Yahudi kadınların ve Ermeni kadınların karşı karşıya kaldıkları nefret söylemlerinde, ayrımcılıklarda ve toplumsal eşitsizliklerde zaman zaman cinsiyetçilik ve ırkçılık kesişebiliyor ve eşzamanlı olarak deneyimlenebiliyor.

Toplum içerisinde dezavantajlı konumda bulunan birçok toplumsal grup çeşitli toplumsal eşitsizliklere, nefret söylemlerine ve ayrımcılıklara maruz kalıyor. Örneğin, LGBTİ+’lar, kadınlar, göçmenler, azınlıklar çoğunlukla dezavantajlı konumda gördüğümüz toplumsal gruplar. Türkiyeli Ermeniler ve Türkiyeli Yahudiler de Türkiye’de maruz kaldıkları nefret söylemleri, ayrımcılıklar ve toplumsal eşitsizlikler bakımından çoğu zaman dezavantajlı konumda yer alıyor. Toplumsal yaşamda sosyal olarak inşa edilmiş “biz” ve “onlar” ayrımının sıklıkla “onlar” tarafında konumlandırılan Türkiyeli Ermeniler ve Türkiyeli Yahudiler, yurttaşı oldukları ülkede birçok nefret söylemleri; ayrımcılıklar ve toplumsal eşitsizliklerle baş başa kalıyor. Maruz kaldıkları nefret söylemleri, ayrımcılıklar ve toplumsal eşitsizlikler nedeniyle çoğunlukla “öteki” olmayı deneyimliyorlar.

Gerçekleştirdiğim saha görüşmelerinde Türkiyeli Ermeni gençlerin maruz kaldıkları toplumsal eşitsizliklere sıklıkla verdikleri örnek, devlet alanındaki istihdamlarda yaşadıkları eşitsizlikler oldu:

“Ermeni olduğumuz için eşitsizliklere maruz kalıyoruz. Bunun en büyük örneği, bazı mesleklere istesek de puanımız da yetse o iş için en mükemmel insan da olsak Ermeni olduğumuz için o mesleği yapamamam. Bu, en büyük eşitsizliklerden biri.” (24 yaşında, erkek, lisans öğrencisi)

“Ermeni olduğumuz için kesinlikle eşitsizliklere maruz kalıyoruz. Mesela 20 yaşına geldiğinde her Türk askere gider. Ermeni erkekler de askere gidiyor. Ama şöyle bir şeyle gidiyoruz. Türkler, askerlikte yükselebiliyor. Mesela astsubay olabiliyor ama sen Ermeni olarak sadece er olabiliyorsun; astsubay, binbaşı gibi şeyler olamıyorsun. […]” (25 yaşında, erkek, sivil toplum çalışanı)

“1925 tarihli Memurin Kanunu’nun 4. maddesinde, kamu görevlisi olmak için etnik anlamda Türk olmak şart koşuluyordu. Her ne kadar 1965’te çıkarılan Devlet Memurları Kanunu, bunu ‘T.C. vatandaşı olmak’ şeklinde değiştirmişse de ve ülke kanunlarında Ermenilerin veya diğer gayrimüslimlerin devlet görevlisi olmasını engelleyecek herhangi başka bir hüküm yoksa da, bürokrasinin orta ve üst makamlarında gayrimüslim birini görmek mümkün değildir. Resmi bir yasak olmamasına karşın bürokrasi, fiiliyatta bu uygulamaya direnç göstermektedir.”[1] Yani Ermeniler, istihdamın onlara açık olmadığı meslek grupları -savcı, hakim, polis, er dışında bir rütbede askerlik gibi- için gerekli başarıya; gerekli beceri ve yetilere sahip olsalar da bu meslek gruplarına dahil olamıyor. Bu durum da Ermenilerin, toplumdaki “makbul” kişiler karşısında eşitsiz bir konumda yer almasına neden oluyor.

