Boğaziçi Üniversitesi’ne 2021’de atanan kayyum yönetim hızla odağını LGBTİ+’lara çevirmiş, önce kulüp kapatılmış, hakkında soruşturma açılmış, ardından sistematik olarak etkinliklere ve hatta varoluşlara müdahale sürmüştü. Yıllardır sorunsuz şekilde yapılan onur yürüyüşü bu sene engellendi, Boğaziçi Üniversitesi tarihinin en büyük polis müdahalelerinden birini gördü. O gün yaşananları ve daha fazlasını M. Güneş’ten dinliyoruz.
Bu sene Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Onur Yürüyüşü ve Haftası’nın gündeminde ne vardı?
İstanbul Onur Haftası’nın aksine Boğaziçi LGBTİA+ Onur Haftası’nın bir teması olmuyor. her sene yapılan etkinlikler güncel ihtiyaçlar ve istekler gözetilerek yapılıyor. bu seneki Hafta teknik eksiklikler, kayyumluğun yarattığı belirsizlikler, güvencesizlik ve baskılar sebebiyle bir öncekinin aksine yoğun ve hazırlıklı geç(e)medi. daha önceki senelerde olduğu gibi sinema, edebiyat, ace+; bu sene ilk kez ise nöroçeşitlilik üzerine etkinlikler gerçekleştirdik. bir eksiklik olarak anabileceğimiz, üzerine düş(e)mediğimiz bir gündem olarak mülteci tartışmalarını ele alabiliriz bence.
Hafta etkinlikleri nasıl geçti? Herhangi bir müdahale ile karşılaştınız mı?
pek tabii ki, bir önceki soruda da bahsettiğim gibi birtakım zora koşma, engelleme girişimleri ile karşılaştık, karşılaşıldı. bunun bir örneği olarak şunu anabiliriz: Onur Haftası kapsamında etkinlik düzenleyen iki kulüp Öğrenci İşleri Dekanı Fazıl Önder Sönmez tarafından görüşmeye çağırıldı. etkinliklerin yapılmaması için direten Sönmez -bize aktarıldığı kadarıyla- mevzubahis iki kulüpten temsilciler görüşmeye girdiği gibi elindeki telefonla BÜLGBTİA+nın Onur Haftası takvimi post’unu gösterip “bu etkinliklerin hiçbirine izin vermeyeceğiz!” demiş. bunun yanı sıra zaten Onur Yürüyüşü esnasında olanlar da yine bu soruda anılabilecek bir müdahale. nitekim, daha sonra detayları da anlattıracaksınızdır bana zaten. tüm bunlara rağmen gücümüz yettiğince olabildiğince her etkinliği yapmaya, engellemelere, baskılara direnmeye çalıştık.
Onur Yürüyüşü’nün olduğu gün aynı zamanda Taşoda müzik festivalinin olduğu gündü. Rektörlükten birtakım mailler atıldı, tek açık bırakılan Güney Kampüs’ün Etiler Kapı’sına x-ray cihazı kondu. Yürüyüş öncesi bu yaşananları anlatır mısın?
