Kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair çok kapsamlı ve geniş bir çerçeve çizen, devletin alması gereken önlemleri, yükümlülüklerini ve bunları nelere dikkat ederek yerine getirmesi gerektiğini detaylıca açıklayan İstanbul Sözleşmesi’nin bu şekilde tartışmaya açılmasının; Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadelesini geriye götüren daha genel bir etkisi olacak.
İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin ayrılışı ani olsa da beklenmedik değildi. Kadına yönelik şiddet alanında çalışan bir kadın örgütü olarak bir süredir süregiden tartışmaların alanda etkisini nasıl gözlemlediniz?
Gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gerçekten ani olsa da bizim için beklenmedik değildi. Sözleşmeden çekilme sinyalleri uzun zaman önce farklı kesimlerden kişiler ve kurumlarca elbirliğiyle ülke gündemine taşınmıştı. Alanda çalışan kadın örgütleri ve feministler epeydir sözleşmeye karşı saldırılarla mücadele ediyorduk. İronik olan şu ki bizler henüz, bu yıl Türkiye tarafından imzalanmasının 10. yılı olan sözleşmenin ve devamında yürürlüğe konulan uygulamaların ulusal düzeyde hayata geçirilmesi mücadelesini verirken; sözleşmeden çekilme tartışmalarıyla yeni bir gündeme karşı söz üretmek zorunda kaldık. Üstelik İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıların ne yazık ki yalnızca Türkiye’yle sınırlı kalmadığını biliyor, sözleşmeyi imzalamayan, imzalasa da onaylamayan veya sözleşmeden çekilmeyi konuşan başka ülkelerdeki uluslararası tartışmaları da olabildiğince takip ediyor ve bu ülkelerdeki kadın örgütleriyle karşılıklı deneyim paylaşımlarında bulunuyorduk. Sözleşmenin aileyi yıktığı, biyolojik cinsiyeti ortadan kaldırmaya çalıştığı, eşcinselliği teşvik ettiği gibi anlamsız ve gerçeklikten uzak bahanelerin farklı ülkelerde çok benzer söylemlerle öne sürüldüğünü görüyorduk.
Türkiye özelinde baktığımızda zaten kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarının oldukça sorunlu şekilde işlediğini kadınların danışma merkezimizde bizlerle paylaştıklarından, alandaki kendi deneyim ve gözlemlerimizden biliyoruz. Kadınlar erkek şiddeti karşısında halihazırda sahip oldukları hakları kullanabilmek için başvurdukları kurumlarda da ayrı bir mücadele sergilemek zorunda kalıyorlar çoğu zaman. Kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair çok kapsamlı ve geniş bir çerçeve çizen, devletin alması gereken önlemleri, yükümlülüklerini ve bunları nelere dikkat ederek yerine getirmesi gerektiğini detaylıca açıklayan İstanbul Sözleşmesi’nin bu şekilde tartışmaya açılmasının da elbette Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadelesini geriye götüren daha genel bir etkisi oldu, olacak.
Şimdiden şunu görebilmek mümkün; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları, Türkiye’nin sözleşmede geçen ilkeleri ve standartları esas almaya ve sözleşmedeki yükümlülükleri yerine getirmeye artık niyeti olmadığının sinyallerini güçlü bir şekilde verdi. Dolayısıyla kadına yönelik şiddetle mücadelede sorumlu kurum ve kuruluşlarda çalışanlara sözleşmedeki standartları göz ardı edebilecekleri, görevlerini sözleşmeye uygun şekilde yerine getirmeyebilecekleri mesajı da verilmiş oldu. Bu ve benzeri politik geri adımların gündelik hayatta kadınların hayatları açısından geri dönülemez hak kayıplarına neden olduğunu geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Kadın hareketi benzer bir süreci 2012 yılında, on haftaya kadar yasal olan kürtaj süresini indirmeye kalkan yasa değişikliği tasarısı sürecinde yaşamıştı. Kadınların tüm Türkiye’de sokağa dökülmesi üzerine yasal alanda kürtaj yasakları rafa kaldırılmışsa da fiiliyatta yasak uygulamaya girmiş oldu. Bugün artık kadınlar yasal olarak kürtaj haklarından faydalanmak istediklerinde önlerine çeşitli engeller çıkarılıyor ve kürtaja erişim bu şekilde engelleniyor.