Ermeni gençler, istihdam edilmede maruz kaldıkları ya da kalma ihtimalleri olan eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların sadece devlet alanında olmadığını ve de yalnızca iş yaşamıyla sınırlı kalmadığını; maruz kaldıkları ayrımcı pratikler ve eşitsizliklerle yaşamın diğer alanlarında da rastlaşabildiklerini dile getiriyorlar:

“[…] Bazen Ermeni olduğum için tercih edilmiyorum. Bir ortamda bir Türk ve bir Ermeni varsa Türk tercih ediliyor bu ülkede. Aslında benim bir Türk’ün seviyesine ulaşmam için kırk fırın ekmek yemem gerekiyor bazı konularda. Ben oyunculuk okuyorum. Tabii yeni yeni bu engeller kalkıyor ama benim bir projede başrol oynamam için bir Türk’e nazaran çok daha çalışmam lazım. Kendimi çok daha fazla öne çıkartmam lazım ki benim de bir şansım olabilsin.” (21 yaşında, kadın, lisans öğrencisi)

“Ortaokulda bazı aşırı milliyetçi öğretmenlerimizden ayrımcılığa maruz bırakılabiliyordum. Bir başkası sınava iki dakika geç kalsa onlar için sorun olmuyordu. Ama ben geç kalsam bu çok büyük sıkıntı oluyordu, ben sınava alınmıyordum, aramın iyi olduğu öğretmenlerle konuşuyordum ben tekrar sınav oluyordum, sınavdan iyi alıyordum, bu sefer kopya çektiğim söyleniyordu, ben üçüncü bir sınav daha oluyordum.” (19 yaşında, erkek, lisans öğrencisi)

“Çoğulcu toplumun çoğunluk kimliğini temsil edenlerden farklı ve –kadınlar hariç– azınlık olanları hedef alarak geliştirilen ve yaşama geçirilen, incitici, küçük düşürücü, aşağılayıcı, alçaltıcı, dışlayıcı, ötekileştirici, kodlayıcı bir ayrımcılığı amaç güden, yazılı, sözlü ve görsel hakaretleri ‘nefret söylemi’ olarak tanımlıyoruz.”[2] Türkiye’de Ermeniler, Ermeni kimliklerine yönelik birçok nefret söylemine maruz kalıyorlar. Hem halk düzleminde hem de siyaset arenasında artık duymayı kanıksadığımız bu nefret söylemlerinin en tipik örnekleri, “Ermeni dölü”, “Ermeni tohumu”, “Ermeni dönmesi” vb. olarak sıralanabilir. Bu örneklerde de gördüğümüz üzere Ermeniler etnik aidiyet kimliklerini hedef gösteren, aşağılayan ve ötekileştiren bu nefret söylemleri; Ermeni kelimesinin bir hakaret olarak kullanıldığını açıkça gösteriyor. Ermeni gençler için Türkiye’de Ermeni olmayı deneyimlemenin bir parçası da maruz kaldıkları bu nefret söylemleri ve de etnik aidiyet kimliklerine yönelik karşılaştıkları bu nefret söylemleri artık günlük yaşamlarının bir parçası haline gelmiş:

“Uzun zaman Malatya’ya gitmemiştik biz. Sonra gitmeye başladık. Ben çok küçüktüm o zamanlar. Köye ilk gittiğimde babamın kuzenlerinin çocuklarıyla daha yeni tanışıyorum, birbirimize gidip geliyoruz. Bir gün giderken tam da Ramazan zamanıydı, camiye de çok yakın bizim oturduğumuz mahalle -gavur mahallesi deniyor zaten oraya- oradan geçerken oradan bir kadının bana ‘Pis Ermeni, geldiniz yine köyümüzü kirlettiniz’ dediğini hatırlıyorum.” (19 yaşında, erkek, lisans öğrencisi)

“Bir kez yine sormuşlardı, ‘Ermeni’yim’ dedim. ‘Olsun’ dedi, bu benim yaşamam gereken bir hastalıkmış gibi ya da o yükü taşımam gereken bir şeymiş gibi ‘olsun’. Bir yerden sonra alışıyorsunuz. […]” (27 yaşında, kadın, doktora öğrencisi)

“[…] Ermeni tohumu, Ermeni dönmesi, onun dışında Ermeni üzerinden yapılan birçok hakaret var ve bu nefret söylemlerine denk gelebiliyoruz. Bu nefret söylemlerine denk geldiğimizde de belli bir yerde tartışmaya da girilmiyor. Ermeniler çünkü kapalı bir toplum oldukları için buna cevap vermek istemiyorlar. Daha doğrusu cevap vermeye çekiniyorlar. […]” (24 yaşında, erkek, lisans öğrencisi)

