Louise Bourgeois, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 25 Aralık 1911’de Paris’te doğar. Aile, anne Josephine tarafından yönetilen, 16.-17. yüzyıl halılarının tamir edildiği, alınıp satıldığı bir atölyeye sahiptir. Bourgeois da çocukluğunu bu atölyede geçirir. Halıların eksik kısımları tamir edilirken aynı zamanda mitolojik karakterlerin cinsel organları kesilip yerlerine çiçek motifleri dikilmektedir. Çünkü müşterilerin önemli bir kesimi püriten geleneğe bağlı Amerikalılardan oluşmaktadır ve cinselliğin görünürlüğü bu kesimler tarafından hoş karşılanmamaktadır. Louise de bu günlük eylemlerin aktif bir katılımcısıdır. Bu da Louise’nin çok erken yaşlarda tasarımlara ilgi duymasını sağlar. Bourgeois çocuklarına düşkün, çalışkan ve itaatkar bir anneye, ve anneye sadakatsiz, ataerkil toplumun izlerini taşıyan bir babaya sahiptir.

Babam oldukça maçoydu ve onun için ne yazık ki bir kızı olmuştu. Bunun annemi mutlu ettiğine emindim ancak kardeşim öldüğünden bu mutluluk yarım kalmıştı. Onlar ikinci bir çocuk yapmak için aceleci davranmışlardı ve yüce Tanrım! Bir kız daha! Henriette. Ardından bir çocuk daha, adı da Louise. Tahmin edebileceğiniz gibi bu bendim ve büyük bir hayal kırıklığının üzerine gelmiştim. Ve bir kız çocuğundan başka bir şey olamamanın özrünü taşıyordum.”

Babasının Sadie adında genç bir kadını Bourgeois’in öğretmeni olarak getirmesi ve kendisiyle evlilik dışı ilişki yaşaması sanatçıda onu hayatı boyunca etkileyecek olan travmalara neden olur. Sadie’nin evdeki belirsiz kimliği, yer yer anne rolüne bürünmesi, babanın Louise’e karşı cinsiyetçi aşağılamaları, annenin sessiz kabullenir konumu Louise’nin hem çocukluk hem yetişkinlik dünyasını etkiler. Aile travmalarından doğan kaygı, kıskançlık, öfke onun kariyeri boyunca sanatına işler. Dadısı için: “Beni sevmesini istemiştim. O gidip babamı sevdi. İki taraflı yaralandım,” diyecektir.

Bir röportajında; “Elli yıl boyunca yapmış olduğum tüm çalışmalarım ilhamını çocukluğuma borçludur. Benim çocukluğum hiçbir zaman sihrini, gizemini ve dramını kaybetmemiştir,” diyerek sanatının otobiyografik yönünü ortaya koyar.

Yaşamı boyunca eserlerine yansıyacak olan hüzünden sıyrılmak isteyen Louise Bourgeois, 1930’larda yaşamında bir mantık, düzen ve süreklilik arayışı içinde Sorbonne Üniversitesi’nde matematik eğitimine başlar. “Matematikte kurallar ölümsüz ve referans alınan noktalar günden güne değişmiyor,” derken Bourgeois matematik bilgisinin derinleşmesi ile aradığını tam olarak bu alanda bulamayacağını anlar. Öncelikle matematiğin özellikle sabit olmadığını görür. “Öklit geometrisi belki sabitti ancak o da tekti. Öklit geometrisinden başka geometrilerin olduğunu öğrendiğim zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Benim için bu bir sembolün yok olmasıydı. Matematik artık güvenli değildi benim için… Bu yüzden yeni bir arayışa yöneldim. Çözüm, sanattı,” sözleriyle geleceğine yeni bir şekil verir. Babası modern sanatın müsrif bir uğraş olduğunu düşünür ve ona destek olmaz. Çoğu zaman babasının beklentilerini karşılayamadığını hisseder. Sonunda babasının hayranlığını kazansa da aile içindeki baskısına ve onu başkalarının önünde küçük düşürmesine olan öfkesi hiçbir zaman geçmez.

