Kadınlar ve kız çocukları, sömürüye dayalı emek ilişkilerinin tanzim edildiği, şiddet ve öldürülme tehdidi ile yaşadıkları ekonomik bir ünite olan aile denen kurumda, kendilerine biçilen toplumsal ve cinsiyete dayalı hiyerarşik iş bölümüne, rollere ve normlara göre yaşamadıklarında, kendilerine atanan görev ve sorumlulukları itaat ile yerine getirmediklerinde, ya da o algıyı verdiklerinde, sömürüye dayalı emek ilişkilerini kuran, yöneten ve bu ilişkilerden menfaat elde eden erkek egemenler tarafından tehdit olarak görülürler. Namus, bekaret, iffet, fıtrat, kutsal aile, mahrem, özel alan gibi kavramlar, sömürüye dayalı emek ilişkilerini düzenlemek, yönetmek, kontrol etmek, devamını sağlamak ve yeniden üretmek için, kadınların ezilmişliklerini ve kadın cinayetlerini meşrulaştırmak için kullanılan kavramlardır.
Türkiye’de ev içinde kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türlü şiddet ve cinayetlerin hepimizin bildiği gibi gün geçtikçe arttığını; bu cinayetlerin namus cinayetleri, töre cinayetleri, tutku cinayetleri, bireysel cinayetler, sosyal hastalık vb. gibi farklı şekillerde adlandırılıp, sunulduklarını; erkek katillerin, kadın ve feminist hareketlerindeki kadınların sosyal medya kampanyaları ve dava takipleri olmasa, tahrik indirimlerinden yararlandıklarını görüyoruz. Bu cinayetlerin altlarında çok farklı dinamikler yatsa ve bu cinayetleri anlamak için indirgemeci olmayan kapsamlı bir yaklaşım gerekse de, bu yazıda, bu cinayetlerin altlarında yatan maddi temellerin üzerinde durulmasının önemli olduğundan bahsetmek istiyorum.[i]
Ailenin sosyal bir kurum olduğu ve kadınların ve kız çocuklarının en çok da ev içindeki erkek aile üyeleri tarafından öldürüldükleri için bu yazıda aile kavramı üzerinden konuyu ele almak istiyorum. Christine Delphy’nin gösterdiği gibi, aile denen kurumu erkeklerin, kadınların emeklerine el koyup sömürmeleri üzerine inşa edilmiş birtakım emek ilişkilerinin düzenlendiği ekonomik bir ünite olarak görüyorum (Delphy & Leonard,1992:1). Her ne kadar Delphy’nin bazı yaklaşımları sorunlu olsa da, ailenin ekonomik bir sistem olduğu ile ilgili sunduğu bakış açısının, ev içinde kız çocukları ve kadınlara yönelik şiddetin maddi temellerinin belirlenmesinde önemli bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de ev içinde kadınlara ve kız çocuklarına yönelik olarak işlenen cinayetlere baktığımızda, karşımıza farklı eğilimler çıksa da, elimdeki verilere[ii] dayalı olarak tespit ettiğim, ki toplumun da aşina olduğu, en belirgin iki ana eğilim üzerinden konuyu tartışmak istiyorum: Geniş aileler içinde işlenen cinayetler ve çekirdek aileler içinde işlenen cinayetler.
Geniş aileler içinde kız çocukları ve kadınlara yönelik cinayetler
Geniş aileler içinde öldürülen kız çocuklarının ve kadınların oluşturduğu dosyalar ile ilgili olarak bu bölümde, özellikle son yıllarda töre cinayeti diye adlandırılan cinayet dosyalarından bahsetmek istiyorum. Zira amacım bu cinayetlerin her ne kadar bir bölgenin, Kürtlerin, kültürü ile açıklansa da, altlarında maddi temeller yattığını tartışmaya açmak.
