Tuğba Tekerek, 2023’te yayınlanan kitabında üniversitelerin AKP için önemli bir siyaset aracı ve alanı olduğunu ve birçok toplumsal hamleyi bu vesileyle hayata geçirdiğini gösteriyor.

Tuğba Tekerek’in Taşra Üniversiteleri – AK Parti’nin Arka Kampüsü isimli kitabı 2023’te yayınlandı. Gazetecilik ve bilgi edinmenin zorlaştığı böyle bir dönemde sekiz yıllık bir araştırmanın ürünü olan bu kitap üniversiteler üzerinden yıllara dayanan AKP siyasetinin bir dökümü. Tekerek, üniversitelerin AKP için önemli bir siyaset aracı ve alanı olduğunu ve birçok toplumsal hamleyi bu vesileyle hayata geçirdiğini gösteriyor. Seçim hamlesine dahi dönüşebilen üniversitelerin tarihini bilmek bugünün Türkiye’sini öğrenmek açısından çok önemli.

Araştırma AKP politikalarına dair çok çeşitli veri sunuyor. Tuğba Tekerek AKP’nin YÖK’ten KHK’lara köşe bucak genel düzenlemelerini dökmüş, sekiz yıl boyunca üniversite hamlelerini incelemiş ve Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Giresun Üniversitesi, Yalova Üniversitesi ve Bingöl Üniversitesi’ni seçerek dönemin devlet üniversitesi projesine odaklanmış, öğrenci ve çalışanlarla görüşmeler yapmış. AKP’nin otoriter, neoliberal, İslamcı birçok hamlesinin üniversiteler aracılığıyla nasıl yaygınlaştığı, merkez olmayan iller, ilçeler ve taşrada bunun nasıl uygulandığı ve örgütlendiğini okumak çok çarpıcı. AKP’nin 2006 itibariyle başlattığı “her ile bir üniversite” projesinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmişken başarıya ulaştığını söylemek uygun düşer. Artık kalitede, haklarda, mimaride, sosyal gelişmede, güvenlik anlayışında aynılaşmış değilse bile ortaklaşmış bir Türkiye üniversitelerinden, Boğaziçi’nden, ODTÜ’den, Giresun’a, Ağrı’ya, Yalova’ya söz etmek mümkün gibi görünüyor. İlk bakışta yüksek eğitimin yaygın niteliksizleşmesi olarak yorumda bulunabileceğimiz, bu Türkiye’de Cumhuriyet (ve muhtemelen dünya) tarihinde çok hızlı üniversiteleşme, Tekerek’in incelemeleriyle AKP iktidar politikalarına dair detaylı bir veri sunuyor. 2006’da ivme kazanan ve sistematikleştirilen bu politikayı bugün üniversiteye giren neslin 2000 sonrası doğan kuşak olduğu bilgisiyle okumak ve şimdiye dair sonuçlar çıkarmak gerekir.

Bu araştırmanın okumayanlar için aktarımı zor. Büyük bir emeğe, bilgi ve araştırmaya dayanıyor. Bunun içinde, öğrencinin taşrayı kalkındıracak tek müşteri profili olarak görülmesinden, akademik personelde ilgili bölümün mezunu ve hatta akademik kariyeri olmayan ortaöğretim hocalarının dersleri vermesine kadar akıl almaz sayıda fazla skandal var. Okunan bölümün malzemesinin tedarik edilmediği, yaşanan ortamın akademik çalışmaya köstek olduğu onlarca üniversiteden söz ediyoruz. AKP’nin muhafazakar İslamcı siyasetinin hem akademik müfredatı hem yönetimi hem öğrenci hareketliliğini ne kadar tabandan şekillendirdiğini görmek de sarsıcı. Ben bu kısa yazıda üniversite öğrencilerinin politik hareketliliğine denk gelen bir dönemde ilk kez kitabı okumam vesilesiyle kendi deneyimim[i] olan yerden birkaç şey söylemek ve kitabı hatırlatmak istiyorum.

