İstanbul Emniyeti, Taksim’de cam kırıp bina basan, Madımak Katliamı’nın yıldönümüne bir iki gün kala LeMan’ın ofisini yakma çağrısında bulunan, mekanlarda oturanlara sataşan, şeriat çağrılarıyla lince girişen ve şiddet üreten erkek güruha önceki gün böyle seslendi.

Tam 32 yıl önce bugün, 2 Temmuz 1993’te, Madımak’ta çok benzer bir kitle bir otelde 35 kişiyi yakarak öldürdüğünde de yetkililer benzer şeyler söylemişti. Dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu linççi topluluğa seslenirken “abileri olarak ‘rica’ etmişti” örneğin. O zaman başbakan olan Tansu Çiller ise “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” demişti. Bugün “ama LeMan da” diye başlayan konuşmalar gibi, o zaman da Aziz Nesin’in “halkı bilerek tahrik ettiğini, galeyana getirdiğini” söylemişti sıra sıra siyasetçiler. Kimin “halkımız” olduğu, kimin “abi-kardeş” olduğu o zaman da belliydi. Sonuç olarak da bu katliamla ilgili dava, zaman aşımına uğratılarak düşürüldü. Bugün, yine yılın aynı günlerinde yaşananların çarpıcı benzerlikler ile hatırlattığı Madımak’ı da, Madımak’ta katledilenleri de unutmadık, unutmuyoruz.

“Sakin olalım arkadaşlar.” Hayır, bizler, çok uzun zamandır sakin olamıyoruz. Gerçi zaten önceki gün polisin seslendiği “arkadaşlar” biz değiliz; biz, hakkında “Süpür bunları, süpür süpür” dedikleriyiz. Biz, muhatap olmadıklarıyız. Daha iki gün önce Çağlayan Adliyesi önünde, Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alıp gece boyu tuttukları arkadaşlarımızı beklerken alkışlamamıza, hatta orada beklememize bile tahammül edemeyen polis, “Dağıl, dağıl” diyerek ittirirken öyle demişti nitekim: “Sizinle muhatap olmuyoruz.” Yani birileri arkadaş, geriye kalan koca toplumsal kesimler ise sokakta süpürülecek çöp belli ki ülkede. “Arkadaşına” bak, karşındakinin kim olduğunu anla.

Zeytinini korumaya çalışan köylü, emeğine sahip çıkan işçi, madenci, erkek şiddetine karşı mücadele eden kadınlar, varlık mücadelesi veren LGBTİ+lar, geleceğini savunan öğrenciler, barış için, eşitlik için yıllardır mücadele eden Kürtler, “İsrail’le ticareti kes, Kürecik ve İncirlik üssünü kapat” diyen devrimciler, Antakya’da depremin ardından “rezerv alan” denerek toprağına, yurduna çökülen, bugün ise yangında yanında yine kimseyi göremeyen halk – hepsi, hepimiz, yani biz, “süpürülecek, dövülecek” unsurlar, sakin olamıyoruz.

Bizim öfkemiz, kağıt üzerindeki bir çizime ya da sosyal medyada sarf edilen bir cümleye de değil. Mesela Gazze’de yüz binleri dünyanın gözü önünde öldüren İsrail’in durdurulmamasına, üstüne ona petrol satanlara, nakledenlere, bir de buna karşı çıkanları gözaltına alanlara öfkeliyiz. Gazze lafını en çok eden hükümetin, İsrail’e yaptırım uygulamak için hiçbir adım atmamasına öfkeliyiz. Bunu neredeyse iki yıldır çaresizce izlemek zorunda kaldığımız için öfkeliyiz. Netanyahu’nun İran’ı bombalarken çıkıp “Kadın, yaşam, özgürlük” paylaşımı yapmasını mümkün kılan, iki yüzlü emperyalist siyasetin karşısında, elimizde sadece sözcükler, dayanışma eylemleri ya da basın açıklamaları olduğu için öfkeliyiz.

