Beyazıt kampüsünde İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin polis barikatını aşmaları ile hafızamız başka hatıralarımızı çağırmaya başladı. Tam da ihtiyacımız olan bu dönemde hatıralarımız canlandı.

Bugünlerde en çok bazı hatıraları düşünmek iyi geliyor bana. Bu araların tam da doğum günüme rastlamasından mıdır, yaş almaların anlamını keskin biçimde farklılaştıran yaşlara yaklaşmaktan mıdır, bu web sitesinin halet-i ruhiyesine girebilmenin şartlarını taşıyan duygu durumumdan mıdır nedir eskiye özlem duyma, eskiyi hatırlama, hatıraları çağırma ve onları epey meşgul geçen günlerimin merkezine oturtup hemhal etme isteği var.
Zihnimde şekillenen somut bir anı yok. Neye özlem duyduğumun çerçevesi belli de değil pek. Soyut, son derece genel bir his. Ara ara çıkıyor. Bazen çok uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla buluştuğumda, çok fazla biber gazına maruz kaldığım için adeta şok geçirdiğim gün gaz fişeği ile yaralandığını duyunca çok üzüldüğüm Sırrı Süreyya Önder’in ölümünün getirdiği Gezi’nin hatırasında, on yıllar önce okuduğum bir kitabın dizisini izlerken, çok sevdiğim bir kitabı ikinci kez okumak için elime aldığımda duyduğum, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin polis barikatını aştığı günün videosunu izlerken Beyazıt kampüsünde geçen üniversite öğrenciliğime dair hatıralar gibi…
Bu aralar zihnimin sürekli eskiyle meşgul olması düşününce biraz komik, buna harcadığım zaman aklıma gelince de sinir bozucu olmaya başladı. Yazarsam belki geçer dedim. Birkaç hafta önce babam geçici global hafıza kaybı adı verilen bir olay yaşadı. Babamın beyninin yeni olayları hafızasına aldığı bölümü 24 saat boyunca hayatının son 48 saatine dair anıları kaydedemedi. Beyni yeni anı oluşturamadığı için 24 saat boyunca anlık yaşadığı her şeyi bir döngü halinde tekrar tekrar sorarak teyit etti. 24 saat boyunca hep aynı soruları sordu, ben hep aynı cevapları verdim. Beynimizin farklı bölümlerinin zamansal olarak farklı anıları kaydettiğini, anıların zamanla, mekanla, duygu gibi tetikleyici unsurlarla olan ilişkisine dair genel bilgileri o zaman bir nöroloji profesöründen öğrendim. Bu vesileyle son birkaç haftamı da beyin ve hafıza ile ilgili rastgele okumalar yaparak geçiriyorum.
Beynimizde hipokampüs hafızaya alma, öğrenme ve duygularla ilgili. Beynimizin anı oluşturan bu bölümü bilgileri hafızaya alıp, onları beynimizin sisteminde uzun vadedeki anıların kaydedildiği yere naklediyor. Hafızanın ne olduğunu anlatan bir makalede, beynin birçok bölümünün bilgiyi topladığı, kaydettiği ve onlara ihtiyacımız olduğunda onları bulabileceğimiz şekilde depoladığı anlatılıyor. Bu cümlede “ihtiyacımız” ifadesine takılıyorum. Demek ki, bu hatıraları hatırlamaya ihtiyacım olan bir dönemden geçiyorum.
Ben sürekli eskilerden bahsederken bir arkadaşım “Bu hissettiklerin, duyduğun özlem gerçek değil, bu bir nostalji, hissettiklerin eskinin iyi olduğu anlamına gelmiyor, eskiden de işler yolunda gitmiyordu, sen eskiyle ilgili iyi hissediyorsun çünkü herkes nostaljiyi sever,” diyor dudağının kenarında duygumu küçümsediğini hissettiğim yarım gülümsemesiyle.
Nostalji özellikle yakın tarih boyunca popülist siyasetin en önemli aracı oldu. Dolayısıyla on yılların siyaset iletişimi araştırmalarının trend konularından biri. Nostaljik retorik, özellikle sağ popülist liderlerin son yıllarda sıklıkla başvurduğu bir iletişim metodu olarak görülüyor.
