Erkeklerin hâlâ daha anlamakta zorlandığı bir konu var: duygusal emek karşılığı olmayan bir iş yüküdür.
Gemma Hartley
Anneler Günü’nde hediye olarak istediğim tek bir şey vardı: eşimin evi temizlemeleri için bir temizlik şirketiyle anlaşması. Özellikle banyo ve yerler temizlenecek, eğer ek ücret karşılanabilecek kadar makul bir meblağda ise ardından pencereler de silinecekti. Benim için asıl önemli olan şey, evi temizlemek zorunluluğumdan kurtulmak değil, bir kez olsun evdeki işlerin nasıl yapılacağına kafa yormak durumunda kalmamam olacaktı; aramaları yapmayacak, acenteleri kalite kontrolden geçirmeyecek, ödemeleri hesaplamak ya da uygun saatleri belirlemek zorunda olmayacaktım. Asıl hediye kafamın içinde durmadan dönüp dolaşan ve koca bir gürültüye dönüşen o görevin getirdiği duygusal emekten azade edilecek olmamdı. Temiz bir ev işin tuzu biberiydi.
Eşim fikrimi “daha kolay” karşılanacak bir hediyeyle değiştirmemi bekledi, Amazon üzerinden tek tıkla satın alabileceği bir şeyle mesela. Anneler Günü’nden bir gün önce, benim bitmek tükenmek bilmeyen inadımın sonucunda tek bir temizlik şirketini arayıp, fiyatın bir hayli tuzlu olduğunda karar kılınca tuvaletleri kendisinin temizleyeceğine söz verdi. Fakat elbette seçme şansım vardı: bana temizlik şirketinin talep ettiği yüksek ücretten bahsedip, evdeki bütçeyi benim kontrol ettiğim gerçeğinin de altını çizerek, şaşkınlıkla hâlâ daha bu hediyeyi isteyip istemediğimi sordu.
Ondan asıl istediğim şey, Facebook’daki arkadaşlarından tavsiyeler istemesi, dört beş temizlik şirketini daha araması yani iş bana düştüğünde altından kalkmak zorunda olduğum duygusal emeği yerine getirmesiydi. Freelance çalışma düzenim hayatımı ele geçirdiğinden beri uzunca bir zamandır evi dip köşe temizlemeleri için bir temizlik şirketiyle anlaşmak istiyordum. Bugüne kadar herhangi bir aksiyon almamamın bir sebebi görev bildiğim ev işlerinden kaytaracak olduğum gerçeğini yüzüme vuran suçluluk duygum iken, büyük bir kısmı ise temizlik şirketini ayarlamanın getireceği iş yüküyle uğraşmak istemememdi. Bunun ne kadar da yorucu olduğunu adım gibi biliyordum. Eşimden “hediye” olarak bütün bu süreçle uğraşmasını bu yüzden istemiştim.
Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nde İletişim Sanatları ve Bilimleri dalı profesörü olarak araştırmalarını sürdüren Dr. Michele Ramsey’e göre, duygusal emek genellikle sorun çözme durumu ile bir noktada bağlama oturtulur. Bu algıyı, “Cinsiyet rollerine göre insanlar, ‘kadınlar fazlasıyla duygusal oldukları için erkeklerin sorun çözmede daha başarılı oldukları’ varsayımında bulunurlar.” diye açıklar Ramsey. Ve şöyle bir soru sorar, “Fakat dünyanın bütün sorunlarına hem evde hem de iş yerinde çözüm getiren kişiler gerçekten de erkekler midir?” Eşim ve üç çocuğumuzun evdeki idarecileri sıfatıyla ben, bu sorunun cevabını bildiğimden son derece eminim. Anneler Günü’nde, eşim tuvalet ve banyoyu derinlemesine temizlemek için ortalıktan sessizce sıvıştığında, çocuklar ve geride kalan dağınıklıkla mücadele eden bana hediye olarak bir kolye vermişti.
