Deniz Hoca’nın bir lise öğrencisi iken hemen fark ettiğini -yazarın bir bildiği vardır, sıralaması bozulmaz- o dönemin erkek yayın dünyası ancak Füruzan ısrar ettiği için fark etmişti ya da fark etmemişti de kabul etmişti.
“Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak,
o inat neyse sen osun”
Birhan Keskin’in “Kargo” şiirinden. Fakir Kene
“Sizin saydam olmayan diye nitelendirdiğiniz kısa öykülerimin yerleştirilmesi tartışmasında ilk yayıncıma gerçekten bükülmez bir direnç gösterdim. Kitabımın adı da bu dirence dahildi. Kendimce yazarlığımı da sınava sokuyordum sanki, okur gibi. Okumak istiyorlarsa sabırla yol almalıydılar. Önemli olan böyle bir okur profili ile karşılaşmaktı. Bu da cesaretten çok bir istekti”[ii]
Geçen Aralık ayında Füruzan hakkında daha doğrusu Füruzan’ın ilk kitabı Parasız Yatılı’nın (1971) yayınlanma sürecindeki kendinden emin ısrarı ve kitaptaki hikâyelerin sıralaması üzerine bir yazı yazmıştım. Şimdi orada yazdıklarımı tekrar etmek istemem ancak Füruzan’ın ölümünün ardından Boğaziçi Üniversitesi’nden meslektaşım Deniz Albayrak-Kaymak, Füruzan’ın bu konudaki açıklamalarını ya da benim yazımı okumadan, Facebook’ta o kadar isabetli ve kitabın tam da yüreğine dokunan bir paylaşım yaptı ki adeta benim yazıda anlatmaya çalıştığım meselenin aynası oldu söyledikleri. Bu da meseleyi biraz daha deşmeye vesile oldu benim için. Füruzan’ın okurun geçmesi gereken bir sınav olarak tabir ettiği ilk öykülerini[iii] –Deniz Hoca özellikle ilk öyküye vurgu yapıyordu– bu defa Deniz Albayrak-Kaymak’ın okur sezgisi bir “sınama” olarak tanımlıyordu. Lise yıllarında okuduğunda bitiremeyişini ama sırayı bozmadan “yazarın bir bildiği vardır” deyişini öyle güzel anlatıyordu ki. Ben bu paylaşımı okuduğumda Füruzan’ın inadının isabetini bir kez daha anlamakla kalmadım, “benim not ettiklerim de işte şimdi anlam kazandı” diye düşündüm. Deniz Hoca iyi ki paylaşmış bu yıllara dayanan okur deneyimini.
Alıntılıyorum:
Füruzan (1932-2024). Feruze Çerçi. Kendisinin Parasız Yatılı adlı ilk öykü kitabına yıllar önce başlamış ve anlamlandıramamış bırakmıştım. Oysa başladığım kitabı çok az bırakmışlığım vardır. Takıntısız biri ilk öyküyü [Sabah Eskimişliğin] atlar ötekine geçerdi ama ben değil, ya sırayla ya da hiç diyenlerdenim. Bir yazarın öyküleri sıralamasında keramet olmalı, kafasına göre takılmamalı okur. Kitap öylece kaldı ama içimde ukde de kalmış meğer. Geçen yıl Şükran, Yatılı Okulda Büyümek[iv] kitabını yazdı. Onu mutlaka okuyacaktım ama kendime koşul koydum: önce Füruzan’ınkini bitireceksin. Başladım ve aynen yıllar önceki gibi ilk öyküde takıldım, olmuyor, akmıyor… Ama bu kez inat ettim [vurgu bana ait] ıkına sıkına ilk öyküyü bitirdim. Diğerlerine geçtikçe önümde müthiş bir örgü açıldı, elimden zor bıraktım öyküleri araya bir günlük zaman vererek okumayı sevdiğim için. Kitap bittiğinde her bir öykünün diğerlerini tamamladığını, kitabın bağımsız öykülerden oluşmadığını hayranlıkla fark ettim. İlk öykü zormuş çünkü diğerlerinin ilmeklerini barındırıyor ve bütünü bitirmedikçe kendini ele vermiyor. Büyük bir ustalık vardı, nasıl bir “ilk” kitaptı bu? Nasıl güzel ve öz Türkçeydi dili ve nasıl su gibi akıyordu. Füruzan ilk öyküsü ile belki de okurun niteliğini sınıyordu; bunu aşamayan diğerlerine hiç geçmesin. İlk başladığımda lisedeydim ve evet kitaba hakkını verebilecek yaşam deneyiminden yoksundum. Yıllar sonra da utandım çünkü yazınımızda layığıyla yapılmadığından hayıflandığım bir şeyi “Edirne’nin Köprüleri”nde çoktan ve büyük ustalıkla yapmıştı. Doğup büyüdükleri topraklarını bırakıp “muhacır” olarak anavatan belledikleri ve öyle karşılanacaklarını umdukları yeni topraklara, Türkiye’ye göçe mecbur bırakılan Türklere yaşatılan dışlamayı, arada kalmışlığı, sessizliğe mahkumiyeti anlatmıştı büyük bir yalınlıkla. Füruzan onların sesi olmuştu. Yalnızca bu, onu benim için ölümsüz kılmaya yetti. Şimdi son kitabı başucumda başlamaya kıyamıyorum. Işıklar içinde yatsın. Şubat 11, 2024.
