Serbest piyasaya ve özelde emek piyasasına çağrılan öznelerin güvencesizlik dayatmasıyla aynı zamanda kadınlık durumuna da çağrıldıklarını görürüz.
Bir seçimin arefesinde, kadınların hak taleplerinin, feminist politik sözün ve feminist varoluşun, patriyarkal kodların istisnai terkipleriyle süreğen olarak zorlandığı, dışlandığı ve marjinalleştirildiği bir seçim siyaseti esnasında, Türkiye’yi işleyişi açısından hiç sürpriz olmayan ve fakat formu itibarıyla istisnai bir evreye işaret eden patriyarkal söylemi ve pratikleri takip ederek bugünü, dünüyle ve olası geleceğiyle değerlendirmek çok zor. İçerisinden geçtiğimiz istisnai siyasal süreci ve içerisine sıkıştırıldığımız olağanüstülüğün olumsuz hallerini en iyi işaretlediğini düşündüğüm terim, “tuhaf(lık)”tır – beni böylesine genel ve genel olduğu kadar anlaşılmaz, muğlak ve muğlak olduğu kadar uçar-kaçar ifadeye zorlayan.
Söz konusu tuhaflıkla yaşamanın abecesini çıkartabilmek ve uçar-kaçar ifadelerin siyasal düzlemini bulmak açısından işe yarar bir alanın sosyal politikalar alanı olduğu söylenebilir. Bu yazıda da AKP’nin hükümet dönemi olarak belirlenebilecek 2002-2018 arası kurumsal iktidar pratiğini, sosyal politika rejimine ve özellikle kadınların sosyal haklarına referansla tarif etmeye çalışacağım. Bunu yaparken, AKP’nin politika oluşturma ve uygula(t)ma usulü olarak tespit edebileceğimiz, paket siyasetine bakacağım. Burada hemen, paketlerle çerçevelenen, politika önerilerinin salt neoliberal şeyler düzenini nitelendiren parçalılığı karşılamakla kalmadığını, neoliberal yönetimlerin Üçüncü Dünya’daki istisnasız eşlikçisi otoriter eğilimlere de uyumlu olduğunu söylemem gerek. Paketler AKP’nin 2018 yılı itibarıyla 16 yılını dolduran hükümet etme pratiğinde tutarlılık arz eden kamuoyu yoklama, rıza kotarma, muhalefeti manipüle etme, yürürlüğe geçirme, uygulama tekniği olarak işledi. Bu işleyişte, ağırlıklı olarak muhafazakâr sosyo-kültürel tercihlerle hareket eden siyasal oluşumların eliyle yürütülen otoriter siyaset, örtüşen politika başlıklarını paketlere dağıtma taktiğini takip eden uygulamalara yönelik muhalefetin karşısına çıkartılır. Bu açıdan, katılımcı demokrasi talebini, eşitlikçi siyaseti örgütleyen oluşumlar temel hedefleri oluştururlar. (2016 yılından itibaren KHK’lerle kapatılan kurumlar arasında yer alan demokratik hak örgütleri, yayın organları bu açıdan örnekleyicidir.)
