Bebek telsizi reklamında dev bir aile travmasını çözeceğiz, acelemiz var. İnsanlar ağlayacak ve babalar günü hediyelerine koşacak. Babalar dövmüş de olsa sövmüş de olsa “o da öyle görmüş canım” diyerek affedilecek!
Joker firması babalar günü için bir reklam çekmiş. Ramazan reklamlarından ve bunun gibi birçoğundan bildiğimiz, benim çekinmeden “ağlak” şeklinde tanımlayacağım bu romantik reklam türü genelde epey ciddi sorunların 2-3 dakikalık reklam aralığında çözülebileceği yanılgısıyla yaşatılan bir katarsisten yürür ve çok tutar. Ama hepimizi tutmuyor işin açıkçası. Zira erkek şiddetini, yine reklamlarda gördüğümüz, olabildiğince yanlış, gözü mor kadın imajı ötesinde bir yerden tanımlıyorsak bu ağlak videolarda da gördüğümüz şey şiddet oluyor.
Gelin videoyu beraber bir daha izleyelim. Mendebur, suratsız bir baba geliyor, elinde oyuncak, torununa hediye almış. Allahtan bir torunu var da hayattaki hatalarını temize çekme fırsatı olacak, ne âlâ dünya! Fakat hatalarının farkında olan bu “dede” hâlâ kendi oğluna beş karış surat. Adam tam bir psikolojik şiddet mağduru, babasının gözünün içine bakıyor. Büyük ihtimalle onlarca yıldır o gözlerde bir sevgi belirtisi arıyor. Devam etmeden ufak bir parantez açayım, bence bir noktada yetişkin olmamız ve anne babamızın bizi sevip onaylamasını samimiyetle kafaya takmamamız lazım. Bunun için de terapiye gitmek iyi bir yöntem olabilir. Yani adamın hâlâ bu kadar çocuk kalmış olması, aile kurumunun bu kadar belirleyici olması da ayrı bir sorunumuz ama biz reklama geri dönelim:
Dedemiz kimseyle konuşmadan doğrudan çocuk odasına gidiyor. O çocuk da bir birey değil bu adam için, sonunda temiz bir sayfa, sıfır bir başlangıç. Hatalarını düzeltmek için emek vermek zorunda kalmayacağı bir kolaya kaçış. Bu torunu ayda yılda bir görüp memnun ederek, iki oyuncak, üç çikolata vererek ömrünü iyi bir insan olarak tamamlayabilir. Oysa mesela karısına, oğluna yıllarca çektirdikleriyle uğraşacak olsa orada emek yoğun bir iş var. Bulunmaz fırsat! İyi ki doğmuş bebe!
Hal böyle olunca galiba, o hislerini ifade etmeyi bilemeyen kıymetli baba figürü birden çözülüveriyor bebeğin yanında. Adam birden kitap yazmaya girişiyor, hani bilmiyordu ifade etmeyi? Hani “böyle görmüş, ne yapsın”dı! Demek bal gibi biliyormuş konuşmayı. Zaten bu yaşta yetişkin bir insan canlısının bu kadar temel durumları ifade etmeyi öğrenmiş olmasını beklemek lazım. Biliyorsunuz, çocuklarda belli bir yaşta belli karmaşıklıkta cümleler göremiyorsak biraz endişeleniyoruz falan…
Neyse, hadi adamın birden bülbül gibi şakımasını da geçelim, sonuçta 3 dakikada dev bir aile travmasını çözeceğiz, acelemiz var. İnsanlar ağlayacak ve babalar günü hediyelerine koşacak. Babalar dövmüş de olsa sövmüş de olsa “o da öyle görmüş canım” diyerek affedilecek, kapitalizm sağ olsun da diyelim bu noktada ek olarak. Ve bir sonraki an’a geçelim. Bebek telsizi açık! Joker’de birçok modeli mevcut, ben aldım oradan biliyorum, fakat çok kullanmadım açıkçası, pahalılar da bir yandan. Ama hiç düşünmediğim bir fonksiyonu varmış bu bebek ürününün! Yetişkin erkek bireylerle iletişim kuramıyorsanız bu telsizlerden bir tane edinip hasbelkader dile gelmesini bekleyebilirmişsiniz. Güzel pazarlama, zira bu evrensel bir kabızlık, büyük bir bela. Çocukları bilmem de, heteroseksüel kadınlar kapılara yığılabilir bu telsizler için! Decoder gibi bir şeymiş meğer!
