Geçtiğimiz beş sene içerisinde 40 kadın çiftçinin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına[1] sebep olan bir dizi trafik kazasının sonuncusu olarak kayda geçen Nisan 2019 çarpışması, yasalarla korunan kadın hakları (de jure) ile gerçek hayatta kadınların haklarına ve güvenlik tedbirlerine erişimi (de facto) arasındaki farkın altını çiziyor.
2019 Nisan ayının sonlarına doğru Tunus’un merkezi illerinden biri olan Sidi Bouzid’de kadın çiftçileri taşıyan bir kamyonet, daha büyük bir kamyonla çarpıştı. Kazada 12 kadın hayatını kaybederken, 20 kadın da yaralandı. Kazanın ardından Sabbala’da protestocular sokaklara akın etti ve devlet yatırımlarının, iş imkanlarının ve altyapının yetersizliği nedeniyle oluşan genel adaletsizlik ve kaderine terk edilmişlik algısı, birkaç günlüğüne genel grev ilan edilmesine sebep oldu.
Yaklaşık on sene önce Sidi Bouzid’li meyve satıcısı Mohamed Bouazizi’nin kendini ateşe vermesi, Tunus’un her köşesinde eylemler yapılmasını tetiklemiş ve bir simge haline dönüşmüştü. Bu eyleme sebep olan koşullar ile bu sefer de kadın çiftçilerin ölümüne sebep olan koşullar aynıydı. Kadın çiftçiler, hem kadın hem de kırsal bölgede yaşıyor olmaktan dolayı iki kat savunmasız ve güçsüz bırakılıyorlar.
Arap ve Müslüman ülkeler arasında kadın hakları konusunda öncü sayılan Tunus’ta bu kadınların ölmesi, halkın feryat etmesine sebep oldu. Ancak bahsettiğimiz haklara erişim, Sabbala gibi kırsal bölgelerde yaşayan ve genel nüfusun büyük bir bölümünü oluşturan kişiler için neredeyse imkânsız, özellikle de çiftçiler için.
Geçtiğimiz beş sene içerisinde 40 kadın çiftçinin ölümüne ve yüzlercesinin yaralanmasına[2] sebep olan bir dizi trafik kazasının sonuncusu olarak kayda geçen Nisan 2019 çarpışması, yasalarla korunan kadın hakları (de jure) ile gerçek hayatta kadınların haklarına ve güvenlik tedbirlerine erişimi (de facto) arasındaki farkın altını çiziyor.
Kadına karşı şiddetin tanımını genişletmesiyle çığır açan 58 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden bir buçuk sene sonra gerçekleşen Sabbala kazası, kadın hakları savunucuları ve insan hakları örgütleri için özellikle şok ediciydi.
58 sayılı Kanunun onaylanması, meclis üyeleri, feministler ve kadın hakları örgütleri tarafından ‟devrimci” olarak nitelendirilmişti, çünkü cinsiyet ayrımcılığını çok daha geniş bir perspektif ile suç kabul ederek, kadınların daha çok korumaya sahip olmasını ve adaletin yerini bulmasını sağlıyordu. Kadınların oy kullanmasına ve seçimlerde adaylığını koymasına engel olmak olarak tanımlanan politik şiddet, ülke tarihinde ilk kez kanun nezdinde tanındı ve cinsel şiddet suçlarına daha ağır cezalar getirildi. Koruma kararı çıkarmak gibi yeni prosedürler ile mağdurların yararlanabileceği özel haklar ve sosyal hizmetler uygulamaya konuldu.
2017’nin sonlarında yürürlüğe konduğundan beri bu yasanın etkin bir biçimde uygulanmasını sağlamak için kadın hakları örgütleri, hukukçular, hükümet yetkilileri ve uluslararası örgütler hem kamuyu bu yasa hakkında bilinçlendirmek adına kampanyalar yürütüyorlar, hem de yasanın uygulamasından sorumlu savcı, hâkim, avukat ve polis memurlarını eğitiyorlar.
Sadece 2018 yılında, 40 bin civarında kadına karşı şiddet şikâyeti, cinsiyetle ilgili suçlarla ilgilenen polis birimlerince kayda alındı. Bir önceki seneye dair böyle bir istatistik tutulmamış olsa da, feministler anekdotal verilere dayanarak kadınların yaşadıkları şiddeti bildirmesinde bir artış gördüklerini ve bunun da yeni yasaya bağlı olduğunu söylüyorlar.
Ancak tarımsal emek piyasasına sinmiş cinsiyet eşitsizlikleri, birikerek yapısal bir şiddet halini almış durumda ve yasada bu şiddet türü yeterince tanımlanmış değil.
