Koğuştaki acil durum butonları ya ara ara çalışıyor ya da hiç çalışmıyor, ne yapacaksınız? Kapıları yumruklaya yumruklaya sesinizi onlara duyuracaksınız. Durum ne kadar acilse o kadar yumruk, o kadar çağırış gerekli.
Aşağılayan, aşağılanan, hakaret edilen, döven, dövülen, memurlar her zaman ilk muhatabınız, ilk başvuru merciiniz, dışarıyla ilk bağınız. Cezaevinde ilk onlarca karşılanıyorsunuz; üstünüzde onların eli geziniyor, dilinizin altına üstüne onlar bakıyorlar. Avukata, notere, açık ve kapalı görüşe onlar getirip götürüyor; kantinden aldıklarınızı, gelen mektuplarınızı, kıyafetlerinizi, kitaplarınızı onlardan alıyorsunuz. Dilekçelerinizi, yıkanması için çamaşırlarınızı onlara veriyorsunuz. Sayı tam çıkana kadar bağırış çağırış sizi onlar sayıyor. Hasta mısınız? Acil müdahale gerektiren bir durum mu var? Koğuştaki acil durum butonları ya ara ara çalışıyor ya da hiç çalışmıyor, ne yapacaksınız? Kapıları yumruklaya yumruklaya sesinizi onlara duyuracaksınız. Durum ne kadar acilse o kadar yumruk, o kadar çağırış gerekli. Revir dedikleri aile sağlığı merkezi aslında; aile hekimi var. Kaç tane olduklarını bilmiyorsunuz ama sadece mesai saatleri içinde orada olduklarını biliyorsunuz. Akşamları ve haftasonları ayılsanız da bayılsanız da gidebileceğiniz bir revir yok. Memurlar elindeki tansiyon aletleriyle ölçüm yapıp bir muhatap bulmanın sakinleştiriciliğini veriyorlar tutsaklara. Ancak intihar teşebbüsleriniz, kendinizi kan revan içinde bırakan kesikleriniz yanıklarınız kampüse çıkmanız için ikna edici oluyor. Binlerce tutsağın, otuz bin deniyor, barındığı bu koca şehrin hastanesi var biliyorsunuz. Duvarlarla, demir kapı ve parmaklıklarla döşenmemiş olsa bağımsızlığını ilan edebilecek bir şehir. Yeryüzünde, gözlerden uzakta, kapatılmış ama en çok izlenen şehirlerden biri oldukça güvenli. Sokaklarında Şirinler’den devşirme muhafızlarını sesinizle yakalamaya çalışıyorsunuz işte. “Memur Hanım” diyen varsa da “memurum, memurum” çağrısı daha çok işitiliyor. Talebinize göre, duygunuza göre, tınısı değişiyor memurumların. Talep edildikten sonra, “sokakta görsem selam vermeyeceğim tiplere burada memurum çekiyoruz” serzenişi ve ah vahları “valla ya” diyerek onaylanıyor tutsaklarca. Tutsak polis ayrıcalık bekliyor memurlardan. Beklediği, aslında daha çok hakettiğini düşündüğü ayrıcalık kendisine bahşedilmemişse hem memur yüzlerine hem tutsaklara yüksek sesle duyuruluyor: “Sen benim astımsın, polis olamamış, memur olmuşsun, burada tutsağız ya bana böyle davranabileceğini sanıyor, ben izin verir miyim? Ağzını aç dedi bana ben de tam yüzünün ortasına yaklaşıp aa diye bağırdım. Çorabını ters düz et dedi ben de burnuna soktum.” Kendisinin onlarla denk olmadığını hem memurlara hem tutsaklara kahkahalarla hatırlatıyor. Kahkahalara eşlik eden sokakta görse memura selam vermeyecekleri, acaba bunlara kim selam verecek diyenler izliyor. İzleyenleri de izleyenler var. Herkes herkesi izliyor.
Sokaklardan haberler, koğuş dışına çıkanlar vasıtasıyla odalara kadar doğru ya da yanlış yayılıyor hemen; “bir koğuşta memuru iyi dövmüşler”, “lezbiyen koğuşunda var ya üç memurun içinden geçmişler”, “hangisini dövdüler acaba?”, “kesin haketmiştir”, “iyi olmuş”, “bizim koğuşa dua etsinler”, gibi karşılamalarla detaylar öğrenilmeye çalışılıyor. Fiziksel özellikleriyle tarif edilen memurlar cisme bürünüyorlar, isimsiz bir şirin olmayı aşarak kanlı canlı insan oluyorlar. Tarifle tanınır hale geldi mi infaz memuru, hakkında konuşulmaya başlanıyor. “Kesin, odur”, “yok, o iyi bir memur”. Koğuş çoraklaştıysa üzerine konuşulacak bir şey kalmadıysa bazen, hava durumuna başvurur gibi memurların dedikodusu buluşma yeri. Zaman geçtikçe infaz memurları önce görev yerleriyle biliniyor, kütüphane memuru, mektup memuru, kantin memuru.. Daha sonrasında da ismen. Geçen zaman ve duvarların zorunlu kurdurduğu organik ilişkilenmelerle memurların mavisi çeşitleniyor. Tutsaklarla ilişkilerine kendi öznelliklerini katarak mavinin tonunu değiştiriyor memurlar. İlacınızı o memur versin istiyorsunuz, o kantin memuru göreviyle ilişkili ihtiyacınızı aklında tutar, eksiğinizi getirir; o kütüphane memuru mesai bitmeden kitaplarınızı yetiştirir, “haftasonumu kurtardınız” teşekkürünü sessizce alır. Aynı mekanın ve görülmesi gerekli işlerin ister istemez geliştirdiği insan insana ilişkiler, yasak ve yasaksız renkleri aşmaya gebe hep. Amma velakin biliyorsunuz doğum dokuz ay. Zaman lazım. Olur da bu zaman çok geçmişse, insan insana ilişkiler aldıysa renklerin hiyerarşisini, düşünülmüş gereği; uzun süreli mahkumların ve infaz memurlarının yerleri değişmeli.
