Feminizmle ilk karşılaşmalarımda hep birinci dalga feminizm için nasıl çıkmıştır acaba ve ne konuşmuşlardır diye hayal ederdim. O his eminim çığlıktı. Ve evet abartıyorum bu çığlık bana göre bir melodi. İşte müzik bence o zaman doğdu.

“Merhaba” tüm müzisyen kadınlar,

Volume 0 – “Özel olan politiktir”

Kendimi gerçekleştirme yolculuğumun ne yazık ki -bir süre- ailemle gerçekleştirememe yolculuğu olduğunu yirmi yedimde fark ettim. Karşılaşmalar her zaman önemlidir, öyle değil mi? Bir kitapla karşılaşabiliriz ya da hayatımıza dokunacak bir arkadaşla ya da bir pankartla… Ama aile ile karşılaşma hiçbir zaman gerçekleşmez. O sadece seni kendi gerçekliğine çeker ve sen yıllarca bunun sonuçlarıyla savaşmak durumunda kalırsın. Bu savaşı kendi kendime veremeyeceğimi, ancak sorgulayabileceğimi, hatta inanamazsınız daha da ileri gidiyorum örgütlenebileceğimi ve tüm acılara rağmen yalnız olmadığımı feminizm ve feministlerden öğrendim/öğreniyorum.

Volume 1 – Aileyi nasıl bilirdiniz?

Hatırlayamadığım ancak fotoğrafını görüp ilk müziğe heveslenişim sanıyorum ki üç yaşlarımda. Ne yaşadım bilmiyorum, bir şey beni çekmiş olmalı. Klavye tuşlarına rastgele basarken kendimce anlamlı hale gelen melodiler, aslında ilk lubunyalığımın işaretleri. İlk bestem -ki hâlâ hatırımda- ve ilk aşkım ve aslında ilk hayal kırıklığım. Çünkü kız çocuğu başka bir kız çocuğuna aşık olamaz, hele ki o yaşta! Tabii bu başka bir hikaye. Üstüne üstlük kız çocuğuna yaraşır bebeklerle oynamayıp klavyeyle mi ilgileniyor? Ben böyle saçmalık görmedim!

Zamanı büküyorum ve geleceğe bir anda kendimi bırakıyorum; altı-yedi yaşlarındayım… Gitarım olsun istemiştim ama yine de bana uygun değildi, belki de ailemin parası yoktu, hatırlamıyorum. O an, gitarımın olamayacağını anladığımda ve içimdeki acı, gözyaşlarımdan aktığında hatırımda kalan ilk reddedilişimdi. Sonuçta kötü ebeveyn yoktur -sadece sınıfsal problemler vardır- para olursa her şey yoluna girer… Elimize para geçti, hatırlıyorum, sanıyorum annemin emekliliği. Babam hemen annemin elinden aldı, hatırlıyorum. Nasıl oldu da babam bir anda iyi bir “baba” olup abime cep telefonu, bana keman aldı anlayamıyorum. Hayret, ailem beni düşünüyor! Para olsa demek ki daha önce düşünmeye başlardı, hatta eminim babam korkunç küfürlerini bize söylemez, belki de suratımıza yumrukları morarıncaya kadar atmazdı. Her şey para yüzünden… İşte o zaman buna savaş açmam gerektiğini ama ailemi sevmeye devam etmem gerektiğini düşünmüştüm.

Sıra kemanı öğrenmeye geldiğinde çok fazla heyecan var üzerimde. Babam parayı zarfa koyuyor ve her hafta derslere gidiyorum. Ta ki son ders olduğunu bilmediğim o “son” derste zarfın içi boş çıkana kadar ve bir daha derslere gidemeyeceğimi anlıyorum. İşte ikinci hayal kırıklığım. Babam hâlâ vuruyor… Ama o bizim için çalışıyor ve hakkıdır, etim de onun kemiğim de… Eline rakısını alıyor, gülümsüyor ve zorla bana keman çaldırıyor. İstemiyorum çünkü rakının yanında Türk sanat müziği gider. Kemanı ben istediğim için mi yoksa bizden bile o çok sevdiği rakısının yanında Türk sanat müziği çalmam için mi almıştı? Ben sadece Vivaldi “Dört Mevsim” çalmak istemiştim oysa. Tüm bunlar olurken annem ne düşünmüştü acaba? Yirmi beş sene çalışıp karşılığında düşük ikramiye veren devlete mi yanayım yoksa babamın, annemin elinden emeğinin karşılığını almasına mı?

