Pandemiden dolayı evlere kapanırken işlevselliği daha da artan ve bir o kadar da içinde barındırdığı türlü saçmalıklara bizi daha da maruz bırakan kitle iletişim araçları, bizlerin de saçmalıklara katkıda bulunmamızı sağlayabiliyor.
2020’ye favori olarak seçtiğim challenge kelimesiyle girdim, hayat sağ olsun challenge öyle değil böyle olur diyerek geldi [1]. Yine. Sonra fark ettim ki ikinci bir favori kelimem daha var, çok kullanıyorum, kafamı çevirdiğim her yerde onu görüyorum; ondan büyük bir mücadeleyle uzaklaşmak, kaçmak, kurtulmak istiyorum: saçmalık. Üçüncü sırada da sorumsuzluk geliyor. O da zaten yazının sırtını yasladığı yer. Korona sürecinde saçmalıklar başını alıp gidince dayanılmaz hale geldi, bu meseleye biraz değinmek istedim. Neydi bu saçmalıklar? Karışık örneklerle anlatmaya çalıştım. Yazıyı, karşılaştığım saçmalıklara varoluşsal bir başkaldırı olarak da okuyabilirsiniz.
Saçmalıklar diyarı
Saçmalık; yeri ve değeri olmayan söz, davranış içinde olma, abukluk, abuk sabukluk, abuk subukluk, absürtlük (TDK). Öncelikle böyle bir hakkımızın olduğunu, hepimize “saçmalama hakkı”nın verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hepimiz değeri olmayan sözler kullanabiliriz, zaman zaman “yersiz” davranabiliriz, türlü abukluklar içine girebiliriz… Var olan yüklerden, düşüncelerden uzaklaşmak, rahatlamak, gülmek, eğlenmek için; bazen saçma-lık (absürt) en iyi ifade şeklimiz olduğu için ya da bize güç verdiği için, belki de canımız sadece saçmalamak istediği için. Kimse kimseyi bu konuda da yargılama hakkına sahip olmasa gerek. İlgilendiğim nokta daha çok bilmediğimiz konular üzerine konuşurken aldığımız şekillere, saçmalamanın manipülasyon gibi etkileri ve sonuçları ağır olabilecek yöntemlerle ilişkisine, bizi bu saçmalıklara iten motivasyonlara dair.
Pandemiden dolayı evlere kapanırken işlevselliği daha da artan ve bir o kadar da içinde barındırdığı türlü saçmalıklara bizi daha da maruz bırakan kitle iletişim araçları, bizlerin de saçmalıklara katkıda bulunmamızı sağlayabiliyor. Bu saçmalıkları yayabiliyoruz, onlarla birlikte düşüncelerimize yön verebiliyoruz. Bazı şeylere aşinaydık, mesela herkesin her şeyde uzman olması gibi. Gördüğüm kadarıyla herkesler her şeylerde daha da uzmanlaştı. Herkes her şeyden anlıyor. Herkes her şeyi biliyor. Sanki herkes herkesmiş gibi. Kim bu herkes?
Bir insanın bu dünyada yaşadığı süre boyunca her şeyi bilebilmesi mümkün mü? Benim bilmediğim çok şey var ve olacak; ama o bilmediğim konularla ilgili bir uzman edasıyla konuşursam saçmalama ihtimalimin çok çok yüksek olacağını “biliyorum”. Peki neden bu kadar zorlanıyoruz bu kelimeyi kullanmakta? Bilmiyorum demek neden bu kadar zor? Bu kelime bizde hangi noktaya temas ediyor, neyi tetikliyor? Gerçekten öğrenmek gibi bir derdimiz var mı? Herkesin bu sorulara vereceği cevaplar farklı olacaktır, ben buraya bırakıyorum. Diğer yandan bir konuya dair bilgi sahibi olanları da başka dertler sarabiliyor. Böyle zor zamanlardan başka bir kariyer yaratma, kendini insanların gözüne sokma gibi davranışlar ortaya çıkabiliyor. Şöhret olma isteğiyle yanıp kavrularak kanıtlanmamış ya da zaten var olan bir bilginin yeni keşfedilmişçesine paylaşılması gibi sorumsuzca -bir o kadar da komik- diyebileceğimiz davranışlara maruz kalabiliyoruz. Sosyal medya fenomeni olmanın gerektirdikleriyle (insan neden fenomen olmak ister, bu da ayrı bir merak konusu benim için) hareket ederek günlük hayatın getirdiği sıradan insan davranışlarının, doğal ihtiyaçların bile dalga geçildiği enteresan hallere bürünüyoruz. Bu hallere eşlik ediyoruz. Siz hiç osuran birini görmediniz mi? Mesela kendinizi?
