Diyarbakır Aile Mahkemelerine yansıyan dava dosyaları üzerinden yapılan araştırma; objektif bir nafaka tartışması yürütebilmek için toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadına yönelik yapısal şiddet ve kadının görünmeyen ev içi emeği üzerinde durulması gerektiğini gösteriyor.

Kadınların eşit yurttaşlık hakkının teminatı olan ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin yol haritasını belirleyen İstanbul Sözleşmesi’nin feshi girişimi, kamuoyunda yankılanmaya devam ediyor. Kadınların tarihsel kazanımlarına yönelik saldırıların arttığı bu günlerde pandeminin derinleştirdiği kadın yoksulluğu ana gündemlerimizin başında. Bilindiği üzere kamuoyunda uzun zamandır devam eden “süresiz” nafaka tartışmaları dönem dönem ivme kazanıyor. Bu tartışmaların hukuki zeminden uzak, toplumsal realiteden kopuk bir şekilde yapıldığının farkındayız. Ancak bu konudaki itirazlarımızı temellendirebilmek için somut verilere ihtiyacımız var.

Tam da bu noktada Diyarbakır Aile Mahkemelerine yansıyan dava dosyaları üzerinden bir nafaka araştırması yapmanın elzem olduğu kanaatinde birleştik. Uzun ve meşakkatli bir araştırma sonucu kolektif bir çalışmayla Diyarbakır Aile Mahkemelerinde karara çıkan iki yıllık verileri işleyerek raporlama çalışmasına giriştik. Karara çıkan 2097 dava dosyası üzerinde yaptığımız inceleme neticesinde hazırladığımız “Mahkeme Kararları Işığında Nafaka Araştırması Raporu”nu 31 Mart 2021 tarihinde kamuoyu ile paylaştık.

Bilindiği üzere nafaka tartışmaları kamuoyunun gündemine, 2011 yılında Kestel Asliye Hukuk Mahkemesi’nin nafakanın “süresiz” olmasının Anayasa’ya aykırı olduğundan bahisle Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuru ve bu başvurunun reddi ile akabinde 2016 yılında Boşanma Komisyonu Raporu ve bundan güç alan erkeklerin “nafaka mağduru” olduğu iddiası ile getirilmişti. Kısa süren evlilikten kaynaklı “süresiz” nafakaya karar verilmesi veya toplumun geneline oranla çok yüksek gelire sahip erkeklerin ödediği nafaka miktarlarına yönelik tekil örnekler üzerinden gündeme getirilen “mağduriyetler” yasal düzenleme talebinin dayanağı olarak ileri sürüldü.

Oysa ki;

Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezine üye avukatlar olarak gönüllülük esasına dayalı hazırlamış olduğumuz “Mahkeme Kararları Işığında Nafaka Araştırması Raporu” durumun erkek mağduriyetinden çok uzak olduğunun somut verilerini sunmaktadır. Diyarbakır Aile Mahkemelerine iki yılda yansıyan 2097 dava dosyasının gerekçeli kararları üzerinde yapmış olduğumuz incelemede; 1897 adet dosya türünün “boşanma ve ferileri”, “nafaka”, “nafakanın artırılması” ve “nafakanın azaltılmasına” dair olduğunu tespit ettik.

Bu dosyalar arasında sadece 342 dosyada kadın için yoksulluk nafakasına hükmedildiğini belirledik. Hükmedilen yoksulluk nafakası kararlarından 342 dosyanın 334 tanesinin açlık ve yoksulluk sınırının altında olduğunu, sadece 8 dosyanın açlık ve yoksulluk sınırının üzerinde olduğunu gördük. Burada yine önemle belirtmeliyiz ki 1897 dosyadan sadece 342 dosyada kadın lehine yoksulluk nafakasına hükmedilmiştir. Yani görüldüğü üzere, kadınların nafakaya güvenerek boşanma yoluna gittiği iddiasının maddi bir temeli bulunmamaktadır.

Yine daha çok kadınlar lehine hükmedilen yoksulluk nafakası miktarının ortalamasının 200,00 TL’nin altında olduğunu tespit ettik. Bu da kadınların nafaka ile zenginleştiği yönündeki efsanenin gerçek olmadığını göstermektedir. İşte Türkiye’de mahkeme kararları ışığında boşanan kadının “asgari yaşam gereksinimlerinin” karşılanması için  uygun görülen miktar budur.

Bir diğer iddia ise nafakanın “süresiz” olmasının erkeği mağdur ettiğidir. Oysa Kanun ile nafakanın süresiz olmadığı düzenlenmiş, tarafların koşullarının değişmesi halinde kaldırılabileceği gibi azaltılması da mümkün kılınmıştır. Araştırma raporumuzda görüleceği üzere, incelediğimiz dosyaların 33 tanesi nafakanın artırılması, üç tanesi nafakanın azaltılması, 16 tanesi ise nafakanın kaldırılmasına yöneliktir.