Türkiye’de Ermeniler için Ermeni kimliklerine yönelik nefret söylemlerine maruz kalmak, her ne kadar gündelik yaşamlarının bir parçası haline gelmiş olsa da belirli dönemlerde maruz kaldıkları nefret söylemlerinin yoğunluğu daha fazla artıyor ve daha fazla su yüzeyine çıkıyor. Örneğin, Ermeni gençlere göre 2020 yılında Ermenistan ve Azerbaycan arasında gerçekleşen Karabağ Savaşı döneminde maruz kaldıkları nefret söylemleri çok daha yoğunlaşmış bir hâldeydi:

“Karabağ Savaşı’nda mesela şu şey beni çok yaralamıştı. Sosyal medyaya Instagram’a Facebook’a girdiğimde hikayelerde artık o kadar fazla ‘Ermeni’ye vurun’, ‘kahpe Ermeni,’ ‘Ermeni döllerini öldüreceğiz’, ‘Şanlı Türk ordusu Azerbaycan’ın yanında’ vs. bunları benim günlük görüştüğüm insanlar paylaşıyor. O kadar rahatsız olmaya başlıyorsun ki o kadar senin varlığını kabul etmiyorlar ki o kadar sen yoksun ki onların gözünün önünde…” (25 yaşında, erkek, sivil toplum çalışanı)

“[…] O dönemde kendini biraz daha kötü hissediyorsun. Bu Ermenistan ile alakalı değil, vatandaşı olduğun, aynı dili konuştuğun, aynı sofraya oturduğun insanların bu şekilde nefret söyleminde bulunması gerçekten çok yaralayıcı…” (19 yaşında, erkek, lisans öğrencisi)

Türkiyeli Yahudiler de Türkiye’deki dezavantajlı toplumsal gruplardan birisi olarak tıpkı Türkiyeli Ermeniler gibi Türkiye’de çeşitli nefret söylemlerine, ayrımcılıklara ve toplumsal eşitsizliklere maruz kalıyorlar. Türkiyeli Yahudiler sıklıkla toplumsal yaşamda İsrail devleti ile özdeştiriliyor, zaman zaman bilhassa da İsrail ile Filistin arasında gerilimlerin yaşandığı dönemde Türkiyeli Yahudiler İsrail devletinin politikalarından adeta sorumlu tutuluyor ve tüm bunların sonucunda çeşitli nefret söylemlerine ve nefret davranışlarına maruz kalıyorlar:

“İsrail, bir Jewish State[3] fakat dünyanın herhangi bir yerindeki Yahudilerle bir gözüktüğü için sanki benim elimde bir buton var da ben o butona basıp İsrail’deki herhangi bir şeyi kontrol ediyormuşçasına, orada herhangi bir problem olduğu zaman Türkiye’de yansıması direkt bize geliyor. Direkt olarak nefret söylemleri bize doğrultulabiliyor.” (28 yaşında, erkek, yazılım danışmanı, lisans mezunu)

İsrail-Filistin arasında süregelen belli sorunlar olduğu zaman, bu hemen Türkiye Yahudilerine bir nefret söylemi olarak yansıyor. Şeyi çok fazla yaşıyoruz, yani İsrail ve Yahudi arasındaki farkın çok fazla bilinmediği ve o yüzden de sanki İsrail’de bir devlet politikası sonucu olan şeyleri sanki o kararları buradaki Yahudilerin verdiği, onların burada aktif bir rolü olduğu ve bize İsrail’e karşı siz diye yani siz bunu yapıyorsunuz, siz bomba atıyorsunuz gibi. Halbuki ben evimdeyim, İstanbul’dayım ve hiçbir şey yapmıyorum. Konuyla alakam yok. Bunu çok fazla yaşıyoruz…” (29 yaşında, kadın, klinik psikolog, yüksek lisans mezunu A)

“Ben lisedeyken -ben liseyi Pierre Loti’de okudum, bir Fransız lisesi; %50’si Fransız; %25’i dünyanın herhangi bir yerinden diğer %25’i de Türk ama işte bilmem nerenin CEO’su diplomatının çocuğu vs.- Mavi Marmara olayları olmuştu. Mavi Marmara olayının sabahında okulda o dönemin Cezayir başkonsolosunun oğlu beni kapıda karşıladı ve bana küfürler yağdırdı. ‘Allah seni kahretsin, neler yaptın dün akşam izledim gördüm’ diyerek bayağı bir saldırarak bir yumruk geçirdi mesela. İlk defa onun fiziksel şiddet boyutunu da yaşadım.” (28 yaşında, erkek, yazılım danışmanı, lisans mezunu)

