Uluslararası Vicdani Ret Günü, 15 Mayıs 1985’ten beridir, askeri birimlerin birer parçası olmayı reddedenler ve savaş karşıtları tarafından kutlanıyor. #COday
Vicdanî ret, bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir. Bireyin savaşa karşı geliştirdiği bir tavır olarak savaşlar kadar eski bir tarihe de sahiptir.
Dünyanın bilinen ilk vicdani retçisi, Kuzey Afrika Numidiya ülkesinden 21 yaşında bir genç olan Maximilian; Roma ordusuna çağırıldığında, inatla askeri servise katılmayı reddedince Romalılar tarafından idam edildi.
Türkiye’deki ilk vicdani retçiler, 1989 sonunda Sokak Dergisi’nin yapmış olduğu bir kampanya ile retlerini açıklayan Tayfun Gönül ve Vedat Zencir oldu. Vicdani ret Türkiye’de yasal bir hak olmadığı tam tersine “suç” olarak tanımlandığı için vicdani reddini açıklayanlar baskı ve işkenceye, bir dizi insan hakları ihlaline maruz kaldı.
Vicdani ret hareketinin başından itibaren kadınlar sürecin içinde yer aldı. Kadınlar, önceleri kendilerini destekçi olarak konumlandırırken 2004 yılında vicdani retlerini kamuoyuyla paylaşarak Vicdani Ret Hareketi’nin özneleri olarak mücadelelerine devam ettiler. Türkiye’deki ilk kadın vicdani ret deklarasyonları ise 14-15 Mayıs 2004 tarihinde beş kadın tarafından açıklandı. 2004 yılında vicdani reddini açıklayan kadınlar Ferda Ülker, Hürriyet Şener, Ebru Topal, İnci Ağlagül, Nazan Askeran, Yöntem Yurtsever oldu.
İlk kadın vicdani retçilerin deklarasyonlarını okuduğumuzda neden “zorunlu askerlik” uygulamasının muhatabı olmadıkları halde bir kadın olarak vicdani retçi olduklarına ilişkin gerekçeleri de öğrenebiliyoruz.
“Vicdani ret, orduda cisimleşen ‘erkek dünya’ kurgusunu dolayımsız bir şekilde karşısına alarak, ‘tabu’ olan bu konuyu tartışma platformuna taşır”[1] diyerek vicdani reddini açıklayan ilk kadın Ferda Ülker ve 24 Ağustos 2005 tarihinde kaybettiğimiz feminist yol arkadaşımız Nazan Askeran’ın vicdani ret deklarasyonlarını paylaşıyoruz.
Ferda Ülker / 14 Mayıs 2004
Uzun zamandır kendimi antimilitarist ve feminist olarak tanımladığım için, doğal olarak, zaten retçi olduğumu düşünüyorum. Yaptığım bu açıklama ile “gayri resmi” olan durumu sadece “gayet resmi” hale getirmiş oluyorum!
Vicdani ret hareketi, yalnızca “zorunlu askerlik hizmeti”ne karşı yürütülen bir mücadele değildir. Kavram çok daha geniş bir yelpazeyi ve daha fazlasını içeriyor. Ve biz kadınların bu harekette “destekçi” konumundan daha fazlasına dair sözümüz ve duruşumuz var. Vicdani ret militarizme ve onun bütün yüzlerine karşı doğrudan bir karşı duruşun adıdır. Militarist düşünce sadece ‘askeriye’nin sınırları içinde kalmayıp, günlük hayatın içine de yedirilen “militer” bir dünya kurgular. Ki bu kurguda; kadınlık aşağılanır, kadınlar genellikle görmezden gelinir, yok sayılır. Koşullar gereği bazen öne çıkarılsa da bir iki adım geride konumlandırılır. Kavramları; otoritedir, hiyerarşidir, itaattir. Biz kadınlar için bu kavramlar ne kadar da tanıdık değil mi, ne kadar da hayatın içinde. Durmadan çarptığımız ve her seferinde bizi gerilere iten bir dünyanın çok iyi bildiğimiz duvarlarıdır. Hele bu coğrafyada yaşayan kadınlar için militarizm, hayatın her ayrıntısında, çağrısız ve arsız bir misafir gibi hep ‘mevcut(lu)’dur. Sokakta, evde, işte, ilişkilerimizde, mücadele alanlarımızda… Ve her yerde.
Dün olduğu gibi bugün de, elimden geldiğince, gücüm yettiğince, militarizmin gizli – açık, her türlü görüntüsüne karşı mücadele edeceğimi ve mücadele eden herkesle dayanışma içinde olacağımı ilan ediyorum.
O benim hayatımdan elini çekmemek konusunda ne kadar ısrarlıysa ben de mücadelemin devamlılığı konusunda o denli kararlıyım.
REDDEDİYORUM
Nazan Askeran / 15 Mayıs 2004
Gezegenimiz üzerinde süregelen, cinsiyet ayrımına dayalı, heteroseksist, hiyerarşik, mülkiyetçi, militarist sömürü sistemi tarafından ne kendimin, ne bir başka bireyin, canlı cansız herhangi bir varlığın sömürülmesini, ezilip yok edilmesini istemiyorum.
Tüm ekosistemi tehdit eden bu kanlı sistem tarafından çıkarılan savaşların ne öznesi ne de nesnesi olmak istemiyorum.
Her gün yüzlercesini, binlercesini ürettikleri türlü çeşitli imha silahlarıyla akıtılan kanların, yok edilen yaşamların faillerinden biri olmak istemiyorum.
Sistemin robotlaştırıp, emir-komuta zincirine tabi kılıp, posası kalana kadar kullandığı ve sonra kaldırıp attığı zavallılardan biri olmak istemiyorum.
Bir KADIN olduğum için birilerinin mülkiyetinde olmayı, birilerinin namusu olduğum gibi çarpık bir düşünceyle kapatılmayı, dayak yemeyi, öldürülmeyi istemiyorum.
Sırf KADIN olduğum için boynuma takılan “anne”, “karı”, “evlat” etiketleriyle beni mülkiyetleri altına aldıklarını varsayan birtakım erkekler ve toplum tarafından yönetilip yönlendirilmeyi, güdülmeyi, yaşamımın, kimliğimin, bedenimin üzerinde hiçbir hak ve söz sahibi olamamayı istemiyorum.
Sırf KADIN olduğum için gece sokaklarda yürümemin, yüzümdeki gülümsemenin taciz ve tecavüzle “ödüllendirilmesini” (!) ve bu nedenle cinayete kurban gitmeyi istemiyorum. Ayni şekilde bir eşcinselin, bir transvestitin ve diğer tüm insanların sırf cinsel kimlikleri nedeniyle ezilmesini, sömürülmesini, dayak yiyip öldürülmesini istemiyorum. Örgütlü/örgütsüz her çeşit şiddeti reddediyorum.
Savaşlarda ölmek, öldürülmek istemiyorum
Bizden sonra da bu gezegen üzerinde var olacak canlı/cansız yaşamı için bir tehdit unsuru, bir terminatör olmayı reddediyorum.
Ezmeyi, ezilmeyi;
Emir vermeyi, emir almayı;
Öldürmeyi, öldürülmeyi;
Savaşı, askerliği, şiddeti yaşamımızın her alanına nakşeden, MEŞRU kılan militarist anlayışı; Reddediyorum
[1] Amargi Dergisi S. 2 Sayfa 36