) cinsel şiddeti yoğunlaştırdığını söyleyebilirim. Bunu söyleyip arkadaşlarıma sözü bırakmak istiyorum.
Elif: Kayyumlarla beraber zaten bir sürü imkân gitti. Onu anlattık, çok uzun yıllardır da anlatıyoruz. Şimdi farklı bir şey söyleyeceğim: Bize şiddet faillerinin belediye işçileri ya da belediyede çalışan memurlar olduğu birkaç tane başvuru gelmişti. Daha öncesinde, belediyeler HDP’deyken belediyelerin kadın meclisleri vardı. Bu tür durumlarla ilgileniyorlardı. Fail için maaş kesintisinden işten atmaya, iş sözleşmesi feshine kadar gidiyordu ve erkekler bundan çekinerek şiddet hâlini durduruyordu. Kayyum gelince kadın meclisinde yer alan hepimiz işten çıkarıldık. Sonra yine iki ya da üç tane böyle taciz ve ısrarlı takip başvurusu aldık, failin belediye işçisi olduğu. 6284 sayılı kanuna ve kolluğa başvurmak dışında bir imkânımız yoktu artık. Hatta bir sabah Rosa Kadın Derneği’nde nöbetçiyken bir kadının şikâyet ettiği belediye işçisi erkek geldi, zorla içeri girmeye çalıştı. Biz almayınca mektup bıraktı. Yani bizim kurduğumuz yapıların ortadan kaldırılmasından bu erkekler de çok ciddi cesaret ve güç aldılar. Belediyenin içinde çok yoğun mobbing yaşanır oldu. Örneğin işe iade davasıyla belediyeye dönen kadın arkadaşlar ciddi mobbinge uğradılar. Kadınlar artık yalnız, desteksiz, istediğimiz gibi davranabiliriz diye düşünür oldu erkekler. Bu da aldığımız birkaç başvuruda gerçekten çözümsüz kalmamıza sebep oldu.
Ruken: 2018’den buraya kadar arkadaşların anlattıkları, bir evreden başka bir evreye geçişi anlatıyor. Şimdi ise üçüncü bir evredeyiz. Şu anda fail kim olursa olsun, her ne olursa olsun bizim bunu ifşa edeceğimiz, üstüne gideceğimiz çok iyi biliniyor. Kadınlar şiddet türlerini çok iyi tanıyor. Çocuklarına dönük istismarı çok iyi biliyor. Son dönemde mesela Diyarbakır ve ilçelerinde kamu kurumlarında, okullarda, vs. istismar vakaları patlak verdi. Bunların hepsini kadınlar, anneler ortaya çıkardı. Çünkü artık çocuklarını dinliyorlar. İstismarın çocuklarında nasıl psikolojik değişikliklere sebep olduğunu biliyorlar. Kadınlar maruz kaldıkları psikolojik şiddeti tarif edebiliyor artık. Önceden, ilk aldığımız başvurularda, psikolojik şiddeti biz tarifliyorduk. Ama şimdi gelip kendileri anlatıyorlar. Israrlı takip ve dijital şiddeti de öyle. Şu dönemde özellikle genç kadınlara dönük çalışmaya başladık, farkındalık geliştirmeye çalışıyoruz. Dijital medya ciddi bir farkındalık ihtiyacı yarattı.
Ama onun dışında, Newroz’da da 8 Mart’ta da gördük. Kadınlar evlerinden geliyorlar, herhangi bir yerde örgütlü değiller, ama erkek-devlet şiddetini çok iyi tanıyorlar, kadın cinayetleri politiktir diyorlar. Tabii Kürdistan’da genel olarak örgütlü bir tutum var, ama doğrudan örgütlü bir şeyden bahsetmiyorum burada. Kadınlar kendilerinin neye maruz kaldığını artık çok iyi biliyorlar ve kabul etmiyorlar. Mesela karakola gidiyor, belki karakolda da şiddete maruz kalıyor. ŞÖNİM’e gitse orada ne olacağını çok iyi biliyor. Adalet’in söylediği gibi, kadınlar artık nerenin sığınma evine gitse daha iyi onu bile biliyor. Kendilerinin bu sistem içerisinde erkek şiddetine karşı çok ciddi tehdit altında olduğunu biliyorlar. Biz eskiden İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyor derken daha dar bir çevreydik, biliyorsunuz. Ama şimdi, sözleşmenin feshiyle beraber, İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğu toplum içerisinde karşılığını buldu. Kadınlar artık ne kaybettiklerini biliyor. Bu gerçekten umut veren bir şey. Genç kadınlar çok daha politik bu anlamda. Yani şiddetin politik olduğunun farkında, sistemin bir şekilde şiddet ürettiğinin farkında. Başvuru şekilleri bile değişiyor artık. Yani biz belki burada aktivist olarak sayıca azız, öyle görünüyor, ama 8 Mart ve Newroz alanında ben çok ciddi umutlandım.
