Gelenekselleşen Çatlak Zemin kitap listesi için ekip olarak yıl boyunca okuduklarımızdan oluşan bir derleme hazırladık. Deprem, seçim, savaş gibi bitmek bilmeyen krizlerle geçen bu yılda kimi zaman kitap açmakta zorlandık, kimi zamansa tüm bu kaostan kitaplara sığındık. Geçtiğimiz yıl yayınlanan ya da bizim yeni okuduğumuz ve paylaşmak istediğimiz kitaplardan oluşan bu listeye yakın zamanda çevrilmelerine belki vesile olur diyerek İngilizce iki kitap da ekledik. Kuşkusuz listenin pek çok eksiği var, katkılarınızla bu eksikleri tamamlamak için sizi yorumlara davet ediyoruz.

Dünyalılar – Sayaka Murata

Sayaka Murata’nın Dünyalılar romanında, toplumun beklentilerine ve özellikle yeniden üretim beklentisine karşı bir başkaldırı teması işleniyor. Ana karakter Natsuki, küçük yaşlardan itibaren ailesinin ve toplumun baskılarına karşı baş etme stratejileri geliştiriyor. Kendisini bu toplumun bir parçası olarak görmeyen Natsuki, dünyayı kurtarmak için yeryüzüne fırlatılmış bir uzaylı olduğuna inanıyor. Ona göre dünya, insanların sadece üremek için var olduğu, evlenmeyen ya da üremeyenlerin ötekileştirildiği ve kötülendiği bir “fabrika” gibidir. Natsuki, bu dünyada hassas bir denge bulmaya çalışırken, roman okuyucuyu, sürekli itaat ve uyum bekleyen bir toplumda kişisel mutluluğun mümkün olup olmadığına dair ilginç ve kışkırtıcı bir yolculuğa çıkarıyor. Japon kültürüne dair pek çok ayrıntıyla zenginleştirilmiş olan Dünyalılar okuyucuya derinlemesine düşündürücü bir okuma sunuyor.

Tetikleyici içerik uyarısı: Dünyalılar çocuk cinsel istismarı hakkında uzun ve açık betimlemeler içermektedir.

Memeler ve Yumurtalar – Mieko Kawakami

Mieko Kawakami’nin Memeler ve Yumurtalar romanı, feminist bir bakış açısıyla beden algısı ve annelik konularına eğilmekte. Kitap, ana karakter Natsuko’nun hayatından farklı dönemleri anlatan iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Natsuko’nun meme implantı yapmayı takıntı haline getirmiş ablası ve onun 12 yaşındaki, annesiyle hiç konuşmayan kızı etrafında gelişen olayları ele alıyor. Bu bölümde yumurtaların hikayeye nasıl dahil olduğu sıradışı ve etkileyici bir şekilde işlenmekte.

İkinci bölümde ise, Natsuko sekiz yıl sonra karşımıza çıkıyor ve ikinci romanı üzerinde çalışan bir yazar olarak tasvir ediliyor. Natsuko bir çocuk sahibi olmak istemektedir ancak bu süreç beklediği kadar kolay değildir. Bu zorluk, bir kadının tek başına bir çocuk yetiştirmesinden çok daha fazlasını içermektedir. Hikaye daha çok, kadınlar için suni döllenmenin yasak olduğu Japonya’da Natsuko’nun yalnız bir kadın olarak çocuk sahibi olmak için girdiği arayışlar üzerine eleştirel, etkileyici ve akıcı bir anlatı sunar. Ancak, bu süreci işlerken, çocuk yetiştirmenin zorluklarını göz ardı ettiği ve hatta zaman zaman bir annelik güzellemesine kaydığına da dikkat çekmek gerekir.