Önümüzde tamamen saçmalıktan ibaret olduğunu düşündüğüm bir tablo var. Gittikçe ne yaptığımızın değil, ne kadar reklam yaptığımızın önemli olduğu bir manzara oluşuyor. Siyasette de, kimin PR’ı daha yüksekse onun kıymetli işler yaptığını, kıymetli şeyler söylediğini düşünüyoruz. Ayrımcılık, damgalama, dikizleme, ihbarcılık gibi tehlikeli ve yanlış tutumları eleştirenler, bu “hataları” daha sık yapar ya da bunları normalleştirir hale geldi. AKP’nin çok iyi yaptığı bir şey var/dı; çok şey söyleyerek hiçbir şey söylememek. Artık AKP’ye gerek yok biz varız. Yeni değil elbet, fakat tarihi zamanlardan geçiyoruz. Bunu hatırlatmalı mı? Tecavüz edenler, kadınları katledenler, çocukları istismar edenler serbest bırakılıyor [2]; çocuklar öldürülüyor [3], dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da ev içi şiddet artıyor [4], hayatlarını savunan kadınlar, kadın vekiller cezaevlerinde ölüme terk ediliyor, kadın cinayetleri son sürat devam ediyor, işsizlik yine önce kadınları vuruyor, kadınların talepleri [5] böyle bir zamanda bile sendikalarda, “muhalif” örgütlerde tepki verilmediği sürece yerini alamıyor ve bunlar olurken ne anti-feministlik son buluyor ne de koltuk kavgası. İktidar yandaşları sokağa salınırken; gazeteciler, siyasi tutsaklar için “ölsün” denirken; yaşamak için, şarkı söyleyebilmek için taleplerini sıralayan müzisyenlerin yüzüne bile bakılmazken; sağlık çalışanlarının içinde oldukları hal ortadayken; fırsat bu fırsat diyerek doğanın talan edilmemiş yerlerine de göz dikilirken; çalışmak zorunda olmak- işsiz kalmamak gibi buraya sığdıramayacağım fazlasıyla sorunumuz varken bir muhalefet düşünün, sosyal medya eyleminde bile bir araya gelemesin. Haklı olarak şu soruyu sorasım geliyor: politikanızı onur üzerine mi kuruyorsunuz, erkeklik gururu üzerine mi? İkisi arasında epey fark var çünkü.
Dizilerin, filmlerin, belgesellerin gündemimizi daha da meşgul ettiği bir dönemde yapılan yorumların da rengi değişiyor. Epey ilginç. Olaylar olaylar, kavgalar gürültüler… bir yana, bakıyorum ve: Bir senaryo yazacağım, ne yazdığımı biliyor olacağım, neden yazdığımı biliyor olacağım ve bunu da anlatacağım mesela… Röportajlarım olacak bir tıkla ulaşılabilir. Birileri de çıkacak diyecek ki “Yooo, hayır. Sen onu o yüzden değil, bu yüzden yazdın. Yanlış anlamışsın.” Dikkat ederseniz nasıl olmuş; olmuş mu, olmamış mı, beğendin mi, beğenmedin mi şeklinde bir yaklaşım değil bu. Sonra mesela o birilerinden birileri sinema ile tiyatro ile ilgili işler yapmaya devam edecekler. Neden olmasın? Oluyor. Burası Türkiye, pardon Twitter, adeta bir saçmalıklar diyarındayız.
Tercihler, hayat ve saçma-lık
Daha önce yazdığım birkaç yazıda özellikle bahsettiğim bir “bilgi” meselesi vardı. Bilginin anlamsızlaştırıldığı, bilginin ve bilenin değersizleştirildiği bir tarihe tanıklık ederken çevremizden insanların da bu yanlışa dolaylı ya da bilerek sebep olabildiklerine değinmek, bunu görünür kılmak istemiştim. Her konuya dair bir fikir beyan etmek zorunda olduğumuzu da düşünmüyorum. Özellikle bilgi kirliliğinin her alanda yaygın olduğu bir zamanda kelimeleri tasarruflu kullanmak, temkinli olmak hepimiz için daha faydalı olacak. Kelimelerin gücüne inanıyorum. Bilgiye değer veriyorum; ancak onu kutsallaştırmıyorum da. I am sorry about that [6].