Size polisler ve özel harekâtçılar tarafından istismar edilen kadınlardan da çok fazla başvuru geliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Ruken: Burada özel savaş politikaları işletiliyor ve kadınlar bir şekilde bu ağın içine düşürülmeye çalışılıyor. Bu konuda başvurular alıyoruz. Öncelikle, çok bilinçli bir şekilde, buraya “film yıldızı gibi” polisler gönderiliyor. Hepsi Arka Sokaklar dizisinden çıkmış gibi görünüyor. Ve onlar üzerinden genç kadınlara zarar verilmeye çalışılıyor. Zorunlu seks işçiliğine sürüklenmeye çalışılıyorlar. Bu dağ köylerinde daha çok deşifre oluyor, çünkü sınır kentlerinde askerler birbirlerini deşifre ediyorlar. Oralarda henüz sistem kendi içinde homojen hâle gelmemiş. Birisi yaptığı zaman diğeri onu şikâyet edebiliyor, öyle açığa çıkıyor. Ama kent içerisinde, özellikle Diyarbakır’da Ofis semtinde bu süreç çok örgütlü işliyor. Kendini çok iyi koruyan, çok iyi organize olan, birbirini saklayan bir yapı içerisindeler. Dolayısıyla deşifre etmesi çok zor oluyor. Zaman zaman aldığımız başvurularla yapabiliyoruz. 14 yaşlarında bir çocuğun başvurusunu aldık mesela. Çok kötüydü. Askerler tarafından tecavüze uğradığını ve burada bilindik otellerde seks işçisi olarak çalıştırıldığını ifade etmişti. Biz burada bir psikolog eşliğinde başvurusunu aldık. Anında savcıyı aradık, gelmesini sağladık. Savcı geldi, defalarca başvurusunu aldılar. Yani savcı biliyordu. Devlet işin içerisinde, savcı işin içerisinde. Ama ÇİM’deki (Çocuk İzlem Merkezi) kapalı odada yaşadığını ifade etmediği için daha öteye götüremedik. Ben söyleyemem, korkuyorum dedi. Biz devlete söylüyoruz, bu bir çocuk, böyle sistematik bir istismara maruz bırakılmış, araştırın, açığa çıkarın diye; ama dava olarak takip etme konusunda böyle engellerle karşılaşıyoruz.
Adalet: Bu örgütlü kolluk istismarı 90’lardan beri sürüyor aslında. Yani yeni değil, çok eski. Özellikle 90’ların başından beri çok sistematik bir şekilde yürütülüyor. Ama 90’larda kent merkezlerinde değil de daha çok sınır kentlerinde, kırsalda, Mardin, Nusaybin, Cizre, Van gibi sınır yerlerde yaşanıyordu. Ablukalardan beri ise kent merkezlerinde çok yaygın ve bu yaygınlığının en önemli nedenlerinden biri de sosyal medya kullanımı. Özellikle lise ve üniversite öğrencileri Instagram gibi sosyal medya hesapları üzerinden veya kafelerde ilişki kuruyorlar. Diyarbakır’da genç kadınların gittiği çok fazla kafe var ve oralarda polisler kadınları içeceklerine ilaç katarak cinsel şiddete maruz bırakıyorlar. Daha sonra da madde bağımlılığıyla birlikte seks işçiliğine zorlanıyorlar ve o sarmalın içerisinden çıkamıyorlar.
Mesela bize gelen G.B. adlı bir başvurucu var. Çok genç ve polis tarafından çok sistematik bir şekilde şiddete maruz bırakılmış. Önce flört ile başlayan bir ilişki ama ilk bir araya gelişlerinde daha merhaba demeden şiddet uygulamaya başlamış adam. Sonra tecavüz, alıkonulma ve sonra da mekanizmalar tarafından üretilen şiddet var. Kolluğu arıyor, destek istiyor, kimse gitmiyor. Çünkü olay Cizre’de gerçekleşiyor ve diğer polisler de failin mesai arkadaşları. Onlar da G.’ye şiddet uyguluyorlar; sen yalan söylüyorsun, siz zaten sevgiliydiniz diyorlar. Muayene olmak için doktora gitmek istiyor. Doktor, tecavüz anal yolla gerçekleştiği için “nasılsa kızlığın bozulmamış bir şey olmaz” diyor, rapor vermiyor, muayene etmiyor. Yani böyle bir sürü şey yaşamış. Ama hiç durmamış. CİMER’e yazmış, oraya yazmış, buraya yazmış, valiliğe başvurmuş ve bunların hepsini tek başına yapmış. En sonunda bize geldi. Böyle çok fazla olay var ve bunların üstü örtülüyor. Çünkü kadınlar utanıyorlar, korkuyorlar, tehdit ediliyorlar, şantaja uğruyorlar, yaşadıklarını ifşa ederlerse ailelerinden gelecek tepkiden çekiniyorlar.