Mutfak – Banana Yoshimoto

Banana Yoshimoto tarafından kaleme alınan Mutfak, Mikage adında genç bir kadının hayatından bir kesit sunuyor. Kısa roman formatında yazılmış kitap okuyucuyu yalnızlık teması etrafında duygusal bir yolculuğa davet ediyor. Mikage anneannesinin ölümünün ardından kendini dünyada yapayalnız hisseder. Mutfak onun için fiziksel bir mekan olduğu kadar duygusal ve sembolik anlamları da olan bir mekandır. Kitap, Mikage’nin kişisel yolculuğunu ve hayatla başa çıkma çabasını anlatırken, aynı zamanda insan ilişkilerinin karmaşıklığını da işliyor.

Profesör ve Hizmetçi – Yōko Ogawa

Yōko Ogawa’nın Profesör ve Hizmetçi adlı romanı, 2003 yılında yayımlanmış bir eser olup, bir profesör ve ona bakım veren hizmetçi Keiko’nun hikayesini anlatıyor. Bu romanın dikkat çekici yönü, her 80 dakikada bir hafızasını kaybeden ve matematik dehası olan profesör ile Keiko arasında gelişen, hafızanın sınırlarını aşan eşsiz bir bağın olmasıdır.

Roman, insan duygularının karmaşıklığı ve hafızanın kırılganlığına odaklanırken, matematiğin gizemli dünyasına da ışık tutuyor. Ogawa, matematiği sadece bir problem çözme aracı olarak değil, aynı zamanda güzellik ve ilham kaynağı olarak betimliyor. Bu yaklaşım, hem Keiko’yu hem de okuyucuyu büyülüyor ve matematik hakkında yeni bir bakış açısı sunuyor.

Violeta – Isabel Allende

Isabel Allende’nin Violeta romanı, 20. yüzyılın başından COVID-19 pandemisine kadar uzanan yüz yıllık bir dönemi kapsıyor. Kitap, ana karakter Violeta’nın torununa yazdığı mektuplar aracılığıyla, Violeta’nın yaşamına tanıklık ediyor. Bu tanıklık, sadece Violeta’nın kişisel mücadelesine odaklanmakla kalmıyor, aynı zamanda dönemin iktisadi, siyasi ve toplumsal olaylarına da ışık tutuyor. Büyük Buhran, kadın hakları mücadelesi, 1970’lerin Latin Amerika’daki isyanları ve darbeler, romanın zengin arka planını oluşturuyor. Allende, karakterlerin kişisel hikayeleri ile bu toplumsal olayları ustalıkla harmanlıyor ve okuyucuyu derinden etkileyen, sürükleyici bir anlatıya davet ediyor. Violeta, sadece bir kadının yaşam mücadelesi değil, aynı zamanda bir dönemin tarihine ışık tutan kapsamlı bir eser.

August Blue – Deborah Levy

Deborah Levy’nin romanı, kariyerinin zirvesinde, otuzlu yaşlarındaki yetenekli bir piyanist olan Elsa’nın hikayesini anlatıyor. Elsa, Viyana’da bir konser sırasında Rachmaninov’un 2 No’lu Piyano Konçertosu’nu çalarken hata yapar ve bu durum onun sahneden inmesine ve sonrasında derin içsel çatışmalar yaşamasına neden olur. Bu trajik olayın ardından Elsa, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde varlıklı ailelerin çocuklarına piyano dersleri vermeye başlar. Bu süreçte, sürekli olarak gerçekte kim olduğuyla yüzleşmeye çalışırken, onu takip eden gizemli bir kadınla karşılaşır.