Hatırlıyorum evet, abim zeki olan ve ben aptal olan bir kız çocuğuyum. Babam hep abimle ilgilendi. Ben rakı içerken karşısında keman çalan biri olmalıydım. İstemedim, bir anda yüzümde kitabın kenarı, bir bakmışım kemanım kırık. İşte o zaman, sevdiğim ama çok sevdiğim kemanım elimden alındığında üçüncü hayal kırıklığını yaşadım. Bir anda olmuştu, bu sistemin suçuydu, babamın değil. Keman kırıldı çünkü reddettim, kendim olmayı denedim ama sonucu benim için korkunçtu (bu yıllar içinde mücadele ettiğim kendimi bulma yolculuğumu tabii ki sekteye uğrattı, canım terapi hâlâ yanımda). Artık tüm bu hislerle baş başayım, annem yorgun ve üzgün; ne yaşadığının farkında olmadığı bir döngüde. Benim yanımda olabilmeyi ve sarılabilmeyi nereden bilsin ki? Ama mağdur değil, asla, asla değil. O yüzden anneme de babama da öfkelenebilirim.

Volume 2 – Patriyarka mı, o da ne?

İçimde hâlâ müzik var, gitar bana bakıyor ben ona. Annem biliyor ne kadar müziği sevdiğimi. Yirmi yedime doğru caz kasa gitarımı annem alıyor, diyor ki sakın babana söyleme. Tabii söylemem, yoksa anneme ve bana neler yapabileceğine her gün ve her gün ve her gün tanık oldum. Ölene kadar babam bunu asla öğrenmedi. Annemle küçük sırrımız… Artık gitar öğrenebilirim, yıllar sonra karşılaştığım gitarımla her gün bir aradayız. Zamanla daha iyi çalıyorum, çaldıkça önüme kapılar açılıyor. Kendimi bir anda stüdyoda, profesyonel erkek müzisyenlerle çalıyor buluyorum; arkadaşımın bestesini kaydedeceğiz. Malum, gitarı hep erkekler çalar. Kadınlar mı? Otur ve işine bak ve çeneni kapa. Beni stüdyoda gören, o en ünlü sanatçıların arkasında çalan müzisyen erkekler gülüşüyor. Hücum kayıt mı yoksa kanal kayıt mı? O da ne? İlk defa duyuyorum ve soruyorum, gülüyorlar. Küçüklüğünüzden beri her gün erkek şiddetine maruz kaldığınızda savaş-kaç-don modelinden birini bedeniniz ve bilinç dışınız seçiyor. Benimkiler “don”u tercih ettiler. Beste 6/8’lik bir pop parçası, gypsy vals ritmi ile çalmayı istemiştim. Bir anda çok profesyonel olan klavyeci erkek arkadaş bana nordis caz çalmaya ve ne kadar iyi olduğunu ispat etmeye başladı. Biliyorum, hak ettiğim böyle bir şovdu. Zaten gitara geç başlamıştım ve erkekler kadar iyi çalamayacaktım nasılsa! Daha da dondum, sindim ve evet, toprağın altında köstebek ile göz gözeyiz şu an. Artık o kadar donmuştum ki bedenim ve aklım tamamen en doğrusunu bilen erkek müzisyendeydi. Eğer o pozisyonda la minör yerine la minör 6 basarsam daha iyi olacaktı ya da re minör yerine fa majör basarsam daha neşeli hale gelecekti. Onun bedeni ve zihni o kadar üstündü ki bakışlarından yok oldum, babamın farklı versiyonuydu; vurmayanı ve gülümseyeni ama üstün olanı. Oysa ben daha farklı çalmak istemiştim ama biliyorum doğru olan onunki! İşte müzikal olarak ilk hayal kırıklığım da böyle sonuçlandı. Korkunç bir his, suçluluk, aptallık…

Peki patriyarkayı ben nereden bileyim? Belki çok saçma ama iç sesimden, duyamadığım o iç ses.  Feminizmle ilk karşılaşmalarımda hep birinci dalga feminizm için nasıl çıkmıştır acaba ve ne konuşmuşlardır diye hayal ederdim. O his eminim çığlıktı. Ve evet abartıyorum bu çığlık bana göre bir melodi. İşte müzik bence o zaman doğdu.