Töre cinayeti olarak adlandırılan bu cinayetlere baktığımızda, kız çocuklarının ve kadınların ağırlıklı olarak erkek kardeşleri, erkek kuzenleri ve babaları da dahil olmak üzere geniş aile üyeleri tarafından öldürüldükleri, bu ailelerdeki evlilik pratiklerinin ağırlıklı olarak, kuzen evlilikleri ve berdelin de dahil olduğu, imam nikahı ile yapılan evlilikler oldukları görülür. Namus, yöresel gelenek gibi kavramların sıkça öldürülen kız çocuklarının ve kadınların bekaretleri ve iffetleri ile ilişkilendirildikleri de oldukça belirgindir.
Ekonomik bir ünite olarak aile, her bir aile üyesinin, cinsiyete dayalı, hiyerarşik bir iş bölümü aracılığı ile belli görevler, sorumluluklar, haklar ve yaptırımlarını tanzim eder. Deniz Kandiyoti (1988), tüm bu ilişkilerin, özellikle Sahra-altı Afrikası’nın ve Ortadoğu’nun Müslüman bölgelerinde de tespit ettiği gibi, kapitalist öncesi dönem tarım toplumlarındaki atayerli ve atasoylu geniş aile modellerinde klasik patriyarka yapısı içinde idame ettirilip düzenlendiğini gösterir. Buna göre, ailenin ekonomik bir ünite olarak hareket ettiği tarım toplumlarındaki geniş ailelerde, ailenin üretimi ve yeniden üretimi, ailenin ekonomik kaynaklarının, aile içindeki kadınların doğurganlık ve üreme haklarının, emeklerinin, ailenin tüketiminin, mülkiyet ve mirasın tam hakimi olmak, yaş ve cinsiyet hiyerarşisi ile klasik patriyarka sistemi içinde gerçekleşir (Kandiyoti,1997: 54-68). Bu sömürü düzeni, kız çocukları ve kadınların emeklerinin, cinselliklerinin, bedenlerinin, hayatlarının, şiddet ve öldürülme tehdidi ile, denetim ve kontrolü üzerine inşa edilmiştir. Dolayısı ile kız çocukları ve kadınlar tüm hayatları boyunca türlü şiddet ve öldürülme tehdidi altında yaşarlar ve mücadele için farklı stratejiler geliştirirler.
Kadınlar ve kız çocukları, sömürüye dayalı emek ilişkilerinin tanzim edildiği, şiddet ve öldürülme tehdidi ile yaşadıkları ekonomik bir ünite olan aile denen kurumda, onlara biçilen toplumsal ve cinsiyete dayalı hiyerarşik iş bölümüne, rollere ve normlara göre, onlara atanan görev ve sorumlulukları itaat ile yerine getirmediklerinde, ya da o algıyı verdiklerinde, sömürüye dayalı emek ilişkilerini kuran, yöneten ve bu ilişkilerden menfaat elde eden erkek egemenler tarafından tehdit olarak görülürler. Namus, yöresel gelenek gibi kavramlar, sömürüye dayalı emek ilişkilerini düzenlemek, yönetmek, kontrol etmek, devamını sağlamak ve yeniden üretmek için, kadınların ezilmişliklerini ve kadın cinayetlerini meşrulaştırmak için kullanılan kavramlardır.
Ancak bu ilişkiler sosyal değişimden, ekolojik, ekonomik, politik ve teknolojik alanlardaki değişimlerden etkilenir (Moghadam, 2003). Sonuç olarak kadınlara verilen roller ve statüler, ekonomik kaynaklara erişimler ve ev içi üretim tarzı dönüşüme uğrar. Bu değişimler aynı zamanda klasik patriyarkanın yapısını da etkiler. Eskiden ailenin sahip olduğu kaynakların yönetiminde karar verici olan geniş ailenin reisi için bu, bir kriz anlamına gelir (Kandiyoti, 1988). Savaş, çatışma,yoksulluk ve zorunlu göç, maddi koşullarda zorluklar ve değişikliklere sebep olduğundan, bunlar da mevcut ilişkileri bozduğundan, ev içindeki kız çocuklarının ve kadınların kontrol ve denetimleri daha elzem hale gelir.
