Şimdi neye, nereye, hangi gerçekliğe tutunmalı? Hangi zeminin üstünde doğrulmalı? Niye ki, kimliklerim miyim ki ben?

“Group of women”, Diana Ong (2007)

Bugün, 25 Ekim 2023, Çarşamba. Az evvel, aslında evlat edinilmiş olduğumu öğrendim. 33 senelik bir hayattan, daha fazla sürpriz bekleyemem. Belki tam 33 bile değil, bilmem. Şu an hangi hikâyenin sarhoşu veya hangi sarhoşun hikâyesi olduğumdan ziyade hangi kimlik acısı benim olmayabilirdi’nin peşindeyim. Misal, Alevi değilsem ya? Onca dışlanma, hakaret, yafta, yangın, yıkım, kıyım… Hak mı yoksa müstahak mı? Şimdi bu gerçeklik kimin? Benim mi? Değil mi? Peki ya Arap, hiç değilsem? Değişir miydi hikâyem? Belki bunca hırpalanmazdım farklı olsaydı şivem. Birkaç dakika öncesine kadar anadilim sandığım Arapça yüzünden hayatım boyunca yediğim tüm retler (ve küfürler), Suriye’deki savaştan sonra en baş kabul sebebim olmuşken bu durumda anadilim olmayan bir Arapça sayesinde kabul alacak ama aaa sonra savaşla işsiz mi kalacakmıştım? Ayak altından baş üstüne yer edindikten sonra başken ayak olmaya, vay be! Hele hele Antakyalı değilsem, bu kadar kayar mıydı şirazem? Ahh, en azından teğet geçmiş olurdu beni deprem… Belki hemen ileride, Mersin’de doğmuşumdur, o zaman tüm bu kimlik acılarının reddi mirası mümkün olur mu dersin? Boşuna mı yaşadım şimdi ben onca zorbalığı? İnsan çocuğunu bir şehre emanet edecekse de, ne bileyim, şöyle havadar bir yere emanet eder, deprem bölgesine mi eder arkadaşım! Gerçi Antakya’nın acısı kadar tatlısı da güzel… Gerçek bir künefe yemeden büyümek de ne bileyim… Künefeyi, hâkim bir kimliğe tercih eder miydim? Olur mu canım, künefenin Alevilikle ne ilgisi var, künefe hepimizin! Künefe hepimizin de deprem niye yalnızca bizim? Fay hattı da seçkinciymiş de de güleyim. Ayy ne biliyorum, belki Suriye’de doğdum, sonuçta orası da şurası! Hah, gene mi Arap’ım, yok Kürt de olabilirim. Yahu ben acıya doğmamış olmak ihtimalini sevdim diyorum, sen ne diyorsun. Bir fark yok Cansucum- dur bakalım, belki Cansu değil adım? Belki ikizler üstü yengeç de değilim, bak sen şu işe… Kim yükledi ya bana bu kadar anlamı? Bak, ben, ben bile değilmişim! Kimim ki ben madem? Şimdi neye, nereye, hangi gerçekliğe tutunmalı? Hangi zeminin üstünde doğrulmalı? Niye ki, kimliklerim miyim ki ben? İnsanın kimlikleri doğuştandır, seçemez, seçebildikleriyle değerlendirmeli insanı, derdi anneannem… Hay Allah, anneannem de anneannem değilmiş meğer. Ne kadar ağlamıştım onu bedenen kaybederken… Bu acı da mı benim değil şimdi? Bana öğrettikleri hâlâ benim sayılır mı peki? Ne saçmasın lan yaşamak! Adım da acım da benim, benim! Ben buralı olmasam da bu Antakya benim! Ben Suriyeli olsam da olmasam da bu savaş benim! Komşunun yıkılan evinin, şu karşıda kesilen selvinin, Sevilya’nın kaybolan kedisinin acısı benim! Orta Doğu’da da Avrupa’da da Amerika’da da doğsam, Arap da doğsam Kürt de doğsam Türk de doğsam, heteroseksüel de queer de öteki de beriki de doğsam, bu acı benim! Anla artık! Ben senim, sen bensin. Biz acısını körüklemeye değil, dindirmeye geldik bu evrenin. Bu kadar kaygan, bu kadar kaypak, bu kadar hepimizin, bu kadar hiçbirimizin olan “şey”lerle mi tutunuyorsun hayata? Yazık sana. Yazık bana. Hayır küçük bir şakaymış, evlat edinilmemişim. Ama işte gerçeklik iki saniyede kayıp düşerek ölebilen biri. Sen bu iki saniyede ölebilen, dönüşebilen, birilerinin kavramsallaştırıp kategorileştirerek etiketlediği saçmalıklara bir ömür, hatta ömürler harcamaya devam et güzel kardeşim. Fakat bu acı kadar bu mücadele de benim, bizim, hepimizin. Bil istedim.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.