Levy’nin romanı, bu ilginç olay örgüsü etrafında şekillense de, onun yazma tarzı ve yaklaşımı kitabı ayrıca değerli kılmakta. Levy, bir YouTube videosu röportajında şöyle diyor: “Hayatlarımızı hissettiğimiz gibi yazsaydık, asla sıkıcı bir şey yazmazdık. Nasıl sıkıcı olabilir ki? Yani, Çarşamba gününü alıp gerçekten hissettiğiniz gibi yazarsanız, politik olur, tarihsel olur. Benim kuşağımdaki yazarlara, kadınların tüm hissetme işini, erkeklerin ise düşünme işini yaptığı söylendi ve ben yazar olduğum andan itibaren bunu protesto ettim. Şimdi kendimi, eğer duygularınıza erişebilirseniz, o konumdan yazarsanız, sıkıcı bir şey yazmayacağınızı söylerken buluyorum.”

Yaşamı Üretmek: Bütüncül bir Feminist Teoriye Doğru – Melda Yaman

Yaşamı Üretmek: Bütüncül bir Feminist Teoriye Doğru feminist teori ile Marksizm arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceleyen bir kitap. Yaman, bu kitabı hazırlarken, son beş yılda yazdığı makaleleri yeniden ele alıp, bütünlüklü bir çerçeve oluşturmuş. Kitap, toplumsal yeniden üretim, kadın emeği ve Marksizm-feminizm ilişkisini merkeze alıyor ve bu temalar etrafında üç ana bölüme ayrılıyor.

Melda Yaman kitapta, bu temel konuları detaylı bir şekilde incelemenin yanında, pandemi sürecinin kadın-erkek ilişkilerindeki eşitsizlikleri nasıl daha da derinleştirdiğine dikkat çekiyor ve kadınların bu zorlu süreçten nasıl güçlenerek çıkabileceklerine dair fikirler sunuyor. Yaşamı Üretmek: Bütüncül bir Feminist Teoriye Doğru, ataerkil düzenin getirdiği eşitsizliklerle nasıl başa çıkılabileceği ve kadın hareketinin, feminist teori ile Marksizmin birleşiminden nasıl güç alınabileceğini ortaya koyması açısından da hayli ufuk açıcı.

Sitt Marie-Rose – Etel Adnan

Lübnanlı sanatçı Etel Adnan’ın -bu sene tekrar Türkçe basılan- 1978’de kaleme aldığı Sitt Marie-Rose, Lübnanlı Hristiyan bir kadının hikayesi. Sağır çocuklar için bir okuldan sorumlu Sitt Marie-Rose, 70’lerde Lübnan savaşında şiddet, ırkçılık ve cinsiyetçiliğe karşı mücadele veriyor. Filistinli mültecilere destek olduğu için kaçırılıyor ve öldürülüyor. Etel Adnan, anlatıcının bölümlerde habersiz değiştiği, kesintili ve öz anlatımıyla, savaşın ve ölümcül şiddetin İslam ve Hristiyanlık öne sürülerek meşrulaştırıldığı Orta Doğu için her zaman okunabilecek bir anlatı yaratıyor. “Manevi Kudüs, akraba evlilikleriyle ve nefretin ağırlığı altında öldü. Artık Ortadoğu’da değil.”

Okumaz Yazmaz – Agota Kristof

Türkçe’de Büyük Defter – Kanıt – Üçüncü Yalan isimli kitabıyla bilinen Agota Kristof’un yeni metinleri bu sene yayınlandı. Okumaz Yazmaz (L’Analphabète, orijinal isminin de çevirisinin de altını çizmeli), yazarın tek otobiyografik diye belirtilen metni. Kısacık metinde, yazar, 1956’da yirmili yaşlarında çocuğuyla ülkesi Macaristan’ı terk etmek zorunda kalıp İsviçre’ye taşınmasını, yeni bir dille mücadelesini, dille başa çıkmaya çalışmasının kendisinin varolma mücadelesi için anlamını, savaştan kaçmayı, yazma ve hayatta kalma azmini anlatıyor. Agota Kristof’un yazmakta direnmek ve dil ile ilişkisi bu kısa metinde göz alıyor. Yazarın kitaplarını ancak yıllar sonra ve Fransızca olarak yayınladığını da ekleyelim.