Tunus’taki çiftçilerin yüzde 70’inden fazlası kadın. Günde sekiz saatten fazla çalışıyorlar, erkeklerin kazandığının yarısını alıyorlar, sosyal güvenlik ya da sağlık hizmetlerine erişimleri yok ve sendikalı değiller. 2016’da Sidi Bouzid’deki bir insan hakları izleme kurumu tarafından yapılan ankete katılan kadınların neredeyse hepsi, kontratları olmadığını ve mevsimlik işçi olarak günlük asgari ücret olan 13 dinarın altına (yaklaşık beş dolar) çalıştıklarını belirtiyorlardı. Aynı anket sonuçları, kadınların işlerinin mevsimlik ve enformel olması nedeniyle toprak sahipleriyle direkt olarak iletişim kurmadıklarını ve ücret konusunda pazarlık etmesi ve ücretleri toplaması için bir aracı ile anlaştıklarını gösteriyordu.
Tunus’ta 1980’lerden beri izlenen ve 2010-2011 devriminden sonra da değişmemiş olan kalkınma modeli, borçlanmaya dayalı büyüme ve -büyük ölçüde Avrupa Birliği ile- yapılan uluslararası ticaret anlaşmaları üzerine kurulu. Bu durum halihazırda var olan bölgesel ve ekonomik eşitsizlikleri daha da belirgin hale getiriyor. Eşitsiz kalkınma kadınları, özellikle de enformel sektörde güvencesiz çalışan kadınları şiddetli bir biçimde etkiliyor. Tunus, ekonomisini yeniden düzenlemek amacıyla 2016’da IMF’den 2,8 milyar dolarlık bir kredi aldı. Bu ekonomik düzenlemenin bir parçası olarak da kamu çalışanlarının maaşlarına zam yapmamayı ve sübvansiyonları azaltmayı tercih etti.
Sabbala’da yaşananlar, kadın çiftçilerin gündelik mücadelelerinden ayrı düşünülemez. Ayrıca kadınlar için eşit ücret ve adil iş koşulları sağlamayı garanti eden uluslararası emek hakları anlaşmalarını imzalamış olan bir ülkenin emek piyasasında halen süregiden ayrımcılığını da olduğu gibi gözler önüne serdiğini söylemek gerek. Hukukçular ve aktivistler de mağdurların yaşam ve çalışma koşullarının 58 sayılı Kanunun vaatleriyle örtüşmediğinin altını çiziyorlar.
Sabbala olayından birkaç gün sonra onlarca kadın ve erkek çoğunluğu Tunuslu aktivist, Kadın, Aile, Çocuk ve Yaşlılar Bakanlığı önünde toplandı ve hükümeti kazayı araştırmaya ve failleri adalete teslim etmeye çağırdı. Bu eylemlerin önemli simgelerinden biri, kırsalda yaşayan kadınların başlarına taktıkları çiçekli başörtüleri (el folara) idi. Bazı eylemciler başlarına ya da boyunlarına bu başörtülerini takmıştı. Bir kadın eylemci ise siyah üzerine sarı çiçekler olan başörtüsünü bir sopaya geçirmişti ve yasta ya da protestolarda bir bayrak gibi sallıyordu. Eylemde hem hükümet hem de IMF karşıtı sloganlar atıldı, ikisi de kırsal bölgeleri daha da yoksullaştırmakla suçlandı. Onlarca kadın “Gattalin wledna! Barra sibou bledna!” (Çocuklarımızı öldürenler sizsiniz! Defolun, terk edin ülkemizi!) diye bağırıyordu, sonrasında Zine al-Abidine Ben Ali’yi deviren başkaldırı sırasında Tunus sokaklarında yankılanan “İş, Özgürlük, Onur!” sloganı atıldı. “Eşitlik! Eşitlik! Kadınlar ve [kırsal] bölgeler için!” sloganı da kadınlar için eşit haklar mücadelesinin Sidi Bouzid gibi yoksullaştırılmış ve çoğunlukla kırsal olan iç bölgelerin yürüttüğü mücadeleden ayrı düşünülemeyeceğini hatırlatıyordu.
Günün ilerleyen saatlerinde yapılan bir basın konferansından, aktivistler, avukatlar ve insan hakları örgütleri hükümete ölümler hakkında acilen bir soruşturma başlatılması çağrısında bulundular. Association Tunisienne Des Femmes Democratés (ATFD-Tunuslu Demokrat Kadınlar Derneği) başkanı ve avukat Yosra Frawes, hükümeti soruşturma başlatmaya ve kadın çiftçileri koruyacak bir yasa hazırlamaya çağırdı. Ligue Tunisienne Des Droits de L’Homme (LTDH-Tunus İnsan Hakları Korunma Birliği) kadınlar komitesi üyesi Halima Jouini ise “Onları devlet öldürdü!” diye haykırdı. Jouini’nin bu çıkışı, sadece ne kadar sinirli olduğunu göstermekle kalmıyor, hükümetin bu ölümlerin “sadece kaza” olduğuna dair anlatısını da sorguluyordu. Kadından sorumlu bakan Naziha Labidi’nin daha önce şunları söylediğini hatırlatmak gerek: “Bu ölümler hükümetin sorumluluğunda gerçekleşmemiştir. Hükümet kendi görevini yerine getirerek (bu kadınları korumak için) planlar yapmaktadır, ancak bu olayda kanunları çiğneyen kişiler olmuştur.” Bu sözler, kazanın sorumluluğunu kamyoneti kullanan şoföre yıkıyordu.
