LGBTİ+ların güvende olmadığı bir toplumun hiç kimse için yeterince güvenli olamayacağını herkese hatırlatmak gerekiyor.

Dilara Açıkyıldız / csgorselarsiv.org

İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin ayrılışı ani olsa da beklenmedik değildi. Sözleşmeden çekilme kararından sonra ise devlet erkanı tarafından da LGBTİ+lara yönelik nefret söyleminin sık sık gündeme geldiğini gördük ve görmeye devam ediyoruz. 17 Mayıs Derneği olarak süregiden tartışmaların alandaki etkisini siz nasıl gözlemlediniz?

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekileceğini öngörüyorduk ancak çekiliş biçimi herkes kadar bizleri de şaşırttı. Bir gece ansızın İstanbul Sözleşmesi’nden çekiliverdik çünkü. Yaşadığımız ülke, özellikle görünür LGBTİ+ hareketinin filizlenmesinden Gezi Parkı’ndaki açlık grevlerine; 90’ların başta trans kadınlara dönük olmak üzere dönemin Süleyman’ı tarafından tüm lubunyalara karşı politik tavrına; 2000’lerin başında eşcinsellerin hakları üzerine söylenenlerden bugünkü atmosfere gelişine baktığımızda esasen LGBTİ+lara dönük toplumsallaşan nefret, ayrımcılık, şiddet ve fobiden hiçbir zaman azade değildi. Ancak bugünün farkı, ithal ikameci sağ popülist yönetimlerin birbirlerinden öğrenerek el yükselttiği LGBTİ+ karşıtı politikaların kurumsallaşmasında kendini gösteriyor. Bu noktada İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının odağına safsata dolu anlatımlarla LGBTİ+ların oturtulması haliyle Türkiye’de yaşayan tüm LGBTİ+ların varlıklarına dönük ciddi güvenlik endişeleri taşımasına neden oluyor. Sağ popülist ittifakta söz konusu olan lubunya paniği, karşı kutbunda lubunya dostu kitlelerin de artmasına neden olmakla beraber; LGBTİ+ların güvende olmadığı bir toplumun hiç kimse için yeterince güvenli olamayacağını herkese hatırlatmak gerekiyor. Halen yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken, savunan kitlelerin eşit bir biçimde yan yana gelmesine ve LGBTİ+ları görmeyen her türlü savununun karşıt kampla özdeşleşeceğine vurgu yapmak gerekiyor. Lubunyalar açısından yarım asra varan mücadele, lubunyaların güçleneceği birçok deneyimle dolu; ancak lubunyaların bu süreçte yalnız bırakılması, tüm ülkenin insan haklarına, demokrasiye ve çağdaş değerlere dair ne varsa kaybedebileceğine dair bir emare olacaktır. Bu noktada kadın hareketi ile LGBTİ+ hareketinin ve tüm demokratik güçlerin daha sıkı yan yana gelmesi ve bu temas alanları sayesinde safsatalara geçit vermemesi gerekiyor.