Benim Katı Yüreğim – Helen Garner

Türkçe’ye romanları çevrilen Helen Garner’ın öykü kitabı Benim Katı Yüreğim dikkat çekici öykü isimlerine sahip. Sıradan gibi duran, sebep sonuç kurgusundan uzak, çoğunluğu kısa ve detaylarıyla cazip bir kitap. Helen Garner, sadece dert edindikleriyle değil aralarda göz kırpan muzip satırlarıyla da feminist edebiyat yapıyor. İnsan ilişkisi denen şeyin olağanlıklarını, şiddet içeren yanını ve bundan kurtuluşun ise şaşalı olmayan jestlerde gizli olabileceğini de anlatan, sade ve “olduğu gibi” yaşamları anımsatan öyküler.

Evlerden Uzak – Marilynne Robinson

Annelerinin intiharından sonra anneanneleriyle, daha sonra büyük halalarıyla ve en sonunda teyzeleriyle yaşamaya başlayan iki kız kardeşin hikayesini, kardeşlerden Ruth’un dilinden aktaran Evlerden Uzak, ölüm, aidiyet, aile, yetişkinliğe geçiş, hayatta kalma mücadelesi gibi pek çok meseleyi farklı kadın öznellikleri etrafında ele alıyor. Marilynne Robinson’un şiirsel dili, Birgül Oğuz’un incelikli çevirisiyle keyifli bir okuma sunan roman, karakterler üzerinden farklı feminist okumaların da kapılarını aralıyor.

Dünyanın Sonundaki Mantar – Kapitalizmin Enkazlarında Yaşam İmkânı Üzerine – Anna Lowenhaupt Tsing

Kapitalizmin yarattığı enkazlarda, Matsutake mantarının ekoloji ve ticaretinin izini sürerek yaşamı yeniden kurmanın yollarını ve farklı türlerin bir arada yaşamasının yeni olasılıklarını sorgulayan Dünyanın Sonundaki Mantar, feminist kapitalizm eleştirileri ve feminist yeni materyalizm perspektiflerinden de faydalanarak disiplinlerarası çok zengin bir etnografik çalışma sunuyor.

Özgürlük Kesintisiz Bir Mücadeledir – Ferguson, Filistin ve Bir Hareketin Oluşumu  – Angela Davis

2017 yılında Güldünya Yayınları’ndan çıkan, Angela Davis’in çeşitli röportajları, denemeleri ve konuşmalarından derlenmiş olan bu kitap, 7 Ekim’den beri devam eden İsrail işgali altındaki Filistin topraklarındaki savaşın tarihselliği ve ırkçılık karşıtı diğer hareketlerle olan kesişimselliği üzerine küresel bağlamda düşünmek için bize oldukça zihin açıcı bir perspektif sunuyor. Irkçılık ve sömürgeciliğe karşı verilmiş özgürlük mücadelelerinin, direnişlerin birbiriyle olan benzerliklerini hatırlatırken, pes etme noktasında olsak bile mücadeleden neden vazgeçmememiz gerektiğine dair bize ilham veriyor.

Hayalet Bakıcısı – Özlem Dikeçligil

Özlem Dikeçligil’in bu sene çıkan Hayalet Bakıcısı adlı kitabı, kadınlara ve çocuklara dair acımasız bir gerçeklikle anlattığı 10 öyküden oluşuyor. Kitap boyunca kayıp ve yas ana temalar olsa da öykülerin öznesi çoğunlukla kadınlar ve çocuklar. Çok farklı kadınlık durumlarını, evlilikleri, ayrılıkları, kadınların çocuklarıyla olan ilişkilerini, ortadan kaybolan babaları -aslında oldukça trajik ve ajite bir dille anlatılabilecek hikayeleri- okuyucuyu belli bir mesafede tutarak, bir yandan da ince detaylarıyla hakikati de atlamayarak anlatıyor.