Buraya kadar olan kavramsal tartışmalar rehberliğinde bir örnek vermek istiyorum. Bu dosyalardan birinde,14 yaşındaki A öldürülmeden önce, ailenin erkeklerine ait olan bir tarlanın mülkiyet hakkı ile ilgili anlaşmazlığı gidermek amacı ile, amcası tarafından amcasının oğlu ile evlendirilmek suretiyle tarlanın mülkiyet hakkının geniş ailenin erkekleri arasında kalması sağlanmak istenmiştir. Fakat ne zaman ki A’nın babası bu evliliğe razı gelmemiş, o vakit A’nın amcası tarafından A’nın bakire olmadığı söylemi ortaya atılmış ve A’nın, ailenin namusunu kirlettiği gerekçesi ile öldürülmesi istenmiştir. A, birden fazla kez zorla bekaret testine tâbi tutulmuş, öldürülmesini önlemek amacı ile babası tarafından tanımadığı bir adamla evlendirilmiş, gerdek gecesi kanlı çarşafı bakire olduğunun ispatı için evin dışarısına, herkesin görebildiği şekilde asılmıştır. Tüm bunlara rağmen A’nın amcası ve onun oğullarının A’nın babasını ikna etmesi sonucu A, evlenmeyi reddettiği kuzeni tarafından öldürülmüştür (Dosya 37).
Çekirdek aileler içindeki kadın cinayetleri
Çekirdek aile yapısı içerisinde yaşayan kadınların ise ağırlıklı olarak kadınların evli oldukları, boşanma aşamasında oldukları ya da boşanmış oldukları erkekler tarafından öldürüldüklerini halihazırda biliyoruz. Bu kadın cinayetlerini derinlemesine incelediğimizde, evlilikleri süresince çoğu kez ev kadını olan maktul kadınların, öldürülmeden önce evli oldukları erkekler tarafından uzun süreye yayılan, özellikle de fiziksel ve ekonomik şiddete maruz kaldıklarını, yani erkeklerin iddia ettikleri gibi cinayetleri bir anda işlemediklerini, kadınların ise içinde bulundukları sömürü ve şiddet ortamı ile ilgili sanık erkeklere herhangi bir eleştiri getirdiklerinde, sorguladıklarında, diyaloğa girmek istediklerinde, itaat etmediklerinde, direnç gösterdiklerinde, boşanmak istediklerinde ve de şiddetten kurtulmaya çalıştıklarında öldürüldüklerini görüyoruz.
Türkiye’de özellikle kapitalist dönüşümle beraber, kentleşmiş alanlarda yaygın olan kapitalist patriyarkal üretim sistemi içinde, genellikle çekirdek aile ortamlarında, kadınların bedenleri, cinsellikleri, emekleri ve hayatları üzerindeki denetim ve kontrol geniş ailenin erkek üyelerinden, evlilik yolu ile, evli oldukları erkeklere geçmiştir. Kadınlardan, en iyi ihtimalle karın tokluğu karşılığında, evli oldukları erkeklere tam itaat etmeleri, şiddet gördüklerinde kaçmayıp suçu kendilerinde aramaları, şiddet gördükleri erkeklere çay yapıp münasip bir dille sormaları, hayatlarının, bedenlerinin, cinselliklerinin ve emeklerinin üzerindeki kontrolü evli oldukları erkeklere vermeleri beklenir.
İslamcı neoliberal kapitalist patriyarkal sistemin getirdiği sosyal politikalardan da görüldüğü üzere, kadınların sadece ev içi ücretsiz emeklerine el konulmaz. Ev işleri gibi ücretsiz emeklerinin yanısıra, çocuklar haricinde geniş ailelerindeki yaşlılara, hastalara, engellilere de ücretsiz bakım hizmetlerini üstlenmeleri gibi görev ve sorumluluklar da atanarak devletin yerine getirmediği sosyal güvenlik kadınlara yüklenmiştir.