İstanbul Sözleşmesi doğrudan LGBTİ+ haklarına dair maddeler içermiyor, fakat sözleşmede açıkça kimseye cinsel yönelim ve kimliği dolayısıyla bu sözleşmeden faydalanırken ayrımcılık yapılamayacağına dair bir madde var. Sözleşmeden çekilme tartışılmasının LGBTİ+ düşmanlığı ile ifade edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zaten LGBTİ+ları yasal açıdan koruyan ve temel insan hakları ihlallerine karşı onların yanında olan bir hukuk sistemiyle karşı karşıya değiliz. Egemen cis-heteropatriyarkanın erkek hukuku, kendi kurumsallaşması ve kimliklenmesi hasebiyle zaten halihazırda LGBTİ+ları koruyacak mekanizmalar ve insan kaynağı ne yazık ki yok. Özellikle son süreçte mahkemelerde adaleti sağlaması gereken teknokratların LGBTİ+ varoluşa dair görünen bilgisizliği, hukukun bizlere yaklaşımını gözler önüne acı bir şekilde seriyor. Türkiye’de yaşayan LGBTİ+ların yasalar açısından anıldığı ve hukuki korunmaya dair atıfta bulunabilecekleri tek metin olan İstanbul Sözleşmesi’nde geçen yönelim ifadesine dair üretilen safsatalar ve eril manipülasyon manevraları; esasen kurumsallaştırılmaya çalışılan LGBTİ+ karşıtlığını, lubunyaları kriminalize ederek, varoluşu suç haline getirerek kendine “meşru” zemin arıyor. Ancak buradaki temel çelişki, LGBTİ+ varoluşların her yer olması. Bu sebeple bizleri belli bir toplumsal katmana ait ve gerici hülyaların gerçekleştirilmesi açısından bir araç olarak gören yaklaşıma karşı inatla ve ısrarla her yer olduğumuzu hatırlatmamız gerekiyor. Cis-heteropatriyarkanın kağıttan bir kaplan olduğunu her geçen gün görmemize vesile oluyor bu tartışmalar. Fobi toplumsallaştırılmaya çalışılırken, burada özellikle lubunya olmayan kitlelerin bu gerici hamlelere karşı yeri geldiğinde “Hepimiz lubunyayız” diyebilme cüretini göstermesi ve içselleştirdikleri fobiyle yüzleşmeleri gerekiyor. Fobinin olmadığı bir dünya herkesin özgür, adil ve eşit yaşayabilecekleri imkanlarla dolu.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin sonuçlarını uygulamada nasıl göreceğiz? Kadın ve LGBTİ+ların şiddetten uzaklaşma mücadelelerini nasıl etkileyecek sizce?

İstanbul Sözleşmesi tartışmaları başladığından beri kadınlara ve lubunyalara dönük şiddetin artışını herkes görüyor. Şu anki egemen zihniyet, kendi varlığını tahkim edebilmek adına insanlığın safrası bir grubun tahakkümüne omuz veriyor. Bu tahakkümün dikiş tutacağını sanmıyorum, nasıl bir gayya kuyusunun kapağını açtıklarını fark ettiklerinde her şey için çok geç olacağını düşünüyorum. Bu yükselen şiddet sarmalına karşı kadın ve LGBTİ+ların daha yan yana olması; ortak mücadele tarihinden daha çok dersler çıkarması ve birlikte hareket ederek bu mücadelede ısrar etmesi gerekiyor. Diğer hak mücadelelerinden farklı olarak kadın ve LGBTİ+ların yaşama hakkında kilitlenen bir varlık yokluk mücadelesi söz konusu. Yaşamak bizler için hayatın her alanında mücadeleyi gerektiriyor. Ana akım medyada cinayet ve şiddet haberlerini yapmayarak bu şiddet azalmayacak, bu akrep elbet kendini de sokacak. Ancak bu türbülansa girmiş demokrasi atmosferinde elimizden gelecek tek şey kendi özgücümüz, örgütlülüğümüz ve ısrarlı mücadelemiz olacaktır.

Sözleşmeden çekilmek için kampanya yürüten gruplar, kararın hemen ardından 6284 sayılı Kanun, CEDAW ve Lanzarote gibi sözleşmelere karşı kampanyalarına devam ediyorlar. Öte yandan, Cumhurbaşkanlığı, “eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesimi” İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sebebi olarak gösterdi. Bu açıklamalar ve kampanyalar nasıl geri gidişlere neden olacak?