Manipülasyon her alanda karşılaşabildiğimiz bir yöntem. Politikada, finans sektöründe, duygularda, psikolojide… Üstelik çeşitleri çok. Kadınların erkekler tarafından manipüle edilmesi diye bir durum var ki, o ayrıca incelenmeli. Manipülasyondan etkilenme eşiği birçok etkene göre azalabilir ya da yükselebilir. Bu etkenlerden birinin de bilgi/sizlik olduğunu söyleyebiliriz ve bizler, biliyoruz dediğimiz ya da bildiğimizi sanarak kurduğumuz her temelsiz cümlemizle bir başkasının hayatında zorluklar yaratıyor olabiliriz. Bir başkasında yaralar açıyor olabiliriz. Bir başkasının yaralarını deşiyor olabiliriz. İnsanları kendinden şüphe eder hale getirebiliriz. Farklı zorluklarla baş etmeye çalıştığımız böyle zamanlarda yapılan ya da yapılmayan her şey daha az, daha zor unutulur. Bu, başka türlü bir sorumluluk taşımamız gerektiği anlamına geliyor.
Oxford İnternet Enstitüsü yaptığı araştırmayla devletlerin interneti nasıl manipülasyon aracı olarak kullanıldığına dair bir rapor yayımlamıştı yakın zamanda [7]. Türkiye hariç değil [8]. “Araştırmada aralarında Türkiye’nin de yer aldığı, ‘bilişim propagandası uygulayan otoriter ülkeler’ olarak sınıflandırılan 26 ülkede halen hükümetlerin insan hakları ihlallerini ve muhaliflerin tepkilerini gizlemek için sosyal medyada yanıltıcı propaganda yürüttüğüne işaret edildi. Türkiye’nin ‘orta kapasitede internette yanıltıcı propaganda yapan ülkeler’ arasında yer aldığı belirtiliyor. Bunun her biri 500 kişiden oluşan ekipler tarafından yanıltıcı sosyal medya kampanyaları ile yapıldığı kaydediliyor. Yurt dışında operasyon yapmak için de bazı sosyal medya ekiplerinin kullanıldığı bilgisine yer veriliyor.” Kadın kurumları, örgütler ya da bireyler özellikle aile, nafaka, boşanma vb. gibi konularla ilgili kadınlardan yana paylaşımlarda bulunulduğunda Twitter’da manipülasyonlara, saldırılara nasıl maruz kalındığını bilirler. Sosyal medyada tartışma yürütürken de bu manipülasyonlarla karşı karşıya kalabiliyoruz ama bu pek umurumuzda olmuyor sanırım. Bu bilgiyle hareket etmek Facebook, Twitter gibi mecralarda birbirimizle kurduğumuz iletişimimizde yer alan “yeri ve değeri olmayan sözleri” azaltabilir belki.
Keyifle okuduğum bir makale var [9]. Albert Camus ve Friedrich Nietzsche gibi isimlerin saçma bağlamındaki görüşlerini merkeze alarak sinemayla ilişkilendirilen bu makalenin giriş kısmından bir alıntı:
“Saçma kavramına edebi ve düşünsel yazınında merkezi bir konum veren Camus, bu kavramı açıklamak için mitolojik bir figürden, Sisifos’tan yararlanmıştır. Sisifos, yaşamaya duyduğu güçlü arzu nedeniyle Hades’i alt edip tanrıları aşağıladığı için sırtındaki kayayı Olympos Dağı’nın tepesine çıkarma cezasına çarptırılır. Sisifos’un yazgısı, hiçbir sonuca ulaştıramadığı bu eylemi sonsuza dek yinelemek haline dönüşür. Dolayısıyla, Sisifos’un yazgısı, amacına erişmek üzereyken sürekli düş kırıklığına uğramaktır.
Sisifos’un yazgısına trajik bir özellik kazandıran ve onu saçma kavramında bir dayanak noktası haline getiren özelliği ise, yalnızca sonsuz acıya göğüs germekle yetinmeyip eylemlerinin bir sonuca varmaksızın yineleneceğinin farkında olması, içinde bulunduğu durumun ‘saçma’lığının bilincine varmasıdır. Camus’nün yorumuyla Sisifos; ‘Tutkularıyla olduğu kadar sıkıntısıyla da uyumsuzdur. Tanrıları hor görmesi, ölüme kin duyması, yaşam tutkusu, tüm varlığı hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu anlatılmaz işkenceye malolur. Yeryüzünün tutkuları için ödenmesi gereken ücrettir bu’. Ancak her ne kadar, içinde bulunduğu durumun umutsuzluğunu kavramış olsa da, Camus’ye göre, Sisifos ‘bu korkunç işkenceden’ haz duymakta, ‘bilincinin verdiği sevinçle bir çeşit mutluluğa, umutsuzluğun mutluluğuna’ erişmektedir.
