Kozmik Mavilikler yazı dizisine yaklaşık iki ay evvel başlamıştım. Ancak yeni yazıyı yazmak bereketli Haziran’a kısmetmiş. Dizinin ikinci yazısı, coşku ve tutku dolu ruhu hâlâ aramızda neşeyle ve istihzayla dolanan Bessie Smith hakkında. 

“Dünyanın en harika blues şarkıcısı şarkı söylemeyi asla bırakmayacak”. Bessie Smith’in mezar taşında böyle yazıyor. Bu mezar taşı, ilk başlarda değilse de sonraları Bessie Smith’in kanını emen, hayatını altüst eden bir adamın hakikatsizliğinin nişanesi olduğu kadar, onun kuşaklar boyunca sürecek sanatsal etkisinin ve kadın dayanışmasının da nişanesi. Ölümünden tam 33 yıl sonra nerede olduğu bile belli olmayan mezarını, sesi dillere destan Janis Joplin ve Bessie Smith’in evinin emektarlarından birinin kızı Juanita Green, birlikte yaptırırlar. 7 Ağustos 1970’te Bessie’nin mezar taşı dikilir. Dünyaya en büyük vefa borcunu ödeyen Janis Joplin ise bu tarihten yaklaşık iki ay sonra bir otel odasından gökyüzüne süzülür.

Yazıya böyle ağlamaklı başladığımı görse Bessie Smith, bana bir güzel gürler, “kiss my black ass! (koca kara kıçımı öp)” der ve beni kapı dışarı ederdi. Ama onunla tanışma hikayem de bu mezar taşından ya da şöyle söyleyeyim Janis Joplin’in Bessie hayranlığından başlıyor. Yalnızca Janis Joplin’e değil, Bessie Smith, kendinden sonra gelen Billie Holiday, Frank Sinatra, Norah Jones, Koko Taylor, Mahalia Jackson, Mary J. Blige gibi sayısız şarkıcıya ilham verir ve onları etkiler. Janis Joplin’in Bessie için “Bana havayı gösterdi ve sonra da içinin nasıl doldurulacağını /She showed me the air and taught me how to fill it” sözü malumdur.

Yaşamı

Doğup büyüdüğümüz coğrafyanın tüm yaşamımıza yön veren ve onu belirleyen seçimlerde ne kadar hayati bir rolü olduğunu ve bizi nasıl şekillendirdiğini biliyoruz. Bessie Smith için de böyle olur. 20. yüzyılın başında Amerika’nın siyasal iklimi ve doğup büyüdüğü şehir onu hem gökyüzünün en parlak yıldızı yapar ve hem de aynı coğrafya hayata geri dönmesine engel olur.

Bessie Smith’in doğup büyüdüğü ve önceleri Amerikan yerlilerinin memleketi olan Chattanooga’nın Amerikan İç Savaşı sonrasında görünümü tamamen değişmiş, beyazların Oklahoma’ya sürgün ettiği ve öldürdüğü Kızılderililerin yerini Afrika’dan bu yeni kıtaya ölümüne hizmet etmeleri için getirilen siyahlar almıştır. Güney kırsalının sömürü şartlarından büyük şehirlere daha iyi bir yaşam umuduyla akın eden siyahların arasında blues’un imparatoriçesi olarak adlandırılan Bessie Smith’in ailesi de yer alır.