Kızım Hakkında Her Şey – Kim Hye-Jin

Koreli yazar Kim Hye-Jin’ın Türkçeye Kızım Hakkında Her Şey adıyla çevrilen kitabı farklı jenerasyonlardan kadınların kültürel, toplumsal ve ahlaki değerlerinin çatışması ve yüzleşmesine dair bir roman. Dönemin koşulları sebebiyle güvencesiz ve esnek çalışmak zorunda kalan kızının –annesinin onaylamadığı– kız arkadaşıyla hayatı boyunca çalışmış ve yaşı oldukça ilerlese de hayatta kalmak için çalışmak zorunda kalan annesinin yanına ekonomik sebeplerden dolayı taşınmak zorunda kalmasıyla hikaye başlıyor. Çocuğunun evlenip çocuk sahibi olmasını ve güvenceli bir işte çalışmasını hayal eden annenin tam tersi bir hayat yaşayan kızıyla olan ilişkisinin aslında annenin kendi hayatında bakım verdiği, deneyimlediği ve kızının hayatında tanıklık ettiği şeylerle nasıl beslendiğini ve dönüştüğünü okuyoruz.

İnsanüstü Gücün Sırrı – Alison Bechdel

Alison Bechdel’in üçüncü özyaşam öyküsü olan İnsanüstü Gücün Sırrı ilk iki çizgi romanından biraz daha farklı bir içeriğe sahip. Bu çizgi romanında yaşının ilerlemesiyle aslında hayatında her zaman var olan kendi kendine yeterli olma düşüncesine dair saplantısını farklı biçimleriyle anlatıyor. Kayak, bisiklet, karate, yoga, ağırlık kaldırma dahil neredeyse her spor dalında çabalayan ve kendini bedensel olarak zorlayan Bechdel, bir yandan da ölümlülük, bağımlılık, mutluluk, öğrenme isteği ve nesillerin ilgi alanları konusunda kişisel öyküsüyle beraber düşüncelerini kaleme alıyor.

Kafamdaki Kahramanlar – Judy Rebick

Judy Rebick, Kanada’da kürtaj hakkı kampanyalarında aktif bir şekilde yer almış, 1945 doğumlu, ülkesinin tanınmış feministlerinden biri. Güldünya Yayınları’ndan Füsun Özlen çevirisiyle çıkan kitap, Rebick’in çocukken cinsel istismara maruz kalması sonucunda ortaya çıkan depresyon ve baş edebilmek için geliştirdiği 11 farklı kişiliği merkezine alıyor. Oldukça geç hatırlayabildiği, kabul edebildiği ve açılabildiği zorlu bir şiddet öyküsünün yanı sıra sosyalist ve feminist mücadele içinde geçen hayatını da bu bağlamda ele alıyor. Bir kadın olarak tek başına çıktığı gezilerde maruz kaldıklarını, romantik ilişkilerindeki dengeleri, sosyalist hareketteki mücadelesini, nasıl politikleştiğini, savaş karşıtı ve ırkçılık karşıtı hareketlerle olan bağını, feminist hareketle nasıl güçlendiğini ve hayata devam edebildiğini tüm açıklığı ve detaylarıyla paylaşıyor. Özellikle Kanada’da o dönem gelişen ve büyüyen feminist harekete ve kürtaj mücadelesine dair çok iyi bir tanıklık sunuyor. Kişisel olanın, ruhsal olanın politikliğini ve toplumsallığını feminist bir kadın olarak ele alması açısından özgün bir kitap.