Dolayısıyla, insan varoluşuna ait ağır bir yükü sırtlayıp sonsuza dek taşımaktan yılmayan Sisifos’un açığa vurduğu durum, meydan okuyup saçmalığın bilincine varmakla gerçekleştirilen yazgının, kişiye pişmanlık vermemesi gerektiğidir. Çünkü somut hiçbir kazanım elde edemeyeceği eylemlerini, ‘Sisifos’un kayası’ gibi kendi nesnesi kılan uyumsuz insan, çekmekle yükümlü olduğu ebedi sıkıntıya ilişkin düşündüğü zaman, kendisi üzerinde egemenlik kuran tüm ‘putlar’ın üstesinden gelmektedir. İnsan, kendi yaşamının amaçsız ve anlamsız doğasıyla kuşatılmış olsa da, onurunun ve kişiliğinin önüne koyduğu tek yolun, kendisini çevreleyen katı gerçekliğin dayattığı zorunlu yükü taşımak olduğunun bilgisine erişmektedir.”
Etrafımızı, bizi saran saçmalıklardan kurtulmak için bir çabaya ihtiyacımız olduğu kesin. Bireysel olarak da, toplumsal olarak da ve ikisi birbirinden bağımsız değil. Ben çabaya dair motivasyonu dışarıdan sağlayabilenlerden değilim genel olarak. Belki Sisifos daha iyi anlatır. Konuyla ilgili bir temel nokta için Sisifos örneğine bakılabilir.
Son söz olarak, kendini seven herkes bu mecralarla arasına mesafe koymalı diyorum. Run![10]
[1] Cümlenin bana hatırlattığı şarkı oldu kendisi: “Hayat sana teşekkür ederim” https://www.youtube.com/watch?v=Wp50FlHfCs4
[2] 156 Kadın ve LGBTİ+ örgütünden ortak bildiri: İnfaz yasası sonrası devlet sorumluluklarını yerine getirip acil önlemler almalı: https://t24.com.tr/haber/156-kadin-ve-lgbti-orgutunden-ortak-bildiri-infaz-yasasi-sonrasi-devlet-sorumluluklarini-yerine-getirip-acil-onlemler-almali,873404?fbclid=IwAR007Bwh2t_q1fmFJVD1sybFKVA0_X-ByzCkWIsi9wZokTuIoxKefxvaMOg
[3] Çok yakıcı bir haber. Evli olduğu kadını bıçakladığı için cezaevine giren, kısa bir süre önce de tahliye edilen erkeğin ilk yaptığı, “baba” olarak 9 yaşındaki kızını döverek öldürmek oluyor: https://tr.sputniknews.com/turkiye/202004211041878969-esinin-bogazini-kestigi-icin-tutuklanan-adam-tahliyesinin-ardindan-9-yasindaki-kizini-doverek/?fbclid=IwAR3WhenH7g3tvm1_Cd6xl9_CB4YLBWx6iN2mBSSsPhcJNFuNr5EbEZK_nzs
[4] Koronavirüs günlerinde ev içi şiddet artıyor: Kadınlar şiddetten korunmak için neler yapabilir? https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-52208017
[5] Korona Günlerinde de “Kadınlar Birlikte Güçlü” (https://twitter.com/kbguclu) ; 162 Kadın ve LGBTİ+ örgütünün imzasıyla talepler: https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=849542882213905&id=162287497606117
[6] Bizim büyük çaresizliğimizden sadece biri: https://youtu.be/CP4v-nCImVs
[7] The Global Disinformation Order 2019 Global Inventory of Organised Social Media Manipulation: https://comprop.oii.ox.ac.uk/wp-content/uploads/sites/93/2019/09/CyberTroop-Report19.pdf
[8] Devletlerin yeni manipülasyon aracı: İnternet https://www.dw.com/tr/devletlerin-yeni-manipülasyon-aracı-internet/a-50610175
[9] Varoluşa Ait Bir Gerçekliğin Betimleyicisi Olarak “Saçma” ve Amerikan Sinemasında İfade Biçimleri: http://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/261404
[10] Çoook sevdiğim Phoebe Waller Bridge’nin yapımcılarından olduğu ve az da olsa oyuncu olarak da yer aldığı yeni bir dizi: “Run” https://bantmag.com/phoebe-waller-bridge-ve-vicky-jonesun-son-harikasi-rundan-yeni-fragman/