okul girişlerine -geçmişte de- x-ray cihazı yerleştirme denemesi olmuş diye biliyorum. öğrencilerin tepki koyması sebebiyle her seferinde kaldırılmış tabii. muhtemelen, uzun süreli bir tepki ve eylemlilik ile karşılaşmak ve bunun basına yansımasını istemeyen idare bu sefer x-ray cihazını sürekli olarak yerleştirmeyi denemek yerine “festivalin güvenliği için sadece festival süresince” kullanılacağını duyurdu. x-ray’in kampüslerde alkol alınmasının önüne geçmek için koyulduğu oldukça aşikâr aslında. güvenlik gerçek bir çekince olsaydı eğer, bu sene yapılan birçok etkinliğe benzer önlemler alınması gerekirdi. mesela, bi’ iftar etkinliği yapıldı okulda. bildiğimiz kadarıyla okul dışından ciddi bir katılım oldu ve kampüse giriş esnasında herhangi bir kontrol de yapılmadı. bu iki kalabalık etkinlikten birini tehlikeli addeden idarenin aklındaki neydi? bu ikircikliliğin arkasında ne var? cevap basit maalesef ki. kampüs içinde alkol almak ve eğlenmek meşru olmadığı için Taşoda festivali öncesi “taşkınlık”ların, “ahlâksızlık”ların önüne geçmeleri gerekiyordu. olağan günlerde -bu amaçlarına uygun olacak şekilde- sürekli olarak Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) personelinin tacizine maruz kalıyoruz bir süredir. Taşoda gibi kalabalık bir festivalde ÖGB yetmeyecekti, böyle bir yöntem denendi. öğrenciler tepkilerini birçok platformda gösterdi. Öğrenci Temsilciliği Kurulu (ÖTK) da bu süreçte -olması gerektiği gibi- öğrencilerin tarafında olacağını beyan etti. ben, günün erken saatlerinde kampüse girdiğim için kapıda olanlara dair çok bi’ bilgim yok lâkin daha sonra sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla baya’ bi’ olay yaşanmış. bu tür durumlar gittikçe olağanlaşıyor maalesef. mesela, ÖGB’nin öğrencilere masa fırlatmaya çalıştığı anlar bile yansımış kameralara. iktidar baskıyı, şiddeti, işkenceyi, ahlâkçılığı devlet aygıtları ve kontolü altına aldığı yargı ile sürekli olarak meşrulaştırdığı için biz öğrencilerin de politik konjönktürden nasibini almaması -elbette ki- düşünülemezdi. zaten, kayyum atamaları da bu gericiliğin her kuruma sirayet edebilmesi adına uygulanan bir politika değil mi?
Dokuz yıl sonra ilk defa, hem de kampüs içerisinde yapılan onur yürüyüşü engellendi. Onlarca çevik içeri girdi. Polis eyleme katılanları çembere aldı ve herkesi tek tek gözaltına aldı. Neler oldu tam olarak? Kaç kişi gözaltına alındı?
geçen sene yapılan Boğaziçi LGBTİA+ Onur Yürüyüşü ülkede yasaklanmayan, engellenmeye çalışılmayan tek Onur Yürüyüşü olmuştu. Ancak, biz LGBTİA+lar, Boğaziçi’nde, her Onur Yürüyüşü’müzde, elbette ki, çeşitli baskı metotlarıyla karşılaşıyorduk. sivil polis ve ÖGB tarafından kayda alınmamız bunun bir örneği mesela. nitekim her şeye rağmen geçen sene duyurulan bir yasak kararı yoktu. bu sene kulüpte ciddi bir endişe hakimdi Onur Yürüyüşü’ne dair. Sönmez’in görüşmelerdeki tavrı, geri çekilmekte olan kitle seferberliği, artan ÖGB şiddeti vakaları, artık kampüse çevik girmesinin Boğaziçi’nde de olağanlaşıyor olması bizi gerginliğe iten temel meselelerdi. lakin aldığımız her toplantıda yeniden ve yeniden her şeyi göze alarak bu sene de bir Onur Yürüyüşü gerçekleştirme