Avrupa Konseyi projesi olarak karşımıza çıkan insan hakları eylem planında, kadına yönelik şiddet alanında eylem taahhütlerine ilişkin, bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin adının bile geçmemesi dikkat çekiyor.
Cumhurbaşkanı tarafından, 2 Mart’ta bir basın açıklaması ile özellikle birinci kuşak temel hak ve özgürlüklere ilişkin “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklandı. Planda öne çıkan başlıklar arasında, kişi hak ve özgürlükleri, ifade hürriyeti, mağdur hakları, din ve vicdan özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi, son birkaç yılda sistematik ihlaller ile karşılaşmış alanlar var.
Avrupa Konseyi üye ülkelerde, insan haklarının güçlendirilmesi ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarının uygulanabilirliğinin sağlanmasına ilişkin olarak ortaya çıkan insan hakları eylem planı, herhangi bir toplumsal hareket kampanyasının sonucu olmaması, karar vericiler ile toplumsal hareketler arasında bir diyalog sürecinin (hâlâ kanalları varsa bile) kitleselleşmiş veya kamusal olarak görünür olmaması nedeniyle birçok açıdan “birdenbire hayatımıza insan hakları eylem planı girdi” duygusu uyandırdı.
İnsan hakları eylem planlarına ilişkin geçmiş belgeleri incelediğimizde ve açıklanan planın içeriğine baktığımızda, birbirini tekrar eden, halihazırda yasal olarak uygulanabilirliğinin önünde politik engellerden başka bir bariyer olmayan bir düzenleme ile karşı karşı olduğumuzu görebiliyoruz. Bu nedenle sosyal medyada açıklanan planın, yasal bir reformdan daha çok, “niyet beyanı” olup olmadığı sorgulandı.
İnsan hakları temelinde, hak sahibi ve hakkı ihlal eden, ihlal etme gücü olan iki taraf ve bu iki tarafta uzun yıllara dayanan güvensizlik ortamı varsa, bu, planın hiç okunmadan siyasi olarak yorumlanmasına yol açabilir.
Bu yazıda, açıklanan insan hakları eylem planında kadına yönelik şiddet ve taahhütlere, geçmiş yıllarda açıklanan plan ve taahhütlerin uygulamasına genel bir bakış ile notlar almak istedim.
Tutarsızlık örneği: Kadına yönelik şiddete karşı insan hakları eylem planları
Kadına yönelik her türlü şiddet ve toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığın önlenmesi hakkında en geniş uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin tarihi Türkiye’de topyekün bir tutarsızlığa dayanıyor.
Türkiye’nin, AİHM tarafından, bir kadının yaşama hakkını koruyamaması nedeniyle[1] uluslararası hukuk alanında utandırılan ilk ülke olması sonrası İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de, kadına yönelik şiddetle mücadelede yegane metin kabul edilmesi (2012 yılı), alkışlanması, ilk imzacı ve taraf ülke olunması ile başlayan bu tarihin hükümet tarafında hazin, kadın hareketi tarafında tüm hesapları şaşırtan, kadın dayanışması ile örülü şahane bir sonu var; İstanbul Sözleşmesi hâlâ yürürlükte.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olduğu aradan geçen dokuz yılda, 6284 sayılı şiddet yasası dışında, herhangi bir yasal uyum çalışması olmadığı gibi son yıllarda, sözleşmeden çıkma, sözleşmeye çekince koyma gibi tartışmalar ile, sözleşme, kadınlara karşı tehdidin somut aracı haline geldi.
Avrupa Konseyi projesi olarak karşımıza çıkan insan hakları eylem planında, kadına yönelik şiddet alanında eylem taahhütlerine ilişkin, bir Avrupa Konseyi sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin adının bile geçmemesi dikkat çekiyor. Oysa taraf olduğumuz bir uluslararası sözleşme, 6284 sayılı şiddet yasasından daha kapsamlı ve uluslararası insan haklarının korunmasına ilişkin bir eylem planı açıklanmasında öncelikli olarak referans verilmesi gereken bir metin değil midir? Bu referansın verilmemesi, diğer bir deyişle, İstanbul Sözleşmesi’nin adının dahi anılmaması, son dönemde, kadınların yaşam haklarını korumak için hukuk mekanizmalarına erişmesine engel olmak isteyenlerin birleştiği zemini oluşturuyor. İstanbul Sözleşmesi’nden hareketle, kadınların yaşamı ve güçlenmesinin yanında olanlar ile karşısında olanların bir tarafgirlik zemini bu aynı zamanda. Bu tarafgirliğin, insan hakları eylem planına da yansımış olması, daha baştan, yukarıda değindiğim niyeti sorgulatmaya yetiyor.