Bu paylaşımın her kelimesi beni ayrı düşündürdü. Deniz Hoca’nın sadece dikkatli okur pozisyonuna ve özenine değil ikinci defa okumaya niyetlendiğindeki inadına da hayran oldum. Kafamda Füruzan’ın anlattıkları, benim bu konuda yazdıklarım ve Deniz Hoca’nın deneyimi ve kitap üzerine sözleri birleşti. Bir anda üç farklı dönemden üç kadının deneyimi incecik ama sağlam bir ağ oluşturdu. Adeta misinadan. Zedelense de tamir edilebilir. Buna bir de Füruzan’ın hikâyelerini anlattığı kadınların arasındaki ağları ve bu ağın nasıl örüldüğünü eklediğimizde bağlar katmanlanıyor. Bir başka zamanda –kadınların zamanı diyordu Kristeva– başka bir kuşaktan bir okurun tamir edebileceği kopukluklar olabilirdi ama kadınlar örmeye ve görmeye devam ederlerdi. Erkekler alınmasın ama Deniz Hoca’nın bir lise öğrencisi iken hemen fark ettiğini –yazarın bir bildiği vardır, sıralaması bozulmaz– o dönemin erkek yayın dünyası ancak Füruzan ısrar ettiği için fark etmişti ya da fark etmemişti de kabul etmişti. Deniz Hoca’nın örgü mecazı da boşuna değil. İlmek ilmek birbirine bağlanan hikayelerin henüz karmaşık bir çile halindeki ipiydi belki o ilk öyküler. Bütün anahtar kelimeler orada o ilk iki hikâyedeydi ama başka türden bir bilinç akışı ile yazılmıştı. Hatırlamakta olan, parça parça hatırlamakta olan zihinlerin kimi zaman neden sonuç ilişkisi kopmuş muammalı akışı. Düğümlerinin açılması ve bir yumağa sonra da bir örgüye dönüşmesi imkansız gibi görünen karmakarışık yün çileleri gibiydi. Oysa yöntemini tutturur ve sabredersen düğümleri çözebilirsin. Çile mecazının iki anlamı da boşuna değil ama açıklayıp da lafı iyice uzatmayayım. Çocukken hiç, bir çile yünü kolunuzda tuttunuz mu? Nedense kolay ve pasif olduğu düşünülen bu yün çilesini iki kol arasında tutma işi çoğunlukla çocuklara yaptırılırdı. Tuttuysanız ne çileli bir iş olduğunu bilirsiniz. Ama sonra o çilenin dönüştüğü yepyeni bir kazak çileyi adeta unutturur da çocuk gözleriniz parlar. Mucize gibidir süreç. Diğer Füruzan yazısında bir öğrencinin en geniş anlamı ile parasız yatılılığın bütün öyküleri nasıl kat ettiği tespitinden de söz etmiştim bir tür birleştirici payda olarak. Deniz Hoca da okumasında başka bir perspektiften ama yine kitabın bütünlüğüne dikkat çekiyordu. Epeydir, biraz klişe gelse de, örmek, dikmek gibi eylemlerle yazmak arasındaki bağ üzerine özellikle de kadın edebiyatı ve örmek bağlamında düşünüyorum.[v] Örgünün ya da dikişin aynı anda hem parçalı hem de bütün oluşu gibiydi bu kitap da. Her öyküyü bağımsız okuyabilirdiniz ama birleştiklerinde de adeta bir büyük örgü battaniye çıkıyordu ortaya. Her bir parçanın içindeki motiflerden diğerinde küçük bir örnek bulabilirdiniz ve kimi zaman aynı renk ip gibi kimi zamansa devam ederek örgünüzü kat eden bir saç örgüsü gibi bağlayıcı unsurlar vardı öyküler arasında. Ve araları dolduran birleştirici ilmekler. İlk bakışta