Dağılmayalım ve telsizin öbür ucuna dönelim. Evet, genç adam koltukta oturuyor. Yutkunarak dinliyor. Meğer hayatı boyunca yaşadığı duygusal ve psikolojik şiddet bir hiçmiş! Sadece herifin biri aslında tam olarak 40 saniyede (0.38-1.18) konuşup yılların günahını çıkarabilirmiş. Bebek bundan bir şey anlamıyor muhtemelen ama olsun, orada maksat beyimizin vicdanı rahatlasın. 1.21’de genç adama geliyoruz. Telsizden duymuş her şeyi. “Meğer babam beni seviyormuş”. Sonra 1.22’de eş ve annenin “ya evet, seviyor” bakışlarıyla iyice duygularımız şahlanıyor. Ah bu kadınlar, hep anlarlar zaten o kendilerini ifade edemeyen adamları, di mi? İşi bu kadınların. Adamlar üç cümle kurmasın diye empatinin dibine vurup onların yerine psikoanalizin şahını patlatıp bir ömür “aslında öyle yapmak istemedi” diyerek pış pışlarlar adamları. Bu da kadınların patriyarka karşısında hayatta kalma becerisidir. Sonra aynı densiz adamlar çıkar “ama kadınlar da kendini ezdirmesin” derler. Neyse, şimdi buraya girmeyelim çünkü oraya yığılacak öfke yazıyı dağıtır ve zaten bu konu üzerine kadınlar çok şey yazdı. Bir zahmet açın okuyun (özellikle entelektüel sıfatlı erkekler kadınların yazdıkları yazıları kadınsal gördükleri için okumuyor ve paylaşmıyorlar biliyoruz, gözümüz üzerinizde. Okuyun evladım, açılırsınız!)
Şimdi siz oturun o koltuğa bakalım! Aslında babanız sizi seviyormuş. Aslında kocanız sizi dövmek istememiş. Aslında karakterinizi ve size ait, sizi siz yapan her şeyi aşağılarken öyle yapmak istemiyormuş, aslında kadınlığınızı yerin dibine sokarken hep çok pişman oluyormuş… Yani? Bu bir tür hastalık mıymış? “Aslında öksürmekten çok rahatsız oluyorum ama alerjik astımım var ve alerji ilaçları da uyku yapıyor kullanamıyorum” derim mesela ben. Ama bu da mı öyle bir şeymiş? Aslında senin içini paramparça ederken hiç istemedim ama hakaret etmemek bende uyku yapıyor falan mı? Aslında evladım olmandan mutluydum, seni seviyordum ama sevince kaşıntı geliyor bana?
Reklama dönelim. 1.38-1.46 arasını izleyelim. Oooo katarsisimiz geliyor, hazır mıyız?! Omza bir pış pış, emanet bir sarılma, hadi bakalım, hoooop! Yıllarca terapi koltuklarında, maruz kaldığı duygusal şiddetle yüzleşip içi lime lime olanlarınız olduysa yazık! Oysa Joker’in reklamında oynasaydınız ya da bir bebek telsiziniz olsaydı erkek şiddetinden 8 saniyede kurtulabilir, tertemiz olabilirdiniz. Ha, ruh sağlığı hizmetine sınıfsal olarak ulaşamamış olanlar ise şanslı bakın, henüz hiçbir şey kaybedilmedi! Bir de sınıf falan der, dertlenirsiniz, nankörlük resmen!