Bir uluslararası sözleşmenin tam anlamıyla uygulanabilirliğinin sağlanması, özellikle sözleşme kapsamı, iç hukukta mevzuat uyumlaştırmaya yönelik somut düzenlemeler içeriyorsa, en kısa süre içinde gerekli yasal değişikliklerin yapılmasıdır.
İnsan hakları eylem planından somut faaliyet olarak öne çıkan başlıklar şöyle;
- Eşe karşı işlenen suçlarla ilgili kanunda öngörülen cezayı artıran sebepler, boşanmış eşi de kapsayacak şekilde genişletilecektir.
Türkiye’de hukuk sisteminin her köşesine yayılmış bir evlilik temelli ayrımcılık söz konusu. Eski ceza kanunlarında evli kadınlara işlenen cinsel suçların nitelikli sayılması, 4320 sayılı eski şiddet yasasında koruma kararlarının sadece evli kadınlar tarafından alınabilmesi gibi cinsiyetçi ve ayrımcı yasal düzenlemeler ortadan kaldırılmış olsa da, hâlâ belirli hukuki düzenlemeler bakımından evlilik statüsü temelli ayrımcılık devam ediyor. Bugün bu kadınlar arasında evlilik statüsüne dayalı ayrımcılık biçimi en çok da, evlilik yardımı, çocuk yardımı, çalışma ve aile hayatının uyumlaştırılması adı altındaki düzenlemelere ilişkin olarak sosyal haklar bakımından geçerli.
Kadın cinayeti davalarında da bu ayrımcı bakış açısı alenileşiyor. Failin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alıp almayacağının ölen kadının davranış biçimi, karakteri, hakimlerin cinsiyetçi düşünce dünyasına göre kötü muameleyi, ölümü hak edip etmediği gibi kriterlerin başında, evlilik statüsü de yer alıyor. Yani failin öldürdüğü kişinin karısı olması cezada ağırlaştırma sebebi. Çünkü insan karısını hiç öldürür mü? Boşanmış olmak, hiç evlenmemiş olmak, birlikte yaşıyor olmak, hakimlerin hak etmeyen kadın kalıbının dışında olduğu için, yasalar, uluslararası sözleşmeler çatlasa da patlasa da, kör gözüne parmak soksa da, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası layık görülmüyor faile.
Açıklanan insan hakları eylem planında, ceza kanunda değişiklik düzenlemesi ile, eşe karşı işlenen suçlarda öngörülen cezayı arttıran sebeplerin boşanmış eşi de kapsayacak şekilde olacağı yer alıyor. Düzenlemenin İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu olup olmadığına baktığımızda, kısmen uyumlu olduğunu, yine boşanma ile sonuçlanmış olsa da evlilik statüsünün hukuk dünyasında bir “fark” oluşturulduğunu, diğer deyişle bugün Avrupa Konseyi üyesi birçok ülkede hukuken tanınan “partnerlik” tanımının reddedildiğini görebiliyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nin 46. maddesi, cezayı ağırlaştıran nedenler arasında suçun, “eski, mevcut eş veya birlikte yaşanan birey ve aile fertlerine işlenmiş olmasını” kapsar.
- Boşanma sürecinde özellikle kadın ve çocukların örselenmelerini önlemek için uluslararası sözleşmelerdeki standartlar da dikkate alınarak mahkeme temelli aile arabuluculuğu müessesesi oluşturulacaktır.
Kadınların özellikle boşanmak istediklerinde şiddet gördüğüne ve şiddetin sonucu olarak öldürüldüğüne ilişkin birçok vaka göz önüne alındığında, boşanma sürecinde, kadın ve çocukların şiddet görmelerini engellemek ve can güvenliğini sağlamak, ideal koşullar altında son derece önemli bir politika.
Eylem planında yer alan bu hedefi, Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın diğer tüm politikaları, eylem planları, üçüncü kişiler (örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı) ile yaptığı protokoller ve özellikle boşanmaların engellenmesi, aile terapisi gibi konularda bütçenin tahsis edildiği alanlar ile birlikte incelediğimizde, ortaya çıkan soru şu oluyor; boşanma sürecinde kadın ve çocukların örselenmesi mi engellenecek yoksa, boşanmaların önlenmesi ve kadınların aile içinde basmakalıp rollere sıkışan evliliklerden kurtulamayacakları başka bir engel haline mi gelecek?
Aynı şekilde, hukuki uyuşmazlıkların çözümünde arabuluculuk ile ilgili olarak da, planda dikkat çeken “boşanma sürecinde özellikle kadın ve çocukların örselenmelerini önlemek için uluslararası sözleşmelerdeki standartların da dikkate alınarak “mahkeme temelli aile arabuluculuğu müessesinin oluşturulma planı” boşanma ve şiddet vakalarında bir tür “uzlaştırma” mekanizması olarak mı organize edilecek?
Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın, stratejik hedefleri arasında yer alan boşanmaların azaltılması, bakanlığın en somut faaliyet alanını oluşturuyor. Aile ve Boşanma Süreci Danışmanlığı kapsamında, 81 ilde Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri ve Sosyal Hizmet Merkezleri’ndeki uzman personel aracılığı ile ücretsiz olarak Boşanma Öncesi Danışmanlık Hizmeti, Boşanma Sürecinde Danışmanlık Hizmeti ve Boşanma Sonrası Danışmanlık Hizmeti olmak üzere üç aşamalı olarak verilmektedir.
Normal koşullarda, planlanan sağlıklı bir sistem olabilir. Ancak şiddetin bu kadar yaygın olduğu, evlilik içinde gerçekleştiği, şiddete karşı mücadelede atılan adımlar sembolik olarak hayata geçerken, kamu kaynaklarının ailenin güçlendirilmesi ile kadınların güçlenmesi arasında orantısız dağılımı üzerinden bir okuma yapmak gerekiyor ve plana karşı bu noktada da yargılarımız değişmiyor.
- Hastanelerde oluşturulan Kadın Destek Birimlerinin yaygınlaştırılması, savcılıklarda kurulan kadına karşı şiddet konusunda özel soruşturma bürolarının ülke genelinde yaygınlaştırılması ve şiddet mağduru kadınlara avukat görevlendirilmesi, Belge’nin uygulama döneminde hayata geçirilecek diğer çalışmalar olacaktır. Aile içi şiddet ve kadına karşı şiddetten kaynaklanan suçların etkin bir şekilde soruşturulması amacıyla kurulan özel soruşturma büroları ülke genelinde yaygınlaştırılacaktır.
Kadına yönelik şiddetle mücadele ile bugün tanışmıyoruz. Uzun yıllardır, yasalar, politikalar, araştırmalar Türkiye’nin tükenmeyen gündemi. Burada, idarenin yapılanmasına ayrıca değinmek gerekiyor. Taahhütleri, planları, yasaları uygulamak için mekanizmalar, uygulama ayağının olmazsa olmazları. Ancak her yeni plan açıklamasında, yeni bir idari yapılanma oluşturmak yerine, ya da bunun yanı sıra, var olan mekanizma ve yapıların, işlerliği, uygulama sorunları, gelişime açık yönleri, performansı, hesap verilebilirliği hiç mi sorgulanmaz? 2012 yılından bu yana, kadına yönelik şiddetle mücadele gibi bir ajandası olan hükümetin yeni bir siyasi proje olarak insan hakları eylem planı açıklamadan önce geride bıraktığı yaklaşık on yılın hesabını vermesi gerekmez mi?
2012 yılında, 6284 Sayılı yasa ile şiddetle mücadelede “tek kapı” olması amacıyla kurulan Şiddet Önleme İzleme Merkezlerinin (ŞÖNİM) dokuz yılda örgütlenmesinin tam olarak sağlanmamış olmamasından ne dersler çıkarıldığı ile ilgili tek bir değerlendirme olmaması, yeni kurulacak yapıların işlevini ister istemez sorgulatıyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin uygulama mekanizması olan GREVIO’nun son Türkiye raporunda, hükümete, ŞÖNİM’lerin tam olarak yapılandırılması, tek kapı ve multidisipliner bir anlayış ile yapılandırılması yönünde çağrısına ilişkin bir değerlendirme ve taahhüt yok.
Benzer şekilde, şiddet hattının (ALO 183) güçlendirilmesi, sığınakların kapasitelerinin artırılması ve sağladıkları hizmetin, 60 yaş üstü kadınlara ve 12 yaşından büyük erkek çocuğu ve engelli çocukları olan kadınlara da hizmet verilmesine ilişkin çağrıları da eylem planında boşluğa düşüyor.
Eylem planında yer alan, bilgi edinme kurumunun güçlendirilmesi, şeffaflık ve bilgi edinmeye ilişkin yeni uygulamaya atıf da kadına yönelik şiddetle mücadelede istatistik veri toplamanın önemi bakımından nasıl yorumlanmalı? Kadın örgütleri tarafından yapılan bilgi edinme başvurularına, veri taleplerine yönelik, sıklıkla “bu konu özel araştırma ve çalışma gerektirdiğinden cevap verilmemektedir” matbu cevap uygulaması değişecek mi?