Türkiyeli Yahudilerin Türkiye’de maruz kaldıkları nefret söylemleri, yalnızca bu örneklerle sınırlı değil. Yahudi gençlere göre toplumsal yaşamda maruz kaldıkları nefret söylemlerinin ve nefret davranışlarının bir diğer boyutu da Yahudi Soykırımı’nı ve Nazi politikalarını hedef alan nefret söylemleri ve nefret davranışları:

“Saint Benoit’da lisedeyken birisinin sen sabunsun gibi bir söylemiyle karşılaşmıştım. Yani işte Nazi Almanyası zamanında Auschwitz’de kamplarda Yahudilerin yağlarından sabun yapılması. Senin baban sabun satıyor gibi bir espri yapmaya çalışmıştı.” (27 yaşında, erkek, satış müdürü, lisans öğrencisi)

“…ben yedinci sınıfta dershaneye gidiyordum. Dershanedeyken beni birileri Hitler selamı ile karşılıyordu mesela. Böyle şeyler yaşanabiliyordu. Garip geliyordu çünkü bambaşka bir yerde altmış sene önce olan bir şeyi hâlâ bir şekilde devam ettirmeye çalışmak ne manaya geliyor pek anlamıyorum açıkçası.” (25 yaşında, erkek, pilot, lisans mezunu)

Türkiyeli Yahudi gençler de saha görüşmesi yaptığım birçok Türkiyeli Ermeni gençte gözlemlediğim gibi maruz kalabilecekleri eşitsizliklere, nefret söylemlerine ve ayrımcı pratiklere yönelik zaman zaman bunlardan korunmak amacıyla çeşitli stratejiler uyguluyorlar. Bu stratejilerden en sıklıkla yapılanı, Yahudi kimliklerini gizlemek oluyor. Yahudi kimliklerini gizlemek amacıyla zaman zaman Türk isimleri kullanıyorlar, isimleri ve memleketleri sorulduğunda Yahudi olduklarını açıkça ifade edecek yanıtlardan uzak duruyorlar. Kendilerini güvenli hissettikleri alanlarda ve kimliklerini açıkça beyan etmekten çekinmediklerinde bu stratejileri uygulama ihtiyaçları ortadan kalkabiliyor:

“Mesela kendimi güvende hissetmediğim bir ortama girdiğimde adımın Türkçe bir isim olmamasından dolayı sordukları oluyor. Nerelisin falan. Kendimi güvende hissetmiyorsam asla söylemiyorum Yahudi olduğumu. Yahudi olduğumu normalde de söylemiyorum zaten, kulağa daha kabul edilebilir versiyonu olarak Musevi demeyi tercih ediyorum. Hiç güvende hissetmiyorsam onu da söylemiyorum. Benim annemler orijinal insanlar o yüzden böyle ilginç bir isim seçmişler dediğim olabiliyor.” (29 yaşında, kadın, klinik psikolog, yüksek lisans mezunu A)

“İnsanlar ismimi sorduğunda ya da soyadımı sorduklarında, bunun neden bu kadar ‘garip’ olduğunu açıklamakta hep net bir şekilde hâlâ ben Yahudi olduğum için diyemiyorum. Hep kökene dayatıyorum. İşte baba tarafı İspanya göçmeni ya da işte anne tarafım Kırım’dan gelmiş falan gibi hep kökene bağlatıyorum bunu. Ama esasında Yahudi olduğum için ismim soy ismim bu kadar değişik.” (29 yaşında, kadın, klinik psikolog, yüksek lisans mezunu B)

Taksiciler size isminizi sorarlar. Benim ismim ya İzzet olur ya İbrahim olur ya İsmet olur. Çünkü … (kendi ismini söylüyor) dersem aslen nerelisin sorusu başlayacak ve o insana Yahudi olduğumu beyan etmem gördüğüm kadarıyla tehlikeli bir şey. Biraz kendimizi izole ederek, kamufle ediyoruz nefret söylemine karşı Türkiye’de.” (27 yaşında, erkek, satış müdürü, lisans öğrencisi)

