Dinmeyen öfkemiz büyüyen dayanışmamız ile bugün Alsancak’ta ve dünyanın dört bir yanında feminist isyandayız.
8 Mart 1857 yılında ABD’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında yükselen alevlerin içinden çıkıp geldik. Fabrikadaki kadınların düşük ücretleri, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarına karşı başlattığı grevde polis işçilere saldırmış ve ardından fabrikaya kilitlemişti. Fabrikada çıkan yangında içeride kilitli kalıp kadınlar katledildiler. 1910 yılından itibaren dünyanın dört bir yanında katledilen kadınları anma ve kadınların özgürlük mücadelesinin sloganını haykırdığı gün haline gelen 8 Mart’ta bizler de İzmir’de sesimizi, sözümüzü birleştiriyoruz.
Aradan bir asırdan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen bizler hala hetero-patriyarkal kapitalizmin, kadınların, işçilerin ve LGBTİ+ların hayatını zindana çevirdiği bu düzende yaşıyoruz. Her gün en az iki üç kadının uğradığı şiddet ve katliam haberleriyle, homofobik, transfobik nefret suçu haberleriyle uyanıyor, her gün yaşamdan koparılıyoruz. Kadın katilleri cezasızlık politikalarıyla ödüllendiriliyor ve erkek şiddeti iktidar ve yargı eliyle yeniden üretiliyor.
Kadın cinayetlerine, erkek şiddetine, homofobiye, transfobiye, anti demokratik uygulamalara karşı mücadele eden kadınlar, LGBTİ+lar, aktivistler, siyasetçiler, gazeteciler, sanatçılar her gün erkek devletin hukuksuz uygulamalarına maruz kalıyor. Özgürlük, eşitlik, demokrasi ve barış isteyen sesleri kesmeye, hapsetmeye, cezalandırmaya, polis şiddeti ile baskı altına almaya çalışıyorlar. Aysel Tuğluk ve yüzlerce hasta tutsak hapishanelerde ölüme terk edilmiş durumda. Zindanların ardındaki baskı kat be kat fazla yaşanıyor, tutsaklar çıplak arama, taciz, şiddet ve hak gasplarına maruz bırakılıyor. Trans tutsaklara yönelik ayrımcı nefret suçları zindanlarda daha yakıcı bir şekilde işlenmeye devam ediyor.
Yarattıkları ekonomik ve siyasal krizi savaş ve nefret politikaları ve uygulamaları ile ört bas etmeye çalışanlar, ırkçılığı/faşizmi yeniden ve yeniden üretmeye çalışanlar geçtiğimiz yaz aynı şehirde mücadele ettiğimiz Deniz Poyraz kız kardeşimizi katlettiler. Katilleri, tecavüzcüleri koruyan kollayan, cesaretlendiren tavırlara, failin tutuklanması ve mahkeme sürecinde tanıklık ettik. O zaman söyledik, şimdi de tekrar ediyoruz; Deniz Poyraz ve katledilen tüm kadınlar, LGBTİ+lar isyanımızdır.
Siyasi iktidarın ‘dindar ve kindar nesiller’ ve ‘makbul kadın’ yetiştirme hedefinin parçası olarak, eğitim- öğretimin tüm aşamalarında, müfredattan eğitim materyallerine kadar, cinsiyetçi, homofobik, transfobik, ayrımcı söylemler yer alıyor. Kadın üniversiteleri oluşturarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmeye çabalıyorlar.
Pandemi ile birlikte artan ev içi görünmeyen emek yükü, işsizlik, güvencesizlik, yoksullaşma ve yoksunlaşma ekonomik kriz ile dayanılmaz boyutlara ulaştı. Ev işi erkek şiddeti ve ölümler arttı.
Özelleştirmeler politikaları ekonomik krizle birleşince sağlığa erişimimizi zorlaşıyor. Yaşamsal önemi olan HPV aşısı halen çok pahalı. Regl olanların temel ihtiyacı olan hijyenik pedler de lüks tüketim vergisine tabi.
Savaş politikasının sonucu olarak HDP’li belediyelere atadıkları kayyumlar eliyle kadın kazanımlarına dönük saldırıları, kayyum rektörlerle üniversitelerde demokratik haklarını kullanan öğrencilere yönelmiş durumda. Gökkuşağı bayrağını yasaklamaktan, üniversite kapısına kelepçe takmaya kadar her türlü hukuksuzluğa imza attılar.
Yakıcı savaş gündemlerinde kadın bedenini işgal edecek bir toprak olarak gören eril faşist zihniyet mülteci kadınlara hayatı çekilmez hale getirmeye devam ediyor.
Çocukları ve gençleri geleceksizlik tehdidine mahkum ediyor, tarikat ellerine bırakıyorlar. Çocuk istismarı günden güne artıyor ve etkili bir engelleme yöntemi uygulamak yerine çocuk yaşta zorla evliliklerde rıza arıyorlar.
Ülkede giderek artan erkek şiddeti ve kadın cinayetlerinin önüne geçmek yerine şiddetle mücadelede önemli bir araç olan İstanbul sözleşmesini fesh ediyor, katliamların önünü daha fazla açıyorlar. Var olan haklarımızı daha fazla tırpanlamaya çalışanlar yerinde durmuyor, yoksulluk nafakası ve çocuk nafakasına saldırıyorlar.
Tüm bu sesimizi, nefesimizi kesmeye çalışan patriyarkal kapitalist sistemin bizlere, emeğimize, bedenimize, kimliğimize savaş açtığı bu coğrafyada bizler vazgeçmiyoruz.
Haklarımızdan, hayatımızdan, arzularımızdan, geleceğimizden, hayallerimizden vazgeçmiyoruz. OHAL koşullarında olduğu pandemi döneminde de sokakları, meydanları, geceleri doldurmaktan vazgeçmedik. Emeğimize ve haklarımıza saldıranlara karşı fabrikalarda, atölyelerde grevlerde, direnişlerde buluştuk. Erkek adalet değil gerçek adaletin sağlanması için adliye koridorlarını, mahkeme salonlarını doldurduk. Dünyanın dört bir yanında farklı isimlerimiz benzer hikayelerimiz ile patriyarkal kapitalizme meydan okuduk.
Bugün de dinmeyen öfkemiz, büyüyen dayanışmamız, feminist isyanımız ile her gün haykırdığımız eşitlik ve özgürlük sloganlarımızı birleştirmeye, 8 Mart’ın direnişçi ruhuyla tüm dünyada haykırılan seslere ses olmaya geldik.
Ücretsiz sağlık hakkımızı, ücretsiz eğitim hakkımızı, istediğimiz bölümde okumayı, istediğimizi işte sömürülmeden çalışmayı, bedenlerimiz metalaştırılmamasını, erkek şiddetinin son bulmasını, nefret suçlarının son bulmasını, ev işlerine hapsolmamayı, barışı, demokrasiyi, adaleti, geceleri, sokakları, meydanları, dünyanın tamamını istiyoruz.
Bu kentin taşına toprağına özgürlüğü yazdırana kadar buradayız!
İzmir Feminist Gece Yürüyüşü Hazırlık Ekibi