Geçmişten düşünceler bugünün siyasetini zehirliyor diyor bu makale. Netflix’te en çok 90’ların sitcom yapımları izleniyor. İnternet sayesinde geçmişin bu kadar kolay erişilebilir olması dolayısıyla eskinin hayatımızda kapsadığı yerin genişlediği, bu yüzden yeniye yer açılmadığı ifade ediliyor. Bu zehirlenme halinin sadece popüler kültürü değil, siyaseti de domine ettiği tespiti yapılıyor. Son yıllarda popülist liderlerin nostalji retoriğini siyaset iletişimlerinin merkezine koyduğu bir deneyimden geçiyoruz. Trump’ın “muhteşem Amerikası” beyaz olmayanların ve kadınların yerini bildiği, beyaz çalışan sınıfın yaşam standardının daha yüksek olduğu bir Amerika’yı hatırlatıyor; siyah, göçmen, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığının arttığı bugün.
Bu çalışma nostalji retoriğinin en çok muhafazakar partilerin manifestolarında görüldüğünü analiz ediyor. 2022’de İtalya’daki seçimlerde aşırı sağ parti Fratelli d’Italia’nın seçim zaferinde seçim manifestolarında kültürel ve ekonomik nostalji retoriğini kullanmasının payının büyük olduğu düşünülüyor. Partinin manifestosunda, eskiye, tarihe, mirasa referanslar var. Avrupa kamuoyunun üçte ikisinin nostaljik olarak sınıflandırıldığı araştırma sonuçları da bu tespitleri destekliyor. İnsanların dünyanın eskiden daha iyi bir yer olduğuna inandığı, siyasetçilerin de bu inancı kendi mesajları için kullandığı ifade ediliyor. Bu bakımdan, Türkiye’de de siyaset sahnesinde nostaljik retorik epey rol oynuyor. Osmanlıcılığa yapılan siyasi ve kültürel atıflar, sekülerlik islamcılık, merkez kırsal gibi ikiliklerin ve ayrıştırıcı kategorizasyonların merkezinde yer aldığı popülist söylemleri tamamlıyor.[1] Baş edemediği ama varlığını da reddedemediği bir sorun kendini gösterdiğinde hiç oluru olmayan popülist söylemlerin üretilmesi gibi. Örneğin idam cezası. Yeni düşmanlar, hedefler kurgulanarak, kutuplar oluşturulmak istendiğinde. Örneğin ailelere tehdit olarak işaret edilen LGBTİ+ları hedef alan eylemler.
Öte yandan, nostaljik retorik son yıllarda muhafazakar, sağ popülizmin duygulara seslenen bir aracı olmuşsa da, nostaljik bakış açısı liberal ve sol hareketin de—zaman zaman popülizm ile birleşerek—bir iletişim mekanizması olabiliyor. Siyasi psikoloji alanında yapılan bazı çalışmalarda, geçmişle bağ kuran çağrıların muhafazakar kişileri daha ilerici politika pozisyonlarını destekleme ihtimallerinin yüksek olduğunu ortaya koyuyor. İspanya’da sol ideolojiyi benimseyen bir parti olan Podemos’un siyasi metinlerinin içerik analizi, geçmişe sıklıkla atıf yaparken sadece ulusalcı bir retorik ortaya koymuyor aynı zamanda geçmişteki güzel şeylerin siyasi elitler tarafından bozulduğuna bir gönderme yapıyor.
Nostaljik retorik konusunda birçok çalışma var; bu çalışmalar, bu bakış açısına farklı zamanlardan, coğrafyalardan, toplumsal koşullardan, farklı bağlamlardan bakmaya ve nostaljinin politikayla olan ilişkisine psikolojik yaklaşımlar sunuyor. Ben yine de tüm bunları okuyunca, bu fikirleri bir yere kendi hissettiklerimi bir tarafa yerleştirince içimde hatıraları çağıran şeyin eskiden dünya daha güzel bir yerdi, geçmiş güzeldi gibi bugünün sorunlarını görmekten ve konuşmaktan kaçan, bunları perdeleyen, hep yeni düşman ve kendi antagonizmasını oluşturan ve bundan beslenen bir his olmadığına emin oldum. Nostaljik bakış açısının tuzağına düşmemiştim. Arkadaşım yanıldı.