Kadınlar bu rol, görev ve sorumlulukları yerine getirdikleri ölçüde islamcı neoliberal kapitalist patriyarkanın, kadınların sömürülmeleri üzerine inşa ettiği yapı sağlamlaşıp devam eder, toplumsal cinsiyete dayalı hiyerarşik iş bölümü, roller ve normlar pekiştirilerek ve yeniden üretilerek, arzu ettikleri toplumsal inşa ve düzen sağlanır. Bu sebeplerden ötürü devlet, aileye “kutsal”, “mahrem”, “özel alan” diyerek müdahale etmez. Bu alanı ve kadınların ve çocukların (özellikle de kız çocuklarının) kontrolünü kadınların erkek aile üyelerine bırakır.
Kadınlar kendilerine biçilen toplumsal ve cinsiyete dayalı iş bölümünü reddettiklerinde, içinde bulundukları sömürü düzenine itaat etmediklerinde, boşanmak istediklerinde ise erkekler ve kapitalist patriyarka için bir tehdit oluştururlar ve öldürüldüklerinde de katil erkekler değil de öldürdükleri kadınlar suçlanırlar.
Bu kavramsal açıklamalar ışığında iki tane örnek vermek istiyorum. İncelediğim yüzlerce kadın cinayeti dosyalarından tespit ettiğim üzere, hayatta kalan maalesef çok az kadın var. Aşağıda vereceğim bu örnekleri hayatta kalan kadınların dosyalarından seçtim. Zira hayatta kalıp da mahkemede ifade veren mağdur kadınların ifadelerini mahkemeler, eğer sanık erkeklerin işlerine yaramayacaklar ise, kâle almıyorlar.
İstanbul’da geçen bir olayda, 25 yaşındaki C’nin, altı yıldır resmi nikahla evli olduğu sanık erkekten uzun süredir şiddet gördüğü için polise şikayet etmek amacıyla defalarca kez karakola gidip dilekçe verdiği, boşanma davası açtığı, çocukları ile bir apartmanın kapıcı dairesine taşınıp apartmanın hizmetini görerek geçimini sağladığı; işsiz sanığın ise, kendisine boşanma davası açılmış olmasına rağmen, C’nin taşındığı eve, C evde yokken girerek, C’yi defalarca kez bıçaklayarak öldürmeye çalıştığı bu olayda mahkeme, mağdur kadın C’nin ifadelerini ciddiye almamıştır. Fakat, “Ben fal baktırdım, senin üç yıldır dostun varmış” diyerek C’yi öldürmek maksadı ile bıçaklayan erkek sanığa tahrik ve iyi hal indirimleri vermiştir (Dosya 4).
Gaziantep’te, uzun süredir işsiz olan sanık erkeğin, 14 yıldır evli olduğu eşi M’nin, kendisine “Sen çalışmıyorsun” dediği için küçük düşürdüğü ve tahrik ettiği gerekçesiyle M’yi öldürmek amacıyla M’ye kesici aletlerle saldırmış olduğu dosyada, mahkeme, sanık erkeğin işlediği cinayete teşebbüsten pişman olmadığını söylemesine rağmen, tahrik ve iyi hal indirimleri vermiştir (Dosya 3).