Ya da o kadar beklemeden, 2003 yılında yenilenen İş Kanunu’na, 2008 tarihli Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasasına işaret edilebilir. Söz konusu yasalar, Türkiye’deki neoliberal toplumsal yeniden yapılanmanın son evresinin uygulamalarıdır. Liberal demokrasiler dünyasının siyaset dilinde otoriter addedilmezler. Öte yandan, İş Kanununun arkasına işçinin refahından ziyade iş yerinin iktisaden güvenliğinin ve işverenin kendini güvende hissetmesinin yerleştirilmesi, söz gelimi, TEKEL direnişinde olduğu gibi, işçilerin hak talepleri karşısında kendini güvende hissetmeyen işverenin izleyebileceği hatta dair bir fikir verebilir. İşçinin faydasının doğrudan işverenin kârına bağlandığı bu yaklaşım ve izleyen politikalar, işçilerin haklarını talep ettikleri muhalefet girişimlerini, baştan, İş Kanununun çerçevesi dışına iter; TEKEL direnişinde olduğu gibi örgütlü eylemlilik karşısındaki otoriter önlemlere zemin hazırlar. Aslında bu örneklerde çerçevelendiği haliyle haklar formülü tanıdıktır; serbest piyasanın işleyişini devam ettirebilecek şekilde kurulur. Neoliberal düzeneğe özgü olan ve dolayısıyla yeni olan İş Kanununda da örneklenen, hakların girişimci birey tiplemesi üzerinden tanımlanmasıdır. Klasik liberal formülden tanıdığımız, kendi bedeni, kendi yaşamı, kendi mülkü üzerinde söz sahibi olabilecek rasyonaliteye sahip olan, bunu mülk edinmekle, sermaye biriktirmekle kanıtlayan (burjuva) birey, neoliberal zamanın esneklikle tanımlanan, mülk edinmekten ziyade sermayeyi dolaştırabilmekle ve mülkten ve sermayeden bağımsızmışçasına bedeniyle ilişkisinde özgür bırakılmadan görevli kılınan, bir tuhaf, kanımca imkansız ve dolayısıyla, asabi bireyi olmaya çağrılır.1 Artık sınıfıyla ve sınıfında değil, toplumsuzluğunda burjuvalığa çağrılırız – bu nedenle neoliberalizmin bireyi imkansızdır. Dolayısıyla, Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kapsamında işçi kendi sosyal güvenliğinden ve sağlığından sorumlu tutulur; işsiz de, genel sağlığın şahsına düşen kısmından sorumludur – bunlar da, imkansız sorumluluklardır.
Öyleyse, başlangıcından bugüne AKP hükümetlerinin sosyal politika alanındaki uygulamalarına genel hatlarıyla bakıldığında neoliberal kapitalizmin merkezinde duran kavramlardan esnekliğe uygun nafileliği hem bir kahraman hem mağdur olarak yaşayan, kırılgan ve asabi birey öznenin haklarının güvenlik endişesiyle sosyo-politik alandan atılmasından; sosyal olanın bireysel olana endekslenmesinden; yine bireysel olanın aileye yamanmasından bahsedilebilir. Ancak, bu süreç kesintisiz değildir; birbirini reddeden girişimlerin, kendi içinde çelişen retoriğin ve parçalı siyasetin taşıdığı tutarsızlıklarla doludur. Yanı sıra, salt son 16 yılda olup bitenlerin belirleyici olduğu bir seyirden değil; esasen kırk yıldır devam eden bir süreçten bahsettiğimi belirtmem gerekiyor. Bu süreçte, AKP’nin bugünkü yönetememe hali, Türkiye’deki rejim değişikliğinin bugün deneyimlediğimiz son evresini niteleyen neoliberal siyaset pratiğinin kriziyle bağlantılıdır. Bugün, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminin ortaya döktüğü eşitsiz uygulamalar, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da güvenlik sektörüyle inşaat sektörünün birbirine paralel işlediği ve neoliberal sömürü formlarıyla otoriter uygulamaların örtüştüğü örnekler, OHAL yönetimi altında KHK’lerle düzenlenen yeni yasa düzenekleri ve sermaye biriktirme havuzları son kırk yıla yayılan neoliberal yeniden yapılandırmanın artık krizle tanımlanan son aşamasını temsil ediyor.