iradesi ortaya kondu. bu doğrultuda hazırlıklara başladık. günün erken saatlerinde x-ray mevzusunun da etkisiyle kampüse girmek oldukça zordu. LGBTİA+ bayraklarının kriminalize edildiği bir ülkede o bayrakları yakalanmadan kampüse sokabilmek gibi dertlerimiz vardı. bir şekilde başardık ama bu sefer de içerdeki sivil polis ve ÖGB yoğunluğu bizi şaşırttı. kampüs içinde bu iki ekibin varlığı olağan olmasına rağmen o gün sayıları ciddi bir şekilde arttırılmıştı. bu arada, x-ray cihazı gündemi vesilesiyle ÖTK idare ile görüşmeye çağırıldı. bildiğimiz kadarıyla ÖTK, Onur Yürüyüşü’nü gündem etmeye çalışmış ama sürekli geçiştirilmiş. yasak da bu görüşmeden sonra, yürüyüşe yarım saat kala atılan bir mail ile ilan edildi. müzakereye kapalılık hâli ÖGB ve polisin tavrında da kendini belli ediyordu. yürüyüş başladığında hemen önümüz ÖGB tarafından kesildi. müzakere etmeye, bunun her sene yapılan bir yürüyüş olduğunu anlatmaya, kampüs içinde kalmak ve bu yürüyüşü güvenli bir biçimde bitirmek istediğimizi aktarmaya çalışırken sanki duvara konuşuyor gibiydik. müzakerenin hiçbir şekilde sonuç vermeyeceği anlaşılınca alternatif bir rotaya ilerlemek konusunda inisiyatif koyduk. önümüz sürekli kesildiği için esnek ve sürekli değişen bir rota ile kulüp odasının önüne kadar ilerledik. müdahale de burada, basın açıklaması okunmadan hemen önce oldu. hiçbir uyarı yapılmadı. çevik bir anda geldi, abluka oluşturdu, içindekileri darp etti, dışarıdakileri darp ede ede abluka içerisine attı, vs. ben de ablukaya atılanlardan biriydim. içeride, yine, bir müzakere süreci başlattık. ihtarsız müdahale edildiğini, tahliye koridoru açılmasını istediğimizi dile getirdik ama yine düz duvara konuşuyor gibiydik. sonradan öğrendiğimiz kadarıyla il düzeyinde de oldukça yüksek bir rütbeye sahip bir amir ile müzakere etmeye çalışmışız. kendisi bize çok net bir şekilde “hepiniz gözaltına alıncaksınız, ya seve seve gelirsiniz ya da sizi zorla, şiddet kullanarak alacağız!” dedi. tabii, gözaltına alınırken kaç kişi olduğumuzu bilmiyordum, çıkınca öğrendim. 70 kişi gözaltına alınmışız. kampüs içinde gerçekleşen Boğaziçi tarihindeki en yüksek gözaltı sayısı bildiğim kadarıyla. bu da LGBTİA+ düşmanlığının ne boyutta olduğunu ortaya koyuyor bence. Soylu’nun sürekli olarak bir terör örgütü üyeliğiymiş gibi andığı LGBTİA+ varoluşların bu derece kriminalize edilmesi sonucu kendilerini var etmeye, görünür olmaya çalışmaları bile iktidar için acil ve sert bir müdahaleyi gerektiren bir vaziyet olarak ele alınıyor belli ki. sürekli olarak, “kutsal” addedilen aile kurumuna tehdit olarak ele alınmamız gibi nedenlerle bizi patriyarkal düzeni zedeleme, yıkma potansiyali olan bir toplumsal hareketlilik hâline getirdiği için görüyoruz tüm bu baskıyı. 2017’den beri İstanbul Onur Yürüyüşü’ne katılıyorum, her sene gördüğümüz muameleyi biliyorum. ülkenin geri kalanında, iktidar eliyle, devlet aygıtlarıyla, yargının meşrulaştırmaları ile LGBTİA+ düşmanlığı yeniden yeniden kuruluyor. iktidarın, iktidarda kalabilmesi için bir düşmana ihtiyacı var. baskı metotlarını meşru gösterebilmek için birilerini suçlaması gerek. son zamanlarda LGBTİA+lar da bu “düşman”lardan biri.