Büyük bir sanayi şehri olan Chattanooga bölgenin ulaşım merkezi olarak iş imkanlarının fazlalığıyla dikkat çekiyordu. Bu açıdan şehir, 19. yüzyılın sonlarında önemli bir işçi kentiydi ama ilginç bir biçimde işsizlik oranı da hayli yüksekti. Benzeri sanayi kentleri gibi caddeleri gürültülü, dumanlı ve tozluydu. 15 Nisan 1894’te işte bu şehirde dünyaya gözlerini açan Bessie Smith, ilk şarkılarını da Chattanooga’nın tozlu ve gürültülü sokaklarında söylemeye başladı. 9 yaşına geldiğinde hem yetim hem öksüzdü. Yoksul ve herhangi bir eğitim imkanından yoksun olarak ablasının büyüttüğü Bessie Smith ve kardeşlerinin, bu dönem siyahların yapabilecekleri kısıtlı işler dışında da pek şansları yoktu: Ya çok düşük ücretlerde hizmetçilik yapacaklar ya da seyyar bir gösteri ekibine katılıp talihlerini arayacaklardı. Şüphesiz Bessie Smith ve kardeşleri ikinci yolu seçtiler. Minstrel şovlar, karnavallar, kabareler derken Bessie Smith 18 yaşına geldiğinde birçok vodvil grubuyla sahne alan eğlence sektörünün aranan bir işçisiydi.

Bessie, hayatını değiştiren karşılaşmalardan birini 1912’de Chattanooga’da yaşadı. Yıllar evvel gezici bir müzik grubuna katılmak üzere evden ayrılan abisi Clarence, şehre büyük bir kumpanyayla geri dönmüştü: Ma Rainey! Ma ve Pa Rainey çiftinin peşine takılan Bessie, daha iyi bir yaşam arzusuyla Chattanooga’dan ayrıldı. Ma Rainey ile ilgili yazıda da bahsettiğim gibi Ma ve Bessie arasındaki ilişki konusunda da çok söylentiler var: Ma Rainey’nin Bessie Smith’i aslında kaçırdığı, aralarında bir gönül ilişkisi olduğu, vs. Bu söylentiler hem Bessie’nin hem Ma’nın kulağına dek geliyor ve söylentilerle kafa buluyorlardı. Gerçek olan ise, birbirlerine sevgiyle bağlı olan ikilinin ilişkisinde Bessie’nin kılavuzunu bulmuş olmasıydı. Ma Rainey’nin müthiş sahne şovu ve aurası Bessie Smith’i çok etkilemişti. Bessie Smith, 1915’e dek ekiple birlikte dolaştı, şarkılarını söyledi ve sahne şovunun nasıl yapılması gerektiğini ustasından öğrendi.  Bu arada güney ve doğu sahil şeridi boyunca kendisine bir hayran kitlesi yaratmıştı bile!

Amerika’da Afro-Amerikalılara yönelik nefretin ayyuka çıktığı yıllardı. Amerika, 1. Dünya Savaşı’na siyahlardan oluşan ayrı bir birlikle de katılınca, siyahlar beyazlarla eşit haklar için mücadelelerini artırmışlardı. Ancak beyazlar bu mücadeleye hâlâ duyarsızdı. Onlar daha çok lüks tüketim çılgınlığındaydılar. Ancak tüm bunlar, Afro-Amerikalılar için sınıfsal ve toplumsal eşitsizliklerini daha çok hissetmek anlamına geliyordu.

İşte bu yıllarda, Columbia Records Bessie Smith’i Selma, Alabama’da bir kulüpte şarkı söylerken keşfedince bir efsane doğdu. Esasında efsane zaten fısıltı gazetesiyle dinleyenleri mest ediyordu bile! 1923’te Columbia Records etiketiyle çıkan “Down Hearted Blues”, Bessie’nin ilk hiti oldu. Ertesi sene, plakları 2 milyon satan ve şirketin en yüksek gelir getiren yıldızı olmuştu bile. 1924-1929 yıları arasında plakları 4 milyondan fazla satmıştı. Plak şirketinin ona “blues’un imparatoriçesi” demesi boşuna değildi!