Dejavu – Menekşe Toprak

İki kadın, bir kent, bir yüzyıl. Dejavu’yu okurken hem Suat Derviş’in gözünden yüzyıl başının Berlin’ini, İstanbul’unu, erkek dünyasında kadın yazar olarak tutunmayı, sol çevrelerin rujlu kadını olarak kendini var edebilmeyi yaşıyor hem de yüzyıl sonrasında bu yaşanmışlığın ayak izini sürüyoruz. Ancak kitap esas olarak bu iki kadını bambaşka bir coğrafyada buluşturuyor: Yabancı bir kadın olarak bilmediğin, seni de içine almayan, tek başına ayakta kalmaya çalışmanın o ürpertici yalnızlığında. İstanbul ise her ikisi için de hayal, ama sonunda birisi için hayal kırıklığı, ne olursa olsun yalnızlık ise baki. Bir çırpıda okunan ve içimizdeki o kırgınlığa dokunan bir roman Dejavu.

Hızlı Yaşamak – Brigitte Giraud

Ya öyle yapmasaydım? O gün öyle demeseydim?  Kadınları sürekli ya pekilerle, keşkelerle yaşamaya iten hayatta Brigitte Giraud, hayat değiştiren bir anda kendimizi hangi karanlık kuyulara savurabileceğimizin, kendimize kurduğumuz yüce mahkemelerde hangi ağır suçlardan hüküm giydiğimizin muhasebesini otuzlu yaşlarda bir kadının aile, ev, çocuk, ev, yerleşik hayat, özgürlük anlarının cinayet mahallindeki izdüşümleri üzerinden yapıyor. Öngörülemez ama engellenemez olan olmaktayken ise elimizde sadece bir bakış ve bir an kalıyor.

Dünyayı Yeniden Efsunlamak – Silvia Federici

Silvia Federici; toprağın, suyun, kentsel mekanların özelleştirildiği, insanların çok sayıda mülksüzleşme biçimlerine maruz bırakıldığı, geçim kaynaklarının, bilgilerinin, karar alma mekanizmalarının ellerinden alındığı, soluduğumuz havanın, sularımızın ve toprağın rant alanları uğruna kirletildiği bir dünyayı “yeniden efsunlamak” mümkün müdür sorusunu temel alıyor. Kapitalizm ötesindeki bir dünyayı henüz “tohum” aşamasında öngörmeye davet ediyor ve toplumsal yeniden üretim meselesini toplumsal değişimin merkezine koyuyor. Temel aldığı “müşterekler” fikrini, yeniden üretim faaliyetlerinin gerçekleştirildiği ve kadınların evde, ailede sömürülmesinin gizlenmesine katkı sağlayan kamusal / özel ayırımını aşabilme imkanı olarak sunuyor. Bunu yaparken toplumsal hayata cinsiyetsiz bir öznenin gözünden bakmamayı, ırksal ve cinsel hiyerarşileri yeniden üretmemeyi önemsiyor. Erkek şiddetinin tüm dünyada henüz müştereklerden söz edebilmeyi zorlaştırdığını vurguluyor. Öte yandan da bir feminist tavır olarak; yeniden üretimi değersizleştiren kapitalist anlayışa yakın durulması konusundaki kaygısını dile getiriyor. Çünkü ona göre yeniden üretici emek “devrimin sıfır noktasıdır”.

Misafir Odası – Helen Garner

YKY yayınlarından 2021’de çıkan, 2023’te üçüncü baskısını yapan bu roman bakım emeğine odaklanıyor ve “Bir başkasının yatacağı yeri hazırlamak bir ayrıcalıktır.” (Elizabeth Jolley) epigrafıyla açılıyor. İki kadının dostluğu, birinin ileri evre kanser hastalığı ile sınanıyor. Bakım etiğiyle ilgili konular cinsiyete duyarlı bir bakışla ele alınmış; özen, öfke, tükenme, beden, modern tıp, şarlatanlık/umut tacirliği ve tabii ki dayanışma. Avustralyalı yazar Helen Garner’ın 2008’de The Spare Room adıyla yayınlanan bu romanı, kendi arkadaşının hastalık ve ölüm sürecinden aktardığı kişisel deneyiminden besleniyor.