Türkiye’nin neoliberalizm deneyimi sembolik olarak 1980 askerî darbesiyle başlar; merkez-sağı mevki edinen, salt neoliberal uygulamalarıyla tanımlandıklarında eksik kalan, neoliberal uygulamaları muhafazakâr sosyo-kültürel retorikle ve politikalarla destekleyen siyasal partilerin kurdukları hükümetlerle devam eder; AKP’nin 16 yıllık yönetiminde son aşamasına gelir. AKP kuruluşunda talep ettiği merkez sağ kimliğinden ve 2002 yılında hedeflediği merkez siyasetinden 2018 yılı itibarıyla kurduğu sekizinci hükümete doğru sosyo-kültürel konumunda gittikçe daha fazla din temelli muhafazakâr, yönetimde daha şahsiyetçi ve dolayısıyla daha otoriter olageldi. AKP hükümetleri 1980 askerî darbesi sonrasında, askerî yönetimin başlattığı ve merkez sağ hükümetlerin devam ettirdikleri rotayı takip etti: Toplumsal alanda riski doğallaştırdılar; serbest piyasada ve serbest piyasa mantığıyla bireysel kazanımı merkeze yerleştiren söylemde devam ettiler; küresel finans kuruluşlarının tercihleriyle uyumlu neoliberal ekonomi politikalardan vazgeçmediler. Bu izlekte, tutarlı bir şekilde, kaynak dağıtımında popülist politikalardan uzak dururken, yoksullara popülist retorikle hitap ettiler – aile – cemaat bileşkesinde işletilen hayır vurgusu tam da burada örnek teşkil eder.
Bugün neoliberal kapitalizmin kriziyle ve AKP’nin yönetemezken artan ölçüde başvurduğu otoriter ve şiddet yüklü uygulamalarla tanımlayabileceğimiz yeniden yapılandırmanın devlet ve toplum ayaklarını kesiştiren asli politika alanı olarak sosyal politikadan bahsetmek gerekir. Özelde kadınların toplumsal hakları ise hem neoliberal eşitsizliğin hem de bu eşitsizliğin muhafazakârlıkla tahkiminin karşısına çıkan toplumsal cinsiyet eşitliği taleplerini hak temelli dillendiren feminist örgütlülüğün otoriter politikalarla kısıtlanmasını somutluyor. Burada hemen kadınların toplumsal haklarının kısıtlanmasının salt neoliberal döneme özgü olmadığını, bu hak ihlalinin farklı patriyarkal formlar içerisinde geçerli olduğunu belirtip neoliberal döneme ve özellikle AKP’nin toplumsal cinsiyet rejimine özel olanın, toplumsal olanın aileye sıkıştırılmasıyla kadınların aile dışındaki varlıklarının neredeyse hiç tanınmadığı bir toplum tahayyülü olduğuna dikkat çekmek yerinde olur. Öyleyse, bugün yaşadığımız ve otoriter şiddeti biteviye artan uygulamalarla son aşamasına geldiğini ileri sürebileceğim rejim değişikliği süreci sosyal hakların yeniden tanımlanmasını içermenin ötesinde, tam da bu yeniden tanımlamayla okunabilir.
Bu açıdan iki politika alanının, sosyal güvenlik ve ulusal güvenlik alanlarının açıklayıcı olduğu söylenebilir. Her iki alan neoliberalizmin bugünkü açmazlarına bağlayabileceğimiz sürekli olarak güncellenen önlemlerle doludur. Bu güncellemeler önlemlerin farklı zamanlarda ve farklı terkiplerle arz edildikleri paketlerde yer alır. Paketler sıklıkla tasarı halinde gelir; sıklıkla farklı başlıklı tasarılarda tekrarlanır ve tipik olarak kanunlaşır.2 Söz konusu paketlere feminist perspektiften bakıldığında, serbest piyasaya ve özelde emek piyasasına çağrılan öznelerin güvencesizlik dayatmasıyla aynı zamanda kadınlık durumuna da çağrıldıklarını görürüz. Bu, tam da AKP’ye bakarken dayanabileceğimiz, siyasetin iki bileşeninden birinin, neoliberal düzenin işaretlediği öznelik haliyle de uyumludur.
