Bugün Afganistan’da yaşananlar, sadece bir coğrafyanın trajedisi değil; küresel patriyarkanın en çıplak ve acımasız yüzüdür. Kadınların sesinin tamamen kesilme tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Ev neresidir?
Bizi içine alan, çevreleyen, dış dünyaya karşı güvenli kılan bir sığınak mı?
Özgünlüğümüzün yeşeremediği, ihmal edildiğimiz bir kapan mı?
Yoksa her adımda geri çağrıldığımız, kaçmayı bile aklımızdan geçiremediğimiz bir yer mi ev?
Ev kavramı üzerine düşündüğümüzde, bu sorularla yüzleşmemiz olası. “Ev” dediğimiz şeyin ne olduğu; içinde yaşadığımız coğrafyaya, sınıfa, kültüre ve özellikle de cinsiyete göre değişir. Bazılarımız için ev, çocukluk anılarıyla dolu sıcacık bir yerken; bazılarımız için travmaların, susturulmaların, görünmez kılınmaların mekânıdır. Özellikle kadınlar için ev, yalnızca barınma alanı değil, aynı zamanda ataerkinin en kalıcı izlerini taşıyan bir yapıdır.
Ev: Korunak mı kafes mi?
Ev üzerine sosyoloji, mimarlık, siyaset bilimi, psikoloji ve edebiyat gibi birçok disiplinde farklı tanımlar yapılmıştır. Kimileri için ev; özgürlük, güvenlik, huzur gibi olumlu kavramlarla birlikte anılır. Örneğin Allan ve Crow’a (1989) göre ev, bireyin başkalarının müdahalesinden uzak, kendini bağımsız hissettiği özel bir alandır. Bowlby ve arkadaşları ise (1997) evin kamusal yaşamın baskılarından koruyan bir sığınak olduğunu savunur.
Ancak ev her zaman sıcak, güvenli, huzurlu bir yer olmayabilir. Ev aynı zamanda şiddetin, baskının, kontrolün ve yalnızlığın da mekânı olabilmektedir. Ev, sadece aidiyet ve aşinalık duygularını değil; aynı zamanda yabancılaşmayı, dışlanmayı ve tutsaklığı da içinde barındırır (Gregory vd., 2009).
Ev mekânı, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretildiği ve kadınların kamusal yaşamdan dışlandığı bir alan olarak tarihsel ve politik anlamlar da taşır. Ataerkil toplumlarda ev, özel alan olarak kutsanır; kadın da bu alanla özdeşleştirilir. Kadınların emeği, bedeni ve zamanı bu özel alanla sınırlandırılır. Böylece kadınlar için ev, sadece bir “yuva” değil, aynı zamanda bir hapishaneye dönüşür.
Afganistan’da ev: Zorunlu tutsaklık mekânı
Bu bağlamda, Afganistan’daki güncel durumu düşündüğümüzde, “ev” kavramı neredeyse distopik bir anlam kazanır. 2021’de Taliban’ın iktidarı ele geçirmesiyle birlikte kadınlar, sistematik biçimde evin içine hapsedildiler. Aşağıda sıralanan bazı yasaklar bu kuşatmanın ne kadar kapsamlı olduğunu gösteriyor:
– Kadınların parklar, spor salonları ve eğlence alanlarına girmesi yasaklandı.
– Kadınların ve kız çocuklarının eğitime erişimi yasaklandı; yalnızca ilköğretimin bazı sınıflarına, o da sınırlı bölgelerde ve koşullarda katılmalarına izin veriliyor. Ortaokul, lise ve üniversiteler ise tamamen yasaklandı.
– Kadınların yanlarında erkek bir aile bireyi olmadan seyahat etmesi ve uçağa binmesi yasaklandı.
– Kadın sağlık çalışanlarının sayısının azalması nedeniyle kadınların sağlığa erişimi engellendi.
– Güzellik salonlarının kapatılmasıyla 60 bin kadın işsiz kaldı.
– Kadınların “sebepsiz” şekilde evden çıkması yasaklandı.
– Kadın STK’larının faaliyetlerine son verildi.