LeMan karikatürü üzerine çokça kullanıldı “hadsizlik” kelimesi. Bir hadsizlik varsa bu; toprağıyla yaşayan, toprağını savunan insanı, adına “milletin meclisi” denen yerden zor kullanarak atmaktır herhalde. Zeytini için, toprağı için, “burcu kokulu kekikleri” için meclise gelen köylüyü, avukatını tekme tokat kovan hadsizlere öfkeliyiz.

Biz kadınlar her gün aramızdan biri öldürüldüğü için, en çok en yakınımızdakinden korkmak zorunda bırakıldığımız için öfkeliyiz. Sakin olamıyoruz çünkü yaşam hakkımızı dahi gözetmezken kimi sevdiğimizi ve kimliğimizi suç yapmaya çalışan bir devlet var. Kimileri İstiklal Caddesi’nde nefret saçıp galeyana çağırırken, sağa sola saldırırken; hakkı hukuku adaleti savunan dostlarımız hapiste bizim. Bir bakıyoruz, her hakkını arayana, hangi konuda olursa olsun ses çıkarana “kırmızı çizgi” diyerek Gazze eylemine bile kapatılan İstiklal Caddesi, önce küfürle bağırıp çağıran holiganlara, sonra saldırgan çetelere, tesadüf mü ki, şiddet üreten erkeklere kapalı değil. Yıllardır sokakta yaşayan köpeklerin bir anda sokakları güvensiz hale getirdiği iddia edilirken din adına ölüm çağrısı yapan erkek güruhları bir güvenlik sorunu sayılmıyor. Ya da belki esas soru şu: Kimin güvenliği mevzubahis olan?

Mesela daha bir hafta önce, Trans Onur Yürüyüşü’nde, arkadaşlarımız “tipine göre” gözaltına alındı. Hangi tip makbul bu memlekette? Bina yakmaya kalkan mı? Bina taşlamak suç değil ama gökkuşağı bayrağı mı suç? İstanbul Onur Yürüyüşü’nde, eylemin olduğu yerde bile değil, bambaşka bir mahallede kafede oturan arkadaşlarımızı, değil gözaltına almak, tutukladı bu devlet. Bir sulh ceza hakimi çıktı, bu kararı verdi. Yürüyüş, eylem bile olmayan bir sokakta yürüyen, kafede oturan insanları tutuklayanlar, LeMan dergisini yakacağız diye toplanan linççi kalabalığı sırıtarak izliyor.

Biz işte bu yüzden sakin olamıyoruz. Ama zaten bize sakin ol denmiyor. Açıkça “Yok ol” deniyor. Polis, vatandaşa hizmet veren memur değil; linç edenin dostu, hakkını arayanın düşmanı pozisyonunu her gün yeniden sağlamlaştırıyor. İçişleri Bakanı provokasyona engel olmuyor aksine işkence görüntüsü paylaşarak suç işliyor. İzmir’de günlerdir süren yangını söndüreceğine belediyeye operasyon yapacak kadar organize bir yıkım bu.

Belki en kışkırtıcı neden şu: Sayımız hiç o kadar az değil ve bunu biliyorlar. Derdimiz için mücadele etmekten, birbirimizin yanında durmaktan vazgeçmedik, vazgeçmiyoruz. Bizim gücümüz de bu. İşte bu yüzden bugün LeMan’a yapılana karşı çıkarken amasız fakatsız durmak, din söz konusu olduğunda hemen iktidarın diline hizalanmamak, onun kurduğu çerçeve içinden konuşmamak çok önemli. Ortada, okumadıkları bir dergi üzerinden yaşanan “hassasiyet” değil, lince alan açan, işkenceyi meşrulaştıran, planlı bir devlet tutumu var. Bu tutumun hedefindeki de sadece LeMan değil, bu iktidarın mutsuz ettiği, çöp saydığı hepimiziz.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.