Hera Büyüktaşçıyan, A Study on an Endless Archipelagos, 2019

Türkiyeli Ermeni gençlerin ve Türkiyeli Yahudi gençlerin maruz kaldıkları nefret söylemleri, ayrımcılıklar ve toplumsal eşitsizlikler toplumsal cinsiyet bakımından farklılaşıyor olabilir mi? Türkiye’deki Yahudilerin ve Ermenilerin maruz kaldıkları nefret söylemlerini, ayrımcılıkları ve toplumsal eşitsizlikleri düşündüğümüzde tüm bunlar karşısında Yahudi kadınlar ve Ermeni kadınlar, Yahudi erkeklere ve Ermeni erkeklere oranla çifte toplumsal dezavantajlı kimlikle bulunuyor: hem kadınlar hem de bir Ermeni veya bir Yahudi. Yani Yahudi kadınların ve Ermeni kadınların ayrımcılıklar, nefret söylemleri ve toplumsal eşitsizlikler düzleminde deneyimlerini düşündüğümüzde aslında zaman zaman bir kesişimsellik ile karşı karşıyayızdır. “Keşişimsellik, ırk, sınıf, cinsiyet, cinsellik ve milliyet dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere kategorik ve hiyerarşik sınıflandırmaların eşzamanlı deneyimini ifade eder. Aynı zamanda, ırkçılık, sınıfçılık, cinsiyetçilik ve yabancı düşmanlığı gibi genellikle farklı baskı biçimleri olarak algılanan şeylerin aslında karşılıklı olarak bağımlı oldukları, iç içe geçtikleri ve birlikte birleşik bir baskı sistemi oluşturdukları gerçeğine de atıfta bulunur.”[4] Türkiye’deki Yahudi erkekler ve Ermeni erkekler maruz kaldıkları ayrımcılıklarda, nefret söylemlerinde veya toplumsal eşitsizliklerde nasibini Yahudi- Ermeni kimliklerinden ötürü alıyorken Yahudi kadınlar ve Ermeni kadınlar ise çoğu zaman hem Yahudi- Ermeni kimliklerinden hem de kadın kimliklerinden ötürü alıyor. Yani Yahudi kadınların ve Ermeni kadınların karşı karşıya kaldıkları nefret söylemlerinde, ayrımcılıklarda ve toplumsal eşitsizliklerde zaman zaman cinsiyetçilik ve ırkçılık kesişebiliyor ve eşzamanlı olarak deneyimlenebiliyor:

“Bu ülkede tek bir öteki olmak bile zorken ben Ermeni, Hristiyan bir kadın olarak aynı anda birçok yönden ötekiyim. Ve elbette ki burada ayrı ayrı kadın olmak da Ermeni olmak da hayatından kaygılanacağın bir konumda olmak iken, ikisi bir arada bir öteki olmak benim için bu ülkede yaşamayı cehenneme çeviriyor.” (21 yaşında, kadın, lisans öğrencisi)

“En basitinden ülkede en popüler küfürlerin kadınlar Ermeniler nezdinde söyleniyor oluşu, aslında bu toplumsal eşitsizliğin ayrımcılığın bir turnusolü gibi geliyor bana. Aslında kadın veya Ermeni olsanız belki tek bir cephede savaşıyor olursunuz, bu durumda cephe sayınız giderek artıyor. […] Bulunduğumuz duruma göre çifte ayrımcılık yaşanabiliyor veya sadece Ermeni olduğum için veya sadece kadın olduğum için ayrımcılığa ve/veya eşitsizliğe maruz kalabiliyorum. […] Mesela ben bilim kadını olmak istiyorum dediğimde bir Ermeni okulunda okuyan bir kız çocuğu için fazla cesur bir hayal olarak nitelendirilmişti. Bu söylemlerin veya bu eşitsizliklerin aslında hayatımıza ne kadar etki edeceğine bizler karar veriyor olmalıyız.” (27 yaşında, kadın, doktora öğrencisi)