Kadın çiftçilerin erkeklere göre daha korumasız olduğu ve tarımsal işgücünde erkeklerden fazla sayıda yer aldıkları için, yıkık dökük yollardan ve yüksek riskli ulaşım sisteminden, adil olmayan ücret rejiminden daha fazla zarar görüyorlar ve erkeklere nazaran daha sık ve daha kötü şekilde yaralanma ya da ölme riskine maruz kalıyorlar. Sabbala’daki ölümler direksiyon başındaki şoförün bir anlık dikkatsizliğiyle diğer kamyona çarpması yüzünden gerçekleşmedi. Daha geniş bir perspektifle bakıldığında bu kaza, hakların ve koruma tedbirlerinin eşitsiz şekilde dağılımı ve sistematik ihmal yüzünden gerçekleşti.
Devletin kırsal kesimlerde yaşayan bu kadınlar için güvenliği sağlayamaması önce öfke ve protestolarla karşılandıysa da, sonrasında hukuk sistemindeki eksikliklerin giderilmesi için çeşitli önerilerde bulunuldu. Sabbala çarpışmasından bir ay sonra, 2019’un mayıs ayında Tunus parlamentosunda kadın çiftçilerin belirlenmiş araçlarla ulaşımının sağlanmasını garanti edecek ulaşım kanununda değişiklik önerisi onaylandı. Parlamentoya daha önceden sunulmuş bu değişikliğin oylanması süreci, Sabbala’daki ölümlerin ardından hızlandırıldı. Ancak unutulmamalı ki de jure korumaları düzenleyen bir başka yasanın daha geçirilmiş olması kadınların gerçek hayatta haklarına erişimlerini garanti etmiyor.
Tunus hükümeti, Avrupa Birliği ile Derin ve Geniş Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşması (Fransızca kısaltması ALECA) ile ilgili müzakerelerini sürdürüyor. Ekonomik ve sosyal hakları savunma örgütü Forum Tunisien Des Droits Économiques et Sociaux’ya (FTDES-Tunus Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu) göre bu anlaşma Tunus ekonomisine, özellikle de tarım sektörüne, büyük zarar verecek. Çoğunluğu kadın olan mevsimlik tarım işçileri bu anlaşmadan en çok etkilenecek taraf olacak.
Kırsalda yaşayan kadınların hayatlarının hiçe sayıldığını gösteren, Sabbala’dakine benzer olaylar cinsiyetlendirilmiş emek piyasasının adil olmayan etkilerini, sosyal güvenlik ağlarını ve ulaşım altyapılarını meydana getiren yapıları görünür kılıyor. Aynı zamanda da kırsal bölgelerde yaşayan kadınların Tunus kimliğinin özünü oluşturmasıyla övünen Tunus’un devlet retoriği ile bu kadınların içinde yaşadıkları ve çalıştıkları zor koşullar arasındaki uyuşmazlığı gözler önüne seriyor.
58 sayılı Kanunun toplumsal cinsiyete dayalı şiddet tanımını özelleştirmesi ve genişletmesi açısından Tunuslu kadınlar için güçlü bir araç olduğu yadsınamaz. Ancak Sabbala çarpışması örneğinde olduğu gibi bu kanunun, kadın çiftçilerin hayatlarını riske sokan, hatta ölümlerine yol açabilecek cinsiyetlendirilmiş iş koşulları hakkında neler yapabileceğini ve ne kadar etkili olabileceğini henüz bilmiyoruz. Sivil toplumun yeni kanun hakkında kamuyu bilinçlendirme çalışmaları ve yasanın uygulanmasından sorumlu olanların, öncelikle de polis ve adli sistemin yasa hakkında daha ayrıntılı bilgi sahibi olması bu süreci belirleyecek. Tunuslu feministlerin sıkça dile getirdiği gibi daha da belirleyici olacak faktör, yasayı “kağıt üzerinde mürekkep izi” olmaktan kurtaracak koşullar, devletin yasanın uygulanması için mali ve idari kaynak ayırması ve siyasi iradeyi göstermesiyle sağlanacak.
Çeviren: Deniz İnal
Bu yazının orjinali 4 Şubat 2020’da Mada Masr’da yayınlanmıştır.
* Bu kanunun “toplumsal cinsiyete” değil “kadınlara” atıf yaptığını belirtmek gerekiyor.
[1] Forum Tunisien Des Droits Économiques et Sociaux (FTDES – Tunus Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu) verilerine göre.
[2] Forum Tunisien Des Droits Économiques et Sociaux (FTDES – Tunus Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu) verilerine göre.