Sonra beyin ve hafıza ile ilgili okuduklarıma döndüm. Beynimiz anıları kaydettikten sonra bu anılar faydalı olabilmeleri için geri çağrılırlar. Herhangi bir anda bilginin beyinde kaydedildiği yerden çağrıldığının farkında olsak da olmasak da, hafızanın bu aşaması sürekli olarak gelişir. Neyi, neden hatırlıyoruz sorusunun cevabı birçok belirleyici içerebilir. Duygu yüklü anılar ise kolay hatırlananlar arasında. Zaman, tekrarlar ve duyguların hepsi bir bilgiyi veya olayı hatırlamamıza katkıda bulunur. Duygusal önemi yüksek olan olayları kolay hatırlıyoruz. Örneğin, büyük, yıkıcı, toplumsal olayları duyduğumuzda nerede olduğumuzu kolayca hatırlayabilmemiz gibi.
Anıların oluşması ve anıları geri çağırma süreçleri ile ilgili iki konu takılıyor aklıma. Mart protestolarında hiç görmediği, bulunmadığı Gezi parkı protestolarını hatırlatan, “Gezi’de çocuktuk, büyüdük” dövizleri taşıyan, “1 Mayıs Taksim’dir” diyen ama hayatında 1 Mayıs’ı Taksim’de görmemiş olan protestoların yıldızı üniversite öğrencilerinin Gezi, 1 Mayıs, protesto, toplumsal direniş hafızalarının referansı olan anılar nereden geliyor? Elle tutulur mu, gözle görülür referanslar mı bunlar? Ne olursa olsun direnen, protesto hakkına, protestoların en önünde olanların hatırasına sahip çıkan bir toplumun yaşattığı bellek büyüyor ve unutmaya fırsat tanımıyor.
Ülkemizde son dönemde protesto deyince aklımıza polis şiddeti, gözaltına alma yöntemi olarak abluka, avukatların emniyet müdürlüğü binasına bile alınmaması, protestolara piknik, konser gibi bir etkinlik haline dönüştürme amacıyla şehrin protesto konusuyla ilgili olmayan alanlarının adres gösterilmesi, internet kısıtlamaları, VPN kullanmak aklımıza geliyor. Bunlar o kadar hafızamızı bastırdı, anılarımızı hırpaladı ki, alanda birlikte olmanın hissettirdiği pozitif duyguları, güçlenmeyi, dayanışmayı, biber gazı yesem, koşarken düşsem birileri bana yardım eder diyen kendimizden emin düşünceleri unutturmuştu. Çünkü sürekli tekrar eden bu yasaklar, kısıtlamalar, ihlaller ve cezasızlık artık protesto kavramı ile iç içe geçti hafızamızda.
Beyazıt kampüsünde İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin polis barikatını aşmaları ile hafızamız başka hatıralarımızı çağırmaya başladı. Tam da ihtiyacımız olan bu dönemde hatıralarımız canlandı. Söylem ve mizahın ortaklığı, dövizlerdeki neşe, alanda kalabalık, yanyana olmak, haksızca gözaltına alınan ve tutuklanan insanlarla dayanışmak, çok güçlü bir avukat dayanışmasının ortaya çıkması, birlikte olmanın, yanyana durmanın güçlendirmesi… Hafızamda geri çağrılmayı bekleyen anılarmış…
Mart ayından itibaren farklı ölçeklerde devam eden protestolar bana on yıl önce eskiden alışkın olduğumuz, kişilerarası düzeyde canlı bir şekilde deneyimlediğimiz temas etme hallerini hatırlattı. Her defasında şaşırsak da son yıllarda istemesek de “gözümüzde takılı olan normal lensine inat normale dönmüyoruz, normal değil” iradesi hatıralarımızla birleşti.
