Tekstilde çalışan bir kadın işçi ücret eşitsizliğini şöyle dile getiriyor: “Kimse kimseye maaşını söylemez. Birbirine bordro göstermek işten çıkarma sebebi. Eşitsizliği sorguladığımızda, ‘Ama erkekler ev geçindiriyor’ diyorlar. Biz başka bir şey mi yapıyoruz?”
Toplumsal cinsiyet kalıpları yaşamın her anında kadınların aleyhine tik tak işleyen bir saat gibi kulaklarımızı sağır etmeye, ruhumuzu köreltmeye devam ediyor. Örneğin bir araştırmaya göre ruhumuzu yaşlandıran en başat konu hâlâ “Bugün ne pişirsem?” mevzusuymuş. Toplumsal cinsiyet daha en baştan cinsiyetlendirilmiş renkler aracılığıyla yaşamlarımızı, cinsel kimliklerimizi ve emeğimizi sınırlandırıyor ve yaşam içerisinde toplumsal cinsiyet ayrımcılığına yol açıyor. Hane içerisinde ya da ücretli emek sürecinde birbirinin tekrarı olan işlerin yapılması kadınların üzerine yıkıldığı için bu işleyiş önemli ölçüde ruhumuzun yaşlanmasına ve yıpranmamıza yol açıyor.
Doğumdan ölüme kadar geçen bu süreçte hayatlarımızı berbat etmek üzere çalışıp duran bu toplumsal cinsiyet saatinin pili neyse ki feminist mücadele sayesinde yavaş yavaş tükenmeye başladı. İşyerlerinde, evlerde, sokaklarda, her nerede olursak olalım, feminizm ile birlikte, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına karşı kadınlar olarak birbirimizden güç alıp artık daha fazla itiraz edebiliyoruz.
İster ücretli emek içerisinde, ister hane içerisinde olsun toplumsal cinsiyetle mücadelede mesafe kat etmiş olsak da daha gidecek çok yolumuz olduğu da bir gerçek. Bu yazının amacı, ücretli emek çerçevesinde tekstil sektöründe kadınların uğradıkları toplumsal cinsiyet ayrımcılığına bazı somut örnekler üzerinden bakma, emeğin toplumsal cinsiyetini daha fazla görünür kılmaya katkı olacak.
Kadınlar, çalışma yaşamında hâlâ ve elbette cam tavanlarla, ücret eşitsizlikleriyle, toplumsal cinsiyet kalıplarıyla, şiddet ve tacizle başbaşalar ve bunlarla mücadele ediyorlar. Çalışma hayatının zorlukları yetmezmiş gibi bir de erkek egemen düzenin erkeklere tanıdıkları avantajlar karşısında yaşamlarını, haklarını ve emeklerini korumak zorunda kalıyorlar. Bu konuda yapılan sayısız araştırma bu değerlendirmelere ışık tutuyor. Yine kadın emeği eksenli bir araştırma* kapsamında tekstil işçisi kadınlara sorduğum sorulara aldığım cevaplar da bunları destekler nitelikte. İşte bunlardan bazıları:
“Genellikle vardiya amirleri, ustabaşılar neden erkeklerden seçiliyor?” diye sorduğum bir kadın işçi şöyle dedi: “Bizde yönetici vasfı bulmuyorlar. İyi yönetemeyeceğimizi düşünüyorlar. Bu işte ‘höt höt yapmak’ meziyet.” Ardından göz kırparak şunu ekledi: “Erkekler disiplini daha iyi sağlar diye düşünüyorlar ama erkekler yapıyorsa biz daha iyisini yaparız”.
“İşyerine bir misafir ya da müşteri geldiğinde acil çay servisi yapılması ya da ortalığın temizlenmesi gerekse –örneğin yere çay dökülse– ilk kadınlardan mı bekleniyor yoksa erkeklerden mi?” diye sordum. “Ortacı yoksa herkes bize bakar. Erkekler üstüne bile alınmaz. Artık biz bu işleri yapmak istemiyoruz veya onlar da yapsın” cevabını almıştım.