Beden ağrılarına ruhsal acılar karışırken, terden sırılsıklam çarşaflar baş döndürücü bir hız ve monotonlukla değiştirilip, yıkanıp, asılıp, kurutulurken, iyileşme yolu da birlikte yürünüyor. İki kadının kırık, çatlak, şişik benliklerinin birbirlerine tuttukları aynalarda onarılması, ruh beden ikiliğini aşması, giderek hastalık ve ölüm karşısında başka kadınlarla çoğalması okuyucuyu da güçlendirici etki yapıyor.

Feminist olan Politiktir – kolektif

“Yıldız Ecevit’e Armağan” olarak sunulan bu kitap Gökçe Bayrakçeken Tüzel, Ayça Kurtoğlu, Ayşe Gönüllü Atakan ve Aslı Çoban tarafından derlendi. Kadın çalışmaları alanında yolu Yıldız Ecevit’le kesişmiş olanların akademik makale, deneme ve mektuplarından oluşuyor. Derleme içinde yer alan makaleler iklim krizinden örgütlenmeye, etnografiden kadın emeğine dek çok geniş bir yelpazede dizilmiş. Kitap bu haliyle hem Türkiye’deki feminist birikimi yansıtıyor hem de bu birikime kayda değer katkılar sunuyor. Toplumsal cinsiyet temelli çalışmalar yürüten araştırmacılar ve öğrenciler ile feminist yaklaşımlara ilgi duyan tüm okurlar için bir kaynak kitap niteliğinde…

Mucizeler – Elena Medel

Edebiyata şiirle giren Elena Medel, farklı kuşaklardan üç kadının hayatına eğilen bu ilk romanıyla hayli ilgi topladı. María, Carmen ve Alicia’nın hikâyesi, 1969’da, yeni doğan kızı Carmen’i geride bırakarak çalışıp eve para yollama umuduyla Madrid’e taşınan María ile başlar. Hayat gailesi, yıllar boyu pek az görüşebilen anne kızın duygusal bağlarını hayli zayıflatmıştır. 2018’de María’nın torunu Alicia da babasının intiharıyla sona eren varlıklı günlerin ardından Madrid’e taşınıp, metro istasyonundaki bir dükkânda çalışmaya başlar.  İstasyon çok geçmeden feminist grev sonrası Madrid’deki gece eylemine doğru akan binlerce kadınla dolar. Yürüyüşçüler arasında Alicia’nın hiç görmediği anneannesi de vardır.

Elena Medel, Franco dönemi İspanyası’ndan günümüze dek yaklaşık elli yıllık bir süreci, zaman içinde ileri geri giderek, neredeyse kısa öyküler halinde ustalıkla kurgulamış. Emeğiyle geçinen kadınların hayatında zamanla pek az şeyin değiştiğini, yoksulluğun, mülksüzlüğün ve güvencesizliğin ise inatla aynı kaldığını gözler önüne seriyor.

Şeylerin Ağırlığı – Marienne Fritz

Savaşın yol açtığı çürümeyi, savaş sonrası toplumun işlenen suçlarla ve suçlulukla başa çık(amayış)ını belki en etkileyici biçimde 2. Dünya Savaşı yıllarını çocuk/genç kadın olarak yaşayan Ingeborg Bachmann ve Marlen Haushofer gibi Avusturyalı kadın yazarlardan okumuştuk. Bir kuşak geriden gelen Marienne Fritz bu geleneği Şeylerin Ağırlığı‘nda sürdürüyor. Bu küçücük kitap toplumun derinden çürüyüşünü, bu çürüyüşten herkesin payına düşeni alışını, bu süregiden parçalanmayı, masumla zalim arasındaki mesafenin kısalığını ya da belki masum pozisyonunun tamamen ortadan kalkışını çok sade, fakat çok çarpıcı şekilde anlatıyor. Aileye ve anneliğe bakışı da bir o kadar sarsıcı. Kitap, Türkçe’ye ilk kez çevrilerek bu yıl Jaguar Kitap’tan çıktı.