Yine de söz konusu faaliyet bakımından, hastanelerde destek birimlerinin oluşturulacak olması olumlu bir adım. ŞÖNİM’ler gibi yıllarca pilot faaliyet olarak kalan, görünüşte bir sandalye bir masadan ibaret bir başvuru odası gibi duran yerlerde olması gerekenin, gerçek anlamda veri toplayan, etkili soruşturmanın en önemli kanalı haline gelebilecek, cinsel şiddet kriz merkezi olarak çalışabilecek yapılar olduğunu da not olarak düşelim.
- Tek taraflı ısrarlı takip fiilleri ayrı bir suç olarak düzenlenecek ve böylelikle mağdurlara sağlanan güvence artırılacaktır.
Planda en somut, net ve tam olarak İstanbul Sözleşmesi ile uyumlu taahhüt ise, tek taraflı ısrarlı takip (stalking) eyleminin ceza kanununda suç olarak düzenlenecek olması.
Her ne kadar, ısrarlı takip, 6284 Sayılı Yasa’da, bir şiddet biçimi olarak tanımlanmış olsa da, ceza kanununda suç olarak düzenlenmemesi, sistematik olarak, kadınları tehdit altında bırakan bu fiillere karşı etkili ve caydırıcı mekanizmaların hayata geçirilmesinde eksik kalıyordu.
GREVIO raporunda da bu konu, İstanbul Sözleşmesi’nin bir gereği olarak yer almış, hükümetin, ısrarlı takip suçunun, ceza kanunda yer alan 96. madde (Eziyet), 105. madde (Cinsel Taciz), 106. madde (Tehdit), 123. madde (Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma) ve 134. madde (Özel Hayatın Gizliliğini İhlal) düzenlemelerinin karşıladığı savunusu yeterli görülmemiş, cinsiyet temelli bu özellikli ihlal biçimine yönelik spesifik bir düzenleme ve mekanizmanın gerekliliği dile getirilmişti. Bunun en önemli nedeni, toplumsal cinsiyet örüntüsü olan hak ihlali alanlarının, devletin pozitif yükümlülüğü prensibi gereği, detaycı düzenlemesinin gerekliliği.
GREVIO raporuna göre, güncel ve en sağlıklı verilere göre Türkiye’de kadınların %27’si hayatlarında en az bir kez ısrarlı takibe maruz kalıyor. Israrlı takip eyleminin, tehdit, belirsizlik, korkutma, sindirme, manipülasyon gibi özellikleri göz önüne alındığında, şikayet edilmeme, dolayısıyla suç araştırmaları bakımından siyah sayılar olarak kalmasının muhtemel olduğunu göz önüne alarak oldukça yüksek bir oran.
Eylemin suç tanımı, suç tanımı kapsamında fail ve mağdurun kim olduğu, ceza miktarı, diğer suç tipleri ile birlikte nasıl uygulanacağı gibi konular hakkında yasal düzenleme çalışmaları sırasında, kadın örgütlerinin deneyimlerinin toplanması olmazsa olmaz bir gereklilik.
Ve diğer
1 Mart 2014 tarihli, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesi Hakkında Eylem Planı’nda kısa vadede yerine getirilecek bir taahhüt olarak “aile içi şiddetten kaynaklanan suçların etkin bir şekilde soruşturulması ve kısa zamanda önlemlerin alınması amacıyla Cumhuriyet Başsavcılıkları nezdinde özel büroların kurulması” ve uygulayıcılara yönelik meslek içi programlar 7 yıl sonra yayınlanan bu insan hakları eylem planında da yer alıyor.
İnsan hakları eylem planları, uluslararası sözleşmeler ve yasaların uygulanmasına dair, bu hükümetin tarihini 2012 yılından (Fatma Şahin’in bakanlık dönemi ve 6284 Sayılı Yasa’nın yapım süreci) başlatacaksak toplama bir bakmamız gerekiyor. Bu toplamda, kadınların şiddetten korunmasına ilişkin söylem, söylem olmaktan öteye gidemiyor. İnsan hakları eylem planında “kadına yönelik şiddetle mücadele ve ailenin korunması” yer alırken, karşımızda belirli aralıklarla çeşitli özneler tarafından yükseltilen “İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı” söylemleri ve uygulamada polisin, hakimin, valinin, kaymakamın, idarenin, yerel yönetimin iradi ya da değil, başarısızlığı var.
İnsan hakları ve kadına yönelik şiddet konusunda çok basit bir matematik var, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğü ve uygulanması, kadınların şiddetten korunmasının temelidir ve bu, değişmez, orasından burasından çekiştirilmez bir gerçektir.
[1] Bkz. AİHM’in Türkiye’yi mahkum ettiği Nahide Opuz Kararı.