Neoliberal şeyler düzeninde toplum, bir yandan kişisel husumetin ve organik bağlılığın diğer yandan bireysel rekabetin ve bireysel iş birliğinin alanı olarak kurulur. Böyle bir toplumsal kurulum ağırlıklı olarak ve tekrar tekrar girişimci tiplemesini zemin alarak ifadelendirilir – bu kurulumun zemininin, risk, esneklik ve bireysel/kişisel/özel mülkiyet nosyonuyla tanımlandığı göz önüne alındığında refah ve servet dağılımının dezavantajlı tarafında duran kadınlar açısından pek parlak bir durumdan söz edemeyeceğimiz açıklık kazanır. Zira bu yeni toplumda sosyal haklar, vatandaşların birbirlerine karşı sorumlulukları üzerinden değil, bireyler olarak kendilerine karşı görevleri ve diğer vatandaşlara rağmen hakları üzerinden tanımlanır. Vatandaşların birbirlerine karşı – sorumlulukları değil – görevleri ahlâkçı çerçeveden betimlenir. Her iki tanım da partiyarkadan azade değildir. Böyle olduğu için ahlâkçılığın çerçevelendirdiği hak politikaları kadınların haklarının bir kez daha ihlalidir.
Neoliberal sosyo-politik düzenin tolere edebildiği hakların güvenlikle ilişkilendirilme biçimi söz konusu hak ihlalini anlamak açısından önemlidir. Ulus-devletlerin yirminci yüzyıl boyunca evrilen sosyal politika rejimlerinde sosyal güvenlik mevcut ekonomik güvensizliğe yönelik bir yatıştırıcı ve dolayısıyla geçici önlemler kümesini tanımlayagelmiştir.3 Neoliberal sosyal politika rejimini ayırt edici kılan bir özelliği, yukarıda bahsi geçen imkansız birey özneyi çağırmasıysa bununla bağlantılı – söz konusu bireyin tekil güvenliğine referansla – tasarlanan sosyal güvenlik nosyonu diğer ayırt edici özelliktir. Lazzarato (2009: 109), neoliberal sosyal politikaların “bireyleştirme, güvenliksizleştirme ve depolitizasyon stratejileri” ile uygulamaya konulduğuna işaret eder. Böylelikle, haklar vatandaşların birlikte kullanacakları şekilde düzenlenmekten ziyade tekil konumlandırılan bireyler üzerinden tanımlanır. Risk, sosyal politika ve vatandaşlık hakları bireysel düzlemde ve güvenlik üzerinden birbirlerine bağlanırlar. Bu bağlanmada birey ve ulus-devlet arasındaki ilişki neredeyse doğrudanlaşır; aile ve cemaat devletin kriz anlarında araya girer. Aileci politikalar ulus-devletler düzeninde yeni değildir. Neoliberal evreyi bu açıdan özgün kılan, Türkiye örneğinde açıkça ifadelendirildiği haliyle, bizatihi aileyi bir sosyal güvenlik müessesesi olarak kurma girişimidir. Böylelikle, toplumsal olan özel alana ve mahrem alana itilir:
“Eğer derse ki genç, ‘param yetmeyebilir sermayeye.’ O zaman da ‘al sana 100 bin lira da faizsiz kredi’ diyeceğiz. İşinin ilk yıllarında zorlanmasın diye üç yılda gençlerden vergi almayacağız. Devlet ana gibi baba gibi sizin yarinizdir. Şefkatli kucağında size gelecek hazırlayandır. Bilin ki devletin baskıyla, herhangi bir şekilde yıldırmayla vesayetle anıldığı günler geçti. Artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti her gencin elinden tutacak. Türk, Kürt, Arap çocukları hepsi birden Türkiye’nin kalkınmasına, bu al bayrağın yücelmesine katkıda bulunacaklar. İlk kez iş bulan gençlerimize maaşını bir yıl devlet