Kendi düşüncesine göre bugüne kadar en çok istediğim şeyi yerine getirmekteydi; benim temizlememe gerek olmadan pırıl pırıl parıldayan lavabolar… Bu yüzden, işini bitirdiğinde yere saçtığı pantolon, ayakkabı ve çoraplarını toparlamak için sessizce yanından geçtiğimde, üstüne üstlük onu takdir etmediğimde yaşadığı hayal kırıklığı tahmin edemeyeceğiniz kadar gürültülüydü. İki gün önce yukarılardaki bir raftan çıkardığı ve odanın tam orta yerinde bıraktığı hediye paketi kutusuna çarpıp tökezlediğimde, kutuyu yerine koymak için bir mutfak sandalyesinden yardım almak durumunda kaldım.
Kutuyla ve epeyce yüksekte olan rafla mücadelemi seyrederken yaptığı tek şey, “Bana söylemen yeterliydi.” demek oldu.
Kutunun orta yerde, ayak altında durduğu ve “yapılması gereken tek şeyin” onu yerine geri koymak olduğu fazlasıyla aşikârdı. Fakat onu alıp yerine koymak yerine, günlerce bilerek görmezden gelmiş, kutunun ayak bağı olmasına izin vermiş; etrafından dolanmıştı. Böylesine bariz bir şeyin bile nasıl halledileceğini söylemek görevi yine bana düşüyordu.
“Bütün mesele de bu zaten,” diye cevapladım onu, gözlerimde yaşlarla. “Bir şeylerin yalnızca ben söylediğim zaman yapılmasını istemiyorum.”
Ağlıyor olmam, onu tersliyor olmam… bütün bunlar hasar tespiti gerektiren şeylerdi. Banyoyu temizlemesinin beni ne kadar mutlu ettiğinden bahsetmeliydim, belki böylece başka bir zamanda da bunu tekrarlardı. Sonrasında ona, duygusal emek kavramını büyük bir dikkatle anlatmaya çalıştım; evin bütün işleriyle ilgilenen tek kişi olduğumu ve karşılığında herhangi bir takdire layık görülmediğimi… İnsanlara -yani eşime- bir şeyleri halletmesi için komuta vermek ziyadesiyle yorucu bir işti. Kutunun odanın ortasında durduğunu geçen iki gün boyunca neredeyse yirmi kez fark ettiğimi ona anlatmaya çalıştım. Oysaki eşim, kutunun varlığını yalnızca ben onu yardım istemek yerine bir nevi mücadeleyle yerine koymaya çalıştığımda fark etmişti. Bütün bu olanları açıklamaya çalışmak bile, sırtımda taşımakta olduğum büyük bir kamburdu.
Huzuru bozmamak ve eşlerini üzmemek için bir ipin üzerinde yürümeye çalışmayı bir görev olarak kabul etmeleri kadınlara küçük yaşlardan beri öğretilen bir şey. Toplumsal cinsiyet alanında çalışan ve Pensilvanya Üniversitesi’nde eğitim veren sosyolog Dr. Lisa Huebner, “Aslında, kadınların her daim hem doğaları gereği hem de biyolojik olarak duygularını erkeklerden daha iyi deneyimleyip ifade edebildikleri ve başa çıkabildikleri fikrini savunarak duyguların cinsiyetlendirilmesini toplum içerisinde daha da pekiştiriyoruz.” diyor. Ayrıca, “Bu, bazı yetişkinlerin duygularıyla diğerlerinden daha kolay baş etmesinin kişilikle olan bağını inkâr eden bir görüş de değil. Yalnızca, hâlâ bu özelliğin biyolojik cinsiyet tarafından belirlenip belirlenmediği konusunda herhangi bir kanıt bulunmamakta. Aynı zamanda, kadınların duygulardan mesul olduklarına hükmeden durum tamamıyla toplumsal ve erkekler bu noktada duygusal emeğin getirdiği yüklerden kolayca sıvışabilme imkânı buluyorlar.”