“Race Records”

Belki burada küçük bir ara verip plak şirketlerinin bu yıllarda icat ettikleri, “race records”a bakmakta fayda var. Tamamen Amerika’nın ırkçı tarihinin ürettiği bir endüstri uydurmasıydı “race records”. Plak şirketleri ırkçılığa şahane(!) bir çözüm bulmuşlardı. Siyah müzisyenlerin müziğinin beyazların ilgisini çekmeyeceğini düşünen ama siyahların yaptığı müziğin potansiyeline kayıtsız kalamayan Columbia Records gibi büyük plak şirketleri özel “race”[1] katalogları yayınlamaya başladılar. Yalnızca siyahların plaklarının yayınlandığı özel bir seri yani. Kuzeyde, “race record” reklamları yalnızca siyahların yaşadığı yerlerle sınırlanmıştı. Bu ırkçı hamlenin yine de birkaç büyük iyiliği oldu: Siyahların muhteşem müziğini hâlâ dinleyebilmemiz bir yana, dönemin Afro-Amerikalı müzisyenleri bu hamleden cesaretle müzikle hiç olmadıkları kadar çok ilgilendiler ve hatta kendilerine ait plak şirketi bile kurdular! Black Swan bunlardan biriydi. Ancak Bessie Smith 1921’de şirketin seçmelerine katılıp şarkı söylediğinde onu “fazla” siyah bulmuşlar ve elemişlerdi!

Bunca küstahlığın ve ahlaksızlığın arasında Bessie Smith, dönemin diğer siyah müzisyenlerinin aksine, beyazlarla sosyalleşmemeyi seçti, beyaz hayranlarıyla açıkça ilgilenmedi. 1915’te yeniden ve kuvvetli bir biçimde örgütlenen Ku Klux Klan’ın farkındaydı. Birçok kasaba açıkça Klan taraftarlığı yapıyor ve örgüt için çalışıyordu. 1927’de bir Temmuz akşamında, Bessie ve ekibi gösteri çadırlarının içinde izleyenleri yapış yapış sıcağa rağmen büyülerken, müzisyenlerden biri hava almak için çadırın dışına çıktı. Tentenin etrafındaki fısıltıları işitip, kukuletalarıyla dolanan 5-6 adamı görünce donakaldı. Odunları yığdıkları çadırın eteklerini ateşe vermek üzerelerdi! Hızlıca çadıra dönen müzisyen o sırada ara vermiş olan Bessie’ye gördüklerini anlatınca Bessie “Some shit!/ Bazı boklar!” diye karşılık verip, yardımcılarına kendisiyle birlikte dışarı gelmelerini söyleyerek Klan üyelerinin karşısına dikildi. Bir eli belinde, diğer elinin yumruğu tehditkâr bir hareketle beyaz kukuletalara doğru havada savrulurken şöyle dediği söylenir: “Siz ne halt karıştırdığınızı zannediyorsunuz ha? Şimdi çadırın içindekileri dışarı getirir, hepsini üzerinize salarım, arkanıza bakmadan kaçıverirsiniz!/What the fuck you think you’re doin’? I’ll get the whole damn tent out here if I have to. You just pick up them sheets and run.”  Karşılarında korkusuzca dikilip onlara meydan okuyan kadını gören Klan üyeleri aval aval Bessie’ye bakarlarken, sonunda arkalarını dönüp gidene kadar Bessie hepsine okkalı küfürler savurmaya devam etti. Sonra hiçbir şey olmamış gibi çadıra geri dönüp sahneye çıktı ve şarkılarını söyledi.

“Derin gecenin ciğerleri”