verecek. İşverenlere teşvik bu. Şimdi işiniz, maaşınız var, aşınız var. Ne kaldı? Eş kaldı eş. Biz bu toprakların insanlarının bereketlenmesini istiyoruz, çoğalmasını ama aynı zamanda iş güç sahibi olmasını da istiyoruz. Eş lazım dediğinizde önce annenize, babanıza gideceksiniz inşallah onlar size hayırlı bir eş bulacak. Bulamazsa bize başvuracaksınız. Ama bir şey daha yapacağız, ister kız erkek, ‘çeyiz hesabı’ açtırdığı zaman bir anne baba çocukları evlendirmek için bu hesapta biriktirilen paranın yüzde 20’si kadar da devlet evlenme yardımı yapacak. 100 bin lira mı biriktirdi, devlet 20 bin lira daha koyacak 120 bin lira olacak. Böyle devlet sevilmez mi? Böyle devletin vatandaşı olmak gurur vermez mi?”4
Sosyal politika alanının neoliberal önceliklere referansla yapılandırılması sosyal güvenliğin düzenlenmesinde muhafazakâr önceliklerle uyumlu bir şekilde, kadınların bağımlı statüsünü yeniden üretirken kadınların esnek emek piyasasına çağrılmaları muhafazakâr ailecilik açısından hem meydan okuyan hem de destekleyeci işleve sahiptir. Emek piyasasının esnek ve riskli koşullarıyla artan sayıda kadına açılması patriyarkal toplumsal yapılanma karşısında meydan okuyucu bir işleve sahiptir. Öte yandan, kadınların güvencesiz çalışma koşullarının ideal çalışanları olduklarının altını çizmek gerekir. Buna paralel bir şekilde, devlet destekli bakım hizmetlerinin evli ve çocuğu olan kadınların hakları olarak tanımlanması, çocuklarını tek başına yetiştiren – ve dul olmayan – ve alternatif birlikte yaşama pratiğinde olan kadınların haklarının es geçilmesi muhafazakâr eğilimlere uyar. Hemen burada, söz konusu cinsiyetçi sosyal haklar rejiminin LGBTİ bireyleri hiçbir şekilde hesaba katmadığının altını çizmeliyim. Bu hattaki bir diğer örnek kadınların aile değerlerini bir yana bırakmadan girişimciliğe çağrılmasıdır.
Yukarıda çizdiğim arka plan ve genel AKP portresi kadınların Türkiye’deki mevcut toplumsal cinsiyet rejiminin karmaşık olsa da neoliberal-muhafazakâr patriyarkaya dayalı olduğunu imler. Bu patriyarka formunu anla(t)mak için yine yukarıda değindiğim paket siyasetine bakmanın, sosyal güvenlik ve iç güvenliğin sağlanması arasındaki köprünün salt aynı hükümet tarafından sunulmuş olmasında değil güvenlikçi ve dolayısıyla otoriter yönetim zihniyetinin kadınları nasıl bir özneliğe çağırdığını ve bu öznelik halinin aileci ve devletçi temelde tanımlanan sosyal haklar açısından anlamını soruşturmayı mümkün kılar.
Bu da bir sonraki yazının konusu olsun.
1 Burada, “asabi” nitelendirmesini Engin F. Işın’ın nevrotik vatandaş tanımına referansla – ama tamanlamıyla bu tanımla özdeşleştirmeden – kullanıyorum. Işın, “The neurotic citizen”, Citizenship Studies, 8 (3) (Eylül 2004), s. 217-235.
2 Burada, 15 Temmuz 2016 tarihindeki askerî darbe girişimini takiben ilan edilen ve hâlâ devam etmekte olan OHAL kapsamında sistematikleşen KHK’li yasal düzenlemeler sürecinde paketlere ihtiyacın azaldığını belirtmek gerekiyor.
3 Marc Neocleous, The Fabrication of Social Order: A Critical Theory of Police Power (Londra, Virginia: Pluto Press, 2000), s. 64.
4 Davutoğlu, Hürriyet.