Sözleşmenin yürürlükte olduğu süre zarfında şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmemesinin nedenini sözleşmeye bağlayanlar olduğu gibi “zaten uygulanmıyor diyorsunuz o zaman çekilmenin ne önemi var” diyenler de oldu. Bu konu hakkında yorumlarınız neler? İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin sonuçlarını uygulamada nasıl göreceğiz? Kadınların şiddetten uzaklaşma mücadelelerini nasıl etkileyecek sizce?
İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının 10. yılında, bizler hâlâ Sözleşmenin etkin şekilde uygulanmasını talep ediyor haldeydik ama bu, sözleşmenin zaten işlevsiz olduğu ve çekilmenin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Sözleşme kadına yönelik şiddeti en geniş biçimiyle insan hakkı ihlali ve ayrımcılık olarak tanımlıyor, şiddetin temeline toplumsal cinsiyet eşitsizliğini koyuyor. Devletlerin kadına yönelik şiddeti önleme, kadınları şiddete karşı koruma, faillere ilişkin kovuşturma, yargılama ve cezalandırma konularındaki yükümlülüklerini oldukça geniş bir açıdan bakarak belirliyor. Bu yüzden gerçekten kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda irade gösteren bir devlet için yol gösterici bir rehber olabilecekken ne yazık ki hedef alınan bir belge oldu. İstanbul Sözleşmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve kadına yönelik şiddetle mücadele alanında çalışan bizler için de savunuculuk anlamında çok önemli bir referans belgesi. Alanda mücadele eden feminist avukatlar takip ettikleri birçok davada İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerine referans vererek kadınlar lehine kararlar çıkmasını sağladılar.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının tabii ki kötü sonuçları olacak. Öncelikle kadına yönelik şiddet karşısında devletlerin sorumluluklarını ve yükümlülüklerini bu kadar kapsamlı tanımlayan bir sözleşmeden çekilmek, bu sorumlulukları ve yükümlülükleri de artık yerine getirmek zorunda olmadığını ilan etmek demek. Sözleşmenin zaten etkin şekilde uygulanmadığı bir hâlden, artık uygulanmayacağının kabul edildiği bir hâle geçiş anlamında çok sembolik. Sözleşmede taraf devletlere getirilen yükümlülüklerin çoğu Türkiye’de uygulanmıyordu; ama bizler sözleşme maddeleri, GREVIO’nun açıkladığı ve eksikliklerin vurgulandığı ve tavsiyelerin yer aldığı ülke değerlendirme raporları üzerinden savunuculuk yapıyor, taleplerimizi sözleşmeye dayandırıyorduk. Tabii ki kadın hareketi olarak taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz; ancak bunları yükseltirken referans verdiğimiz önemli bir dayanağı kaybetmiş olacağız.
Daha somut örneklere bakarsak, aslında sözleşmeden çekilmenin etkilerini bu kadar kısa sürede görmeye başladık bile. “Artık 6284 sayılı Kanun da yok dimi?” diyen polis memuru, “artık nafaka ödememe gerek yok” diyen erkek ve benzeri örneklerin haberleri gelmeye başladı. Kadınlar da bu belirsizlik yüzünden endişeliler. Şiddetle mücadele eden birçok kadın şu anda halen bir sığınağa gitme hakkı olup olmadığını, uzaklaştırma, koruma gibi tedbirleri hâlâ alıp alamayacağını merak ediyor ve soruyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tabii ki diğer kanunları yürürlükten kaldırmıyor ve bizlerin kadınlar açısından belirsizliği ortadan kaldırmak için bu mesajı yaygınlaştırmamız çok önemli. Ancak yıllardır bu denli gündemde olan bir konunun meclis gündemine dahi getirilmeden, bu alanda deneyimi ve sözü olan tarafları dışlayan bir şekilde dayatılarak, fikirler ve sesler yok sayılarak son noktanın konulması, istenildiği her an diğer yasaların ve haklarımızın da tehdit altında olduğu hissini pekiştiren, kaygıları artıran bir adım oldu.
