#LeylaYaşasın sesine bizim de gücümüz yettiğince sesimizi katmamız için çok fazla nedenimiz var.

27 Şubat Çarşamba günü bir grup kadın Leyla Güven’i evinde ziyaret ettik. Leyla’nın tüm kadınlara selamı var. Leyla dünyanın değişmesi, barışın sağlanması için öncelikle kadınlara güveniyor. “Kadınlar olmadan ve feministler olmadan asla,” diyor.

Leyla Güven açlık grevine Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit nedeniyle başladığını dile getiriyor. Öcalan’a tecridin kalkmasının aynı zamanda barışın anahtarı da olacağını düşünüyor. Abdullah Öcalan 27 Temmuz 2011 tarihinden beri avukatlarıyla, Mart 2015’ten beri de ailesiyle görüştürülmüyor. Leyla’nın açlık grevi sonrası 12 Ocak’ta Öcalan kardeşiyle kısa bir görüşme yaptı. Ancak bu görüşmenin tecridin kalkması anlamına gelmediği gerekçesiyle Leyla Güven açlık grevini sonlandırmadı. Leyla Güven’in açlık grevi sonrası cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü 300’den fazla kişi daha açlık grevine başladı. Görüşmemizde Leyla kendi kişisel iradesiyle başlattığı açlık grevinin yayılmasıyla, sorumluluğunun da arttığından söz etti.

Öncelikle suçu ne olursa olsun bir tutuklu ve hükümlüye tecrit uygulamak, bunun bir parçası olarak ailesiyle, avukatlarıyla görüştürmemek, hem ulusal hem uluslararası hukuka aykırı. Devletin yasalara uyması ve tecridi sonlandırması gerekiyor. Yani Leyla Güven haklı. Ancak yine de Leyla Güven’in açlık grevi eylemini içeriği, zamanlaması, eylem biçimi açısından feminist mücadeleyle ilişkilendirmek o kadar kolay değil. Feminist mücadele içinde güncelliğini koruyan bir tartışma ve farklı yanıtlar verdiğimiz sorularımız var; Feminist mücadele yürütürken, kadınların kurtuluşu ile doğrudan bağlantılı olmayan gündemlere ilişkin söz söylemeli miyiz? Söyleyeceksek bağlantı kurularak mı söylemeli, yoksa destek-dayanışma bağlamında mı söz mü kurmalıyız? Farklı siyasi önceliklerle oluşturulmuş gündemler feminist hareketin kendi siyasi gündeminin neresine düşer?

Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde feminist hareket farklılık ve çeşitliliği bir söylemden çıkarıp farklı ezilmişlikler, baskı durumları arasında hiyerarşi kurmayan, köprüler kurabilen bir feminist politika üretme çabasında. 2016’dan bu yana dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirilen Uluslararası Feminist Grev taleplerini bu politikayla oluşturmaya çalışıyor. Leyla Güven’in eylemi içerik itibarıyla bu tartışmaların neresine düşüyor bunun üzerine de düşünmemiz gerekiyor.

Ancak Leyla Güven’e ses vermek için bu tartışmalarda hangi tarafta olduğumuzun, sorulara ne yanıt verdiğimizin önemi yok. Tüm insan hakları savunucularının, demokratik kamuoyunun sahip çıkması gereken Leyla’nın talebinin haklı olması bize dayanışma zeminini kuruyor zaten.

Türkiye’de de 1989 yılında feminist kadınlar 12 Eylül Hukukuyla oluşturulan cezaevleri politikalarına, cezaevlerindeki şiddete karşı ses çıkarmış; “Devletin uyguladığı şiddete kayıtsız kalamayız. Hapishanelerde direnenlerin yanındayız,” diyerek siyahlı protesto gerçekleştirmişlerdi. Yine 2012 yılında feminist kadınlar cezaevlerinde süren açlık grevlerinin taleplerine kulak verilmesi için yapılan eylemlerin parçası olmuşlardı. Türkiye’de feminist mücadele tarihinde böyle dayanışma örnekleri var. Ama aynı zamanda bu örnekler üzerinden yapılan eleştiriler ve feminist tartışmalar da var.