Bu şiddet tamamen Kürt olmalarından kaynaklı. Yani gerçekten bir kadın olarak bu toprağın bir parçası olarak görülmeleri, fail erkeklerin de kendilerini devlet olarak görmesi buradaki mesele. Devletin üniformasıyla, devletin silahıyla buradaki kadınlara cinsel şiddet uygulama hakkını görüyorlar kendilerinde, devletten alıyorlar o gücü ve zaten yargılansalar da cezasız kalacaklarını, korunacaklarını biliyorlar. Çünkü mesela Mardin’deki davada tecavüz eden özel harekât polisi beraat etti. Gerçi istinaftan döndü şu anda dava. Ama biz orada duruşmadaydık ve bütün özel harekât birimi o mahkeme salonundaydı. Hâkimin karşısında silahlarıyla durdular. Dolayısıyla yargı da baskı altında – ki baskı altında olmasa bile zaten aynı anlayışa sahip. Yani evet, ‘Ben Türkiye devletinin polisiyim, askeriyim ve bu Kürt kadınına tecavüz etme hakkına sahibim’ gibi bir anlayışla yapıyorlar bunu. Bütün yargılama süreçlerinde de bunu görüyoruz.
Bir de ne yazık ki bu OHAL süreçleri, Sur ve Cizre’de yaşanan yıkım bir gençliği kopardı götürdü. Kadın hareketinin de çok büyük bir kısmına zarar verdi. O dönem mücadele yürüten kadınların birçoğu ya cezaevinde ya yurtdışına gitmek zorunda kaldılar, sürgün edildiler ya da öldüler. Dolayısıyla bir boşluk oluştu ve şu anda 14-25 yaş aralığındaki genç kadınlarda bir kopukluk var. Biz o hafıza aktarımını yapamadık. Düşman hukukuyla ve savaş mantığıyla hareket edildiğini, aslında savaş hukukunu da aşan, savaş suçu işlenen durumların yaşandığını bu çocuklara anlatamadık yani. Şimdi anlatmaya çalışıyoruz. Bizim en önemsediğimiz çalışmalardan biri de bu.
Elif: G.B.’nin dosyasında benim dikkatimi çeken şu olmuştu: Failin onunla mesajlaşma kayıtları dosyaya girmişti. Fail o mesajlarda, “Ben bunu 30 kadına daha yaptım, hiçbir şey olmadı. Yine bir şey olmaz, kimseyi inandıramazsın” diyordu. Bu cümleyi okuduğumda o kadar irkildim ki. Yani 30 kadından sadece biri itiraz edebilmiş – ki onun da başına bir sürü şey geldi. Sanırım iki defa intihara kalkıştı. Şu anda üç dört tane ayrı dosyası devam ediyor, takipsizlik kararlarına itiraz ettik. En son çözümü onu İstanbul’a göndermekte bulduk. İstanbul’daki arkadaşlar onu adli tıbba götürdü alternatif rapor için. Şu an onu bekliyoruz. Düşünsenize, tek bir polis 30 tane genç kadına bunu yapıyor, hiç kimse şikâyet edemiyor. Tek bir kadın şikâyet ediyor, o da takipsizlik ve intihar girişimiyle sonuçlanıyor. Bunun gibi aslında çok örnek var. Benim takip ettiğim bir dosyamız var mesela: Yaklaşık iki üç yıl boyunca 12-14 yaşlarında bir kıza zorla fuhuş yaptırıyorlar. Açığa çıkınca adli süreç başlıyor. Biz dosyayı takip etmeye başladığımızda 2014 yılıydı galiba. Hâlâ devam ediyor. Çocuk 100 tane erkeğin ismini vermişti. Bütün Kulp işin içinde. Ama benim çok dikkatimi çekmişti, o verilen 100 ismin içinde hiç polis ya da jandarma, uzman çavuş filan yoktu. Geçenlerde sanık avukatı beni duruşma çıkışında yakaladı. Aslında bu çocuğun istismarının Jandarma eliyle gerçekleştiği, onlar tarafından uyuşturucu verildiği, kızın ilk ifadesi alınırken pek çok polis ve jandarmanın ismini verdiği ama savcının bu isimleri sonradan dosyadan çıkardığı gibi bir sürü şey anlattı. “Biz yapamıyoruz, siz bunun peşine düşer misiniz?” dedi. Bu tarz vakalarda eğer fail kolluktan biri ise onu koruyan mekanizmalar çok çabuk devreye giriyor. O kadar hızlı işliyor ki; savcısından tutun hâkimine kadar…