Sözleşmeden çekilmek için kampanya yürüten gruplar, kararın hemen ardından 6284 sayılı Kanun, CEDAW ve Lanzarote gibi sözleşmelere karşı kampanyalarına devam etmeye başladılar. Sizce bu saldırılar nasıl geri gidişlere neden olacak?
Kadınlar olarak kazanılmış haklarımızın tehdit altında olduğu bir dönemi aslında yıllardır yaşıyoruz diyebiliriz. İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar epeydir gündemdeydi. Oysa İstanbul Sözleşmesi Türkiye açısından imza törenine ev sahipliği yapılan, ilk imzacısı olunan, hatta yıllarca ilk imzacısı olmakla övünülen ve bu sayede uluslararası arenada bir prestij kaynağı olarak da kullanılan bir sözleşmeydi. Aynı iktidarın şimdi sözleşmeye karşı bu tavrı son 10 yılda Türkiye’de politik olarak nasıl bir dönüşüm geçirdiğimizi ve kadınlar açısından nasıl bir noktaya geldiğimizi de gösteriyor. İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalar sürerken, kadınlar olarak bir yandan nafaka hakkı, 6284 sayılı Kanun, kürtaj hakkı, erken evlilik adı altında çocuk istismarının yasallaştırılması gibi birçok konudaki saldırılara karşı da mücadele ettik ve etmeye devam ediyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının bu şekilde alınması ve duyurulması kadın ve LGBTİ+ haklarının karşısında duran grupları cesaretlendirdi ve seslerinin daha da yükselmesine neden olacaktır. Sözleşmeden çekilmenin yöntemi ve çekilmeye dair resmi açıklamada gösterilen gerekçeler nedeniyle kadınlara ve LGBTİ+lara karşı ayrımcılık ve nefret söyleminin artacağını düşünüyoruz. Kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair yükümlülüklere uymayı taahhüt etme ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için gereken önlemleri almayı söylemsel düzeyde de olsa kabul etme noktasından, bugün geldiğimiz yer İstanbul Sözleşmesi’nin ve bizlerin savunduğu kavramların meşruiyetinin açıkça ve resmi olarak yok sayılması oldu. Ancak koşullar değişse de mücadele baki, haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
Kadın Dayanışma Vakfı 1990’ların başından beri kadına yönelik şiddet alanında mücadele eden bir kadın örgütü. 30 yıl boyunca Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede atılan adımlar ve geriye gidişleri düşündüğünüzde bu kararı farklı görüyor musunuz?
Hem evet hem hayır. Kadın ve LGBTİ+ haklarına karşı ilk saldırı, kazanılmış haklarımızın elimizden ilk alınışı, ilk geri gidiş değil. Siyasi pazarlıklar için iktidarın, siyasi partilerin, çeşitli grupların kendi çıkarlarına göre kadınları koz olarak kullanması da yeni değil. Bir yandan da son yıllara hakim olan, kazanılmış haklarımıza saldırılar bağlamında baktığımızda oldukça sert ve bu alanda şimdiye kadar emek vermiş, mücadele sergilemiş herkesi ve her şeyi yok sayan bir hamle. Toplumun genelinde İstanbul Sözleşmesi’ne dair olumsuz bir görüş hakim değilken, çoğunluk sözleşmeden çıkılmasını desteklemiyorken, bazı grupların desteğini sağlama almak için bir gece yarısı adeta baskın yapar gibi alınan bir karar. Meclis tarafından oybirliğiyle onaylanan bir uluslararası sözleşmeden geceyarısı yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla çıkılması yalnızca iktidarın kadına yönelik şiddetle mücadeleye bakışına değil, ülkedeki politik atmosfere ve demokrasiye dair de çok şey söylüyor.