Gözaltında nasıl bir muamele yaşadınız?
benim ilk gözaltımdı, birçoğumuzun da öyleydi. bu siyasal baskı atmosferinde hak arayan, özgürlük, eşitlik mücadelesi veren bir hareketliliğin parçasıyken gözaltına alınmamak maalesef ki olağandışı bir durum değil. gözaltına alınma da bir baskı ve işkence metodu. ne kadar hafif geçerse geçsin gözaltı için ablukaya alındığın andan itibaren başlayan bedensel bütünlüğüne, psikolojine sürekli müdahale edilen bir süreç. toplamda sekiz saat boyunca tüm haklarımızdan mahrum bir şekildeydik. bence burada önemli olan bu olağanlaşan şiddete rağmen dayanışma kurmak, birbirimizi gözetmek, hareket içinde devamlılığımız, pes etmeme iradesi koyabilecek kadar birbirimize iyi gelmeyi başarmak. bunu yapmaya çalıştık. benim bu tür olaylarda en rahatsız olduğum şey genelde medyanın gözaltı sürecini ve o sürecin içindeki işkenceyi pornografik bir şekide kullanması mesela. medya yalan söylesin demiyorum, alandakilerin tüm bu olayı nasıl yürüttüğü, dışarıdakilerin tüm bu süreci nasıl servis ettiği çok kritik bi’ konu. ben, tüm o insanların -gözaltına alınanlar ve alınmayanlar- seneye tekrar yürüyüşe gelmesini istiyorum, umuyorum. bunun için çabalıyoruz. “korkmasınlar, biz birbirimizi gözetiriz, dayanışırız!”ı fiile dökmek istiyorum. ters kelepçeden, ihtar yapılmamasından, sekiz saat boyunca gözaltı arabasında bekletilmesinden tutun da kötü muameleye, tacizkâr bakışlara, darp edilmeye, doğru düzgün muayene edilmemesine kadar çok fazla usulsüzlük ve insanlık dışı muamele gördük. tüm bunlara rağmen seneye gelecek gücü bulmalıyım kendimde, bulacağım da. bizi susturamayacaklarını, beraber olduğumuz müddette birçok şeyin üstesinden gelebileceğimizi görmek, göstermek istiyorum.
Boğaziçi’ndeki Onur Yürüyüşü’ne bu muameleyi genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonra neler var gündeminizde?
LGBTİA+ düşmanlığının ulaştığı nokta ortada. kutsal aileye, ikili cinsiyet sistemine, heteronormativiteye, patriyarkaya karşı bir tehdit olduğumuz için bu eşitsizlikler sisteminin bekçiliğini üstlenen eril ve heteroseksist devlet, iktidar ve aygıtları tarafından baskı ve şiddet görüyoruz. Türkiye’deki vaziyetin kayyumlar aracılığı ile tüm kurumlara sirayet ettiğine şahit oluyoruz. kampüs yaşamımızı bize dar etmek için atanan rektörlerin emriyle okula polis giriyor. iktidar, tüm yaşam alanlarımızı kontrol altına almak istiyor. getto’lara, dört duvar arasına hapsetmeye çalıştıkları varoluşumuzu göstermeye çalıştığımız her an saldırıyorlar bize. hayır, kabul etmiyoruz etmeyeceğiz. getto’ları değil, şehrin tamamını istemiyor muyuz? lubunyalığımızı özgürce ve eşit bir şekilde yaşamak istiyoruz. bu uğurda mücadele etmekten de çekinmiyoruz, çekinmeyeceğiz. önümüzde, şimdi, İstanbul Onur Yürüyüşü var mesela. 2015’ten beri yasaklı ama lubunyalar her sene o çağrıya riayet etmeye devam etti. bizim irademizi ortaya koyan, mücadele azmimizi gösteren, pes etmeyeceğimizin bir delili olarak ele alabileceğimiz bir durum bu. Boğaziçi için de böyle. bu sene ilk kez yasaklanma deneyimini yaşadık. o zaman seneye daha hazırlıklı oluruz ama yine alanlarda oluruz, yine yürürüz. durduramazlar, sindiremezler, pes ettiremezler. ne yaparlarsa yapsınlar biz mücadeleden geri durmayacağımızı her seferinde belli ediyoruz.