Adalet’in bahsettiği Mardin’deki özel harekâtçı dosyasında mesela, cinsel saldırının yaşandığı gece kız karakola gitmişti, karakoldaki kamera kayıtlarını silmişlerdi ve sonradan kayıtlar geri getirtilmişti. Emniyet amiri o gece yarısı Adıyaman’dan buraya gelmiş. Kızı almış ve sabaha kadar ikna etmeye çalışmış. ‘Senin zarını diktireceğiz’ gibi bir sürü vaatte bulunmuş. Sonra özel harekâtçının mesai arkadaşları gidip çok fazla baskı uyguladı. Yetiştirme yurdundan çıkan bir çocuktu, ailesi de yoktu. O baskıdan dolayı hepimizi azletti, şikâyetlerini, ifadelerini geri çekti. Özel harekâtçı da beraat etme yolunda. Biz ona karşı idari soruşturma ve görevden uzaklaştırılmasını da talep etmiştik. Bir baktık ki bu sefer Kulp’a atanmış. Terfi almış, daha üst mevkide bir konumu var. Dolayısıyla fail kamu görevlisiyse hem adli soruşturmada onu koruyan mekanizmalar devreye giriyor hem de insanlar bir adım geride duruyor, çekiniyor, anlatamıyor.
Adalet: Ben bir şey eklemek istiyorum. Bu kamu görevlileri tarafından yaşatılan cinsel şiddet veya öldürme olaylarında, savunmalar sırasında hâkimler de, diğerleri de tanıkları dinlerken yönlendiriyor. Ya örgütsel bağ kuruluyor; yani o kadının ailesi, kendisi terörist oluyor o mahkeme salonunda. Veya Mardin’dekinde olduğu gibi savunmayı kadının o gece seks işçiliği yaptığı, herkesle çok rahat birlikte olduğu – yani sanki böylece tecavüzü hak ettiği gibi bir algı – üzerinden kuruyorlar. Mahkeme heyeti de buna çanak tutuyor. Buradan kurulması beni gerçekten çok rahatsız ediyor, yaralıyor. Daha çok öfkeleniyorum. Kürt kadını ya ‘teröristtir’ ya da ‘ahlaksızdır’, dolayısıyla cinsel şiddeti hak etmiştir. Böylece beraat ediyor bütün bu erkekler.
Elif: Mesela İpek Er dosyasını takip ettiyseniz orada siz de görmüşsünüzdür. Süleyman Soylu ilk ağızdan sanığı, Musa Orhan’ı sahiplendi. Aileyi de terörist ilan ettiler. O ailenin yerine kendinizi koyduğunuzda, düşünün ki İçişleri Bakanı sanığın arkasında. Kimi kime şikâyet edeceksiniz? Bu baskıyla nasıl başa çıkacaksınız? Düşünün ki sürekli ailenin kapısını çalıyorlar; belediye başkanı gidiyor, kayyum gidiyor, vali gidiyor, müsteşar gidiyor… Olmadı terörist ilan ediyorlar. İnsanlar yaşadıklarını bize anlatıyor ama o adli soruşturmaları başlatmak için şikâyetçi olmuyorlar. İkna etmekte zorlanıyoruz çünkü o süreçte başlarına gelecekleri biliyorlar. Anlatan kadınların yerine kendimi koyup düşünüyorum. Fail korucu, polis ya da özel harekâtçıysa mesela sığınağa gitsem ne olur? Çok can alıcı bir durum.
16 Mart’ta farklı kurumlardan 24 kadın olarak 25 Kasım, 8 Mart ve İstanbul Sözleşmesi eylemleri gerekçe gösterilerek gözaltına alındınız. 11 arkadaşımız tutuklandı. Daha önce de size ve kurumunuza yönelik operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar oldu. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz tüm bu süreçleri nasıl yaşadınız?