Feminizme bir balık gibi daldım, şaşırdım, ağladım, kendime ve anneme kızdım, sonra bir anda donmalarım yerini zamanla başka bir şeye bıraktı, o da ne? Feminist mücadele!

Merhaba mücadele, merhaba kadınlar, merhaba lubunyalar, daha önce söylenen tüm o merhabalara da merhabalar, artık utanmadan ve mükemmel olmadan müzik çalabilirim… Buradayım ve tek isteğim kadın müzisyenlerden oluşan bir müzik grubu. Kadınlar sadece şarkı söylemez, sadece şarkı söylemek isterse şarkı söyler. Biz hem gitar hem bas hem davul hem klavye hem saksafon çalabiliriz. Bunu kimseye ispat etmeye ihtiyacımız yok ama sahnede olmaya ihtiyacımız var. Patriyarkaya karşı o sahneden çalmaya. Böyle bir grupta erkek müzisyene yer yok. Bir arkadaşım bana bunun faşist bir tutum olduğunu söyledi. NE? Nasıl yani diye soramadan faşisti tanımlama biçimini ekledi: Erkek düşmanı bir tutum. O donma hissi yeniden geldi. O an kalakaldım, insan kavramları karıştırabilir mi üstelik bu kadar farklı olmasına rağmen? Ve devam etti, “faşist ve erkek düşmanı bir tutum bu Damla, kadın grubunu yükseltecek erkek müzisyenler var”. Eminim bunu bizi ezerek değil “öğreterek” yapacak. Hem o çok iyi biri, ayrıca çok iyi bir müzisyen. Biz kadın başımıza kendimizi taşıyamayız öyle mi?!

Volume 3 – Kendini gerçekleştiren kehanet, patriyarkal kapitalizm ve elektro gitarlar

Patriyarka beni iki boyutlu yapmış sanki, bir kağıt parçası gibiyim. Katlanabilirim, yakılabilirim, yırtılabilirim. Kalemle bir araya gelmediğim sürece değersizim. İşte feminizm ve ben, kalem ve kağıt gibiyiz. Kehaneti kırmak veya yakmak ister miydiniz?

Kapitalizm ve patriyarka çoğu zaman iç içe ve biz kadınlara yetersiz olduğumuzu, ikinci cins olduğumuzu vs. söylüyor, ağızlarını kocaman açmışlar ve yutmaya çalışıyorlar. Ama ben yemek borusunda kalmayı bilirim. Döngüyü kıramayacağımıza inandırıyorlar. Biz fiziksel, duygusal, ekonomik şiddete maruz kaldıkça buna inanıyoruz ve öyle sinsice içimize işliyor ki her şeyin kötü olacağına ve yapamayacağımıza inanıyoruz. Gitara mı başlamak istiyorsun; ellerin küçük, öğrenme hızın ne kadar da yavaş… Ama en temeli sen kadınsın, toplumdaki yerin aile, ev işleri, bakım. Sahnede de rolün belli; şarkı söyleyebilirsin, diğerlerini bırak erkeklere! Tüm bu baskının altında iç sesin yapamayacağını o kadar çok söyler ki sana kehanet gerçek olur.

Müzik için ekstra çalışmak durumundayım, artık ikinci gitarımı almak istiyorum. Akustik gitar. Bunun için şirkette çalışıyorum. Ama müzik olsa sadece hayatımda? Yani neden barınmak için para veriyorum? Peki ya su? Yemek? Temel ihtiyaçlarım için haftalık 45 saat çalışmak zorundayım (mesailere girmiyorum). Tekstil ve tekstil… Bez parçası bir melodiyi döver bence. O nedenle tişört için verdiğim ofisteki kavgalar bir gün bana mobbing olarak döndü ve gerçek söylüyorum erkek çalışan her zaman daha kıymetliydi. Benim söylediğim fikir bir anda görünmez olurken erkek çalışan aynısını ama aynısını söylediğinde övgüyle karşılanırdı. İspatlayamıyorum ama eminim ki maaşı benden daha fazlaydı. Beni içine çeken kapitalizm, patriyarkayla bana kahkaha atıyor ve aklımı kaybetmeye başlıyordum. Bir anda benden sıkılmış olmalılar ki kovuldum.