Eşim aslında iyi bir insan ve iyi bir feminizm destekçisi. Ona derdimi anlatmaya çalıştığım müddetçe beni anlamak için gerçekten de çaba harcadığını söyleyebilirim. Fakat sonuçta, beni anlaması yine de mümkün olmamıştı. Evde daha çok temizlik yapıp benim yükümü hafifletmeye çalışacağından bahsetti. Yapmam gereken tek şeyin ondan yardım istemek olduğunu defalarca tekrarladı ki bütün sorun da buradaydı zaten. Neyin yapılıp yapılmayacağına karar veren kişi olmak istemiyordum; bütün derdim, sorumlulukları benimle eşit derecede paylaşacak bir partnere sahip olmaktı.
Yine de bütün bunları ona anlatabilmek sanıldığı kadar kolay bir şey değil. Her ne kadar yumuşak mizaçlı birisi olsa da eşim hâlâ en ufak bir eleştiriye son derece ataerkil bir biçimde tepki veriyor. Duygusal emeğin bir iş yükü olduğunu anlaması için onu zorlamam sanki kişiliğine yaptığım bir saldırıymış gibi karşılık buluyor. Aile üyelerinin doğum günlerini hatırlatmak, çocukların beslenme düzenlerini ve okul programlarını aklımda tutmak, takvimimizi herkesin müsait olduğu zamanlara göre ayarlamak, dışarı çıkacağımız zaman çocuklara bakması için annesiyle konuşmak, evdeki ihtiyaçların takibini yapmak, herkesin arkasını toplamak ve bitmek bilmez çamaşır yıkamanın getirdiği duygusal emek yükümden ona her bahsedecek olduğum anda sanki kendisine “Benim üzerime yıktığın onca işe bak! Başının çaresine bakamadığın ve beni görmezden geldiğin için korkunç bir insansın!” diyormuşum gibi algılıyor.
Evdeki bütün bu ağır yükü taşıyor olmak fazlasıyla sinir bozucu. Benimle aynı durumda olan arkadaşlarımla konuştuğumda sıklıkla duyduğum tek kelime bu: sinir bozucu. Bütün bu sorumlulukların elinizi kolunuzu bağlaması, etrafınızdaki insanların taşıdığınız yükten bihaber olması ve bunun yalnızca büyük bir başkaldırının sonucunda değişeceğini bilmek gerçekten moral bozucu.
“Beni asıl sıkıntıya sokan şey, duygusal emek yükünden her bahsedişimizde dırdır ediyormuş gibi görülmemiz.” diyor bağımsız gazeteci Kelly Burch. “Partnerim onun yapmadığı şeylerden bahsettiğim anlarda kendisini rahatsız hissedip savunmacı bir hale bürünüyor. Bu durum kendisini iletişime kapatmasına da neden oluyor. Onun bakış açısından söylediklerimin sinir bozucu olduğunu anlayabilirim fakat henüz ben de ev için harcadığım duygusal ve zihinsel gayretin farkına varmasını sağlamak adına başka bir yol bulabilmiş değilim.”
Duygusal emeğin getirdiği eşitsizlikten bahsetmek bile bir duygusal emek gerektirmekte. Günün sonunda kendimi, eşime yıpranmış olduğumu anlatmanın bana getireceği faydalarla, kavga etmememiz için uygun yollarla – ki bu da bir başka duygusal emek meselesi- hissettiklerimi aktarmanın bir yolunu yaratmanın gerekli olup olmadığını karşılaştırırken buluyorum. Genelde, kendime ondan rica ettiğim sürece şikâyet etmeden bütün işleri yerine getiren bir eşe sahip olduğumu hatırlatarak bu anların sessizce akıp gitmesine izin veriyorum. Arkadaşlarım ve ailem arasındaki birçok kadına nazaran epey şanslıyım. Eşim birçok konuda bana yardım etmeye istekli; her akşam bulaşıkları kendiliğinden yıkıyor, çoğu zaman yemeği o hazırlıyor, ben çalışırken çocukların uyku düzenleriyle o ilgileniyor… Ondan fazladan işler üstlenmesini bile istesem biliyorum ki, şikâyet etmeden yapacak. Bazı zamanlar, daha fazlasını bekliyor olmak bana kendimi açgözlü hissettiriyor.