Tekstil işyerinde uzun yıllar çalışan bir kadın işçiye “Ücret eşitsizliği var mı?” diye sorduğumda ise şunları anlattı: “Kimse kimseye maaşını söylemez. Birbirine bordro göstermek de işten çıkarma sebebi diyorlar. Bu bile ücret eşitsizliğinin kanıtı. Adil bir ücret politikası yok. Patrona ya da muhasebeye eşitsizliği sorduğumuzda da ‘Ama erkekler ev geçindiriyor’ diyorlar. Biz başka bir şey mi yapıyoruz?”
“Tekstilin olumlu/olumsuz tarafları nedir?” diye sorduğumda ise kadınlardan “İşsiz kalmıyoruz. Başka işler öyle değil. Bir işten çıksan bir daha uzun süre iş bulamazsın. Tekstilde koşulları kötü de olsa asgari ücrete hemen yeni bir iş bulabiliyoruz” cevaplarını almıştım. Tüm bu cevaplar da hem başka istihdam alanlarında kadınların iş bulmakta zorlandıklarını hem de kadın işi olarak algılanan tekstil ve dokumada, sanayi devriminden beri pek bir şey değişmediğini, ucuz işgücü olarak emek üretmeye devam ettiklerini görmemize yardımcı oluyor.
“İşletmenizde daralmaya gitmeniz gerektiğinde ya da ekonomik kriz olduğunda önce kadın işçileri mi, yoksa erkek işçileri mi işten çıkarıyorsunuz?” diye sorduğum sermaye sahibi iki erkek de “Ben hiçbir zaman kadın/erkek ayrımı yapmam” deyince önce şaşırdım ve samimi cevap vermediklerini düşündüm. Çünkü işin ve üretimin asıl sahibi olarak erkeklerin görülmesi ve hane içinde bakım emeğinin kadınlara yıkılmış olması sebepleriyle ekonomik kriz dönemlerinde genellikle ilk önce kadınların işsiz kaldığı hepimizin malumu. Ev ekonomisinde katkı unsuru olarak görülen kadınların ilk önce işten çıkarıldığı gerçeği bir yanda dursun. Bu durum tekstil sektöründe karşılaştığım örneklerde tersinden cereyan etmişti. “İşten çıkarma esnasında ayrım yapmıyorum” diyen tekstil patronları doğruyu söylüyordu. Tekstil sektörünün kadın emeği yoğunluklu bir sektör olması ve neredeyse üretimin her aşamasının kadının kalite kontrolünden geçmesi sebebiyle kadınları çıkardığı takdirde işin önemli ölçüde aksayacağından korku duyuyordu. Bu sebeple kadınları işten çıkarmayı göze alamadığını da itiraf ediyordu. Kapitalist eriller kendi çıkarları doğrultusunda kadınları işten çıkarmıyorlardı ama işsiz kalan erkekler evlerine döndüklerinde kadınların her zaman üstlendiği bakım emeğini ve hane içi işleri yerine getirmeyi asla düşünmüyorlardı. Erkekler ve sermaye sahipleri emeğin toplumsal cinsiyetini yeniden üretip pekiştirirken kadınlar hem işte hem de evde emek üretmeye devam ediyorlardı.
Hasılıkelam; bu yaşanan örnekler yani yaşamın ta kendisi, sosyalist feminist bakış açısıyla ve birbirine indirgenmeden, hem kapitalizme hem de patriyarkaya karşı birlikte mücadele etmenin önemini yeniden yeniden gösteriyordu.
*Söz konusu araştırma nitel bir saha çalışması olup tekstil işçisi kadınların sorunlarını araştırmaktadır. Katılımlı gözlem ve derinlemesine mülakat yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.