Rachel Syme
Geçen yıl, İngiliz yayıncı Fitzcarraldo, Fransız yazar Annie-Ernaux’un anılarından oluşan
“L’événement”i (Kürtaj) yeniden yayımladı. 79 yaşındaki Ernaux, Fransa dışında pek fazla tanınmıyor ancak kendi ülkesinde, kendi hayatından malzemeler bulup çıkarmaya yönelik cesaretinden dolayı, edebi bir dişi aslan olarak nitelendiriliyor. Ernaux evlilik dışı ilişkisi, annesinin ölümü ve meme kanseriyle olan mücadelesine dair kitaplar yazdı. Ancak 1963’te, 23 yaşındayken yaptırdığı yasadışı kürtajın hikayesi olan “L’événement” (Kürtaj) onun, okurlarında en yoğun üzüntü uyandıran işi olabilir. Bu eserinde, deneyimini ortaya koyan ya da en azından tasvir eden büyük sanat eserlerinin yokluğunun yasını tutuyor. “Dünyanın herhangi bir müzesinde, bir ‘Yasadışı Kürtajcılar Atölyesi’ olduğuna inanmıyorum,” diye yazıyor.
Bu cümle Fransız yönetmen Céline Sciamma’nın aklında yer etti ve yakın zamanda yeni filmi “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”’nin en çarpıcı sahnesi için bundan ilham aldığını söyledi. Film on sekizinci yüzyılda Bretonya’nın uzak kıyılarında geçen bir lezbiyen aşk hikayesi ile ilgili. Geçtiğimiz mayıs ayında En İyi Senaryo ve Kuir Palmiye’yi kazandığı Cannes’da yapılan galasından sonra film şubat ayında Amerika genelinde gösterime girdi. (Film, “Parazit” ile ortak bir dağıtımcıya sahip ve onunla benzer seviyelerde ilgi çekti; Deadline’a göre, filmin Amerika’daki ilk gösterimi, Amelie’den bu yana gösterime giren Fransız filmleri arasında en başarılılarından biriydi.) Yukarıda bahsi geçen sahnede, esintili bir kır malikanesinde üç kadın bir yatakta uzanmıştır, yüzleri çıtırdayan bir şömine ile ısınmaktadır. İçlerinden biri, Héloïse (Adèle Haenel), varlıklı bir İtalyan saray mensubu ile nişanlandırılan ancak bu adamla evlenme arzusu taşımayan, evin sakınılmış ancak direngen kızıdır. Bir diğeri Marianne (Noémie Merlant), Héloïse’in portresini yapması için tutulan ve daha sonra Héloïse’in sevgilisi olan Parisli bir sanatçıdır. Üçüncü kadın Sophie (Luàna Bajrami) ise o sabah erken saatlerde yerel bir şifacının evinde geçirdiği kürtaj sonrası iyileşme sürecinde olan genç hizmetçidir. Aniden Héloïse’in aklına bir fikir gelir. Sophie’nin yataktan çıkacak kadar iyi hissedip hissetmediğini merak eder. Héloïse, kadının üzerinde dinlendiği döşeği yere sürükler, Sophie’ye üzerine uzanmasını söyler, sonrasında saatler önce Sophie’nin kürtajını yapan kadın ile aynı şekilde durarak kürtajı yeniden canlandırır. Yağlı boyalarını ve küçük, boş bir tuval parçasını tutan Marianne’e, “Resim yapacağız,” der.