Türkiye’de 2024 TÜİK verilerine göre eğitim süresi kadınlar için 8.5, erkekler için 10 yıl. Üniversite okuma oranlarının ise son yıllarda sıçradığını görüyoruz. Nesiller gençleştikçe okuma oranı artıyor. Kadınların da yükseköğretim öğrencilerinin yarısını oluşturduğu söyleniyor. Bunun ardında, AKP’nin, 2006 itibariyle başlattığı projesinin sonucu olarak, son yıllarda ülkede 200’ü aşkın üniversite sayısına varması olduğu kadar, sınav sistemindeki değişiklikler, eksi puanla üniversiteye kayıt yapabilmek, açıköğretim kayıtlarında dünyanın ilk sıralarında olmak gibi, kitabın da tek tek açıkladığı birçok sebep var. Üniversite öncesi eğitimin niteliği de elbette bütünlüklü bakışta bu durumun içinde yerini alıyor. Peki, cinsiyet eşitsizliği söz konusu olduğunda, bu kadar çok -taşra ve her il dahil olmak üzere- üniversite açılması, kadınların bu üniversitelerde okuması, yine TÜİK verilerine göre yüzde 30’ları geçmeyen kadın istihdamı da düşünüldüğünde kadınların eşitlik mücadelesi açısından ne gösterir? TÜİK verileri yükseköğretim mezunu kadınların istihdamda kaldığını, yani o yüzde 30 açısından anlamlı bir yer teşkil ettiğini de gösterirken. Tuğba Tekerek derinlemesine girmese de bu konunun üzerinden atlamıyor ve çeşitli açılardan kız çocuklarının eğitimde kalması ve kadınların kamusal hayata katılmasında bu niteliksizleşmiş ve eşitsizlikte yeni sorunlar da üreten kurumsal eğitim yapılarını sorgulama alanı olarak açıyor.

Üniversitelerde cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik temel adımlardan biri cinsel tacizi önleme birimleri. Kitapta eksik olan bu kısma değinmenin önemli olduğunu düşünüyorum. 2015’te Suphi Altındöken’in üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ı öldürmesi sonrası birçok üniversitede cinsel tacizi önleme birimi kurulma teşebbüsü oldu. Türkiye’de üniversitelerde idari birimler olarak cinsel tacizi önleme birimlerinin kurulma tarihi 2010’lara dayanır. YÖK 2015’te üniversitelere YÖK Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Belgesi göndermiş, bu belge, hem bu alanda çalışacak birimleri hem dersleri hem de üniversite çapında cinsiyet eşitsizliğini önleyici çalışmaları destekleyici nitelikte olmuştu. Taşra üniversitelerinin veya yeni kurulan vakıf üniversitelerinin bu alandaki çalışmaları da bu belgeye sırtını yaslıyordu. 2010’larda başlayan, kısa adı “CTS Çalıştayı” olarak geçen üniversite birimlerinin senede iki kere bir araya gelerek sorun ve çözüm alanlarını tartıştığı ve deneyim aktarımı yaptığı birliktelik de böylece kalabalıklaşıp büyümüştü. Yani kitapta sözü geçen toplumsal cinsiyet eşitliği derslerinden daha çeşitli olarak, hem önleyici faaliyetler (öğrencilere farkındalık eğitimleri, atölyeler, akademisyen ve idari personelle çalışmalar) hem cinsiyet eşitsizliğine yönelik yasa ve yönetmeliğin de öngördüğü şekilde başvuru ve şikayet mekanizmalarının çalışması hem de bu alanda faaliyet gösteren üniversite birimlerinin yan yana gelmesinden söz etmek mümkündü ve 2025 Türkiye’sinde de bu çalışmalar zor koşullarda hâlâ kişilerin emekleriyle devam ediyor. 2019’da önce MEB sonra YÖK üzerinden “toplumsal cinsiyet” kavramının yasaklanması dalgası başladı ve projeler durduruldu, YÖK Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Belgesi’ni web sitesinden çekti, üniversitelerin toplumsal cinsiyet çalışan birimlerinin adına “aile” getirildi. 2019’da Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisi Ceren Damar bir öğrenci olan Hasan İsmail Hikmet tarafından öldürüldüğünde, artık devlet kurumları toplumsal cinsiyet üzerinden açıklamalar yapmayı bırakmıştı. YÖK nezdinde cinayet toplumsal cinsiyetten uzaklaştırılarak ve güvenlikleştirilerek ele alındı. 2021’de, açıktan LGBTİ+ düşmanlığının yüksek siyaset sahnesinde ifade edildiği ve İstanbul Sözleşmesi’nin böylece hedefe alındığı, sonuç olarak da cumhurbaşkanı kararıyla ülkenin uluslararası sözleşmeden çekildiği bir zamana vardık. Fakat bu yıllar aynı zamanda, ÜniKuir’in örgütlenme olarak başını çektiği, yani örneğin Boğaziçi Üniversitesi’nde kulüp olması engellenen BÜlgbti+ topluluğu gibi, LGBTİ+ grupların çeşitli üniversitelerde önceki yıllarda olmadığı biçimde yaygınlaştığı döneme denk düşüyor. 30’u aşkın üniversitede LGBTİ+ örgütlenmesi şu anki baskı koşullarında varlığını sürdürüyor. Ayrıca, üniversitelerde feminist topluluklar başta üniversite içinde cinsel tacize karşı çıkmak üzere mücadele vermeye devam ediyor. Öte yandan, 2022’de AB kaynaklı Horizon Europe, üniversitelere Erasmus hibesi alabilmeleri için GEP (Gender Equality Plan – Cinsiyet Eşitliği Planı) oluşturmaları şartı koydu. Bu, birçok üniversite için “kopyala yapıştır” plan olarak düzenlense de, yine, harekete geçmek isteyenler için bir zemin oluşturuyor. Kısaca, Türkiye’de son yılların baskı alanlarından biri olan toplumsal cinsiyet etrafında yürütülen çalışma ve mücadelenin üniversitelerde kitapta anlatıldığından çok daha çeşitli ve ısrarcı olduğunu söyleyebiliriz.