Kuşkusuz parçalı olan kadın hareketinin ve feminist hareketin bütününden bir dayanışma beklemek doğru değil. Ayrıca kadın hareketinin, feministlerin içinde bu dayanışmayı gerekli görenlerin de, bunu örebilmeleri her zaman mümkün olmayabiliyor. Başka siyasi önceliklerle gündeme gelen ve bu önceliklere sahip siyasi gruplarda hemen ses bulan #LeylaGüven eylemi kadın hareketinin gündeminin yoğun olduğu ve gündemiyle başa çıkamadığı bir dönemde başladı. Kadınların haklarına, hayatlarına, bedenlerine, emeklerine yönelik saldırıların arkasının kesilmediği bir dönemde başladı. Öcalan’a uygulanan tecridin kalkması talebi bir insan hakları talebi, bir barış talebi. Bu talep üzerinden kadın hareketinin mobilizasyonu mümkün olmadığı gibi doğru da değil. Bu bağlamda açlık grevine yol açan talebin haklılığı üzerinden feminist siyasete dayanarak, bir feminist yol arkadaşımızla dayanışmanın da sınırları var diye düşünüyorum. Ancak bugüne kadar sınırlı da olsa bu dayanışmayı gerçekleştiremedik.

Leyla Güven kalbi kadınlar için çarpan, kendini feminist diye tanımlamakla kalmayıp hem kendi hayatını hem de toplumu erkek egemenliğine karşı dönüştürmek için canını dişine takmış bir kadın arkadaşımız. Ziyaretimiz sırasında da bize söylediği gibi: “Ben bu eylemi tecrit kalksın diye yapıyorum, ama kadınlar için de yapıyorum. Kadınlar artık üzülmesin istiyorum, çünkü biz kadınları hep üzdüler. Sonuçta hepimiz insanız, ama önce kadınız, en önce feministiz!” Leyla Güven, 16 yaşında görücü usulle evlendirildikten, iki çocuk doğurduktan ve 30 yaşında boşandıktan sonra siyasete atılmış. Belediye başkanlığı, milletvekilliği ve parti başkanlığı yapmış, halen bu görevlerden bir kısmını yürüten bir arkadaşımız. Leyla, Adana’nın Küçükdikili Beldesi Belediye Başkanı iken belediye çalışanları için Genel-İş Sendikası ile yaptığı toplu iş sözleşmesine “nikahsız evlilik” ve “aile içi şiddet”e karşı iki özel madde koydurmasıyla tarihe not düşen bir arkadaşımız.

O zaman #LeylaYaşasın sesine gücümüz yettiğince sesimizi katmamız için birden fazla nedenimiz var.

Son olarak Ayşegül Devecioğlu, Ayşe Erzan, Candan Yıldız ve Necmiye Alpay’ın Leyla’ya yolladığı mektupları* buraya bırakıyorum:

Necmiye Alpay: Yüreklerin kulakları açılsın artık

HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven, cezaevlerindeki tecrit politikasına son verilmesi talebiyle 8 Kasım 2018’de başlattığı açlık grevini sürdürüyor. Bu greve kendisi de mahpusken başlamıştı, tahliye olduktan sonra devam ediyor.

Sağlık durumunun çoktan geri dönülmez aşamalara geldiği haber veriliyor.

Güven’in ardından birkaç yüz kişinin daha açlık grevine başlamış olduğu haberleri gazetelerde yer aldı. Aynı taleple Diyarbakır’da büyük bir kitlesel miting de yapıldı. Medyada her gün bir başka cezaevinden açlık grevine katılım haberleri yer alıyor. Öyle görünüyor ki tecrit politikası pek çok insanın gözünde kötüye gidişin simgesi haline gelmiştir.

Kürt sorununda Çözüm Süreci’nin iki taraflı hatalar yüzünden başarısızlığa uğradığı, can kayıplarının arttığı ve şiddet sarmalının Demokles’in kılıcı gibi tehlike yarattığı bir ortamda bu olup bitenler başta biz kadınlar olmak üzere çok geniş bir kesimde büyük üzüntü ve kaygı uyandırıyor.