2008’den bu yana Fransa’da beş filmin yönetmenliğini üstlenen Sciamma, “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”ni kadın bakışına dair bir manifesto olarak adlandırıyor ve filminin her fırsatta erkek perspektifini, dişil bakış lehine altüst ettiği doğru. Filmde neredeyse hiç erkek karakter yok ve göründüklerinde genellikle sırtları dönük ya da yüzleri odağın dışında; nihayet bir erkeğin yüzünü açıkça gördüğümüzde, bizde zorla ve izinsiz girilmiş hissi uyandırıyor. Film, oyunculara gözalıcı bir hale vermeden, kostümleri alışılmadık dışavurumcu bir tarzda kullanıyor: kahramanlar, filmin büyük bir bölümünde sade, tek bir elbise ile görülüyorlar. Sciamma hikayesini, kaçamak göz atışlardan, uzun ve dikkatli bakışlardan, kadınların yüzlerinin mum ışığı ya da sahildeki parlak beyaz ışıkla aydınlatılmasından, dikkatli bakışa çağıran yansımalı yüzeylerden inşa etmiş; açılış sahneleri, aşk ilişkisi gerçekleştikten yıllar sonra, bir çizim sınıfında eğitmenleri olan Marianne’e bakan genç kızların yüzlerinin yakın çekiminden oluşuyor. (Hikâye, geriye dönüş ile anlatılmaktadır.) Ancak “manifesto”, “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”nin ince romantizmi ve hassas, baş döndürücü görüntüleri için oldukça didaktik bir kelime. -Aşırı kullanımından anlamı aşınmış, akademik bir ifade olan- “kadın bakışı” ise sanatsal yaratımın ve alevlenen aşkın iç içe geçmişliğini ve hafıza, tutku ve özgürlüğün birbirine dolanmasını derinlemesine inceleyen bu film için yetersiz bir kolaya kaçmadır. Film, yaratıcı deneyime dair arzuyu birbirlerinde gerçekleştiren kadınlar arasındaki erotik, heyecan verici bir ilişki ile ilgili; ancak aynı ölçüde, bir aşk hikayesi sona erdiğinde sanatın meşru kılma, koruma ve teselli etme güçleri ile de ilgili.
Erkekleri ekranda göstermeden bile, Sciamma, patriyarkanın kadın kahramanlarının yaşamlarını kısıtladığı sayısız yolu tasvir ediyor. Héloïse, zengin bir İtalyan erkekle evlenmeye hazırlanıyor, çünkü ablası aynı kaderden, evlerinin yakınındaki sarp uçurumlardan düşerek ya da büyük olasılıkla atlayarak, kaçmıştır. Héloïse, Benedik rahibeleri ile yaşayarak zaman geçirmiştir (“Eşitlik, hoş bir duygu,” der); şimdi Kontes olan annesi (Valeria Golino) onu eve geri getirtmiş, ablasının yolundan gidip, ailenin talihini mahvetmediğinden emin olmak için onu içeri kilitlemiştir. Müzik ve edebiyat aşığı olan Héloïse, bir orkestranın çalışını hiç görmemiştir. Zorlu bir tekne gezisi ve kıyıdaki kayalıklardan tırmanışın ardından eve tek başına varan Marianne, özgürlüğü daha yakından tanır: Babasının portre stüdyosunu miras almaya hazırdır; akıcı bir şekilde İtalyanca konuşur ve doğduğu ülkenin dışında zaman geçirmiştir. Ancak daha sonra, çalışmalarının sergilenmesi için en iyi eserlerini salon sergilerine sık sık babasının adıyla gönderdiğini öğreniriz. Nişanlanmalarını tasdik etmek adına İtalyan’a hediye olarak verilmek üzere Héloïse’in portresini çizme işini, erkek bir ressam gelip, Héloïse onun için poz vermeyi reddettikten hemen sonra almıştır.