“Ben kendi şahsi hesabım dışında bir de psikolog hesabı açmıştım ve o herkese açık bir hesaptı. Kendimce küçük küçük paylaşımlarda bulunuyordum. Orada bir adam, o şey yazmıştı mesela: Senin Yahudi bilmem nesi olduğunu da biliyorum. Senin adresini de bulurum vs. Ama alakasız yani ben orada mesela çocuğun parmak emmesini anlatıyorum ve birdenbire altına böyle bir yorum gelmişti ve korkmuştum. Çünkü senin adresini de bulurum, bilmem ne de yaparım demiş. Ki kabak gibi de ismim ortada. […] Zaten problem, ataerkil bir toplumda büyümemizden kaynaklı. Onun verdiği bir gaz var. Onun verdiği bir aslanım, kaplanım ben zaten asarım keserim gücü var. Karşısındaki hem kadın hem de Yahudi. Yani onun için küçücük. Amacına da ulaşıyor gerçekten. Ben korkup bir iki ay kapatmıştım hesabımı. […] İş yerinden çıktığımda paranoyaklaştığımı hatırlıyorum, etrafta acaba çıkışta bekleyen birileri var mıdır diye…” (29 yaşında, kadın, klinik psikolog, yüksek lisans mezunu B)

“Bir Yahudi kadının veya bir Müslüman kadının veya bir Ermeni kadının bence ilk problemi, Türkiye’de Yahudi veya Müslüman veya bir Ermeni veya laik bir Müslüman olması değil; kadın olması. Şimdi uzun süredir Yahudi cemaatinde karışık evlilik çok arttı ve orada Yahudi kadın olmak dezavantajlı oluyor olabilir. Çünkü hem kadın olması hem de Yahudi olması açısından hem cinsiyetçi hem de ırkçı bir saldırıya maruz kalıyor olabilir.” (27 yaşında, erkek, satış müdürü, lisans öğrencisi)

“Zaten kadın olmak, Türkiye’de zorken üstüne üstlük Yahudi kadın olmak durumu daha çok zor kılıyor. Bu yüzden de dünyaya kadın olarak gelseydim hayatım çok daha zor olabilirdi.” (25 yaşında, erkek, pilot, lisans mezunu)

“Benim Müslümanlarla çıkan kız arkadaşlarım var ve günün sonunda yüzde doksanı şu problemi yaşıyor. Hem karşı tarafın ona kadın olduğu için kötü davranması ve hakaret etmesi ve işte artık Yahudi olduğu için de laf yiyen kız arkadaşlarım var. Fakat erkeğe döndüğümüz zaman Yahudi olduğu için laf yiyen erkek arkadaşlarım var mı? Yok çünkü bu ataerkil bir toplumdan gelen bir şey.” (27 yaşında, erkek, satış müdürü, lisans öğrencisi)

Karma evlilikler, günümüzde giderek artmaya devam ediyor. Yahudi gençlere göre Yahudi cemaatinde son zamanlarda daha da fazla artan karma evliliklerde Yahudi kadınların Yahudi erkeklere oranla daha dezavantajlı bir konumda yer aldığına tanık olunuyor. Türkiye’de Yahudi cemaatinde gerçekleşen karma evliliklerde Yahudi kadınlar hem Yahudi olmalarıyla hem de kadın olmalarıyla, eşzamanlı olarak hem cinsiyetçiliğe hem de ırkçılığa maruz kalabiliyorlar. Bu doğrultuda, Yahudi kadınların karma evliliklerde eşzamanlı olarak maruz kaldıkları cinsiyetçilik ve ırkçılık itibariyle, iki eşitsizliğin kesiştiğini de söyleyebiliriz.

Yahudi erkekler karma evliliklerde yaşanan zorlukları daha çok Yahudi olmalarından dolayı deneyimliyorken, Yahudi kadınlar ise “iki cephede” mücadele etmek zorunda kalıyor. Yahudi bir kadının karma evlilik yapacağı ailede mücadele edeceği tek şey, Yahudi kimliği değil; aynı zamanda kadın kimliği. Bu açıdan da Türkiyeli Yahudilerin deneyimledikleri eşitsizliklerin toplumsal cinsiyet bakımından farklılaştığının bir örneği olarak karma evlilikleri düşünebiliriz.

“Yaşadıklarım ve etrafımda gözlemlediklerim Yahudi bir kızın Müslüman biriyle evlenmesinin bir Yahudi erkeğe göre daha zor ve daha sorgulanıcı bir yapıyla karşılaştığı yönünde diyebilirim. Çünkü doğuracak kişi kadın ve ileride hangi bayram kutlanacak, sünneti ne zaman olacak, ismi ne olacak o çocuğun, hangi okula gidecek, azınlık okuluna mı yoksa Müslüman biri gibi mi yetişecek, dininde ne yazacak, gerçekten kültürel birçok faktör orada devreye giriyor. Yahudi erkek bu problemleri daha minimum yaşıyor. İllaki yaşıyordur ama kadınlar daha fazla karşılaşıyor diye düşünüyorum.” (29 yaşında, kadın, klinik psikolog, yüksek lisans mezunu B)