değil ama durup durup yeniden baktıkça ve okudukça kendini ele veren motifler. Bir öyküdeki yaz helvasının diğerindeki tahin helvasına göz kırpması ya da parasız yatılılık için kimin kefil olacağı sorunsalı gibi minik bağlantılar. Ara sıra beliren bir uzak piyano imgesi ya da hatırası. Bu kimi zaman uta dönüşüyordu. Ama asıl yoksulluğun ve yoksunluğun birleştiriciliği. Bunu dışarıdan değil de içeriden anlatma çabası. Mesafe alarak o kişinin hikâyesini uzaktan bilirkişi olarak anlatmak değil de o karakter dünyaya nasıl bakıyor o bakışı, o dili yakalamak için türlü teknik denemeler.
İlk (iki) öykünün şifresi de enteresan. “Sabah Eskimişliğin” ve “Özgürlük Atları” başlıklı bu iki öyküyü kitabın Fransızca çevirmenlerinden Patrice Rötig “saydam olmayan” diye tanımlıyordu Füruzan ise “soyut”. İlk öyküleri Rötig okurun kitapta ilerledikçe “parantez içinde” zihninde tutması istenen şeyler olarak adlandırıyordu ama buna rağmen sırayı değiştirerek en sona koyuyorlardı çeviri kitapta. Oysa zaten ne onlar tek başına ne de diğer öyküler tek başına tam bir anlama ulaşıyor. Bir şeyi kaçırırsanız tıpkı örgüde bir ilmeği kaçırmanız gibi bir panikle tekrar yakalamanız gerekiyor. Ve hiyerarşik olmayan bir yapılanma bu. Diğer öykülerin ilk öykülere ilk öykünün diğerlerine anahtar oluşu eşit bir düzlemde gerçekleşiyor. İlk öykünün anahtar olduğunu diğerlerini okumadan anlamıyorsunuz ama zaten diğerleri olmadan da o anahtar amacına ulaşmıyor. Füruzan tüm bunları hesap etmiş miydi derseniz bu konudaki tüm açıklamaları bu bilince, farkındalığa ve ısrara işaret ediyor.[vi]
Füruzan dipnottaki alıntıda ilk baskıdan son baskıya bu düzen aynı derken ilk iki öyküye vurgu yaptığı için haklı yani onların yeri değişmiyor ama yeri değişen bir başka öykü var kitapta. Daha doğrusu birbirleri ile yer değiştiren iki öykü; “Taşralı” ve “Münip Bey’in Günlüğü”. Bu nüansa işaret etmiyor Füruzan ama ben daha sonraki baskılarda ilk iki öykü ile birleşerek adeta ayrı bir giriş bölümü[vii] oluşturan “Münip Bey’in Günlüğü” öyküsünü de not etmek istiyorum. İlk baskıda kitabın geri kalanı ile daha fazla bütünlük gösteren “Taşralı” hikâyesinden sonra geliyor “Münip Bey’in Günlüğü”.[viii] Bir günlük anlatısı olan, Aralık ve Nisan ayları arasında Muş’ta memur olarak görev yapan Münip Bey’in günlüğüne yazdığı kısa notlardan oluşan bu günlük kesiti uzun kış günlerinin “nakıs 31 derecelerin, hava dehşetli soğuk”ların ardından 20 Nisan’da “Güneşli bir hava. Ama neye yarar?” cümlesi ile sonuçlanır. Ve 20 Nisan itibarı ile sadece denden işareti koyarak “Güneşli bir hava. Ama neye yarar?” diye tekrar eder Münip Bey. Öykü de esasen adeta sonuçlanmaz da sonsuza uzar birbirini tekrar eden günlerle. İlk iki öykü ile sonradan gelenler arasında bir tür köprü işlevi yapar bu günlük anlatısı bence. Bu nedenle ikinci baskıdan itibaren yerinin değiştirilmesi isabetli olmuştur.