Adalet: Artık gülüyorum, ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu tamamen verdiğimiz kadın mücadelesine karşı bir saldırı aslında. Son sorgumda İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili üç tane eylemi sordular. Öncekiler de benzer. Bütün iddianamelerde kadın cinayetleri ya da barış savunuculuğuyla ilgili açıklamalar ve eylemler var. İlk iddianamemde cezaevlerindeki açlık grevleri nedeniyle annelerin, yani açlık grevinde olan tutuklu ve hükümlülerin annelerinin Amed’de yaptıkları eylem vardı. İstanbul’da, Kocaeli’de de yapmışlardı ve polis şiddetine maruz kalmışlardı, hatırlarsınız. Oraya desteğe gittiğim konmuştu iddianameye. Kadın mücadelesine dönük sarf ettiğim sözler, kadın cinayetleriyle ilgili konuşmalarım kondu. Bütün bu operasyonlar silsilesi içerisinde 100’ün üzerinde kadın soruşturmalara maruz kaldı, gözaltına alındı, bazıları tutuklandı, ortalama üç beş ay cezaevinde kalan arkadaşlarımız oldu. Her defasında aynı şeyler tekrar tekrar yaşanıyor. Sabahın köründe ev baskınları yaptıkları için hepimizin aileleri de çok etkileniyor bu durumdan.
Ama şunu eklemek istiyorum: Kurulduğumuzdan bu yana Türkiye’deki bütün kadın örgütleri, kadın oluşumları, platformlarla iyi bağlar kurmaya çalışıyoruz. Bu çok emek verilmiş bir çalışma ve ciddi bir geçmişi var. Feminist hareket ile Kürt kadın hareketinin buluşması neredeyse 30 yıllık bir emeğe dayanıyor. Özellikle barış konusunda ilk andan beri bir ortaklaşma var. Siz zaten benden daha iyi biliyorsunuz, birçoğunuz içindeydiniz. Barış için Kadın Girişimi’ndeydiniz mesela. Başka çalışmalar da var. Bu çok büyük bir emek. Biz de Rosa ve TJA ile birlikte bunu, özellikle OHAL sonrasındaki dönemde, pandemi sürecinde yeniden canlandırmaya başladık. Bunun onları çok rahatsız ettiğini düşünüyorum. Ortak söz üretmemiz, ortak mücadele etmemiz, kadın hareketinin gittikçe büyümesi, etkin politikalar üretmesi ve bunu birlikte yapıyor olması çok rahatsız ediyor. Batı’da çok rahat saldıramıyorlar, ama bizi kriminalize etmek için iyi bir zemin yarattılar. Örgüt bağlantısı kurarız, Terörle Mücadele Kanunu üzerinden operasyon yaparız diye bakıyorlar. Çünkü bu 40 yıldır yaptıkları şey. Mesnetsiz, saçma sapan, gizli tanık denen bir şey çıkarıyorlar ortaya. Ya da onunla bile uğraşmıyorlar. Ama bu esasen bizim gücümüze, çalışmamıza dönük bir saldırı. Biz derken sadece Kürt kadın hareketinden bahsetmiyorum. Bütünlüklü olarak Türkiye kadın hareketine gözdağı vermek için yapıyorlar bunu. Elif ve Ruken operasyonlar sırasında dışarıda neler olup bitiyor onu anlatırlar. Çünkü çok zor bir süreç oluyor onlar açısından.
Ruken: Haber aldığımız andan itibaren bir taraftan harala gürele bir süreç başlıyor. Bir taraftan da sürekli camdan bakıyoruz, gelen var mı diye. Son operasyonda bir arkadaşın gözaltına alındığını eşi haber verdi. Ben çok erken uyanmıştım, fark ettim ve hemen Adalet’i aradım. Telefonuna ulaşılamıyordu. Acaba onu da aldılar mı dedim. Sonra Adalet’in annesi Elif’e ulaştı. Ben hemen Adalet’in evine gittim. Biri gözaltına alınınca tek başına o alınmış olmuyor. O evdekiler bir buçuk sene içerisinde üçüncü defa aynı şeyi yaşıyorlar. Adalet’in küçük bir kızı var, her seferinde polis şiddetine maruz kalıyor. Adalet’in annesi sürekli ‘Kızımı erkek polisler asansöre bindirdi, hepsi onunla beraber küçücük asansöre bindi’ diye anlatıp duruyor. Tabii ki Kürt kadın hareketi de, Kürt halkı da bunu yeni yaşamıyor. Ama ciddi bir hak ihlali ve sistematik bir işkence bu. Burada devlet şiddet uygulayınca, anneme ne yaptığını biliyorum ben cesur duracağım, güçlü olacağım diye çocuklar gözyaşı bile akıtmıyor. Ağlamıyor. Ben korkmadım, korkmuyorum diyor. Ama korkmuş tabii. Bunu söyleyememek bile çok ciddi bir şey. Biz şiddet alanında çalışıyoruz; şiddete biz de maruz kalıyoruz, çocuklarımız da maruz kalıyor. Sosyal medyada olayları bireyselleştirmeden anlatmaya özen gösteriyoruz. Ama bireysel kısmı da bizi yakıyor. Yani mesela Adalet yaşadı bunu, bari çocuklar yaşamasın. Jiyan yaşamasın, Sarya yaşamasın.