12 yıl önce ile bugün arasında bir aynılık kurmuyorum, hatırlattıklarını anlamaya çalışıyorum. Bunu anlamaya çalışırken değişenleri de görüyorum. O dönemin Twitter’ında belirli bir ideolojiyi ya da toplumsal hareketi takip eden ve oralardan haber, politik söz paylaşan ve binbir emekle bir kitle oluşturan birçok hesabının, bu dönemin milyarder bir sahibi olan X’inde bir günde, makul olma kıstası bir tarafa, herhangi bir gerekçe göstermeye ihtiyaç duyulmaksızın erişime kapatılması, sosyal medyada hashtag eylemlerinin yerini İnstagram’da influencerlerın katılarak büyüttüğü “we are clean” gibi viral trendlerin alması; influencerların eylem kombini videoları; hak, hukuk, adalet diyen makyaj saç videoları; yoga pozlarının içinde eylem görüntüleri; sokakları cluba çeviren protestovari danslar…
Brian Massumi Duygu Politikası adlı kitabında buna diferansiyal uyumlanma diyor; “her birimiz farklı eğilimler ve eylem potansiyelleriyle olaya dahil oluyoruz.” Dikkatin ve enerjinin olay tarafından doğrudan kapılması uyumlanma iken, her birimizin olaya farklı bir açıdan dahil olmamızı ise diferansiyal uyumlanma olarak tanımlıyor Massumi. Bu uyumlanmanın içinde olan bireyler kişilerarası düzeyde bir temas etme biçiminde değil. Ancak aramızda bağlantısızlıktan da söz edilemez. Hâlâ duygulanımsal ve farklı bir temas etme halindeyiz.[2]
Öte yandan, sadece çevrimiçi platformla birbirine bağlanmış da değiliz. Sürekli deneyimlediğimiz olaylar bir benlik duygusu sunuyor. Anılarımız bizi biz yapan şeyler, kendimizi kiminle rahat ve güvende hissettiğimiz, geçmişimizle geleceğimiz arasındaki bağlantının, geleceğimiz için çizdiğimiz çerçevenin kendisi. Sırrı Süreyya Önder’in cenaze törenine giderken, metroda küçük bir kortej oluyoruz, bir arkadaşım çok üzgün olduğunu söylerken, hiç tanımadığı biri arkasından omzuna dokunup “Başımız sağ olsun,” diyor. Kendimizi güvende ve rahat hissettiğimiz bir toplulukla, bir hatıraya sahip çıkıyoruz.
Anılarımız kiminle nasıl bağ kuracağımızı öğretiyorsa ve kendimizi nasıl hissedeceğimizi belirleyen bir hafıza sistemimiz varsa, tam da bu noktada hafızamıza kaydettiğimiz anılarımız ile toplumsal olan arasında ilişkiye şekil vermek için neyi nasıl hatırlamamız gerektiğinin bir önemi olduğunu öğrendim bugünlerde… Nostalji sözcüğüne indirgenerek geçmişin çok güzel olduğu yanılsamasına kapıldığımız düşünülebilir. O geçmişte sahip çıktığımız şeyin değerlerimiz olduğunu, bugünden geriye bakıp hatırladıkça boşlukta savrulmamızı durduran, dayandığımız değerleri yeniden üretme sorumluluğumuz olduğunu görüyorum. Dayanışma ve güçlenmenin üretken yanı da burada şekilleniyor. Neyi nasıl hatırlamak gerektiği sorusunun cevabının dayanışma, birbirini güçlendirme, yanyana durma duyguları olduğunda kazandığı anlamı. Tam da bu anlam yüzünden birbirimize, örgütlü ya da sosyal medyada herhangi biçimde bağlantıda olduğumuz herkesin hafızasından geri çağırması gerekenler de bunlar olmalı bugün…
[1] “Politics of Nostalgia and Populism: Evidence from Turkey”, Ezgi Elçi, Migration Research Center, Koç University, İstanbul, 17 Eylül 2020.
[2] “Duygu Politikası”, Brian Massumi, Çeviren Hakan Erdoğan, Otonom, s. 127.