Bu ve benzeri kadın cinayetleri (ve cinayetlere teşebbüsleri) gösteriyor ki, karın tokluğu için evlendikleri erkeklere muhtaç ettirilen kadınların herhangi bir şekilde ev içindeki ekonomik sorunları dile getirmeleri, şiddet görmek istememeleri ya da boşanmak istemeleri bile evli oldukları erkekler tarafından otoritelerine, erkekliklerine birer tehdit olarak algılanmakta ve kadınların kendilerine karşı geldikleri, tahrik ettikleri bahaneleri ile işledikleri cinayetleri meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Sonuç
Türkiye’de ev içindeki kadın cinayetleri farklı isimler ile adlandırılsa ve bu şekilde meşrulaştırılsa ya da etnikleştirilerek en azından kağıt üzerinde gayri-meşrulaştırılsa da, bu cinayetlerin altlarında, kadınların ezilmeleri üzerine inşa edilmiş maddi temellerin olduğunu anlatmaya çalıştım. Kadın cinayetlerinin farklı tanım ve kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılması, bu sömürü düzeninin devam etmesi ve yeniden üretilmesinde ve devletin kız çocuklara ve kadınlara karşı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri (özellikle her türlü şiddet ve aile içi şiddeti önleme; koruma ve destek; soruşturma, kovuşturma, usul hukuku ve koruyucu tedbirler alanlarında) yerine getirmediği gerçeğinin üzerini örtmede, kamuflaj olarak kullanılmaktadır (Koğacıoğlu, 2004).
Halihazırda zaten uygulanmayan İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek için verilen çaba bu lens ile de okunmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile islamcı neoliberal kapitalist patriyarkal devlet, erkek vatandaşları ile aralarındaki erkeklik sözleşmesini, kız çocuklarının ve kadınların (ve Lgbt+’ların) canları pahasına, yenilemek istemektedir.
* Bu yazı 12 Haziran 2020 günü London School of Economics’te gerçekleşen “Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Politik Ekonomi” atölyesi bünyesinde yapılan sunumdan derlenmiştir.
Kaynaklar
Acar-Savran G. & Demiryontan, N. T. (2008). Kadının Görünmeyen Emeği: Maddeci Bir Feminizm Üzerine. Istanbul: Yordam Kitap.
Bora, A. (2005). Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İflası. İstanbul: İletişim Yayınları.
Dedeoğlu S. & Yaman Öztürk, M. (2010) Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye Örneği. İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları.
Dedeoğlu, S. & Elveren, A.Y. (2012). Gender and Society in Turkey: The Impact of Neoliberal Policies, Political Islam and EU Accession. London: I.B. Tauris.
Delphy, C. and Leonard, D. (1992). Familiar Exploitation: A New Analysis of Marriage in Contemporary Western Societies. Cambridge: Polity Press.
Durbaş, B. (2016). Gender, Culture, Family and State: A Case Study of Honour Killings in Turkey, Unpublished PhD Thesis. University of Sussex.
Kandiyoti, D. (1988). Bargaining with Patriarchy. Gender and Society, 2(3), 274-290.
Kandiyoti, D. (1997). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler. Istanbul: Metis.
Koğacıoğlu, D. (2004). The Tradition Effect: Framing Honor Crimes in Turkey. differences: A Journal of Feminist Cultural Studies, 15(2),119-151.
Moghadam, V. M. (2003). Modernising Women: Gender and Social Change in the Middle East. London: Lynne Reinner.
[i] Bu yazıda sadece ev içinde, erkek aile üyelerinin kız çocuklara ve kadınlara yönelik işledikleri cinayetler ele alınmıştır. Türkiye’de son yıllarda gerçekleşen kadın cinayetlerinde yeni eğilimler olduğu görülmektedir. Münevver Karabulut, Özgecan Aslan, Şule Çet, Nadira Kadirova, Pınar Gültekin ve Duygu Delen gibi kadın cinayetleri, kadınların ailelerinin erkek üyeleri tarafından değil de, tanımadıkları erkekler, erkek arkadaşları, ayrıldıkları eski erkek arkadaşları, reddettikleri erkekler ve erkek patronlarının işledikleri cinayetler olarak, Türkiye’de erkeklerin işledikleri kadın cinayetlerindeki yeni eğilimlerden biridir. Bu konu başka bir yazıda daha detaylı ele alınacaktır.
[ii] Bu makale, Türkiye’nin tüm bölgelerinde gerçekleşen yüzlerce kadın cinayeti dosyaları ile ilgili olarak yaptığım uzun yıllara dayanan saha araştırmalarım ve akademik çalışmalarım doğrultusunda yazılmıştır.