Bütün Dünlerimiz – Natalia Ginzburg

1930 yılında Kuzey İtalya’da başlayan kitap, 16 yaşındaki Anna’yı merkeze alarak ailesi ve karşı evde yaşayan komşularının faşizmin yükseldiği yıllarda hayat mücadelesini anlatıyor. Burjuva karakterlerin çelişkilerini ve kimi zaman bayağılıklarını ele alırken savaş ve faşizmin bireyler üzerinde umutlarını ve hayallerini parçalayan etkisini açığa çıkarıyor. Ginzburg’un karakterleri büyük kahramanlıklara girişmiyor, fakat gündelik eylemlerde fedakarlıkları ve isyanları ile faşizme karşı direniş anlatısı oluşturuyorlar. Karakterler arası ilişkilerde açığa çıkan aşk, cinsellik, ihanet gibi temalar faşizmin yarattığı yılgınlık ve umutsuzluk altında ikincilleşiyor. Natalia Ginzburg’un güçlü anlatım ve gözlem gücü toplumsal olayların bireyler üzerindeki etkisini açığa çıkaran en büyük etken.

Real Estate – Deborah Levy

Deborah Levy’nin yaşayan otobiyografi diye adlandırdığı üçlemenin son kitabı Real Estate. Levy’nin Bilmek İstemediğim Şeyler ve The Cost of Living ile başladığı ve maalesef henüz ilk kitap dışında Türkçe’ye çevrilmemiş bu üçlemesinde kendi ifadesiyle, kendine yakın fakat kendi olmayan bir birinci şahıs anlatıcıyı merkeze alıyor. Real Estate, uzun evliliğini bitirmiş ve çocukları evde ayrılmaya başlamış yazarın yeni bir ev kurma sürecini bir kadının patriyarkal dünyada arzularının peşinden gitmesi ve Virginia Woolf’u hatırlatır bir biçimde kendine ait bir mekan arayışını ekonomik ve siyasi krizler dünyasında anlatıyor. Bir kadın için ev fikri, patriyarka kadınlara neyi arzulayabileceğini söylemeseydi nasıl olurdu fikrini tartışırken başta Ferrante olmak üzere güçlü kadın karakterleri yaratan yazarları anmadan geçmiyor ve kendisi de bu karakterlerden birini yaratıyor.

Kızın Hikayesi – Annie Ernaux

Nobel ödüllü, Türkçe’ye birçok kitabı çevrilen Annie Ernaux’nun bu sene, Bir Kadın ve Olay kitaplarının yanı sıra Kızın Hikayesi de çevrilen romanları arasında. Kızın Hikayesi, Seneler başta olmak üzere, yazarın edebiyatını takip edenler için aşina olacakları bir entelektüel zihin meşguliyeti etrafında ilerliyor. Roman, Annie Ernaux’nun “1958’deki kız” isimlendirmesiyle, bugünden git gellerle o döneme, o kıza, iz sürerek baktığı ve bunların hepsini yazmak üzerinden işlediği bir metin. Kızın Hikayesi’ni oluşturan; 58’deki kıza bugünden bakarkenki mesafe, onu, gençliğini, özgürlüğünü hatırlamak, nelerin üstüne eklendiğini, hevesleri, duvara çarpmaları yazının gücüyle verebilmek, böylece yazının gücünü sorgulamak ve o 58’deki kızın yaşadıklarının metne geçebilmesinin önemini kurcalamak. “Ben de unutmak istedim o kızı. Onu gerçekten unutmak, yani artık onun hakkında yazma isteği duymamak. Onun hakkında, onun arzusu, çılgınlığı, aptallığı ve gururu, açlığı ve kesilen kanaması hakkında yazmak zorunda olduğumu düşünmeyi bırakmak. Bunu asla başaramadım.”

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.