En başından beri, iki kadın arasında oyunbaz bir gerginlik söz konusudur. Portresini yaparken Héloïse’in işbirliğini sağlamak için, Kontes, Marianne’e yalan söylemesini, Héloïse’in yürüyüş arkadaşı olarak hizmet etmek için evde bulunduğunu belirtmesini ister. Marianne, onun portresi üzerinde geceleri çalışmalıdır, bu durumda çiziminin kaynağına yalnızca birkaç kaçamak bakış atar: (Manastırdan geriye kalan bir giysi olan) geniş bir kapüşonun ardına gizlenmediğinde Héloïse’in yüzü, sahildeyken kucağında topladığı elleri. Marianne ona gerçek planı itiraf ettiğinde, Héloïse resmi görmeyi talep eder. Portresini, keskin yüz hatlarının nasıl pürüzsüzleştirildiğini ve düz hale getirildiğini inceler ve resmin son derece yetersiz olduğunu ileri sürer. (Haenel’in, günümüz sinemasının en ilgi çekici yüzlerinden birine sahip olduğunu ifade etmek gerek; gülme çizgisi ve kaşlarının arasındaki iz, en dingin ifadelerinde dahi duygu izleri barındırıyor.) İki kadın arasındaki diyalog kışkırtıcı ve güçlüdür, karşılıklı anlayış ve meydan okumayla işlenmiştir. “Sanat eleştirmeni olduğunu bilmiyordum,” der Marianne, Héloïse’in düşüncesiyle yaralanınca. “Ressam olduğunu bilmiyordum,” diye cevap verir Héloïse. Héloïse, Marianne’in şunu bilmesini ister, o, resmini yaptığı diğer özneler gibi değildir; uysal değil, evcil ise hiç değildir. Héloïse, ikinci bir portre için poz vermeyi kabul ettiğinde, Marianne’e şunu hatırlatır; Marianne’e konu olmasına ve ressam Marianne olmasına rağmen, incelemeyi yapan tek kişi Marianne değildir. Değerlendirilmeye razıdır, ancak değerlendirme yapmayı da planlamaktadır.
Diğer pek çok lezbiyen aşk hikayesini ele alan dönem filmlerinin yönetmenlerinin, eşcinsel aşkın tabularını vurguladığı yerde Sciamma, oluşan gerçek bağların kudretiyle, utanç veya şokla ilgilendiğinden daha fazla ilgileniyor. Onun seks ve çıplaklığı filme alışı, kışkırtıcı sinematik eğilimden ustalıkla kaçınıyor: Gösterilen tek cinsel ilişki sahnesi, koltuk altında duran parmakları gösterir ve Héloïse’i tamamen çıplak gördüğümüz tek seferde, Marianne kendi yansımasına bakıp, bir otoportre çizdiği sırada, küçük bir ayna kasıklarını kapatırken Héloïse yatakta uzanmaktadır. Filmin göreli tevazusu, kısmen, alkış alan bir başka Fransız lezbiyen aşk hikayesi, 2013 yapımı “Mavi En Sıcak Renktir”e sitem gibidir; erkek yönetmen filme, kadın oyuncuların daha sonra filmi küçük düşürdüğünü ifade ettiği altı dakikalık bir seks sahnesi dahil etmiştir. (Kısa bir süre önce, film endüstrisindeki patriyarkaya karşı ekran dışı bir protestoda, tecavüzden hüküm giymiş Roman Polanski kazanan olarak açıklandığında, Sciamma ve Haenel, Oscar’ın Fransız versiyonu olan César Ödüllerini terk etti.)
Sciamma’nın imgeleri, aşırı duygusallık riski altında olduklarında bile, bu aşırılığı bir şekilde iteler. Sophie’nin kürtajını yapan kadın tek odalı bir kulübede yaşamaktadır; işlemi, en küçük bebeğinin uzandığı, odanın tek yatağında gerçekleştirir. Kadın, Sophie’nin vajinasına bir lapa yerleştirirken, Sophie acıyla içini çeker, bebek onun parmaklarını yavaşça yakalar ve yüzüne götürür. Yeni bir yaşamın başka bir yaşamın sonlandırılmasına koçluk ettiği bu imge, kâğıt üstünde ağlak ya da acemice politik görünüyor. Ancak bu sahne Sciamma’nın ellerinde, kaçınılmaz bir biçimde gerçekçi hale geliyor: Kalabalık bir evde, bir bebek başka nerede duracaktır ki? Böylesi bir işlem, başka nerede yapılacaktır?
