Feminist düşünce kırılanı yalnızca teşhir etmez; anlamı yeniden örmeye yönelir. Ama bu örme, kusursuz onarım ya da huzurlu bütünlük sunmaz. Çoğu zaman eksik, yamalı, yorucu bir uğraştır.

Yeni nesil indie-pop sanatçısı Lorde’un “Hammer” şarkısındaki “When you’re holding a hammer, everything looks like a nail” / “Çekiç tuttuğun zaman her şey çivi gibi görünür” dizesi, zihnimde çağrışım yarattı. Maslow’un meşhur ifadesiyle birleştiğinde “Elinde sadece çekiç varsa, her şey çivi gibi görünür”, insan zihninin kendi çözüm aracını mutlaklaştırma eğilimini açığa çıkarır. Elimizde güç ya da çözüm varsa, tüm sorunları onunla çözmeye meyilli oluruz. Bu yönelim, bakış açımızı daraltır; karmaşıklığı düzleştirir.

Çekiç yalnızca bir nesne değildir; refleks gibi işler. Yönümüzü, dikkatimizi, dünyayı algılama biçimimizi belirler. El çekiçle birleştiğinde, göz sabitlik arar; çakılacak çivi, hizaya sokulacak yapı, bastırılacak çıkıntı. Lorde’un şarkı sözü, iktidarın basit ama sarsıcı işleyişini açığa çıkarır. Güç yalnızca indirilmez; biçim verir, kategorilere ayırır, anlamı sabitler. Dış dünyaya değil, benliğe de işler. Kimi zaman sözle, bakışla ya da sessiz beklentiyle… En keskin darbeler, çoğu zaman düşüncenin içinden gelir.

Putlar ve sorgulamanın sertliği

Nietzsche’nin Putların Alacakaranlığı adlı eserinde çekiç, doğrudan yıkım aracı değil, yoklayıcı bir düşünce aletidir. Filozof, kavramlara vurur; içi dolu mu, boş mu? Sağlam mı, çürümüş mü? Adeta bir hekimin kemiğe tıklaması gibi… Çekiç, putların değerini sınar; anlamlarını sorgular. Eserin önsözünde fikri şöyle ifade eder:

“Duruma göre daha çok tercih ettiğim bir başka iyileşme de putları yoklamaktır… Gerçekliklerden fazla put var dünyada: budur benim kötü bakışım bu dünyaya, benim kötü kulağımdır aynı zamanda… Burada bir kez çekiçle sorular sormak ve belki; yanıt olarak o ünlü içi boş sesi dinlemek, o şişkin bağırsaklardan geleni…”

Bu putlar yalnızca tanrısal figürlerle sınırlı değildir. Kadınlığa dair beklentiler, “uygun” kabul edilen davranış kalıpları, suskunlukla kutsanan sabır, ayıplanan arzular, anneliğe yüklenen kutsallık gibi yerleşik düşünceler de birer puttur. İnceltici, gençleştirici, beyazlatıcı güzellik normları; itaatkârlık, özveri ve sessizlik gibi içselleştirilmiş ahlak kuralları… Toplumsal düzenin hem görünmeyen hem de en etkili kalıplarıdır. Çoğu zaman sorgulanmadan kabul edilir, bedenlere, arzulara ve ilişkilere siner. Örneğin sessizlik, en güçlü iktidar biçimlerinden biridir. Çünkü iki yönlü işler; bir yanda sessizliğe itilen, konuşması bastırılan ya da değersizleştirilen bedenler vardır. Onların sessizliği, zorla dayatılmış görünmezliktir. Diğer yanda ise sessizliği iktidar aracı olarak kullananlar vardır; konuşmamakla, cevap vermemekle, susarak mesafe koymakla veya hiçbir şey söylemeden hükmetmekle kurulan üstünlük biçimi.

“Güçlü olmak” dediğimizde, gerçekten kimin sesi duyulur? Sistem mi konuşur, yoksa direnen mi? Bazı cümleler -örneğin “ben zaten hep güçlüydüm”- bize aitmiş gibi görünür, oysa çoğu zaman içimize sinmiş söylemlerin yankısıdır. Kim konuşuyor? Biz mi, yoksa bizden önce yazılmış söylem mi? Kimi ifadeler, kırılganlığı bastırır; çatlaktan sızarak anlamın önünü tıkar.

İpin ucunda bir fikir

Feminist düşünce kırılanı yalnızca teşhir etmez; anlamı yeniden örmeye yönelir. Ama bu örme, kusursuz onarım ya da huzurlu bütünlük sunmaz. Çoğu zaman eksik, yamalı, yorucu bir uğraştır. Sökülenin izini sürmek, sessizleşmiş sesi duymaya çalışmak, dağılmış anlatılar arasında ilişkiler kurmaktır. Örmek, sadece eylem değil; dağınıklıkla birlikte yaşamayı öğrenmek, anlamı tek çizgide değil, gevşek düğümler içinde aramaktır.

