Bazı Avrupa ülkelerinden farklı olarak; Osmanlı’da müslüman kadınlar, savaşa giden erkeklerden boşalan mevkilere işgücü transferi olarak piyasaya dahil olmadılar; Osmanlı piyasasında zaten böyle bir işgücü açığı yoktu. Geçim olanaklarından yoksun, okur yazarlığı olmayan müslüman kadınlar; açlık, çıplaklık, barınacak yerlerinin dahi olmaması gibi en temel ihtiyaçlarını gideremedikleri zor koşullarla baş başa oldukları için geçimlik paraya ihtiyaç duyuyorlardı.
Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslamiyesi (1916 – 1923), I. Dünya Savaşı koşullarının içinde ve sonucu olarak İstanbul’da, kâr amacı gütmeyen bir hayır kuruluşu statüsüyle kuruldu. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın gölge başkanı olduğu cemiyetin kurucu üyelerinin tamamı asker ve memur erkekler; 435 asli üyesinden ise yalnızca 78’i kadındır. Asli üyeler arasında aydın kesimden; Reşat Nuri, Orhan Seyfi, Vâlâ Nûreddin ve Faruk Nafiz gibi şair ve yazarlar da vardı.
Kadınları Çalıştırma Cemiyeti özünde, ittihatçı kampanyalara paralel işler yürüten, orduya tekstil işlerinde tedarikçilik yapan paramiliter bir sivil toplum kuruluşuydu. 1332 (1916) yılı kuruluş sözleşmesinde amacını:
“İşbu cemiyetin maksadı kadınlara iş bulup kendilerini namuskârâne (namusuyla) te’mîn mâişete (gelir temin etmeye) alışdırarak himâye etmektir.” şeklinde tanımlıyordu.
Cemiyet; faal olduğu yıllar boyunca erkekler tarafından yönetildi. Seçkin üyelerinden aldığı aidatlar, iş verdikleri işçi kadınların maaşlarından kesilen 10 kuruşluk meblağ ve devlet yardımlarından faydalanarak sermayesini hızla büyük kârlı bir şirket seviyesine çıkarsa da kısa süre içinde yöneticileri çıkar çatışmalarına düştü ve kurum işlemez hâle geldi.
1921 yılı cemiyetin genel kurulu öncesi; yolsuzluk skandalıyla çalkalanan kurumu eleştiren dönemin feminist Kadınlar Dünyası dergisi, cemiyetin “erkekleri çalıştırma ve doyurma cemiyeti” olmadığını söyledi. “Kadınlara ait olan bu kurumun yönetiminin de kadınlar tarafından yapılması” gerektiğini ve “buna gücenmeye de kimsenin hakkının olmadığını” vurgulayan makaleler yayınladı. Bu haklı eleştirileri bastırmak için yönetime paralel bir Hanımlar Heyet-i İdâresi kurulsa da başından sonuna kadar hiçbir kadın cemiyette kurucu veya yönetici statüsüne alınmamıştır. Zimmete para geçirme, cemiyetin birikimlerini kötü kullanma dahil yönetimin suçlandığı pek çok yolsuzluk sonucu biriken zenginlik eritildi hatta devlet hesaplara el koydu. Savaş da kaybedilince ittihatçı yöneticilerin çoğu Almanya’ya kaçmış ve cemiyet kapanmıştır.
Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin kuruluşunun arka planı
I. Dünya Savaşı Haziran 1914’te başladığında, “tüm savaşları bitirecek son büyük savaş” olarak nitelendiriliyordu. Savaşın boyutu, çok kısa bir süre içinde, belli stratejik noktalarda askerlerin yürüttüğü savaş tipinden tüm halkın seferberliğini gerektiren Weber’in ifadesiyle bir “topyekün savaş”a dönüştü. Milyonlarca (1500 – 1914 arasındaki dört yüz yılda, savaşlarda ölen toplam dünya nüfusunun üç kat fazlası kadar) insan hayatını kaybetti. Ciddi savaş suçlarının işlendiği bir felakete dönüştü. 1919 yılında kurulan Savaş Suçları Komisyonu araştırmalarıyla, savaşta, istisnasız bütün tarafların askerlerinin tecavüz suçu işledikleri kanıtlanmıştır. Dolayısıyla savaştan en çok zarar görenler, kazanan ya da kaybeden taraf fark etmeksizin tüm kesimlerden kadınlardı.