Öznelliğin sirayet etmesi kadar zaman, temas ve en çok da gönüller yoksa duvar içinde duvar gibi kum bejinde belirgin tutsak ve tutmasaklar arasındaki fark. Demir kapının önünde ya da arkasında olmak farkından kaynaklanan ve bu yüzden de haklı bulunan kuruma çakılı sınırlar, en küçük aşımda yükseliveriyor. Azıcık aşım dahi baş ağrıtır. Bir şekilde memura direnciniz olursa, hakarete hakaret ederseniz, aşağılarsanız memuru, tutanak altına alınır. Artarsa tutanaklarınız aşamalı bir şekilde etkinliklere katılım yasağından hücreye konmaya kadar cezalandırılırsınız. Kurumun gücüne toslarsınız. Odanın duvarlarından başlayarak milim milim daralır cezaevi. Yürürken cezaevi sokaklarında bir tutsak bir memurun kendisine inatla “biç” diyen tutsağı, kameranın kör noktasına çekip “sensin biç” eşliğinde tokatladığını anlatır koğuşa. Bir memurun başka bir tutsakla şakalaştığına şahit olabilirsiniz. Kimisinin yüzü hep asıktır, kimisinin hep sakin. Birine gülerken birine had bildirir gibi envai çeşit insanlık halleri. Sizden önceden beri tutsak olanlar tutsakların kavgalarını ayırırken arada kalan bir memurun fırlatılan kaynar suyla haşlandığını aktarır. Kollarını kesmiş bir kolunda tendonunun kendini dışarı attığı tutsağa memurun “intihar mı edeceksin gel” derken saçını çekip ilk müdahaleyi yaptığını duyarsınız. İlaç içerek intihara teşebbüs etmiş kim bilir kaç yıla hükmedilmiş mahkuma “ne oldu, ne canını sıktı?” diyen memurları da dinlersiniz. Ne yapacaklarını ne yapmamaları gerektiğini bilmeyen mavili kadınlar karşısında ne oldukları yüzlerinden tiplerinden ve hal ve hareketlerinden özetle bedenlerinden okunmaya çalışılan renkli kadınlar. “Eşgal tipi var” deniyor. Suçlu olana, suçlu olabilecek olana. Bazı suçlar bazı eşgallere denk. Herkes beden okuyor, memurlar da haliyle. Bedeninize atanan suça göre veya bedeniniz daha gelmeden cezaevi ve koğuşa duyulmuşsa isnat edilen suçunuz ona göre davranılır. Size nazik davranıyorsa memur şaşırabilirsiniz buna. Altında bir gariplik sezer, “kim olduğumu mu biliyor?” diye sorarsınız. Birkaç cümle sonra anlaşılır. Başka suçla karıştırılmış tipiniz. Bilindik eşgallerden ayrı düşüyorsanız da tanımlanamayan cisminiz ne fazla hor görüye ne de çok nezakete maruz kalırsınız. Renkler mesafeyi koruyor. “Siz niye buradasınız? Düzgün birine benziyorsunuz.” deyişlerinde mesafeyi kırpmak istiyor kimi memur, kimi avukatlar. Yamuk bulunmuyorsanız sohbete açıklar. “Bu akşam ne kadar sessiz” diyor tutsak koridoru arşınlarken memura. “Sus kız nazar değirme” diyor masada oturanlar. “Eyvah tüh benim gözüm kemdir” diyor kadın da. Bir tutsak soruyor memura “abla hadi biz burdayız da siz neden burdasınız?”, “Ben de bunu sorguluyorum kaç haftadır”, “Ekmek parası” diyor başka tutsak, memur da onaylıyor. Başka bir akşam sokak plastik yanığı kokuyor. “Bir yer mi yandı?” sorusuna “Yine yaktılar” diyor bıkkın. Bazense aralarında söyleniyorlar vurulan demir kapı seslerine, çığlıklara “Kudurdular iyice bugün”. “Ne var ya, ne var?” diye bağırıyor kapı ardına. Kapıdan ses geliyor “Memurum çekpaaaas” gülüyorsanız saklamanız gerek.