Yeri değişen diğer öykü “Taşralı” ise aynı zamanda Füruzan’ın bir başka kabul görmüş erkek eleştirmen ve yayıncı Memet Fuat tarafından seçilmiş ve onaylanmış ilk öyküsü. Ocak 1968 yılında Papirüs’te basılmış olan “Taşralı” öyküsü De Yayınevi’nden Memet Fuat’ın Seçtikleri başlığı ile yayınlanan Ocak 1969 tarihli antolojisinde yer alır. Daha sonra öykülerini Yeni Dergi’ye götürme cesaretini de Memet Fuat’ın bu onayına işaret eden Cemal Süreya’nın yönlendirmesi ile bulduğunu söyler Füruzan.[ix] Bundan sonrası tamamen spekülatif ama yine de not edeyim. Bence daha en başta Ahmet Küflü kitabı kabul görmüş “Taşralı” öyküsü ile açmak istemiştir. Füruzan ilk iki öyküsüne sıkı sıkı sarılınca “Taşralı” mecburen onlardan sonra gelmiş ama en azından bir kronoloji tutturulmuştur. İkinci baskıda ise ya kitabı beğenilen ve yerini sağlamlaştıran Füruzan soyut bulunan öykülerine ayrı bir bölüm açarak el yükseltmiştir ya da yayıncı en azından kitabın ikinci kısmı makbul “Taşralı” öyküsü ile açılsın diye buna razı olmuştur.
Son bir değişikliğe dikkat çekerek konuyu artık kapatmak istiyorum. Münip Bey’in dendenleri gibi ben de “ama Füruzan ısrar etti”, “ama Füruzan inat etti” diye tekrara düşeceğim yoksa. Öte yandan Sara Ahmed’in de söylediği gibi bu inatlar değil mi patriyarkaya direnmenin tek yolu. Benimki de gafletler[x] karşısında isabetli dirençlere tekrar tekrar işaret etme inadı. Değişiklik ise kapağa dair. İlk yazıda Füruzan’ın kapak konusunda da ısrarcı olduğunu anlatmıştım. Mutlaka bakan bir göz olmasını ister kapakta ve Fahri Karagözoğlu da bunu gerçekleştirir. Ancak Parasız Yatılı aynı yıl içinde 2. baskısını yapar ve Aralık 1971’deki ikinci baskıda kapak değişmiştir. Bu defa ilk baskıdaki gibi daha soyut ve kapalı bir görsel değil parasız yatılı bir okula gittiği belli olan bir küçük kız çizimi kapak olmuştur kitaba. 1971’deki ikinci baskı ile 1972’deki 3. baskının kapakları aynıdır. 1973’teki 4. baskının kapağı ise ilk ikisinin uzlaşması gibidir. Biraz daha yaşsız bir çizim ve daha az doğrudan bir görsel dil kullanılmıştır. Bu değişikliğin dinamiklerine dair somut bir bilgimiz yok ve nedenlerini Bilgi Yayınevi’nin kapak dilini yeni yeni oluşturuyor olmasında da arayabiliriz ama yine de bence sembolik bir tarafı da var bu keskin değişimin. Bilgi Yayınevi’ndeki diğer baskılarında ve yıllar içinde değişen yayınevlerinde pek çok farklı kapak tasarlanır Parasız Yatılı için ama bence bu ilk üç baskının kapakları da bir mücadeleyi özetler bize.
[i] Başlıktaki inat vurgusu için Şeyma Orhan’ın başka bir bağlamdaki hatırlatmalarına teşekkür ederim. Bkz. Sara Ahmed Feminist Bir Yaşam Sürmek kitabı ama özellikle “İnatçılık ve Feminist Öznellik” bölümü.