Osmanlı, 1914’ten önce de milliyetçi akımlardan etkilenen halkların özgürlük arayışlarına imparatorluk mevcudunda yanıt üretemediği, savaşlar içinde (Trablusgarp, 1911; Balkan, 1912 – 1913 savaşları) sınırlarının değiştiği bir süreç yaşıyordu. 1909 yılına kadar silah altına yalnızca müslüman Osmanlı tebaası alınıyor; gayrimüslim nüfus ise ağır bir vergi karşılığında muaf tutuluyordu. Zorunlu askerlik uygulamasıyla beraber gayrimüslim tebaa, silahsız amele taburları gibi birimlerde taşraya gönderilerek yapı ve yol işlerinde, sefalet koşullarında çalıştırılıyordu. 1914’te imparatorluğun genel nüfusunun 26 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor, nüfusun yüzde 10’undan daha azının okur-yazar olduğu kabul ediliyor, müslüman kadınlarda ise bu oran yüzde 1’e kadar düşüyordu. 1911 – 1923 yılları arasındaki savaşlarda, toplam 4 milyon müslüman Osmanlı erkeği ya öldü ya da çalışamayacak derecede sakatlandı.
Bazı Avrupa ülkelerinden farklı olarak; Osmanlı’da müslüman kadınlar, savaşa giden erkeklerden boşalan mevkilere işgücü transferi olarak piyasaya dahil olmadılar; Osmanlı piyasasında zaten böyle bir işgücü açığı yoktu. Geçim olanaklarından yoksun, okur yazarlığı olmayan müslüman kadınlar; açlık, çıplaklık, barınacak yerlerinin dahi olmaması gibi en temel ihtiyaçlarını gideremedikleri zor koşullarla baş başa oldukları için geçimlik paraya ihtiyaç duyuyorlardı. Savaş ekonomisi, kıtlık, enflasyon sonucu, şehit maaşı olarak bağlanan aylık 99 kuruş maaş ile tanesi 50 kuruş olan somun ekmekten ucu ucuna iki tane ancak alınabiliyordu. Dolayısıyla kadınlar geçinmek için sokaklarda cinsel sömürü ve insan ticaretine dahil olmaya başladılar.
1920 yılı Mütareke İstanbul’unda genelev patlaması yaşandı. O vakte kadar müslüman tebaanın dahil olmadığı bir alanda sayıları giderek arttı. Kayıtlı toplam 175 yasal genelevden 11 tanesi müslüman Osmanlı tebaası tarafından işletiliyor ve müslüman kadınlar, çoğu Üsküdar, Kadıköy bölgesinde toplanmış bu evlerde çalışıyordu. Buralarda kayıtlı 2.172 seks işçisi kadından, 358’inin müslüman kesimden geldiği biliniyor. Yine bu dönemde, sokakta kayıtsız çalışanların çoğunluğunun da yine müslüman kadınlar olduğu kabul ediliyor.
Cemiyetin faaliyetleri
Giyecek giysisi, yiyecek ekmeği olmayan kadınlar cemiyetin yatılı yurtlarında barınıyor, yemekhanelerinden faydalanıyordu. İstanbul’da savaşa bağlı kadın yoksulluğunun en yoğun yaşandığı Fatih, Çapa ve Üsküdar bölgelerinde dikim atölyeleri; Kabataş, Beşiktaş vd. pek çok semtte mağaza ve şubeler açıldı; kurum içi çalışanlar ve farklı yerlerde istihdam edilenler dahil 8.194 kadın işçi cemiyet vasıtasıyla iş piyasasına katıldı. Cemiyetin kendisi gibi çalışma atölyelerinde de yöneticilikler, müdür ve ustalık pozisyonları erkeklere verildi. Hatta Çapa atölyesinde çalışan tek erkek olduğundan ustabaşılık statüsü on iki yaşındaki bir çocuğa verilmiştir. Kadın işçilerin maaşları minimumdaydı, çalışma koşulları da oldukça kötüydü; üretim atölyeleri hem dar, havasız, vasat yerlerdi hem de yatılı çalışma mesaileri uygulanıyordu. Zengin kesiminden Osmanlı kadınları, ordu ve devlete yakın iş görmek isteyen tüccarlar cemiyetin ürünlerinin temel müşterisiydi. Beyazlar (don, fanila vb. iç çamaşırları), fantazi ürünler (ceket, etek, bluz, elbise), el işlemeleri (yatak, masa örtüleri vs.), makinede dokunan çoraplar vb. ürünler üretiliyordu. Siparişlerin yoğun olduğu dönemlerde, kadınlar istihdam edilmeksizin parça başı işlerde, yarı zamanlı olarak evde yün eğirme işinde de çalışıyordu.