Kitapta kadın öğrencilerin üniversiteye katılımının yüksek olmasına rağmen, akademisyen ve karar verici pozisyondaki kadınların sayısının eksikliği de vurgulanmış. Bunu elbette Türkiye’de her sektörde görmek mümkün. Karar alıcı, yönetici, kariyerinde ilerlemeyi başaran kadınların sayısı, kadın yoğun sektörlerde bile erkeklere göre etkileyici bir şekilde düşük. Üniversiteler de kadın çalışanların başka sektörlere göre çok olduğu çalışma alanlarından. Ama hem taşra siyaseti içinde hem de AKP’nin kadrolaşmasının hakim olduğu bir sistemde zaten dezavantajlarla istihdama erişebilen kadınların şansı erkeklere göre daha az olabiliyor. Ancak yine de, öncelikle kız çocukları için, iyi bir eğitim almasalar ve türlü ayrımcılıklarla karşılaşsalar da, yurt, üniversite kampüsü, sosyallikler, eğitimin gerekleriyle kamusal hayata dahil oldukları bu üniversite koşullarının, eşitsiz muamele gördükleri bu hayat içinde önemli bir çıkış, beklenmedik bir hamle oluşturduğunu görmek gerekli. Kitaptaki karamsar yapısal tabloyu karmaşıklaştıran bir durum bu; kişilerin/kadınların bireysel emekleri ile bu alanları zorlamasının hayatlar üzerindeki dönüştürücü gücünün peşine düşmekte fayda var.

Tüm bunları 19 Mart 2025 sonrası öğrenci hareketiyle de birlikte düşünmeli. Özellikle “parlak üniversiteli çocuklar” diye ayrıştırmadan ama geleceksiz, güvencesiz olmakta ve niteliği kaybolan bir eğitim almakta ortaklaşan ve belli örgütlenmelerden gelmeyen öğrencilerin ses çıkarmasını bu bağlamda kavramak önemli. Ve burada köklü diye ifade edilen üniversiteler üzerinden değil sadece, AKP’nin kendi yaygınlaştırdığı kamusal kurumsal yapılarda neler olduğunu anlamak gerekiyor. Bu niteliksizleşen, AKP siyasetinin örgütlediği üniversite modelindeki en önemli başlıklardan biri de artan güvenlikler, disiplin soruşturmaları, cezaevi veya dava tehditleri. Siyaset tartışmalarının üniversitelerde gittikçe güç hale geldiği aşikar. Tüm bu toplamda sesini çıkaran, başka bir hayat istediğini söyleyen, şiddete maruz kalan ve cinsiyet eşitliği mücadelesi veren üniversite öğrencilerinin yükselen sesini anlamlandırmak için Tuğba Tekerek’in kitabına tekrar bakmanın zamanı.

[i] Boğaziçi Üniversitesi’nde 2016-2021 yılları arasında Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu Ofis Koordinatörü olarak çalıştım ve genel olarak deneyimim ile kastım elbette daha genel bir cinsiyet eşitliği mücadelesi. Kitap çok sayıda toplumsal meseleye değiniyor ancak ben bu kısacık hatırlama yazısında bir alana odaklanarak fikir geliştirmek istedim.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.