Biz de operasyon olunca ilk o şoka uyanıyoruz, sonra bunu duyurma telaşına kapılıyoruz. Bunu kabul etmeyeceğiz, korkmadık, kaçmadık, buradayız, mücadelemiz devam ediyor demeye başlıyoruz. Sizlere duyuruyoruz. O kısmı sizler de çok iyi biliyorsunuz, hep beraber yaşıyoruz. Nerede açıklama yapılsın, kim yazsın, ne diyelim derken acımızı, üzüntümüzü yaşamaya fırsat bulamıyoruz. Hiç uyumadan, neredeyse nefes almadan o yoğunluğun içerisinde yaşıyoruz bunu. Bilinçli bir cezalandırma yöntemi olarak böyle yapıyorlar.
Adalet: Bir de her defasında bütün kitapları talan ediyorlar. Kitapları yerlere döküyorlar, tek tek hepsini açıyorlar, inceliyorlar. Hepsi aynı zaten, feminizmle, kadın mücadelesiyle ilgili kitaplar. Şiir de severim ben, birkaç tane de şiir kitabım var. Şükrü Erbaş’ın öğrencilik zamanlarımdan kalan bir kitabı vardı, adı “Aykırı Yaşamak”. Ona kafayı taktılar, birbirlerine gösteriyorlar, fotoğrafını çekip amirlerine gönderiyorlar böyle bir şey bulduk diye. En son merkezden o kitabı almanıza gerek yok bilgisi geldi J Sara Ahmed, Bell Hooks, Judith Butler’ın kitapları var evde, gittiler sadece Jineoloji kitaplarını aldılar. Diğerlerini de al madem! Sadece onları aldıkları zaman orada başka bir yöntem izlediklerini, seni bir yere sıkıştırmaya çalıştıklarını görüyorsun. Sorguda ısrarla söyledim: “Evimde bir sürü feminist kitap var, diğerlerini niye almadınız da sadece bunları aldınız?”
Elif: Gece yarısı Adalet ifade veriyor, “Rosa Kadın Derneği hakkında bildiklerinizi anlatın” diye sordular Adalet’e, o da 2018 kuruluş yılından itibaren anlatmaya başladı. Biz de avukatlar olarak haber veriyoruz dışarıdaki arkadaşlara neler olduğunu, bir arkadaş dedi ki “Rosa Luxemburg’dan başlasın anlatmaya.” Bunun üzerine Adalet de Rosa Luxemburg’u anlatmaya başladı. Tabii ifadeyi alan memurlar şaşırdı, “Kimmiş bu Rosa?” diye sordu bir tanesi, diğeri de “Rosa diye bir kadın varmış Luxemburg’dan geliyormuş” dedi (gülüyor). Bir gün de Kadın Akademisi’ne baskın düzenlemişlerdi. Arama sırasında avukat olarak iştirak etmek için biz de gitmiştik. Tek tek kitaplara bakarken bir kitap buldular, alalım mı almayalım mı diye aralarında tartışmaya başladılar. Kitabın adı “Tıp Devrimi”ydi. Bir tanesi al diyor, diğeri yok bu tıpla ilgili bir kitap almayalım, diyor. En son amirlerine sordular, o da evirdi çevirdi kitabı, sonra “Devrim yazıyor ne olur ne olmaz, biz yine de alalım” dedi.