Siz bundan sonra mücadele hattınızı nasıl kurmayı planlıyorsunuz? Kadınlara çağrınız var mı?
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı önümüze düştüğünden beri herhalde tüm kadınların hisleri karmakarışık. Aynı anda hem mutsuzluk ve çaresizlik hem çok yoğun bir öfke hem de büyük bir dayanışma ve bundan gelen umutlu olma halini bir arada yaşıyoruz. Kararın duyurulduğu 20 Mart gününde birçok şehirde kadınlar büyük bir hızla örgütlenip sokağa çıktı, çıkmaya da devam ediyor. Her gün dünyanın neredeyse her yerindeki kadınlardan dayanışma mesajları ve açıklamaları geliyor. Türkiye’de 20 Mart’tan beri kadınlar neredeyse uyumadan bütün enerjilerini ve vakitlerini buna ayırmış halde çalışıyorlar. Bu saldırılar karşısında kendimizi her zaman güçlü hissedemeyebiliriz, ancak şunu unutmamak lazım, İstanbul Sözleşmesi bizim ortak mücadelemizin bir sonucu, sözleşmenin tüm maddeleri kadınların ve LGBTİ+ların cinsiyet eşitsizliğiyle ve şiddetle mücadele deneyimlerinden hareketle yazıldı. Bugünlerde bir daha hatırlatmak gerekiyor ki, AİHM 2009’da verdiği “Opuz v. Türkiye” kararı ile ilk kez bir taraf devleti, yani Türkiye’yi bir kadın cinayetinden sorumlu tutarak, devleti cinsiyet temelli ayrımcılık ve yaşam hakkı ihlalinden mahkum etmiş ve ülkede kadına karşı erkek şiddeti konusunda gerekli uygulamaların mevcut olmadığına karar vermişti. Bugün cinsiyete dayalı şiddet konusunda tüm dünyada içtihat niteliğinde görülen “Opuz v. Türkiye” davası kararı, İstanbul Sözleşmesi’nin temellerini oluşturmuştu. Kadınlar açısından Türkiye’de ve dünyada bu sözleşmenin ve mücadelemizin temellerini oluşturan mevcut eşitsiz durum değişmiş değil. Bu sözleşme biz kadınların mücadelesinin bir vesikası elbette ama kaldırılması, durdurulması, feshedilmesi, adına her ne diyeceksek diyelim, mücadelemizin yenilgiye uğradığı, yarıda kaldığı anlamına gelmiyor. Öncelikli amacımız İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararının aslında nasıl da hayatlarımızın, haklarımızın yok sayıldığı bir zihniyetin ürünü olduğunu göstermek, çünkü İstanbul Sözleşmesi biziz. Diğer yandan bu kararın hukuksuzluğunu tüm topluma gösterebilmek de önemsediğimiz noktalardan. Daha sonra, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılsa bile bunun Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadeleyle ilgili diğer yasaları yürürlükten kaldırmadığını, kadınların halen 6284 sayılı Kanun gibi yasalardaki haklarından faydalanabileceğini, daha da önemlisi kamu kurumları çalışanlarının bu kanunlardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda olduklarını hatırlatmak olacak. Haklarımıza ve yaşamlarımıza yönelik bu saldırılar karşısında bizler tabii ki hiçbir zaman susmadık ve susmayacağız. Hiçbir saldırı kadın dayanışmasını yok edemiyor, edemeyecek. İstanbul Sözleşmesi’nden de haklarımızdan da vazgeçmeyeceğiz.