Bessie sahneye mutlaka bir kadeh cin yuvarlayarak çıkar, sahnede coşkuyla şarkı söylerken ağzının kenarında sigarasını tüttürür ve şovu bittiğinde de sabahlara dek süren partilerde boy gösterirdi. Bu partilerde de ilgi odağı olmaya devam ederdi, zaman zaman zor kullanarak bile yapardı bunu. Çığlıklar atar, kavga eder, birilerine sataşır, havaya en ahlaksız küfürleri savurur,  cebinden çıkardığı banknotları etrafa saçar ve sızıncaya dek içerdi. Tabiri caizse gerçek bir madilik kraliçesiydi! Flörtözdü, hem kadınları hem erkekleri seviyordu. Tutkulu, cömert ve sorumsuzdu. Gür bir sesi vardı ve bu gür sesini taşıyan iri bir cüssesi vardı.  Sahnedeyken önceki blues şarkıcılarından farklı yorumuyla ve aurasıyla ilgiyi üzerinde çabucak topluyordu. Bessie kendi şarkılarını çoğunlukla kendi besteliyordu. Sahneye onunla birlikte çıkan dansçılar, diğer şarkıcılar ve komedyenlerle birlikte büyük bir revü ekibi vardı. Herkesin hemfikir olduğu gibi, Bessie’nin sahne şovu büyüleyiciydi. Kendi başına bir kumpanya gibiydi! Şarkı söylüyor, dans ediyor, aralarda şakalar yapıyor, seyircilerle flört ediyordu. Bessie sahnedeyken, dinleyenler kendilerini şarkılara öylesine kaptırıyordu ki, “Amin”, “Ah çok doğru!” gibi sesleri şarkılara eşlik ediyordu. Pullarla süslü elbiseleri müzikle dans ederken, çoğu bir zamanlar Güney’in plantasyonlarında kölelikten kaçıp gelmiş şimdi de işçi sınıfının birer bireyi olan dinleyicileri ise gözyaşları ve coşku arasında salınarak dertlerinden arınıyordu. Şarkı söyleyişi kusursuzdu. Notaların arasında inleyiş ve çığlıklarıyla geziniyordu. Müzik eleştirmenlerine göre, Bessie Smith, blues’a vokal bir yenilik getirmişti. Yalnızca şarkı sözü odaklı bir vokalin yerini notaların inişlerine çıkışlarına göre müziğe ayak uyduran bir şarkı söyleme stili almıştı.

Bessie Smith, zamanın önde gelen caz müzisyenleriyle de sahneye çıktı: Louis Armstrong, Fletcher Henderson, Coleman Hawkins, Don Redmond gibi. “St Louis Blues” şarkısının Louis Armstrong’la icrası müzik eleştirmenlerince 1920’lerin en muhteşem blues yorumu olarak değerlendirilir.

1929’da var olan tek canlı görüntüsünü barındıran 17 dakikalık St. Louis Blues adında bir kısa filmde oynadı. Filmi blues genre’ının tüm halinin tavrının harika bir tasviridir. Bessie’nin bu filmdeki giyimi kuşamı, şarkı söyleyişi ve havası kuşaklar boyunca şarkı söyleyecek birçok kişiye de ilham verdi.

Fırtınalar koparsa kopsun!

