Ne feminist hareket ne öğrenci hareketi LGBTİ+ları “gözden çıkardı”. Bölemedikleri gibi mücadelemiz hiç olmadığı kadar kesişti ve büyüdü. Newroz’dan Boğaziçi prostetolarına, 8 Mart’tan İstanbul Sözleşmesi eylemlerine kadar her yerde gökkuşağı görmeye başladık.
1 Şubat günü gerçekleşen protestolar sırasında da bir öğrenci Güney Kampüs’ün kapısına çıkarak LGBTİ+ bayrağı açtı, bu nedenle de hakkında disiplin soruşturması açıldı. Dayanışma amacıyla 25 Mart günü Kuzey Kampüs’e çağrı yapıldı; Kuzey Kampüs’e geçmek isteyen öğrenciler polis tarafından dururuldu ve dört öğrenci LGBTİ+ bayrakları nedeniyle gözaltına alındı. Bu durumu protesto eden öğrencilerden ise sekiz kişi daha gözaltına alındı.
Öğlen ve akşam gerçekleşen bu olaylardan önce, sabah saatlerinde yine bir LGBTİ+fobi haberiyle uyanmıştık. Aydın’dan gelen haberde bir eşcinsel erkek işkenceye uğramış ve fail bunu sosyal medyada bile paylaşmıştı! Bu konuda sosyal medyada verilen tepki sonrasında fail yakalandı.
İktidar özellikle İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi protestoları üzerinden yüksek düzeyde bir LGBTİ+ları düşmanlaştırma ve kriminalize etme politikası yürütüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için yapılan resmi açıklamada ve öncesinde medyada iktidar tarafından feminist hareketten LGBTİ+ları dışlamaya çalışan ve feminist hareketi bölmeye yönelik tartışmalar başlatıldı. Boğaziçi protestolarında da ilk haftalarda bayrakların varlığı üzerinden yürüyen tartışmalar, daha sonra yargılanan bir eser, dava sırasında sorulan “lgbt üyesi misiniz?” soruları, 1 Şubat tarihli ablukanın sorumlusu olarak BÜLGBTİ+’nın (Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü) kapatılmasının gösterilmesi ve son olarak bayrak taşıyan öğrenciler gözaltına alınması… Burada da İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına benzer bir durum olduğuna inanıyorum ben. Nasıl feminist hareketin bölüneceğine inandıysalar burada da çokça kez öğrenci direnişini kırıp LGBTİ+ları dışlayabileceklerini sandılar. Ancak ne feminist hareket ne de öğrenciler buna izin vermediler.
Tabii dayanışma ne kadar iyi hissettiriyorsa da üst üste gelen saldırılar da artmaya devam ediyor. Türkiye hiçbir zaman LGBTİ+fobinin olmadığı bir yer değildi, Boğaziçi de görece özgür ortamına rağmen fobilerden tamamen arınmış değildi. Ancak—en azından küçüklüğümden beri—bu kadar devlet destekli bir LGBTİ+ları düşmanlaştırmayla karşılaşmamıştım. Konuşulmazdı, tabuydu ancak Onur Yürüyüşü yapılırdı. Onur Yürüyüşü yasaklandığında devlet kademeleri çıkıp açık açık “LGBT sapkınlar” demezdi; en azından ben hatırlamıyorum. Hiçbir zaman kolay değildi, devlet yine karşımızdaydı ancak açık bir savaş ilan etmemişti, en fazla Onur Yürüyüşü “Ramazan” gibi bahanelerle yasaklanırdı. Açıkça bayrakların yasaklanması yeni bir şey. Şu an devlet bizleri hedef gösteriyor, böyle bir ortamda güvende hissetmek imkansız. Kadir Has Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada LGBTİ+lara yönelik “aykırılık” diyenlerin oranı 2020 yılında, daha önceki yıllarda hiç olmadığı kadar arttı. Yani toplumdaki LGBTİ+lara yönelik fobi uzun süredir düşmekteyken (ya da devletin düşmesi için uğraşması gerekirken) devlet desteğiyle hiç olmadığı kadar artıyor. Yapay bir fobi yaratmaya çalışılıyor ve bunu benim görebildiğim kadarıyla en net ve baskın şekilde Boğaziçi protestoları ve İstanbul Sözleşmesi tartışmaları sırasında yaptılar.