Türkiye’de toplumsal gerçeklik gözetilmeden nafaka hakkı kadınlar aleyhine tartışılmaktadır. Bu tartışmalar yapılırken toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonucu olan kadınların dezavantajlı olduğuna dair bütün etmenler göz ardı edilmektedir. Şayet İstanbul Sözleşmesi’nde taahhüt altına alınan yasal ve fiili eşitlik vurgusu hayata geçirilebilmiş olsaydı, mevcut düzenlemeleri cinsiyet ayrımı gözetmeksizin nötr bir şekilde tartışabilme imkanı bulabilirdik. Fakat Türkiye’de sosyal, ekonomik ve toplumsal zeminin henüz bu tartışmalar için elverişli olmadığı bu araştırmadaki veriler ile de açığa çıkmıştır. Araştırmada görüleceği üzere, nafaka tartışmalarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadına yönelik yapısal şiddeti ve kadının görünmeyen ev içi emeğini değerlendirmeden objektif bir nafaka tartışmasını yürütmek mümkün değildir. Önemle belirtmek gerekir ki yoksulluk nafakasına ilişkin talepte bulunma hakkı, gerekli koşulların bulunması halinde her iki eşe de tanınan bir haktır. Toplumumuzda oluşan genel kanının aksine nafakanın erkekler tarafından da talep edilmesi mümkündür. Ancak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarından biri de kadınların istihdama katılımının erkeklere oranla daha az olmasıdır. Kadınların istihdamına yönelik politikaların yetersizliği, kadın erkek istihdamındaki fırsat eşitsizliği, erkeklerin kadınların çalışma yaşamına katılımına engel olmaları, kadınların eve kapatılarak ev içinde görünmeyen emek ile sömürülmeleri ve bu nedenle kalifiye işlerde çalışma becerilerinden yoksun bırakılmaları kadınların yoksullaşmasına ve boşanma sürecinde erkeklere oranla ekonomik yönden desteğe muhtaç hale gelmelerine sebebiyet vermektedir. Kamuoyunda yoksulluk nafakası tamamen soyut iddialar üzerinden tartışmaya açılmış, tekil-sansasyonel örnekler üzerinden konuşularak genelleştirilmiş ve gerçekte boşanan her kadının fahiş oranlarda nafaka aldığına dair bir algı oluşturulmuştur. Oysa ulaştığımız veriler, nafaka miktarının yoksulluk ve açlık sınırının altında olduğunu göstermektedir. Nafaka oranlarının, yeni bir yaşamın en asgari ihtiyacı olan kira giderini dahi karşılamadığı göz ardı edilmektedir. Yine uzun süren evliliklerde yıllarca çalışma yaşamından koparılarak ev içi emek ve bakım emeği ile sömürülen kadınların boşanmadan sonra kalifiye işlerde çalışma becerilerinden de yoksun bırakıldığı ve boşanma sonrası istihdama katılamayacağı da göz ardı edilmektedir. Örneğin 20 yaşında evlenip 50 yaşında boşanan bir kadının 50 yaşından sonra gelir getirebilecek hangi alanda istihdam edilebileceği tartışılmamaktadır. Yaptığımız araştırmada tespit ettiğimiz bir diğer husus ise, boşanma halinde genellikle velayetin anneye verildiği ve çocuğun bakım ve ihtiyaçlarının tamamen anneye yüklendiğidir. Bu tartışmaların gerçeklikten uzak tekil örnekler ile yürütülmeye devam etmesi halinde kanımızca ilerde çocuklar için hükmedilen bir nafaka türü olan iştirak nafakası da tartışmaya açılabilecektir. Yoksulluk nafakasının tahsili ile ilgili uygulamada birçok sorun yaşanmaktadır. Ancak uygulamadaki sorunlar gözetilmeden “erkeklerin mağdur olduğu” iddiası üzerinden yapılan değerlendirmeler kamuoyunu manipüle etmektedir. Bu yaklaşım erkeği ve menfaatlerini esas almakta fakat kadınların yaşamı ve deneyimlerini göz ardı etmektedir. Yine konunun mevcut dil ve argümanlarla yürütülmesinin kendisi bile kadına bakış açısındaki eşitsizliğin gösterenidir. Raporda da ayrıntılı bir şekilde açıkladığımız gibi Medeni Kanunda yoksulluk nafakası ile boşanma sonucunda yoksulluğa düşecek eşin diğer eş tarafından şartları bulunduğu sürece ekonomik yönden desteklenmesi ve asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmıştır. Ayrıca mahkeme kararlarında lehine nafaka hükmedilen kişi açısından belirlenen miktarların, kanunda düzenlendiği gibi “geçim sağlamaya” yetecek ölçüde olmadığı açıktır. Kadınlar lehine hükmedilen ancak tahsil edilemeyen nafakaların bu tartışmalardaki görünmezliği tam da izah etmeye çalıştığımız “erkek odaklı” bakış açısıyla ilgilidir. Bu eşitsiz koşullar nedeniyle günümüzde nafakanın tanımlanmasına ve kadınlar lehine güvence altına alınmasına hâlâ ihtiyaç vardır.

Eski Atina, Roma ve İslam Hukukunda yeri olan nafaka hakkı toplumsal adaletin vazgeçilmez bir parçasıdır. Kadın yoksulluğundan kaynaklanan bu hakkın kadınların güçlendirilmesinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu akılda tutarak kadınların nafakaya muhtaç olmadığı eşit, adil ve özgür bir dünya temennisiyle…

Raporun tamamına şu linkten ulaşılabilir: https://www.diyarbakirbarosu.org.tr/public/uploads/document/nafaka-arastirmasi-1617171986.pdf

* Çalışmada davaların özelliği ve gizliliği gereği kişisel bilgiler gizli tutularak sadece rakamsal veriler çıkarılmıştır.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.