Bessie’nin hayatından bahsederken fırtınalı aşk hayatından bahsetmemek olmaz! Kadın ya da erkek, sayısız sevgilisi vardı. Ancak hayatını temelinden değiştiren karşılaşmayı ise ünlü olmadan hemen önce Philadelphia’da bir gece kulübünün girişinde yaşamıştı. Kulübün bodyguard’ı Jack Gee’yle birbirlerine sırılsıklam aşık olmuş ve hemen evlenmişlerdi. Ancak ilişki Bessie Smith’in kadın sevgilileri ve sonra da Gee’nin gizli kapaklı takılmaları neticesinde kırılgan bir hal almaya başlamıştı bile. Üstelik Bessie artık çok zengindi ve her zaman kendi çıkarına pek düşkün Gee de ilişkilerinin başında değilse de sonraları ayaklarına serilen bu zenginliğin keyfini sürüyordu. Bessie Smith her yere Gee’yle gidiyor, Gee, Bessie’nin bir tür menajerliğini yapıyordu. İlişkileri şiddetli, yıkıcı ve kırıcıydı. Yumruklar ve eşyalar havada uçuşuyor, kapılar gümbürtüyle kapanıyor, birbirlerine ağza alınmayacak küfürleri ediyorlardı. Aralarında hem fiziksel hem de duygusal anlamda bir güç savaşı vardı. Klasik kendine güven krizindeki ezik erkek hikayesi: Gee, Bessie gibi inatçı, başına buyruk, tüm dünyayla flört etmeye bayılan, kendisini seven ve korumasını bilen bir kadın karşısında sinir krizi geçiriyordu. Bessie’yi her dövme girişimi kendisinin bu güzel iri cisimli kara kadın tarafından aynı şiddette yumruklarla karşı verilmesiyle sona eriyordu. 1929’da ayrıldılar. Jack Gee son kez Bessie’nin cenazesinde gazetecilerin karşısında hüngür hüngür ağlarken ortaya çıktı ve Bessie’nin aile bireylerinin aktarmasıyla “timsah gözyaşları” döküyordu. İşte Bessie’yle birbirlerinin hayatlarının aşkı oldukları hikayesini de hemen cenazeden sonra uydurmuş ve gazetelere röportajlar vermişti. Resmi olarak hâlâ evlilerdi. Bir ölüyü yaşamının sonuna dek iliklerine dek sömürecekti. Bessie’den kalan tüm malvarlığına konan Jack Gee, bir mezar taşını bile ona çok görecekti. 1948’de Bessie Smith’in arkadaşları ona yakışır bir mezartaşı yapabilmek için Bessie Smith anısına bir konser düzenlediler. Ancak Gee, yine tüm parayla birlikte sırra kadem bastı. İlginçtir, HBO’nun 2015 yapımı televizyon filmi Bessie, şarkıcının hayatını anlatırken Gee’nin ne kadar aşağılık ve hakikatsiz bir insan olduğunu es geçmiştir!

Bessie’nin hayatındaki en önemli erkek Jack Gee değildi. Yaşamının son 6 senesini ise Richard Morgan’la geçirmişti. Morgan, esasında Bessie’nin çok yakın arkadaşıydı. Gee’yle ayrılmalarının hemen sonrasında Bessie’ye olan aşkını itiraf etti. İkili o günden sonra hiç ayrılmadı. Morgan, Gee’nin tam zıttı gibiydi. Sosyal, neşeli, mantıklı ve sevecendi. Zengindi ve evinde sabahlara dek süren partiler vermekten keyif alıyordu.

Fakat Bessie’nin, hayatında yalnızca erkekler yoktu: 1926’da hayatına giren Lillian Anderson kumpanyadaki dansçı kızlardan biriydi ve esasında yeğeni Rugby’nin yakın arkadaşıydı. Başlarda Lillian Anderson çekingen kalsa da o da sonra fırtınaya kendini kaptırdı.

***

Bessie Smith, blues’un 1930’lara dek süren altın çağının son ve en yüksek noktasıydı. 20’lerin sonundan itibaren blues yerini caza bırakırken, Bessie de caza kayan şarkılar söylemeye başlamıştı bile. 1930’ların başında müzik endüstrisi büyük bir dönüşüm yaşıyordu. Hem Büyük Buhran, hem de evlere giren radyo ve sessiz filmlerden sesli filmlere geçişin yarattığı ilgi, müziğe ve canlı performansa olan alakayı daha ucuz eğlence araçlarına kaydırmıştı. Bu durumda da plak şirketleri oldukça zor günler yaşamaya başlamışlardı. Bessie Smith’in plak şirketi de işte tam bu sırada artık getirisi eskisi kadar olmayan yıldızını liste dışı bıraktı. Ancak Bessie şarkı söylemeyi hiç bırakmadı. Zamanın değiştiğinin ve havada başka bir müziğin titreştiğinin pekâlâ farkındaydı. 1933’te John Hammond’la birlikte yaptıkları plaktaki caz tınıları dikkat çekiyordu. Güneyde hâlâ popüler olmasına rağmen Bessie, blues yerine swing söylüyordu. Kariyeri, yeni ve parlak başka bir döneme giriyordu.