Diğer şeylerin yanı sıra, “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”, derin bir kadın dayanışması hikayesidir, fakat hiçbir zaman, günümüz cinsiyet politikalarına selam çakar gibi hissettirmez ya da feminist söylemi nostaljik göstermez. Aksine Sciamma, kızkardeşliğin, ortamın katı gelenekselciliğinin içinden çıkarak organik bir biçimde gelişmesine izin verir. Kontes birkaç günlüğüne haneden ayrıldığında, üç kadın sessizce ütopik bir rutine alışır. Bir sahnede, Héloïse ve Marianne usulca yemek yapmakta ve Sophie eleştiri ya da tantana olmadan ev içi görevlerine ara vermiş, iğne oyasını tamamlamak için otururken ona şarap doldurmaktadırlar. (Bir aşk hikayesi olduğu düşünüldüğünde film, bu üçlüye dikkate değer bir zaman ayırmıştır.) Bu anların etkisi, Sciamma’nın dikkatle gerçekleştirdiği telaşsız, gündelik ritimlerin çekimleriyle daha da artmıştır. Başka bir sahnede, üç kadın Ovid’den “Orfeus ve Euridike”yi yüksek sesle okumaktadır; şairin, Orfeus’un Hades’in yanından dönerken geriye doğru bakışını ve böylece sevgilisi Euridike’nin yeraltı dünyasında kalacak şekilde lanetlenişini betimlemesini mest olmuş bir biçimde dinlemektedirler. Belki, der Héloïse, Euridike Orfeus’a geriye dönüp bakmasını söylemiştir. Marianne’in yorumu ise farklıdır: Filmin temasını da aksettiren bir cümle ile “aşıkların seçim yapmasına izin vermiyor, seçimi şair yapıyor,” der. “O, sevgilisinin anısını seçiyor.”
Sciamma bir röportajda, “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”ndeki aşk hikayesinin, sinemanın en meşhur, “tamamen kuir” aşk hikayelerinden biri olarak değerlendirdiği Titanik’teki Jack ve Rose arasındaki sahneler gibi hissettirmesini istediğini belirtiyor. “Leonardo DiCaprio o dönemlerde tamamen androjendi,” diye ifade ediyor, “DiCaprio ve Kate Winslet o zamanlar tanınmıyorlardı, ünlü değillerdi ve bu sebeple ikisi arasında bir güç dinamiği söz konusu değildi… Bunun büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum çünkü bu, eşitlik ve özgürlük barındıran bir aşk hikayesi.” Kısmen DiCaprio’nun tam olarak ne zaman ünlendiği hakkında gülünç bir tartışmayı tetiklediği için ve kısmen de Sciamma, hem Amerikan popüler sinemasının körü körüne tabi olduğu inanç hem de kendi film yapımının gücü hakkında bilinçli bir şekilde provokatif olduğu için açıklamaları her yerde ses getirdi. “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”, “Titanik” gibi bir filmden her anlamda daha sınırlı; burada herhangi bir “asla bırakmayacağım” beyanı yok, bağıran Celine Dion şarkıları da yok. “Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi”ndeki hemen hemen tek müzik, ormandaki büyüleyici şenlik ateşi topluluğunun katılımcıları tarafından seslendirilen, yüce bir biçimde ürpertici olan enstrümansız bir ilahi ve Vivaldi’den tutkulu bir bölümdür. Aşıklar arasındaki tek veda, sessiz, telaşlı bir kucaklamadır. Yine de Sciamma, modern sinemadaki gibi büyüleyici, trajik bir aşk hikayesi yaratmıştır.
Çeviren: Gaye Polat
Bu yazının orijinali 4 Mart 2020 tarihinde The NewYorker’da yayınlanmıştır.