1932’de yirmi bir yaşında iken annesini kaybeder. 1940’larda, çalıştığı alanı değiştirerek heykel sanatına yönelir. Sanatçının heykel kariyerinde anne figürü önemli bir unsur haline dönüşecektir. Bir heykelin üzerine “Sanat delirmemeyi garantiler,” yazmıştır. 1938’de Amerikalı sanat tarihçisi Robert Goldwater ile evlenip Amerika’ya yerleşir. Dönemin Paris’inin sanat ortamına sürrealizm hakimdir. Travmaları ve erotik baskıları yansıtma güdüsü açısından sürrealizme yaklaşır ama hiçbir zaman bu gruba dahil olmaz. Bourgeois’nın erken işleri incelendiğinde bir grup desen dikkat çeker. Ev Kadın adlı yapıtı en çok bilinenlerden biridir. Bu seride, kadınların mı eve dönüştüğü, evlerin mi kadın formuna döndürüldüğü tartışma konusudur. Bu resimde izleyiciye dönük ve ayakta duran kadının kafası bir ev ile örtülmüştür. Sadece kadının kutuyu veya kafesi andıran evin pencerelerinden çıkan kollarını görebiliriz. Sağ eli ile el sallayan kadın, bu hareketiyle adeta seyirciye mutlu olduğunu ifade etmektedir. Zira kadının mutluluğu, beklenildiği gibi, evcil (domestik) bir hayatla iç içe geçmiştir. Ancak, kadının aynı zamanda vücuduna göre orantısız çizilmiş kolları bir tersliğe işaret midir? Acaba kadın evinde olmasına rağmen mutsuz mudur, bir zafiyet, acizlik içinde midir?

Tıpkı resimlerinde olduğu gibi erken dönem heykellerinde de sürrealist varoluşçu akımdan etkilenir. Sanatçı sürrealistlerin ataerkil yapılarını eleştirir; “Kaçak kız olduğumdan beri baba figürleri beni yanlış yerlere sürüklüyorlar. Sürrealistler hayatı şaka olarak algılıyorlardı. Ben ise trajedi olarak görüyorum,” sözleriyle sürrealistlerle arasındaki mesafeyi belirtir.

30 parça heykelden oluşan Personages (Şahsiyetler, 1949) serisi Afrika masklarını anımsatan, oyma tekniği ile yapılmış, ahşap soyut dikey formlardan oluşur. Sanatçının aktardığına göre bu insan biçimini andıran formlar, onun Fransa’da travma yaratan savaş yılları boyunca ardında bıraktığı aile üyeleri ve arkadaşlarını temsil etmektedir. Günümüzdeki birçok sanatçı gibi Bourgeois da sanat eserlerini yaratırken kullandığı zengin malzeme çeşitliliği ile dikkati çeker. Cam, ağaç, mermer kullandığı malzemelerden sadece bazılarıdır.

En önemli soyut dışavurumcuların da üyesi olduğu American Abstract Artists Group’un bir üyesi olur. Bu grubun bir parçası olmasıyla Louise korku, kırılganlık, kontrol kaybı gibi endişelerinin derinine iner ve dikey yapıları ve ahşabı, mermere, plastiğe ve bronza dönüştürür. Bu sanatındaki önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü kendi tabiriyle hayatının değişen koşullarıyla birlikte sanatı da bir seri oluşturur: “Erken dönem işlerim düşmekten korkmakla ilgiliydi. Sonraki işlerim düşme sanatıyla ilgili oldu. Kendini incitmeden düşmek yani. Şimdi yaptığım ise hiç düşmeyip asılı kalma sanatıdır,” diyerek dönüşümünü dile getirir.