John Strudwick’in 1885’de altın iplik “Altın Tehdit” ismi ile yaptığı tablo, kader kahramanları altın bir iplik eğirmekteler, ©Munique, Galleria del Levante.

Misal, “ilmek ilmek örmek” yerinde bir mecazdır. Kadınlara atfedilen geleneksel zanaatin -örgü ya da dikiş gibi- zamanla düşünsel pratiğe dönüşmesini imler. Sabır, dikkat ve tekrar gerektiren; kolayca sökülebilecek ama emekle tutulan düşünme biçimi. Sabitlikten değil; ilişkisel bağlardan, bedensel hafızadan, kırılganlıktan, bakımdan, sesten ve sessizlikten, arayıştan ve sürdürmeden anlam üretir. Örmek, yalnızca düşünmenin değil, direnmenin de biçimidir. Bu noktada, örmek fiilinin arketipsel tarihini hatırlamak anlamlıdır. Antik mitolojilerde kaderin üç tanrıçası -Yunan’da Moiralar, Roma’da Parcae- yaşam ipliğini eğirir, sarar ve keserdi. Örmeyi bilen kadın, hem zamanı hem de anlamı dokuyan bir figür olarak karşımıza çıkar. Zanaat, düşünsel üretime içkin bir biçime dönüşür. Kadın dokunuşu yalnızca yün değil; bilgi, dayanıklılık ve hafıza da örer.

Anlamın parçalı örgüsü

Hayatlarımız dümdüz akan, sorunsuz anlatılar değil. Sıkça idealize edilen esneklik, geçirgenlik, ritmik akış, gerçeklikte her zaman karşılığını bulmaz. Kırgınlıklar, yaralar, çatlaklar vardır. Sara Ahmed’in “kırık testi” (ya da sürahi) metaforu burada anlam kazanır. Ahmed, Feminist Bir Yaşam Sürmek adlı eserinde “kırılgan nesneler”den söz eder. Ona göre mesele, kırılanı gizlemek değil; o kırıkla yaşamayı öğrenmektir:

“Kırılma sadece bir şeyin (bir testi, bir sürahi) kırılması değildir, bir olasılığın… tamamlanma olasılığının paramparça olmasıdır… Parçaları bir araya getirirseniz daha çok Silas’ın durumunda kalacaksınız, bir anıtla, anıların tutucusuyla.” (syf. 223-226)

Kırık olanı onarmak değil; onunla yaşamayı öğrenmek, kırılmanın izini taşıyan anlatıları ve bedenleri görünür kılmak. Böylelikle gerçekliklerin içinde anlam yeniden örülür; kusursuzluk değil, dayanıklılık ve direncin hikâyesi anlatılır.

Örmek, sökülenin sadece parçalarını bir araya getirmek değil; o parçalarla yeni ilişkiler kurmak, anlam alanları açmaktır. Nietzsche’nin “çekiçle felsefe” anlayışıyla, yerleşik değerlerin sorgulandığı düşünsel darbelerden sonra; queer/feminist düşünce, kırıntılar arasında ilmek atar, anlamı ilişkisel olarak örer. Yıkımın ardından, var olanla beraber yaşamayı öğrenme pratiğidir bu. Queer/feminist fikriyatın ördüğü dünyalar; pürüzlüdür, yorucudur ama her daim direnişin, anlamın ve dayanıklılığın örüntüleridir.

Nietzsche’nin çekiçle sorgulayan felsefesi, Ahmed’in kırılganlıkla düşünme biçimi ve feminist örme pratiği… Bütün bunlar, benim feminizm anlayışımda hem eleştirel hem de iyileştirici zemin kuruyor. Feminizm yalnızca neye karşı çıktığımızı değil, nasıl sürdürdüğümüzü de anlatır. Bu metin, o örgünün ilk ilmeği.*

 

Kaynakça:

  • Görsel – Gülsüm Postacı
  • Lorde – Hammer / Single (2025)
  • Maslow, Abraham – “Elinde çekiç olan kişi her şeyi çivi olarak görür.”
  • Nietzsche, Friedrich – Putların Alacakaranlığı Ya da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır? / İş Bankası Kültür Yayınları, Çev. Hasan Ali Yücel (2010)
  • Ahmed, Sara – Feminist Bir Yaşam Sürmek / Sel Yayıncılık Çeviri-Beyza Sümer Aydaş (2017)

 

(*) Kaleme aldığım metin, queer/feminist düşünce ile şekillenen, felsefe, edebiyat ve popüler kültürün iç içe geçtiği bir denemedir. İktidarın işleyişine, kırılganlığın politik doğasına ve düşünsel direniş yollarına dair kişisel düşünce egzersizidir. Daha geniş bir yazı dizisinin ilk parçası olacağını umuyorum.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.