– Kadınların kamu kurumlarında ve çoğu özel sektörde çalışması yasaklandı.
– Boşanan kadınların velayet, nafaka ve yeniden evlenme hakları sınırlandırıldı.
– Kadınların medya ve kamusal görsellerde temsil edilmesi yasaklandı.
– Kadınların internet erişimi çeşitli bölgelerde kısıtlanarak, eğitim, iletişim ve dış dünyayla bağlantı kurmaları engellendi.
Bu yasaklar sadece kadınların kamusal hayata katılımını engellemekle kalmadı; aynı zamanda ev içindeki eşitsizlikleri ve şiddeti de derinleştirdi. Kadınların evde, erkek akrabaları tarafından denetlendiği bir rejimde, ev artık sadece fiziksel değil, psikolojik bir hapis hâline geldi. Kadınların kamusal alanda yüzlerini örtmemesi hâlinde eşlerinin cezalandırılması gibi uygulamalar, şiddeti bizzat devlet eliyle aile içine ihraç eden bir mekanizma yarattı.
Boşanma yasalarında yapılan değişiklikler sonrası, şiddete maruz kalan kadınların şikayetlerinin dikkate alınmaması; tanık zorunluluğu gibi uygulamalar, kadının beyanını geçersiz kıldı. Kadınların ev içinde maruz kaldıkları şiddeti belgeleyememesi, onları daha da kırılgan, daha da yalnız bir pozisyona itti.
Kafesteki kuşlar özgür oluncaya dek
Tüm bu koşullarda “evde olmak”, bağımsızlık ya da güvenlik hissi yaratmaz. Aksine, ev; bedenin zaman ve mekân içinde kısıtlandığı, hayal kurmanın bile lüks sayıldığı bir yer hâline gelir. Kadınlar artık evde “yaşamıyor”; evde mahkûm ediliyor. Bu, sadece fiziksel bir sınırlanma değil; aynı zamanda duygusal, sosyal ve zihinsel bir yoksunluk hâlidir.
Peki bu durumda kadınlar nerede var olacak? Kamusal alanlardan dışlanan, özel alanda şiddet gören, ifade ve hareket özgürlüğü elinden alınan kadınlar; hangi alanlarda nefes alabilecek?
Bugün Afganistan’da yaşananlar, sadece bir coğrafyanın trajedisi değil; küresel patriyarkanın en çıplak ve acımasız yüzüdür. Kadınların sesinin tamamen kesilme tehlikesiyle karşı karşıyayız. Taliban, kadınların dünyayla kurduğu son bağ olan interneti de kesmeye hazırlanıyor. Eğer sesimizi şimdi yükseltmezsek, yakında onları yalnızca duymamakla kalmayacak, varlıklarını da kaybedeceğiz.
Kız kardeşliğin gücüne ve feminist mücadeleye gerçekten inanıyorsak, eğer bu kelimeler yalnızca dile pelesenk değilse; Afganistan’daki kadınları unutmak gibi bir lüksümüz olamaz!
Kafesteki kuşlar hâlâ şakıyor. Duyabiliyor musun?
Kaynaklar
Allan, G., & Crow, G. (1989). Home and family: Creating the domestic sphere. Macmillan Education
Bowlby, S., Gregory, S., & McKie, L. (1997). Doing home: Patriarchy, caring, and space. Women’s Studies International Forum, 20(3), 343–350.
Gregory, S., Bowlby, S., & McKie, L. (2009). Emotional dynamics of housework. Sociology, 43(2), 342–358.
Çetin, M., & Turhanoğlu, A. (2023). Ataerkil toplumlardaki ev ve cinsiyet ilişkileri. Sosyal Bilimler Dergisi, 18(1), 50–65.
Koçak Turhanoğlu, F. A., & Çetin, O. B. (2023). Toplumsal cinsiyet bağlamında ‘ev’in anlamı. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, 26(1), 1–20.
Ek kaynaklar
BBC Türkçe – Kadınlara uygulanan yasaklar
Human Rights Watch – Taliban döneminde baskının artışı