1974 tarihli Babanın Yok Edilmesi adlı eserin alt başlığı olan Akşam Yemeği bir açıdan sanatçının babasının annesini Sadie ile aldatmasına karşı duyduğu şiddetli tepkinin zamanla kaybolmadığının önemli bir temsilidir. Louise’e göre bu eser şöyle açıklanmıştır: “Öncelikle eser bir masadan meydana gelir. Oturduğu yerden nutuk atan baba hegemonyasındaki korkunç ve ürkütücü masa… Peki ya ötekiler -anne ve çocuklar- ne yapabilirler? Sessizce dinlerler…” Aile içi problemlerin yanı sıra, babası tarafından bir kız olduğu için sürekli aşağılanan Bourgeois bir hayal kırıklığı olarak algılanmıştır. Babasına göre, bu dünyaya bir kız çocuğu getiren kişi ancak affedilmeyi talep etmelidir. Çocukluktan beri bu cinsiyet ikilemi (dilemması) Bourgeois’yı takip etmiştir. Babası bu isteği pekiştirmek için kendi ismini vermiştir Bourgeois’ya ve onu bir erkek çocuk gibi çağırmıştır. Babanın Yok Edilmesi adlı eserde mağarayı andıran alçak tavandan sarkan formlar göze çarpar. Masanın üzeri ise iki büyük küresel form, bir örtü ile kaplanmıştır. Yerleştirmenin kırmızı ve yumuşak şekillerden yaratılmış atmosferi izleyiciye klostrofobi, esaret ve vahşet hissi verir. Yapıt, sürekli kendinden bahseden baba figürünün çocukları tarafından parçalanmasına, adeta ilkel bir yamyam ritüeline, davettir. Kocasının ölümünün hemen ardından yaptığı bu eser muhtemelen Bourgeois’in eş ve kız çocuk kimliklerinden boşanmak için yarattığı adeta bir jübile ya da metaforik bir katliamdır.

Feminist dalganın yayıldığı dönemde Bourgeois’in çalışmaları daha fazla görünürlük kazanmaya başlar ve birçok feminist sanatçı için ilham kaynağı olur. Kendisini feminist sanatçı olarak nitelendirmese de yaptığı işler onun sanatını feminist sanata yaklaştırır.

Sanatçı, en büyük ününü 1999 yılında yaptığı ve Maman adını verdiği dev örümcek heykeliyle kazanır. Maman, 9 metre 27 santimetre boyu ile dünyanın en büyük heykelleri arasında yer alır. Çelik ve mermerden yapılmış olan heykelin vücut ve başı sekiz ince bacak ile desteklenir. Keskin uçlu olarak biten her bacak iki parça çelikten üretilmiş. Bacakların üstünde ise düzensiz yivli spiral bir gövde yükselir.

Gövdenin alt kısmında, içinde on yedi adet beyaz ve gri renkte mermer yumurtanın yer aldığı bir kese bulunur. Daire, üçgen ve elmas şeklindeki deliklerle biçimlendirilmiş tel örgülü yumurta kesesi, örümceğin üst vücudunun oluklu sarmalını yansıtan dar ve düzensiz kaburgalar tarafından desteklenir. Maman Fransızca bir kelime, “anne” anlamına geliyor. Sanatçı, hemen hemen tüm mesleki yaşamında merkezi bir tema olarak gördüğü örümcek ile anneliğe ilişkin duygusal gelişim süreçlerine atıfta bulunur. Erken yaşta kaybettiği ve “en iyi arkadaşımdı” dediği annesini akıllı, sabırlı, yatıştırıcı, makul, narin, vazgeçilmez, temiz ve bir örümcek kadar faydalı bir arkadaş olarak tanımlar. Örümcekten yola çıkarak eğirme, dokuma, besleme ve koruma metaforlarıyla annesinin gücünü vurgular.

Bourgeois’in en son yapıtlarında, acının unutulmaması ve acı çekenin takdiri ile ona duyulan sevgi maman adlı işte olduğu gibi, bir oratoryo olarak yükselir insanların üzerinde. On metreden yüksek maman adlı hamile örümcek bir abide gibi Tate Müzesi’nin Turbine Salonu’nda, milenyum kutlamalarının bir parçası olarak sergilenir.

Hem çizim, hem özgün baskı hem de heykel ve yerleştirme çalışmalarında yer alan örümcek formu güçlü ve dikkat çekici bir koruyucu ancak bununla beraber zarif, besleyici, anaç ve korunmasızdır. Yarattığı alan da tamamı ile dış etkilere açıktır. Çocukluk anıları ve kayıplarıyla ilgilenmiş Bourgeois için örümcek formu aynı zamanda yirmi bir yaşında kaybettiği annesine dairdir.