Reklamın geneline sinen yaylılar öyle gönlümüzün tellerini yayladıkça reklamın sonuna doğru gözümüze dolan yaşlar –bu kadar eleştiren benim bile– işte bence tam olarak partiyarka denilen şeyin tarifidir. Bu videoya hislenen yanlarımız hâlâ yüzleşememiş yanlarımızdır. Aynı videoda o adamın çocukluğunda işittiği azarları, yediği dayakları görmüyor olmamız ise büyük bir dolandırıcılıktır. Çünkü görsek o ağlak kemanları adamın kafasında kırmak isterdik muhtemelen. Ki zaten bence bu videoda olması gereken şuydu:
1.21’e dönelim. Adam, telsiz, kadınlar… Adam odaya gider. Bebeği alır dedenin elinden. “Bu kadar basit mi sanıyorsun? Yaşlanınca temize çekileceğini mi sanıyorsun? Bu bebek senin günah çıkarma odan mı sanıyorsun? Ömrümü cehenneme çevirmenin bedeli 40 saniyelik gizli kaçak konuşma mı sanıyorsun?” der. Evden çıkıp gitmesini ve hayatı boyunca uyguladığı şiddet için özür dilemeden dönmemesini söyler. Zira 23.saniyede baba çayı yudumlarken adamın oldukça tuhaf bakışlarına dönerseniz korkunç şiddet görmüş bir evladı iyi canlandırmış bir oyuncu görürsünüz. Muhtemelen çok zorlanmamıştır da, bu anlatılanlar hepimizin hikâyeleri. Neyse, o bakışlardaki çaresiz onay arayışı artık politik bir öfkeye dönüşmüştür. Ama babanın erkekliği var olmak için o çaresiz bakışlara ihtiyaç duyar. Salona gider, karısına bakar. Kadın da aslında 22. saniyedeki şizofrenik halden çıkmak için an kollamaktadır yıllardır. Ayağa kalkar ve öfkeli bakışlarını kuşanıp “git bu evden” der. Erkeklik bu noktada çökmüştür. Çünkü erkeklik anksiyete, panik atak, çaresizlik ve onay arayışı ile beslenir. Belki bir sonraki adımda, bizim baba şiddeti görmüş adamın karısının da ayağa kalkıp “haspam! sen çok farklısın sanki” diyerek adamı da kovması, oğlanın annesiyle kadının sarılıp özgürlük gözyaşları dökmelerini umabiliriz ama oraya da girmeyelim şimdi. Bir tane erkekliği öldürmek bile yorucu bir iş. Biraz dinlenip, “bir çay içip bakarız önümüzdeki maçlara” diyelim.
Peki bu senaryo toplumsal aile değerlerimize çok mu sert geldi? Eh, en azından bir kamu spotu yapalım o zaman? “Erkekler, erkeklerimiz, insan konuşur, insan iletişim kurar. Bu basit, temel yetiyi sergileyemediğiniz için size gözyaşı dökmeyeceğiz. Kırdığınız kalplerin hesabını soracağız ve bizi dünyanın bütün yaylı çalgılarıyla romantizme boğsanız da bunları yutmayacak kadar güçlendik. Başka kapılar da yok artık. Size onay bekleyen bakışlarla değil, öfkelerimizle bakacağız” gibi bir şey mesela? Fakat ben kamu spotu taraftarı değilim. Ben erkeklikle mücadelede daha yıkıcı yöntemlere inanıyorum. Siz de kendinize göre bir yöntem seçin işte. Ama asla ve asla şiddeti meşru görmeyin. Yüzünüz morarmıyor olabilir ama bakışlarınızda kendinizi göremiyorsanız, bu reklamın 21. saniyesindeki o anksiyetik bakış size tanıdık geliyorsa yıkın karşınızdaki erkekliği. Bebek telsizlerinden pişmanlık duyma ihtimalini beklemeyecek kadar kısa hayat ve erkeklik de 119 saniyelik göz yaşartıcı reklamlarla kazınamayacak kadar yaralayıcı. Pişmanlık erkekliğin suyudur, havasıdır. Her yetişkin birey sonradan pişman olmayacağı biçimde davranmaya azami gayret etme sorumluluğuna sahip olmalıdır. Şimdi gidin başka kapılarda ağlayın, bizim aile duyguları sosuyla gizlenmiş şiddetlere dökecek gözyaşımız yok, biz günün sonunda bunları yazabiliyor olduğumuzu düşünüp düşünüp mutluluktan ağlıyoruz çünkü!
Joker – Babalar Günü from PUNCH BBDO on Vimeo.