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalarda, hem iktidar tarafı hem muhalif tarafta LGBTİ+lar bolca konuşuldu. Ben burada muhalif oluşumlara odaklanmak istiyorum. “Kadın cinayetleri konuşuluyor ancak program erkeklerle dolu!” isyanı gibi, konu LGBTİ+lar olduğunda hiçbir LGBTİ+ aktivisti programlara çağırılmıyor, hiçbir dernek süreçlere dahil edilmiyor. Muhalefetin bu tartışmalarda en büyük eksiği çıkıp açık açık LGBTİ+lardan bahsedemiyor oluşuydu bence. İstanbul Sözleşmesi’ni baştan beri özne olarak savunan bir hareketten hiç söz edilmiyor oluşu büyük bir hata. İstanbul Sözleşmesi’nin yanında sözleşmeyi denetleyen GREVIO raporları var bu raporlara Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığı’nın sitesinden erişilebiliyor. Bu raporlarda açıkça devletin lezbiyen, biseksüel, Kürt ve trans kadınlar için yetersiz bilgi verdiği ve bu kadınları korumadığına değiniliyor. İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı dönemde bile bu raporların çıkması, bu raporlara bakanlık sitelerinden erişim olması büyük bir kazanımdı. Yani gerçekten LGBTİ+ların varlığının devlet tarafından tanınmasına sebep oluyordu. Sözleşmeyi “Eşcinselliğin propagandasını yapmıyor,” diyerek savunmak, devletin istediği gibi, LGBTİ+ları dışlayan bir feminist harekete kayabilecek tehlikeli bir söylem.
Ben bu yazıyı yazdığım sırada gündem yine değişti tabi… 25 Mart’ta gerçekleşen 26 gözaltıyı protesto etmek için Çağlayan Adliyesi önünde toplanan öğrencilerden 52 kişi daha basın açıklaması bile yapılamadan gözaltına alındı. Gökkuşağı bayrağına açılan soruşturma ve bu soruşturmayı protesto edenlerin gözaltına alınması ile devam eden süreç, böylece bu haksız gözaltıların protestosu sırasında 52 kişinin daha gözaltına alınmasıyla sürdürüldü. Tüm bu gözaltılara karşı Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüs’te öğrenciler toplandı ve kampüsten çıkan bir öğrenci sivil polisler tarafından ifadesi alınmak üzere “yakalandı”. Son durumda 26 kişi adli kontrolle serbest bırakıldı, 47 kişinin ifadeleri sonrasında serbest bırakılacağı söylendi ve altı kişinin 26 Mart gecesini nezarethanede geçireceğini öğrendik.
Ancak yine de umutlu olduğumu belirtmek istiyorum. İktidarın iki denemesi de başarısız oldu. Ne feminist hareket ne öğrenci hareketi LGBTİ+ları “gözden çıkardı”. Bölemedikleri gibi mücadelemiz hiç olmadığı kadar kesişti ve büyüdü. Newroz’dan Boğaziçi prostetolarına, 8 Mart’tan İstanbul Sözleşmesi eylemlerine kadar her yerde gökkuşağı görmeye başladık. Gökkuşağını yasaklamaya çalıştıkça daha önce olmadığı kadar yaydılar. Sadece LGBTİ+ mücadelesi değil her mücadele birbiriyle kesiştikçe, karşılaştıkça büyüyor. Üzerimizdeki baskılar ne kadar artarsa biz de o kadar büyük bir direniş göstermek zorunda kalıyoruz; bir de bu direniş tek başına olmayınca büyük bir güç ve büyük bir umut veriyor. İstanbul Sözleşmesi’nin geri geleceği, kayyumların gideceği, hem Feminist Gece Yürüyüşü’nü hem Onur Yürüyüşü’nü İstiklal Caddesi’nde yapacağımız günler için pes etmemek gerekiyor. Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz!
#KararıGeriÇek
#GökkuşağıYasaklanamaz
#ArkadaşlarımızaÖzgürlük