Kendini gerçekleştiren kehaneti kırdım, bir kadın olarak kendime gitar alabilirim, maaşım düşük ama biriktirebilirim. Müzik shopları geziyorum, gitarları deniyorum, hepsi erkek eline göre. Başparmağın ve işaret parmağının arasını ölç ve gitarın sapı o ölçüye göre olsun ve bu sadece erkekler için. Canım gitarların çoğu ortalama erkek eline göre yapılan gitar saplarının haricinde çok ağır kasalarıyla da meşhur. Taşımam imkansız. Son bir yere giriyorum, sapı ince ve kasası oldukça hafif. Ama isminin manidarlığı… Elektra – Lady Tip – Semi Hollow.

Volume 4 – Mücadeleyi nereden öğreneyim?

Feminist gece yürüyüşünden, eylemlerden, yaşadığımız deneyimlerin aslında ne kadar da benzer olduğunu paylaşabildiğim kadınlardan, o sokaklara her çıktığımızda hepimizin ayrı ayrı kurmak zorunda kaldığı stratejiden ve buna rağmen sokaklardan vazgeçmeyişlerimizden, bugün dünyanın her yerinde başka bir hayatın imkanı olduğunu görerek patriyarkaya karşı sokakları dolduran tüm feministlerden, feminist dehşetten; Nevin’den, Çilem’den, Yasemin’den, Serap’tan, tanıdığımız ya da tanımadığımız hayatına sahip çıkan ve her gün mücadele içinde olan tüm kadınlardan. Simone de Beauvoir’den Gülnur Acar Savran’a okuduğumuz tüm o sayısız kitaplardan, o gitarı her gün elimize alıp sahneye çıkmaya devam etmemizden, kadın müzisyenlerden; Bessie Smith’ten, Ella Fitzgerald’tan, Emily Remler’dan, Billie Holiday’den, Nina Simone’dan. Patriyarkaya karşı feminist dayanışmamızdan. Her gün, her yerde, birbirimizden güç alarak büyüttüğümüz feminizmden.

Tüm bu deneyimlerde; yaşadığımız erkek şiddetinde, kadın olduğumuz için üstü kapalı ya da apaçık uygulanan her ayrımcılıkta; kendimizi nasıl hissedeceğimizi, tanımlayacağımızı, kim olacağımızı dayattıklarında; kendimizi ifade dilimizi, müziğimizi, yazımızı, eylemlerimizi kalıba sokamayacaklarını her gün haykıracağız. Bunu hem tarihi hem teoriyi anlayarak, deneyimlerimizi paylaşarak, örgütlenerek yapacağız.

Volume – Sonuna kadar aç

Erkekler kadınlara benzer söylemlerle bu baskıyı kurarken bir yandan da kadınların bedenlerini, zamanlarını, emeklerini, düşüncelerini, duygularını sömürmeye ve tahakküm altında tutmaya çalışmaya devam eder. Sen hem mükemmel bir biçimde onun belirlediği kıstaslara göre gitar çalmalısın hem de binbir türlü problemle uğraşmalısın, kadın olduğun için her alanda ekstra mücadele vermelisin, ev işlerini yapmalı yemeği de bu ekonomik krizde ucuza getirmeyi düşünmelisin. Çocuk, yaşlı, hasta bakımı da kadında olmalı, duygusal emek de. Ücretli bir işte çalışıyorsan da erkeklerden daha az ücretle, ayrımcılığa, mobbinge, tacize tamam demen beklenir. İşte tüm bunların yanında kendime zaman yaratıp elime gitar aldığımda, kendimi gerçekleştirme yolculuğumun aslında patriyarkayla mücadele olduğunu ve sahnede olmamın ne kadar önemli olduğunu anlıyorum.

Sahnedeyim, bir anda yanlış bir notaya bastım, o küçücük ânı -sanki yanlışımı kolluyormuş gibi- yakalayıp bana “Kulak zevkimizi bozma, doğru çal gitarı!” diye haykırdı, bu cüreti gösterip kahkahasını attı. Bunu yapabiliyorlar, en iyisini bilirler ve yaparlar! Çünkü erkekler. Müziği durdurdum, sahneden ona bağırdım, işte şimdi sesi sonuna kadar açmanın vakti, yüzyıllardır kadınların yaptığı gibi.

Yaşadıklarımı yazıya dökebileceğim konusunda beni cesaretlendiren ve her türlü destek olan Ezgi’ye sonsuz teşekkürler.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.