Kamuoyu olarak, aylardır süren açlık grevinin son haddine kadar zayıflattığı Milletvekili Güven’in açıklamalarıyla güçlü bir barış talebine işaret ettiğini görmeliyiz. Böyle bakınca İmralı’ya bir aile mensubunun görüşe gitmesi yeterli bir adım sayılmayabilir. Ancak, bundan ötesi zaten bütün kamuoyunun meselesi değil midir?

Çekilen acılara yenilerini ekleyen bu hayati ve insani uğrakta herkes tarihî sorumluluğunu almalı, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere yetkililer insani hukukun ve barışın gereğini yaparak tecrit politikasına son verilmesini sağlamalı, Güven’e çok geç olmadan kulak vermelidirler.

Ayşe Erzan: Ne olur bizi yalnız bırakma! 

Sevgili Leyla,

Sana böyle hitap etmeme izin verirsin umarım.

Sen yüzlerce binlerce insanın gururunu, umudunu yüklenmiş dayanırken, şöyle desem bana kızar mısın:

Daha çoğumuz, daha kararlı, daha inatçı bir biçimde kimsenin, ama kimsenin, yasal haklarından mahrum edilmesine sessiz kalmayacağız. Ne olur bizi yalnız bırakma!

Seni sevgiyle kucaklarım.

Ayşegül Devecioğlu: Senden vazgeçmek istemiyorum Leyla

Sevgili Leyla,

Bugün elime bir şeker geçti. Şu jelatine sarılı karamelli olanlardan, iki ucunda fiyonguyla. Yıllardır bunlardan görmemiştim. Sen göndermişsin, kadınlara gönderiyormuşsun. Şimdi yanımdaki masanın üstünde boyundan büyük görevler yüklenmiş bir ulak gibi duruyor. Şekere bakarken fotoğraflarda görebildiğim odayı, yattığın kanepeyi hayal etmeye çalışıyorum, seni o odada, o kanepenin üstünde halsiz de olsan zafer işareti yaparken canlandırıyorum gözümde. Şeker boyuna posuna bakmayıp seni taa buraya taşıdı.

Yüzüncü günü çoktan aştın, bu kadar uzun süre aç kalmanın insan bedenine ne yaptığını biliyoruz. Sen de biliyorsun. Bedenin de biliyor akıllı ve yaratıcı bir beden. Bir çocuk doğurmuş, mücadeleyi bilen, yaşamayı seven bir beden senin bedenin. Hücre hücre seninle birlikte direniyor.

“Hayatı uğruna ölecek kadar seviyorum” diyen sana ve yoldaşlarına ne söylenebilir. Ama pes etmek istemiyorum, senden vaz geçmek istemiyorum Leyla, hiçbirinizden vazgeçmek istemiyorum, dünyanın iyiliği için. Dünyanın sizin gibi akıllı, onurlu yaşamı seven insanlara ihtiyacı var. Sen yaşa Leyla, insanlık dışı tecrit kalksın, barışın yolu açılsın diye biz daha çok mücadele edelim ki sen yaşa.

Candan Yıldız: Leyla Güven’e mektubumdur…

Arkadaşımın annesi, kadınların ‘tırnaklarıyla var oluşunun’ simgesi Leyla Güven. Adalet arıyorsun sen de biliyorum. Milyonların aradığı gibi… Güçlü olduğunu arkadaşımdan çok dinledim. İnandığın şeye bağlılığını… İçeride ve dışarıda olmak arasındaki fark nedir acaba? Cezaevindeyken sen, sessizliği hissedebiliyor muydun acaba? Yaşatmak ne kutsal bir aşkınlık hali. Sen barışın yaşatabilme ihtimaline bedenini yatırdın. Bu ihtimal toplumu iyileştirir biliyorum. İyileşmeye o kadar çok ihtiyacımız var ki.

Sen o ihtimali hatırlattın. Teşekkürler. Ama sen de yaşa…

*Leyla Güven’e açık mektuplarınızı yayınlanmak üzere [email protected] adresine yollayabilirsiniz.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.