Yine de kadınların başa çıkmakta olduğu zihinsel yükün kişilikleriyle özdeşleşen bir hale bürünüp cinsiyet eşitsizliğini daha da pekiştirdiğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Evi çekip çevirme sorumluluğu gözle görülür bir biçimde bende toplanmışken çocuklarıma eşitlikçi bir ev ortamının mümkün olduğunu kabul ettirmek bir hayli zor. Oğullarımla kızımın ev içerisindeki dinamiği gözlemleyip büyüdükleri zaman üzerlerine alacakları rollerin ayırdına varmaya başladıklarını fark ediyorum.
Kızımın saçlarını büyük bir dikkatle tarayıp örerken benden beklenen şeyi yapıyordum. Eşim ise kızımızın karışmış saçlarını taradığı zamanlarda yaptığı şeyin fark edilip takdir edilmesine ihtiyaç duyuyor; ikimizin karşısına geçip yüksek bir sesle tamı tamına 15 dakikasını bu işe harcadığından bahsetmesi de cabası. Benim halihazırda yerine getirdiğim pek çok sorumluluğu eşime devrettiğimde karşılığında büyük bir övgü alması gerekiyor. Bu kulağa pek de rahatsız edici bir şey gibi gelmeyebilir, ancak ağırlığı gün geçtikçe büyüyor.
Oğlum odasını her temizlediğinde ya da bir işin üstesinden geldiğinde böbürlenirken, kızım kirli kıyafetlerini sessizce sepete koyuyor ve her gün kendisine hatırlatmama gerek kalmadan kıyafetlerini giyiyor. Oğlum altı, kızım ise dört yaşında. Duygusal emek yükü konusunda konuşmayı sürdürmezsem ve alışık olduğumuz rolleri değiştirmeye çabalamazsam, çocuklarımız da ileride bizim rollerimizi üstelenecek. Daha şimdiden bizim adımlarımızı takip ediyorlar; onları da aynı eşitsizliğe doğru sürüklemeye devam ediyoruz.
“Çocuklar iletişimi ve cinsiyet rollerini (çocuklar ‘düzgün’ cinsiyet davranışlarını üç yaşına gelene kadar ayırt edebilirler) birçok farklı insan ve yerleşmiş geleneklerden öğrenirler. Fakat ebeveynleri işin aslına bakıldığında en çok etkileşimde oldukları insanlardır.” diye aktarıyor Dr. Ramsey. Dolayısıyla, gelecek nesillerin duygusal emekle geliştirecekleri ilişkileri değiştirmek istiyorsak bu değişim evde başlamalı. “Bu değişimi gerçekleştirmenin yolu eşlerin her ikisinin de ev içinde eşit bir iş gücü paylaşımını tam anlamıyla sağlamalarından geçiyor. Duygusal emeğin nasıl pay edildiğinden bahsedecek olursak, kız çocukları duygusal emekten sorumlu olduklarını ve erkek çocukları da kadınların duygusal emeği kendileri için üstlenmeleri gerektiğini beklememeyi öğrendiklerinde bir şeyleri ters yüz etmiş olacağız. Ebeveynlerinin duygusal emeği paylaştıklarını gören çocuklar kendi hayatlarında da bu emeğin paylaşılmasını bekleyen yetişkinler olacaklardır.”
Duygusal emeğin paylaşılması uğraşına girmek ikimiz için de ne kolay olacak ne de tamamıyla adil. İtiraf etmem gerekir ki, öğünlerimizi ve seyahatlerimizi planlamanın gerektirdiği duygusal emekleri yerine getirmeyi eşimden daha çok seviyorum. Ayrıca, bütün hayatım boyunca pratiğe döktüğüm duygusal emeği yerine getirmede eşimden daha yetenekliyim. Fakat şanslıysak, onun önünde duygusal emek kabiliyetlerini bilemek ve çocuklarımızın geleceğini değiştirmek için uzunca bir zaman var. Gelecekte oğullarımız kendi başlarının çaresine bakmayı öğrenirken kızımız da diğerlerinin yükünü taşımamayı öğrenebilir.
Çeviren: Esril Bayrak
Bu yazının orijinali 27 Eylül 2017 tarihinde Harper’s Bazaar sitesinde yayınlanmıştır.