“Kadın olarak yeni bir aileye giriyor olmak, zaten Türk toplumunda gelinden beklentileri var, kaynana bin tane şey bekliyor. Üstüne bir de sen Yahudisin. Yani ne kadar kötü bir konum. Tam tersi olsa mesela yani Yahudi olan erkeğin yeni aileye girmesi, damat gelin kadar girmiyor karşı tarafın ailesinin içine. Bana böyle geliyor.” (28 yaşında, erkek, yazılım danışmanı, lisans mezunu)

Yahudi kadınların karma evliliklerde Yahudi erkeklere oranla daha yoğun olarak yaşadıkları eşitsizlikler, Yahudi kadınların karma evlilik yapma tercihini de etkileyebiliyor. Yahudi kadınların karma evlilikte karşılaşabilecekleri muhtemel eşitsizlik ve ayrımcılık örüntüleri, Yahudi kadınlar ile Yahudi erkekler arasında karma evliliğe bakış açısında bir farklılık oluşturma ihtimalini de beraberinde getiriyor:

“Daha çok gözlemlediğim Müslüman bir ailenin Yahudi bir kızı kabullenmekte daha zorlandığı. Ama kendi abimden gördüğümde onun da Müslüman kız arkadaşları oldu, o hiç bu şekilde bir dinsel problem yaşamadı açıkçası. Ya da benim kadar yoğun yaşamadı. […] O yüzden Musevi birinin Müslüman bir aileye gelin gitme potansiyeli erkeklere oranla daha az hoş karşılanıyor diyebiliyorum.” (29 yaşında, kadın, klinik psikolog, yüksek lisans mezunu B)

“Bizim ailede bundan on yıl önceye kadar hiç karma evlilik yoktu. Ama şu anda baktığımda ailemde iki tane karma evlilik örneği var. Ailemizde karma evlilik yapan iki kişi de erkek. Karşı taraf da Müslüman. Ailede karma evlilik yapan kadınlar olmadı mesela.” (25 yaşında, erkek, pilot, lisans mezunu)

Yahudi gençlerin anlatılarının ardından şu soruyu sormakta ve bu sorunun üzerine düşünmekte fayda var: Neden karma evlilikler, Türkiyeli Yahudilerin deneyimledikleri eşitsizliklerin ve ayrımcılıkların toplumsal cinsiyet bakımından farklılaştığı belirgin örneklerden birisi olarak karşımıza çıkıyor olabilir? Evlilik kurumunu düşündüğümüzde geleneksel normları muhafaza eden, yaşatan ve yeniden üreten evliliklerde çoğunlukla kadının zaten eşitsiz bir konumda yer aldığına tanık oluyoruz. Hayat “müşterek” fakat iş aile içerisindeki sorumlulukların iş bölümüne geldiğinde pek fazla müşterekliğe rastlamıyoruz. Yıkanması ütülenmesi gereken çamaşırların, birikmiş bulaşıkların, ocakta pişmekte olan yemeğin, yemek isteyen ev halkının, bezi değiştirilecek beslenecek çocukların karşısında çoğunlukla kadınlara rastlıyoruz geleneksel normların nefes aldığı evliliklerde. Yahudi gençlerin de ifade ettiği gibi evlilikte toplumsal olarak kadından beklentiler bir erkeğe oranla bir hayli fazla. “Evin çekip çevrilmesi”, “babalık” sanki yardımcı ebeveynlikmişçesine çocuğun bakımı da yetiştirilmesi de büyük oranda kadından bekleniyor. Peki, karma evlilikler? Evlilikte kadına biçilen toplumsal rollerle bir kadın olarak mücadele etmek oldukça zor iken Yahudi bir kadın, Ermeni bir kadın olarak mücadele etmek çifte zorluğu beraberinde getirebiliyor. Ayrıca Türkiye’de karma evlilik yapmanın partnerler için birçok olası problemi beraberinde getirdiğini de unutmamak gerekir. Karma evliliğe karşı partnerlerin ailelerinin tutumu son derece katı olabiliyor, kültür ve din farkı bir sorun haline getirilebiliyor, karma evlilik sonucunda partnerler aileleri; akrabaları ve arkadaşları tarafından uygulanan yaptırımlarla karşılaşabiliyor. Aileye yeni katılacak olan “yabancı”, bir Yahudi ya da bir Ermeni olduğunda işler biraz daha zorlaşabiliyor. Yahudi ve Ermeni gençlerle gerçekleştirdiğim saha görüşmeleri gösteriyor ki bu durumun temel nedenlerinin başında Türkler ve Ermeniler arasında gerçekleşmiş olan tarihsel-toplumsal olaylar, Türkiye’de son dönemlerde bir hayli yoğunlaşmış olan antisemitizm, partnerler arasındaki kültür ve din farkı geliyor. Tüm bunların ışığında, eğer karma evlilik yapan bir Ermeni veya Yahudi iseniz yeni katıldığınız ailede Ermeni oluşunuzu Yahudi oluşunuzu hedef alan ırkçılık örüntüleriyle karşılaşmanız söz konusu olabiliyor. Fakat hem Ermeni hem de kadın veya hem Yahudi hem kadın iseniz bir Ermeni erkeğe bir Yahudi erkeğe oranla çifte dezavantajlı konumdasınız. Nitekim karşılaşma olasılığınız olan tek şey, yalnızca ırkçılık değil. Cinsiyetçilik de karşılaşmanızın muhtemel olduğu bir başka eşitsizlik.