[ii] Patrice Rötig “Parasız Yatılı Hakkında Füruzan’a Yedi Soru” Bahçelerinde Yaz: Füruzan Edebiyatı Üzerine yay. haz. Aslan Erdem, Hilmi Tezgör (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2021)
[iii] Bu iki öykü yalnızca kitapta ilk sırada yer almazlar kronolojik olarak da diğerlerinden önce (1967 yılında) yazılmışlardır.
[iv] Şükran İ. Başarır, Yatılı (Okulda) Büyümek (İstanbul: Bağlam, 2023)
[v] Henüz Nurdan Gürbilek’in Örme Biçimleri’ni okuyamadığım için şimdi/henüz o bağa gönderme yapamasam da ileride katı açılacak bir kumaş gibi rafıma koymuş not etmiş olayım onu da. Nurdan Gürbilek, Örme Biçimleri: Bir Ters Bir Düz Fragmanlar (İstanbul: Metis, 2023)
[vi] “İlk baskısından 29. baskısına dek (sayı bugün bu) düzen aynı. ‘Özgürlük Atları’ ve ‘Sabah Eskimişliğin’ ‘kimyasal bir çökelti’ olarak sözcükleriyle, biçemleriyle Parasız Yatılı’nın giriş kapısındadırlar, biraz daha mizah katarsak antik aslan heykelleri gibi. İlle de daha geniş bir açıklama getirmem gerekiyorsa o öyküler, biçemleri ve içerikleriyle bir manifesto olarak da okunabilir.” Patrice Rötig “Parasız Yatılı Hakkında Füruzan’a Yedi Soru” Bahçelerinde Yaz: Füruzan Edebiyatı Üzerine yay. haz. Aslan Erdem, Hilmi Tezgör (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2021) içinde, s. 251.
[vii] Aslında adeta değil alenen ayrı bir bölüm olarak sunuluyor okura hemen Aralık 1971’deki ikinci baskıdan itibaren. Bir ara kapak sayfası eklenerek bu üç öykünün adı sıralanıyor. Bu üç öykünün yer aldığı bölüm bitince de diğer bölümü önceleyen bir ara sayfa var orada da diğer dokuz öykü sıralanıyor: “Taşralı”, “Piyano Çalabilmek”, “Nehir”, “Su Ustası Miraç”, “İskele Parklarında”, “Edirne’nin Köprüleri”, “Parasız Yatılı”, “Yaz Geldi” ve “Haraç” (öykülerin hepsi yazılma tarihlerine göre kronolojik olarak sıralanmış). Neredeyse 50 sayfa uzunluğunda olan “Haraç” öyküsü ise başlı başına bir novella gibi düşünülebileceği halde Yapı Kredi Yayınları baskılarına kadar diğer öykülerle birlikte yer alıyor. Son baskılarda ise artık “Haraç” da kitabın bir üçüncü bölümü oluyor. Yani yıllar içinde yapısı değişen bir anlamda devinen bir kitap haline geliyor Parasız Yatılı.
[viii] Öykülerin her ikisi de 1968 yılında yazılmış. Ocak 1968’de Papirüs dergisinde yayınlanan “Taşralı”dan sonra “Münip Bey’in Günlüğü” Nisan 1968’de Papirüs’te yer alıyor. Dolayısı ile ikinci baskıdan itibaren kitabın kronolojisini bozan tek öykü de “Münip Bey’in Günlüğü” oluyor. Buna dikkatimi çeken ve beni spekülasyona davet eden Bilgi Ulusman’a da teşekkürler.
[ix] “Umut Etmekten Kolayca Vazgeçmeyiz” Füruzan’la Söyleşi, Aslan Erdem-Hilmi Tezgör Bahçelerinde Yaz: Füruzan Edebiyatı Üzerine yay. haz. Aslan Erdem-Hilmi Tezgör (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2021) içinde, s. 231.
[x] Bu vesile ile Gaflet: Modern Türkçe Edebiyatın Cinsiyetçi Sinir Uçları yay. haz. Sema Kaygusuz, Deniz Gündoğan İbrişim (İstanbul: Metis, 2019) kitabının adındaki isabete de bir selam vermek isterim.