Nakış işleri acı, kayıp ve travmanın dışavurumu için bir tuval görevi görürken, bu işler aynı zamanda umut, dayanıklılık ve direniş hikayeleri anlatıyor.

Puleng Segalo

Travmayı nasıl konuşuruz? Tıbbın bize öğrettiği, bunu yaşayanların travmayı, kelimelerin çok ötesinde, bedenlerinde tecrübe ediyor olduğu. Travma kalplerimizde ve kan basıncımızda, rüyalarımızda ve kabuslarımızda ortaya çıkıyor; travmayı çocuklarımıza aktarıyoruz; sanatla, maneviyatla, terapiyle travma üzerine kafa yoruyoruz.

Benim çalışmam, Güney Afrika’daki yakıcı bir soruya odaklandı: Kadınlar apartheid[1] rejiminin bıraktığı pek çok travmayla nasıl hayatta kalabildi, başkalarının bakımını yapabildi, yaşayabildi? Niyetim, halihazırda dolaşımda olan ve norm olarak görülen cilalı anlatıları ortadan kaldırmanın yollarını aramaktı. Bu anlatıların merkezinde iyileşme ve affedicilik, demokrasi ve gömülü geçmiş var.

Söz konusu “kriz”in tekil olmadığını biliyoruz. Apartheid rejimi altında, pek çok siyah kadın gelişmemiş bölgelerde, işsiz yaşıyordu. Bu kadınların pek çoğunun evden uzakta yaşayan ve çalışan eşleri vardı. Siyah kadınlar sınırlı haklara sahipti, (çok kısıtlı şartlar altında) çalışmalarına izin verilse bile her an ödeme yapılmadan işten çıkarılabilirlerdi. Bu kadınlar eşitsiz ücretle ve çalıştıkları beyaz mahallelere kısıtlı erişimle yüz yüzeydi. Evde, bakım bekleyen çocukları ve yaşlı akrabaları vardı. Kadınlar ne iş yaparlarsa yapsınlar düşük ücret aldıklarından, bu dönemde cinsiyet eşitsizliği oldukça barizdi. Pek çok kadın, her gün evini bırakıp, beyaz mahallelerde uzun saatler boyunca çalışmaya gidiyordu. Fakat baskı, direnişi beraberinde getirir. Bu kadınların çoğu, kendilerine dayatılan yasalara karşı düzenlenen yürüyüşlere ve gösterilere katıldı.

Ben, apartheid döneminde büyüyen ve pek çoklarının benimsediği “sessizlik kültürünü” kırmak için bir sanat formu olarak nakışı kullanan kadınların deneyimlerini araştırdım. Bu çalışmanın ortaya koyduğu şey, insanlara kendi hikayelerini anlatma ve hayat deneyimlerini anlamlandırma imkanı yaratmanın, özgürleşme yolunda bir adım olduğu ve başkalarının sizin adınıza konuşmasının ortaya çıkardığı eşitsiz güç ilişkilerini törpülediği. Bu kadınlar, kişisel deneyimlerini ve sürekli karşılaştıkları adaletsizlikleri anlatmak için nakışı kullanarak, sanatın nasıl bir toplumsal dönüşüm biçimi olabileceğini gösteriyor.

Acıyı dindirmek için bir ilmek

Pek çok kadın yoksulluk içinde yaşamaya, asgari ücret almaya ve yakın partner şiddetine maruz kalmaya devam ediyor. Geçmişin ve günümüzün bu müzmin zorlukları, kadınların konuşulmayan travmalar taşımak zorunda kalmasına neden oluyor. Tarif ettikleri travmalar münferit olaylar olarak görülmemeli çünkü bunlar gündelik yaşamları içerisinde meydana gelmiş ve halen meydana gelmeye devam ediyor.

Sessizliği bozmak, önemli bir başlangıç ​​noktası. Özellikle nakış, yaşamların kesişen, karmaşık ve iç içe geçmiş doğasını görünür kılabilir.