Diyarbakır’da kadın yapılanmalarına yönelik operasyonlara önce TJA ile başladılar. TJA’dan herkesi üç dört kere gözaltına aldılar, hatta bir arkadaşımızı bir senede 12 defa gözaltına aldılar. Sonra baktılar ki hep aynı kişileri ikişer üçer defa alıyorlar sonra mükerrerlikten bırakmak zorunda kalıyorlar, fark ettiler ki kentte başka bir kadın kurumu var: Rosa Kadın Derneği. Rosa Kadın Derneği de bir sürü şiddet başvurusu alıyor, kadınlar gelip gidiyor, yürüyüşler yapılıyor, açıklamalar yapılıyor bu sefer Rosa Kadın Derneği’ne yöneldiler. Bir yıl içerisinde derneğe yönelik yedi tane operasyon yaptılar. Hepimizin devam eden davaları var. Şimdi de DAKAP’a (Dicle Amed Kadın Platformu) kafayı taktılar. Böylece tüm kadın yapılanmalarına yönelik operasyon düzenliyorlar. Hâlbuki Türkiye’nin dört bir tarafında kadın platformları var.
Daha önce de kadınlara yönelik operasyonlar vardı, ama bu son yıllarda her seferinde 20-30 kadının gözaltına alınması bunun sistemli bir şekilde kadınların örgütlenmesine karşı olduğunu gösteriyor. Eskiden gizli tanıkla başlatılıyordu soruşturmalar, şu anda artık gizli tanığa da ihtiyaç duymuyorlar. Bu son dosyada doğrudan 8 Mart, 25 Kasım, İstanbul Sözleşmesi eylemleri gibi bahanelerle açmışlar mesela. İstanbul Sözleşmesi’nin feshiyle ilgili 1 Temmuz’da tüm Türkiye’de kadınlar protesto eylemleri yaptı, ama bizimki iddianameye girdi. İstanbul Sözleşmesi’ni ciddi anlamda kafaya takmışlar. Adalet’e gözaltında sorduklarında ben de avukatı olarak oradaydım ve “Siz neden İstanbul Sözleşmesi’ne dair sorular soruyorsunuz, gerçekten de savcı mı hazırladı bu soruları?” diye sorduk. Soruşturma savcısı kadındı ve insan gerçekten bir savcının 8 Mart’ı nasıl suçlama konusu yapabildiğini anlayamıyor, bu soruları bir kadının hazırlaması mümkün değil diye düşünüyor. Ama onlar için yeter ki üç-beş kadın bir araya gelip örgütlenmesin, yani tahammülsüzlükleri aslında kadınların bir araya gelmesine.
Adalet: Savcılar aslında bir sürü konuda hiçbir şey bilmiyorlar. Mesela İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğunu bilmiyorlar. Sorguda ısrarla şunu sordu operasyonu yürüten amir: “Bir kadın öldürülüyor, hemen altına kadın cinayetleri politiktir yazıyorsunuz, ne demek o politiktir?” Ne anlatmaya çalıştığımızı, ne dediğimizi hiç bilmiyorlar, anlamıyorlar. Hani ‘politiktir’ dediğimizde sadece AKP iktidarının politikasından bahsediyoruz zannediyorlar.
Tüm bu baskılara rağmen ayaktasınız ve çalışmaya devam ediyorsunuz. Bu çok büyük bir kararlılık gerektiriyor, bu gücü sürekli yeniden nasıl buluyorsunuz? Ve eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ruken: Hiçbir şey yeni değil aslında, bu gerçekliğin içinde doğmuş büyümüş insanlarız. Ben 1982 doğumluyum, adım Ruken, Kürtçe bir isim. Annem iltica etmek durumunda kalmış bir aktivist. Polis baskınlarını defalarca yaşadık. Onu evde bulamayınca bizi götürürlerdi. Van’ın kış soğuğunda karda bekletirlerdi. Bir sürü şey yaşadık. Üstelik ben en az yaşayanlardan biriyim dernekte. Her birimiz bu şiddete maruz kalmış ve bu mücadele geleneğinden gelen insanlarız. Sizlerle de bu bağı kurabildiğimiz için bir aradayız. Bu şiddet susarak, içimize kapanarak bitmeyecek. Mücadele ederek bitecek. Dernek olarak kelebek etkisine de inanıyoruz. Hiçbir koşulun olmadığı ortamda biz tüm gücümüzle sokaklardaydık. 10 kişiydik başlarda, sonra 15 olduk, 100 kişiyken 1000 kişi olduk. Birçok arkadaşımız hedef gösterildi, yıpratıldı. Bizler de onlardan aldığımız güçle devam ediyoruz. Gözaltına alındıklarında en çok da işlerin yarım kalmamasını istediklerini biliyoruz. Devamlı avukatlarla haber gönderiyorlar, ‘şu iş bitti mi, bu iş bitti mi’ diye. Bu enerjiyi arkadaşlarımızdan, birbirimizden alıyoruz.