Hücre serisi sanatçının 1990’larda gerçekleştirdiği bir seri yerleştirmedir. “Hücre” kelimesi yaşayan bir canlının en basit formunu, aynı zamanda eşsesli olarak bir hapsi hatırlatır. Bourgeois, bu seri işte, bu kavramların ikisinin sentezini yapar. Organik olanla düzeltici ve/ya cezalandırıcı olanı birleştirir. Tıpatıp parfüm şişeleri, aynalar, model evler, kesik kollar, kulak ve bacaklar, çelik tel örgü, kırılmış mobilyalar, giyotinler ve elektrikli testere seçtiği elemanlardan sadece bazılarıdır. Her kompozisyon bir hikaye gölgesinde evcil/domestik ve kamusalı işlevlendirir. Hücre: Cam Küreler ve Eller adlı eserde iki mermer el, kumaş kaplı masanın üzerinde durmaktadır. Eller dua eder veya hesap sorar biçimde kapalı, gizemli durur. Masayı çevreleyen beş sandalye vardır ve üzerlerinde değişik ebatlarda cam küreler yerleştirilmiştir. Her küre, kendi içine dönük ama kırılgan, bir hava baloncuğunu andırır. “Cam seni içeri alır, ve gerçeği söyler,” der Bourgeois. Hücre serisi, psikolojik, fiziksel, duygusal, entelektüel ve düşünsel farklı farklı acıların tasviridir. “Ne zaman düşünsel acı fiziksele dönüşür? Fiziksel acı ne vakit psikolojik olur? Bu kendi etrafında dönen bir çember olur adeta. Acı, herhangi bir an başlar; ansızın her yöne dönebilir.” 

Eserlerinde izlerine çokça rastlanan, New York’taki sanat camiası uzun süre onu görmezden gelir. Ta ki 1993’te Amerika’yı Venedik Bienali’nde temsil etme “şerefi” ona verilinceye dek! Bourgeois, “Tekrar tekrar elenmeyeceğini ispatlamadığı sürece bir kadının sanatçı olarak hiçbir yeri yoktur,” der. “Eğer yeterince azimliysek, yapacağımız şey tekrar etmek olacaktır ve yeri geldiğinde mesajımızın geçerli olduğunu ifade edebiliriz…”

Ünlü olduğunda 70 yaşındadır. 1982 yılında New York Modern Sanatlar Müzesi’nde retrospektif sergi açan ilk kadın sanatçı olur. Onu çok sayıda ödül, doktora takip eder. 1991 yılında Washington D.C.’deki Ulusal Heykel Merkezi’nin, yaşam boyu başarı ödülüne layık görülen ilk sanatçı olur. Aynı yıl Fransız Kültür Bakanlığı tarafından heykel dalında The Grand Prix’e layık görülür. 1993’te Amerika’yı Venedik Bienali’nde temsil eder. Aynı yıl, Brooklyn’deki Pratt Enstitüsü’nden Güzel Sanatlar dalında onur doktorası, Belediye Başkanı David Dinkins Kültür ve Sanat ödülünü alır. 1995’te Tokyo’daki Kraliyet Müzesi’nden Bienal Ödülü ve Japonya Kanagawa-Ken’deki Hakone Açıkhava Müzesi’nden ve Şikago Sanat Enstitüsü’nden Güzel Sanatlar dalında onur doktorası alır. 1997 yılında eski ABD Başkanı Bill Clinton, Louise Bourgeois’ya Ulusal Sanat Madalyası verir. 1998’de New York’da heykel dersinde Ulus Akademisi akademisyeni, 1999’da Weksner Merkezi’nden Weksner Ödülü ve Japonya Sanat Vakfı’ndan Praemium Imperiale’e layık görülür. 48. Uluslararası Venedik Bienali’nde Altın Aslan, çağdaş sanatın yaşayan bir ustası ödülünü kazanır. 2010’da 98 yaşında hayata veda etmeden bir hafta öncesine kadar da üretmeye devam eder.

https://gaiadergi.com/son-100-yilin-onde-gelen-feminist-sanatcilarindan-louise-bourgeois-ve-cesur-sanati/

https://www.kilsanblog.com/sanat-tasarim-mimarlik/en-buyuk-orumcek-maman-sanatci-louise-bourgeois/

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.