İğne işi, görsel olarak cazip bir sanat formu sunmanın ötesinde, zor veya tarife gelmez hikayeleri anlatmak için her zaman yararlı bir araç olmuştur. Kadınlar, yaşadıkları cinsiyet travması deneyimlerini tasvir ederek, acılarından çıkış için bir yol bulabiliyor. Nakış işleri acı, kayıp ve travmanın dışavurumu için bir tuval görevi görürken, bu işler aynı zamanda umut, dayanıklılık ve direniş hikayeleri anlatıyor.

Kadınlar geçmişin ve günümüzün deneyimlerini birbirine dokudu. Sanat, Güney Afrika’da yaşayan bir kadın olmanın ne anlama geldiğine dair karmaşık hikayeler anlattı. Kadınlar, görsel sanat eserleriyle geçmişi ve bugünü anlamlandırmak için zamanda geriye yolculuk yaptı.

Apartheid, insanların hayatlarını farklı şekillerde hayal etme yeteneklerini sistematik olarak etkisiz hale getirdi. Örneğin kaliteli eğitim alma imkanları ellerinden alındı. Ancak kadınların nakışları, dayanıklılık ve direniş anlatılarının altını çiziyor ve böylelikle baskıyı hasara eşitleyen popüler anlatıları çürütüyor. Nakış, insanların günlük karşılaşmaları üzerinde doğrudan etkisi olan yapısal şiddeti ve eşitsizlikleri vurgulama fırsatı sunuyor. Bunun da ötesinde nakış, bilgi üretmek, deneyimlerini kumaşa aktararak adaletsizlikleri somutlaştırma alanı sunuyor. Acı, öfke, dayanma, direnme, umut, sevgi ve arzu hikayeleri, bunu çok katmanlı hale getiriyor.

Ne biliyoruz ve ne yapmamız gerekiyor?

Kadınların acıları aileleri için—evin ekmeğini kazananlar, terk edilen eşler, kız çocukları, anneler, teyzeler, halalar olarak taşıdıklarını biliyoruz. Irkçılığın ve ekonomik sıkıntıların zorluklarına, “geçiş yasalarının”[2] yapısal şiddetine ve yakınlarının elinden çıkan şiddete katlandıklarını biliyoruz. Biliyoruz ki kadınlar kamusal alanda olsun özel alanda olsun, gözle görecek raddede olsun olmasın, direniyor. Kadınlara “yardım” etmeye yönelik devlet programlarının, kendi kaderini tayin edebilme imkanı kadar, ya da kaynakların kadınlar için, kadınlar tarafından yönlendirilmesi kadar etkili olmadığını biliyoruz. Ve sosyal bilimciler olarak biliyoruz ki, sanat eserleri—görsel yöntemler—aracılığıyla ifade, bir röportajda veya odak gruplarında konuşulamayacak deneyimleri ortaya çıkarabilir.

Kadınlar; gerçek kurtuluşa, sosyal adalete ve özgürlüğe doğru yolculuklarına, deneyimlerinin ve acılarının kolektifliğini vurgulayarak devam ediyor. Tek tek nakışlar bireysel deneyimlere odaklansa da, toplu olarak bakıldığında, bunlar bağlantıları gösteren ve tarihsel sessizlikleri kıran bir koro haline geliyor. Kadınlar nakış yaparak, “savunmasız” ya da “marjinalleştirilmiş” kategorilerinin ve etiketlerinin ötesine geçiyor, bunlara meydan okuyor. Başka gruplar da cinsiyetlendirilmiş toplumsal zorluklarla yüzleşmek için sanat formlarını kullanabilir. Adil bir toplum inşa edilmesinde rol oynayabilecek olan bireysel ve kolektif sanatsal ifade, daha fazla ilgiyi hak ediyor.

Çeviren: Gaye Polat

Bu yazının orijinali, 9 Şubat 2020’de The Independent’ta yayınlandı.

[1] Apartheid, Güney Afrika Cumhuriyeti ile ona bağlı Güneybatı Afrika’da 1948-1994 yılları arasında Ulusal Parti ile resmi devlet politikası olarak uygulanan ırksal ayrımcılığı savunan sisteme verilen isimdir. (Ç.n.)

[2] İngilizcesi “pass laws” olan geçiş yasaları, Güney Afrika’da halkı ayırma, şehirleşmeyi yönetme ve göçmen emeğini tahsis etme amacıyla tasarlanan sistemdir. (Ç.n.)

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.