Çok değerli kadınların hayatımızda izi var. Bir kısmını kaybettik bu arkadaşlarımızın, her fırsatta anıyoruz onları, unutmuyoruz. Bir kısmı sürgün edildi. Bir kısmı cezaevinde. Ayşe Gökkan’a verilen 30 yıl hapis cezası bizi çok etkiledi. Ayla Akat’tan aldığımız çok büyük bir güç var. Kurucu arkadaşlarımızdan biridir o da, çok katkıları var. Ankara’ya duruşmaya gittiğimizde uzaktan da olsa gördük birbirimizi. Bir gün hepsi dönecek, yine birlikte çalışacağız. Sürgün edilenler de geri gelecek. Belediyeler de tekrar bizim olacak. Daha çok kadın merkezi olacak. O dönemi de yaşadık sonuçta, tanıklık ettik, bunu da yaşıyoruz şimdi. Gücümüze inanıyoruz. Bir kelebeğin kanat çırpışıyla çok şey oluyor, bunu en iyi kadınlar biliyor. Bir bakıyoruz üç-dört kişinin konuşup karar verdiği bir slogan dünyanın başka bir yerinde karşılık bulmuş. Bir sürü insan sokağa dökülmüş. Arkadaşlarımızdan, yoldaşlarımızdan ve sizlerden aldığımız güçle devam ediyoruz.
Adalet: Çocukluğumuzdan beri hepimiz savaşın içindeyiz. Evimizden, yaşadığımız yerlerden göç etmek zorunda kaldık. Kentlere geldik. Lise yıllarımı hatırlıyorum, devlet şiddeti içerisinde geçti. Bu şiddetten en çok kadınların etkilendiğine tanık oldum. Çocukluğum, annemin yaşadıklarına tanıklığım, lise ve üniversite yıllarım, hep kadın olmak ve Kürt olmaktan ötürü şiddetle iç içe. Bu durum bizim hayatımızı, bakış açımızı, her şeyimizi etkilemiş. Mücadelenin içerisinde olmak çok önemli benim için. Bence öfkemiz de bizi diri tutuyor. Ben mesela çok öfkeliyim, zaman zaman kontrol edemiyorum belki. Ama hiçbir kuvvet vazgeçiremez beni inandığım ve yürüdüğüm yoldan. Bir de çok haklıyız, o kadar haklıyız ki. O kadar çok kişi kaybettik ki. Sadece onları düşünmek bile yetiyor. Göremediklerimiz, kaybettiklerimiz, yaşamını yitirenler, sürgünde olanlar… Zaman zaman çocuğum var diye kaygılanıyorum, tutuklanmaktan çok korkuyorum, ama yine de biz haklıyız diyorum ve bu güç veriyor bana. Bir de dayanışma, birlikte olmak var. Mesela gözaltındayken, Elif’in, Ruken’in, diğer arkadaşların yaptıkları beni gerçekten iyi hissettiriyor. Sizlerin haberini aldığımda iyi hissediyorum. Muazzam bir etkisi oluyor bu dayanışmanın.
Elif: Beni var eden, ben yapan kadın mücadelesinin kendisi. Bir arkadaşım, ‘Kadın mücadelesi zehir gibidir, damara enjekte ettikten sonra bırakmıyor bir daha’ derdi. O mücadelenin tadını aldıktan sonra bir daha bırakamıyorsunuz. Bir de şu var, büyük bir miras devraldık biz. Bizler de yarın sürgün edilebiliriz, cezaevine girebiliriz, hatta belki bir eylemde hayatımızı kaybedebiliriz, ama mücadeleyi başkalarının devralacağını biliyoruz. Bu devraldığımız büyük miras bize sorumluluk yüklüyor ve o sorumluluk güç veriyor. Bazen güçsüz hissettiğimiz anlarda cezaevindeki ya da sürgündeki arkadaşlarımızdan güç alıyoruz. Kadın kazanımlarına yönelik baskının artması da ters bir etki yaratıyor aslında. Kadın mücadelesini büyütüyor. Ben mesela Türkiyeli kadın arkadaşlarla şimdiki kadar iletişim hâlinde olduğumuz, bu kadar örgütlü ve birlikte mücadele ettiğimiz bir süreci hatırlamıyorum. Yani sistem açısından ters tepiyor. Birbirimizi kollamak, birbirimizin bıraktığı yerden devam ettirmek bizi ayakta tutan en önemli şey. Mesajımız da net: Baskıdan vazgeçin yoksa daha çok büyüyecek bu mücadele.