Osmanlı ordusunda bir ilk: Kadın İşçi Taburu
Cemiyetin aracılığıyla, İstanbul’da yol işlerinde çalıştırılmak üzere orduya bağlı bir kadın işçi taburu kurulmuştur. Tarihte orduya ilk defa alınan, tabura kabul edilen kadınlardan namuslu ve iffetli olduklarına dair mahalle muhtarından onaylı belge isteniyordu. Kadın İşçi Taburuna kâtibe ve memure olarak alınmış olan kadınlar kendileriyle aynı işi yapan erkek subaylarla eşit görülmüyor, subay statüsü verilmiyordu. Kâtibeler de ayrıldıklarında erkek askerler gibi orduya tazminat ödemekle yükümlü kılınmamıştı. Bir süre (gayrimüslim erkekler gibi) yol işlerinde çalıştırılan kadınlar, gelen ağır kış koşullarıyla beraber taburda yün eğirme işine dönmüştür. Taburda çalışan işçi kadınlara emeklilik hakkı verilmemiş, maaşlarından emeklilik kesintisi yapılmamıştır. Tabura çoğunlukla evli kadınlar alınıyor, evli olmayanların da cemiyetin “evlendirme kampanyası”yla bir an evvel evlenmeleri teşvik ediliyordu. İşlenebilecek askeri suçlara tabi olan kadınlar için ayrıca bir de özel olarak fuhuşu tebeyyün etmek de suç listesine eklenmişti. Üniforma olarak beyaz başörtüsü dışında siyah bol parçalardan oluşan, yüz peçesiz bir kıyafet takımı benimsendi. Kadın İşçi Taburu uygulamasının nüfusu da (80-90 kişi) süresi de kısıtlı olmuştur.
Zorunlu evlendirme kampanyası; Osmanlı müttefikleri olan Almanya, Avusturya-Macaristan’da yaygın olan evlilik uygulamaları Viyana Sefareti’nden ve Fransa’daki örneklerinden incelenerek nasıl bir evlilik teşviki yapılması gerektiği araştırılmış, neticede ilan ile talep toplama uygun görülmüştü. Cemiyetin görevi adayların isteklerini inceleyip doğruluğunu araştırdıktan sonra ilan olarak yayınlamak olacaktı. Gönüllü bir arayış gibi gözükse de cemiyetin hazırladığı talimatname teşvikler kadar ceza ve tehditle doludur. İzdivaç Talimatnamesine göre; cemiyete kayıtlı üye olan bütün işçilere evlenme zorunluluğu getirildi. “Erkekler en geç 25, kadınlar 20 yaşına kadar evlenmelidir,” deniyordu. Evlilik başvurusu yapan talipler polisin yardımıyla soruşturulacak, evliliğe uygunluğu tespit edilecekti. Cemiyet; yoksul kadınlara çeyiz yardımı, işi olmayan koca adaylarının iş bulmasına aracılık, bu evlilikten çocuk doğarsa maaşlara da yüzde 20’ye kadar zam yapmayı vaad ediyordu. Kendilerine uygun bir aday olmasına rağmen evlenmeyen üyelerinin maaşlarının yüzde 15’ine kadar el konulacağı, yine de evlenmezlerse cemiyetten atılacakları maddelerini de ekliyorlardı. Bu kampanyaya başvuran adayların taleplerini yayınlayan Vakit gazetesindeki ilanlardan kadınların geçim sıkıntısından kurtulmak etrafında taleplerinin olduğu; erkeklerin ise güzel, kusursuz, sakatlığı olmayan, ev işlerinde iyi ve aynı zamanda para kazanan kadın aradıkları görülüyor. Cemiyetin başlattığı bu kampanya daha sonra, bir çeşit sektöre dönüşmüş; İzdivaç isminde bir dergi çıkmış, on bir sayı kadar yayınlanmıştır. 81 kadın, 55 erkek ilan yayınlanmıştı ve hepsi de tamamen cemiyet üyesi kişiler değildi. Gerçekte ise cemiyetin izdivaç işlerine bakan kısmı da başvuruları inceleme işinin altından kalkamamış, yalan beyanlı adaylarla boğuşur hale gelmiştir.
Gayrimüslim çocukları Türkleştirme; savaş dönemi zorla göç ettirme, kanlı kıyımlar sonucu, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde yetim kalan Ermeni, Rum çocuklar için iş alanları açılması ilgili il valiliklerine talimatla bildirilmişti. Cemiyet, 1918 – 19 yılları arasında, Trabzon’dan 1.800, Sivas’tan 750, Kayseri’den 360 çocuğu İstanbul’a getirtmiş, emekleri karşılığı bakılmak üzere sanayi kuruluşlarına ve Türk ailelere vermiştir. Kadınları Çalıştırma Cemiyeti eliyle konuşamayacak kadar küçük çocuklar, özellikle Ermeni çocuklar, Türk ailelerinin yanına verilerek Türkleştirilmiştir. Ermeni gazeteler, çocukların etnik kimliklerinin silinmeye çalışıldığını, asimilasyon politikalarının devamı uygulamalar olduğu yönünde bu durumu eleştirmiştir.
* Çatlak Zemin editörlerinden başlığı bulan Yeşim Dinçer’e, yazma sürecinde yorumlarıyla katkı sunan Suzan Saner’e sonsuz teşekkürler.
Kaynak
Osmanlı İmparatorluğu’nda Savaş Yılları ve Çalışan Kadınlar: Kadınları Çalıştırma Cemiyeti (1916 – 1923), Yavuz Selim Karakışla, İletişim Yayınları, 2015.