Sonuç olarak, Ermeniler ve Yahudiler, Türkiye’deki dezavantajlı toplumsal gruplardan birisi olarak Türkiye’de birçok nefret söylemiyle, ayrımcılıkla ve toplumsal eşitsizlikle karşı karşıya. Zaman zaman ise maruz kaldıkları toplumsal eşitsizlikler ve ayrımcılıklar toplumsal cinsiyet bakımından farklılaşabiliyor, Yahudi ve Ermeni kadınlar Yahudi ve Ermeni erkeklere oranla çifte dezavantajlı konumda bulunabiliyor. Yahudi ve Ermeni gençlerin anlatılarını ve deneyimlerini tekrar düşünecek olursak Ermeni veya Yahudi bir erkeğin maruz kaldığı eşitsizliklerde ve ayrımcılıklarda hedef alınan şey, çoğunlukla yalnızca etnik kimliği. Fakat Yahudi ve Ermeni kadınlar için durum böyle değil. Yahudi ve Ermeni kadınların maruz kaldıkları eşitsizliklerde ve ayrımcılıklarda çoğu zaman hedef alınan, yalnızca etnik kimlikleri olmuyor. Aynı zamanda Yahudi ve Ermeni kadınların cinsiyet kimliği de hedef alınabiliyor. Bu durum da aslında Yahudi ve Ermeni erkeklere kıyasla Yahudi ve Ermeni kadınların çifte dezavantajlı konumda bulunmasına ve iki tarafta yani hem ırkçılık hem de cinsiyetçilik düzleminde mücadele vermesine neden oluyor.

* Saha görüşmesi yaptığım iki Yahudi genç kadının yaş bilgisi, cinsiyet beyanı, meslek bilgisi ve eğitim düzeyi tamamen aynıydı. Bu sebeple onları ayırt etmek adına dört demografik özelliklerinin dışında A ve B harfleri ile tanımladım.

Kaynakça

Göregenli, Melek. “Nefret Söylemi ve Nefret Suçları”, Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar”, 57-74 ed. Mahmut Çınar. İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013.

Kılıçdağı, Ohannes- Göksu Özdağan, Günay. Türkiye Ermenilerini Duymak: Sorunlar, Talepler ve Çözüm Önerileri. Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı. 2012. https://www.tesev.org.tr/tr/research/turkiye-ermenilerini-duymak-sorunlar-talepler-ve-cozum-onerileri/

ThoughtCo. “Definition of Intersectionality”. 23 Temmuz 2021. https://www.thoughtco.com/intersectionality-definition-3026353

[1] Ohannes Kılıçdağı- Günay Göksu Özdağan, Türkiye Ermenilerini Duymak: Sorunlar, Talepler ve ve Çözüm Önerileri, (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, 2012), 31-32.

[2] Melek Göregenli, “Nefret Söylemi ve Nefret Suçları”, Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar, ed. Mahmut Çınar (İstanbul: Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013), 57.

[3] Yahudi devleti

[4] ThoughtCo, “Definition of Intersectionality” (23 Temmuz 2021).

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.