Burada toplumun çok küçük gerici bir grubunun örgütlü saldırılarında artış ve kurumların LGBTİ+lara dönük suçlulaştırma faaliyetlerinde yükseliş olacağını düşünüyorum. Ancak çeşitli safsatalarla ve manipülasyonlarla varlığımızı yok etmeye çalışan bu ittifakın her adımda kendisini ifşa ettiğini tüm toplum görüyor. Bu gerici kuşatmadan çıkışın tek yolu lubunyaları yalnız bırakmamak. Eğer lubunyalar yalnız bırakılırsa tüm bu gerici yol haritasının adım adım gerçekleşeceği ve bu kuşatmanın herkesi boğacağı aşikâr. İlginç bir biçimde yasama, yürütme ve yargı mekanizmaları marjinal gerici bir azınlıkla bütünleşirken, çok büyük bir çoğunluk açısından bu söylemlerin karşılığı yok. Burada önemli olan işte bu lubunya dostu kalabalığın organize olarak lubunyaları yalnız bırakmaması. Ümit vadeden gelişmeler elbette görüyoruz ancak yetmez, dahası gerekiyor. Burada normal-anormal karşıtlığı yaratma niyetinde değilim ancak; varlığımızı kriminalize etmeye çalışan ve insanlığın ortak aklına hakaret niteliğindeki safsataların normalize edilmesine karşı hep birlikte hareket etmemiz gerekiyor.

17 Mayıs Derneği, LGBTİ+ toplumuna yönelik artan baskılara karşı, LGBTİ+ toplumunu ve aktivizmini güçlendirmeyi hedefleyen bir örgüt. Aktif olduğunuz süre içerisinde ve tabii ki eski deneyimleriniz ışığında, Türkiye’de ayrımcılıkla mücadelede atılan adımlar ve geriye gidişleri düşündüğünüzde bu kararı farklı görüyor musunuz?

Bu karar, tüm olan biten arasından en sivrilen ve bu dönemin ruhunu simgeleyen bir mihenk taşı niteliğini taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumsal olarak kendi anayasasına ve bağlı bulunduğu uluslararası sözleşmelere aykırı bir biçimde halkın ciddi bir çoğunluğuna dair ayrımcı politikalar uygulayacağının ve yaşama hakkını hukuki güvenlik içerisinde görmeyeceğinin ilanı haline geliyor. Bu duruma karşı lubunya dehasına sarılmaktan başka bir çaremiz olduğunu düşünmüyorum. Haklarımızı alana ve tüm lubunyalar özgürleşene kadar kendi tarihimizden ve kadın hareketinin tarihinden öğrendiklerimizle varlığımızı korumaya devam edeceğiz.

Siz bundan sonra mücadele hattınızı nasıl kurmayı planlıyorsunuz? Kadın ve LGBTİ+lara çağrınız var mı?

Biz kuruluşumuzdan bugüne LGBTİ+ özneleri, komünitesini ve aktivizmini güçlendirecek, onun imkanlarını çoğaltacak ve genel iyilik halini arttıracak yol ve yöntemleri çoğaltacak yöntemler üzerine kafa yoruyoruz. Lubunyaların genel iyilik halini arttıracak, ülkenin en uzak köşesinde yaşayan herhangi bir lubunyanın güvenliğini zora sokmayacak yöntemleri çeşitlendirmeye devam ediyoruz. Beyaz ışığın tayfları gibidir lubunya dehası ve varoluşumuzu korumanın ve geliştirmenin yolları da en az o kadar geniş bir spektrumun içerisindedir. Safsatalara sarılan eril aklın lubunya dehasıyla baş edebileceğini düşünmüyoruz. Bu atmosferde kadınların ve LGBTİ+ların bir arada güçlenmesinden ve bu yan yana oluşun değiştirici gücünden korkanlara inat; daha çok yan yana olmamız, daha çok temas etmemiz ve birbirimizden öğrenmemiz gerekiyor. İki hareketin yan yana gelmesini engellemeye çalışan her türlü iç ve dış etkilere karşı uyanık olmamız ve stratejik davranmamız gerekiyor. Çünkü hiçbirimizin bir kişi dahi eksilmeye tahammülü yok.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.