Cezaevinin bir sokağında müdürün odası var. Karşı duvarda yan yana beklemeniz gerek. Sohbete kapılıp da, biliyorsunuz konuşmak yasak, birbirinizin karşısına geçerseniz “kızlaaar karşı karşıya değil yan yana” ikazını duyar, iyi halliyseniz hemen kulak asarsınız. Biri ayakta değil yere çökerek beklemeye başlıyor. Bir uyarı daha: “müdür odasının önündesin, ayağa kalk!” kalkıyor kadın. Memur kuralı hatırlatmanın katılığını hafifletmek için belki soruyor ardından, “sen yeni doğum yapmıştın değil mi?” “Evet, enfeksiyon olmuş yaralarım, ona çöktüm”, “bebek kimde peki?”, “annemde” memur uyarana kadar konuşursunuz. Sıradakilerden biri sorar, “ne zamandı doğum?”, “iki ay”, “ee izin vermediler mi? Çok küçük bebek” “iki hafta ben de bebek de yoğun bakımda kaldık sonra aldılar hastaneden.” Bir buçuk yıldır kaçıyormuş hükümden, doğum için mecbur gitmiş hastaneye, jandarma beklemiş kapısında. “E, yeni doğum, erteleme?” “Hüküm giydiğimden süt iznim var da şimdi başka suçtan, uyuşturucudan buradayım. İçiyorum yalan yok, ama ben satmıyorum, arkadaşımın evini bastıklarında oradaydım.” Sessizlikle cevap verilirken müdür odasına yeni bir isim çağırılıyor. İçeri girerken öteki, konuşmaya devam. Soruyor doğurmaktan yaralı kadın sıradakilere, “Sizin koğuşta tutanak yiyen var mı? Yatırırlar mı ceza verip?”, “Cezalar azdan çoka.. Suça göredir bir de. Ne yaptın?”, “Birini dövdüm koğuşta, bir bebeğin annesini”, “Niye dövdün ki?”. Şaşırıyor takdir görmediğine, gözlerini büyütüp, “çocuğuna tecavüz ettirmiş” diyor. “Öyle de cezaevinde zaten, yargıç olacaksa herkes, seni de döven çıkar uyuşturucu satıyorsun diye”. Hoşuna gitmiyor, konuyu değiştiriyor, cevap olamadı korkusuna. “E tutanak ne olur?”, “Bilmiyoruz” diyorlar. İlk tutanaksa çok olmaz cezan, yok verirlerse disiplin cezası, yatarsın cezanın üstüne bir ceza.” Bahsi geçen anne barındırılmamış hiçbir koğuşta, hücredeymiş şimdi; arayanı, soranı, parası, sigarası yokmuş. Memur ikazıyla tek sırada düşüyorsunuz koğuş yoluna. Koğuşların kapısı önüne bırakılıyorsunuz kapıyı açacak memuru beklemek üzere. Eşgalinizi sohbete değer bulan memur bir yandan kapıyı açarken bir yandan da “bitse de iş bir masaja gitsek” diyor. Yorgunluktan şikayetçi hepsi. Beş yüz kişilik hapishane olmuş bin yüz yetmiş kişi, daha olacakmış bin beş yüz yetmiş kişi. “Bizden az sizden çok, iş desen yok yok.” Açılıyor kapı, içeri, kafeslerine girecek tavuklar, yetti gezdikleri “çıksak biz de siz gibi şu kapıdan”, “olur o da sabredin”. Ah, çok haklı eline yazan sabrı. Tavuklar tahliyeee bağırışına kadar tüneyecekler. El mahkum, göz kem. Bedenlerine sahip olabilirler ama ruhlarına asla.
Eşinizle, çocuklarınızla, anne babanızla birlikte tutuklanmışsanız seslerini duymak büyük iş. Ailenizle bağınız memur üzerinden. Koca, baba, oğul erkek kısmındaysa Silivri’nin ya da başka cezaevinde. O, arada dilekçe yazacak telefonla görüşmek için, bu, burada. Dilekçeler kabul görürse kadın ya da erkeğin görüşebileceği numaralara sabit bir numara tanınacak. Sonra arayan kim olacaksa memur gelip diyecek ki “saat bilmem kaçta telefonla görüşeceksin”, “diğer cezaevinin bir memuru da gidip aranacak olanı tam o saatte koğuş dışındaki bir telefon kabinine götürmüş olacak. Bu denk getirme olmazsa, yanacak telefon hakları. Biri telefon başında aranmayı bekleyecek, memurun sabrı kadar süre, biri görüşeceğini bilmediğinden dakikalarını önceden bitirmiş olacak belki. Arayamayacak, telefon başında bekleyenin üzüntüsünü de duyup daha çok yanacak içi. Ya memurlar yetemezlerse, ya tutamazlarsa akıllarında, ya savsaklarsa işlerini.