26 Eylül 1937 günü hayat arkadaşı Richard Morgan’la birlikte bulundukları araba bir kamyona çarparak yoldan çıktı ve devrildi. Bessie ölümcül bir yara almıştı ve çok kan kaybediyordu. Bundan sonrası biraz şaibeli olsa da, derler ki Bessie’yi götürdükleri en yakındaki hastane beyazlara aittir ve hastane bir siyahı tedavi etmeyi reddetmiştir. Siyahların hastanesine doğru yola çıktıklarında ise ünlü şarkıcının ruhu kanatlanıp mavi gökyüzüne karışmıştır bile.

Bessie Smith’in hayatı kadar cenazesi de şaşaalı oldu.  O yıllarda Amerika’da herkesin “yeri” belliydi. Siyahların da kendilerine ait gazeteleri vardı. Ancak bu gazeteler haftalık yayınlanıyordu ve Bessie Smith’in ölümü de bir iki gün gecikmeli duyulmuştu. İlk başlarda küçük bir kilisede yer alan Bessie’nin naaşı, akın akın Bessie Smith’i son kez görmeye gelen hayranları nedeniyle daha büyük bir kiliseye taşındı. Normalde satın almaya gücünün yetmeyeceği uzun ipek bir elbise içinde yattığı söylenir. 39 arabalık cenaze konvoyuyla tabutu, şehrin sokaklarından son bir kez geçerken, binlerce kişi sıra sıra sokaklara dizilmiş, bir koro “Rest in Peace/Huzur içinde uyu” ezgisiyle bu muhteşem kadının son geçişine eşlik ediyordu. Bessie Smith, şimdi Philadelphia’daki mezarında uyuyor ve şarkıları, dinleyenleri sonsuza dek mest etmeye devam ediyor. Bugün memleketi Chattanooga’da, Bessie Smith anısına bir müze ve “The Bessie Smith Hall” adında da bir gösteri merkezi vardır.

Yazının sonuna gelmişken, kapanışı Eduardo Galeano yapsın. Bessie Smith’i kimse sadece birkaç cümlede bunca güzellikte anlatamazdı:

“Bu kadın kederlerini anlatan şarkıları cennetin sesiyle söylüyor ve o şarkı söylerken kimse sağır ya da dalgınmış gibi yapamıyor. Derin gecenin ciğerleri: Aşırı derecede şişman, aşırı derecede siyah Bessie Smith yaradılışın hırsızlarına lanet okuyor. Onun blues şarkıları kenar mahallelerin yoksul ve sarhoş zencilerinin dini marşları: Dünyayı hor gören beyazların, maçoların ve zenginlerin tahtlarından ineceklerini müjdeliyorlar.”

Kaynakça

Bu yazı için aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır:

http://www.npr.org/programs/jazzprofiles/archive/smith_bessie.html

http://www.bessiesmithcc.org/about/about-bessie-smith-2/

http://www.janisjoplin.net/music/influences/bessie-smith/

Michelle R. Scott, Blues Empress in Black Chattanooga: Bessie Smith and the Emerging Urban South (University of Illinois Press, 2008)

Chris Albertson, Bessie. (New York: Stein and Day, 1972)

Angela Y. Davis, Blues Legacies and Black Feminism. (Vintage, 1999)

[1] “race”, İngilizcede “ırk” kelimesinin karşılığıdır. Nesil, tür ve kavim gibi anlamları da vardır.

1 Yorum

  1. Başak Hanım merhaba !
    Öncelikle bu yazıya merak ettiğim bir konu hakkında araştırma yaparken tesadüfen rastladım. Böyle bir yazı kaleme aldığınız için size çok teşekkür ederim.. kaynağı nereye ait bilmiyorum fakat güzel ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Umarım daha çok bu tarz yazılar yazmaya devam edersiniz. İyi günler dilerim.. sizi sosyal medya hesaplarından takip ettim. Başarılar dilerim🌸

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.