Dokuz aydır tutuklu olup daha iddianamesi mahkemece kabul edilmemiş olanlar var. Mahkeme görülüp de hüküm giyse yatacağı cezadan daha uzun süredir tutuklu. Yeni düzende tutukluluk, yargılanmadan, sadece suçun isnadıyla kesilen ceza herkese.

Zaman 5, 2024, Aslı Aydemir

Karakoldan Çağlayan’a. Savcılık bekleniyor gözaltındaki diğer erkek ve kadınlarla. Polislerden çok, erkeklerin göz hapsindesiniz. Kimi kelepçeli kimi kelepçesiz sigaraya çıkarılıyorlar adliye önüne. Kelepçesiz kadına avukat mısınız diye soruyor biri. Yanında sağ ve sol bileklerinden birbirlerine kelepçelenmiş genç erkekler var. “Gözaltındayım”, “sen neden gözaltındasın?”. “Polisleri sevmiyorum öldüreceksin onları” gibi lakırdılar eveleyip geveliyor. Kelepçeli gençler “Abla anlamadın mı, polis o”. Kadın tekrar bakıyor adama. “Sen saç mı ektirdin?” Adam arkasını dönüp uzaklaşıyor.

Savcılığın tutukluluğa sevk ettikleri, adli polisle birlikte mahkeme önünde yargı dağıtılmasını bekliyor. Sıra sıra giriliyor, kısa sürede dizi dizi çıkılıyor salondan. Tutuksuz yargılanacaklar uzuyor hemen. Tutukluluğu yüzlerine bakılmadan söylenenler birbirlerinin mahkemelerinin görülmesini bekliyorlar. Çağlayan’dan Silivri’ye servis var çünkü. Ve servis, bagajı da dahil, insanla doldurulmalı. Tutukluluğuna karar verilen bir erkek yerden yere atıyor kendini, tutuksuz yargılanacak ekürisine sayıp sövüyor, duvarlara kafasını vura vura ağıt yakıyor. Polis diyor: “Şu kadınlardan utan.” Kadınlar hem birbirlerini hem adamı teselliye çalışıyorlar. Biri diyor ki: “Sizinki adli suç, benim mahkeme görülmeden siz çıkarsınız.”

Yolculuk bir buçuk saat sürüyor, konuşa gülüşe gidiliyor. İlk kez cezaevine girecek biri “Şimdi biz olta mı atacağız?” diye soruyor. Gülüşmelerle “Hayır volta, volta.” Biri yol boyunca sessiz. Bir ara uyanıp “benim suç ortaklarım nerede” diyor; gecekondularına, arama iznini geçin, bekçiler girmişler. Yirmilerinde daha, on bir yaşındaki oğlunu düşünüyor.

Giyinik aranıyor kadınlar kabinde, sırayla. Çoraplar ters yüz ediliyor. Sütyenler başa bela, çıkmak zorunda. Fermuarlar, düğmeler ötüyor; infaz memurları kurumdan eşofman veriyorlar, nihayet geçiliyor.

Üzerlerine zimmetlenmiş yastık nevresim, takım ve battaniyeyle geçici koğuşa giriliyor. Dört kişilik koğuşta, dokuz kişi, beşi yerde yatıyor. Kare şeklinde küçük bir havalandırma alanı var, oraya açılan kapı da var ama hiç açılmıyor o kapı. Az ışıkta, saatten de habersiz, koridordan geçen memurlara duyurma çabasında seslenişler, yumruklanan kapılar.

Çakmak, ped, havlu, sabun… İhtiyaç olan neyse. Yanınızda getirdiğiniz temiz çamaşırlarınız poşette, kapının hemen önünde, ancak verilmiyor. Kokunuza alışıyorsunuz. Madde bağımlısı biri. Yemek için uyanıyor sadece. Belalı birine benziyor. Sigara istiyor, herkes uzatıyor hemen. Kimse kimseye bulaşmak istemiyor. Kurul önüne çıkıp da koğuşunuz belirlenene kadar oradasınız. Cumaysa girişiniz, pazartesi ikindiye kadar uyku uyanıklık arasında bekleyeceksiniz.

Tanışıyorsunuz bu sürede. “Sen neden buradasın, niye geldin, ne kadar kalacaksın, avukatın var mı?”. “Biz hırsızız” diyor biri, biri de “Biz de yankesiciyiz” diyor. “Biz kim?”, “Biz işte…”. Etnik kökenlere pay edilmiş kimine suç, kimine iş alanları. Cezaları var yatmalık, girip girip çıkmışlar. Gedikliler. “Yaş kaç? Evli misin, çocuk var mı, kaçını isteyerek yaptın?”. Otuz bir yaşında, yedi çocuk, üçü hapse girmemek için yapılmış. “Cezam çok ama artık yapamam çocuk, yoruldum, ben de insanım. Bu işi de yapmazsam ne yiyip ne içeceğim?” Diğeri de “Ev, araba var ama onlar yenmiyor. Mecbursun.” Her iş gibi bu işlerin de etiği var. Gün ağarmaya başlayınca her gün ağlıyor biri. Sonra oradan oraya sektiği bir sürü konuda, müthiş kelime dağarcığıyla uyuyana kadar aralıksız konuşma. Tatlı tatlı akıyor. Geçici koğuşun fon müziği. Kimse, memurlar da dahil, ne eğitim durumunu ne de neden burada olduğunu öğrenebiliyor. SMA’lı çocuklar için paraların toplandığı kabini mi kırmış, birini mi dövmüş yoksa bir yeri mi yakmış anlaşılmıyor tam. Memura da yüksek lisans yapıyorum diyor sonra birkaç cümle içinde ortaokul geçiyor, sonra mimarlık diyor. Eğitim durumu belirsiz diye not düşüyor memur. İnsanlara öfkeli. SMA’lı çocukların canı can da benimki patlıcan mı? Dileniyormuş bazen.

Nihayet pazartesi. Kurul için koridorda sıradasınız. Kurul odası, psikologların odası, revir yakın birbirine. Kalabalık bekleyiş uzun. Biri bayılıyor o sırada, hemen revire. Tansiyonu düşmüş. Diyor ki hemşire: “Bir şey yemedin mi?”, “Hayır.” Eline çubuk kraker, su tutuşturuluyor. Bir süre sandalyede oturuyor. Geçici koğuştan gelmiş, kişi başına bir somun ekmek var kahvaltıda. Kurula çıkarılacak derken payına düşen ekmeği yemeye vakit olmamış. Açlıktan da bayılmış. Ekmeğin kahvaltıdaki eşlikçileri bir önceki akşamdan veriliyormuş. Bilmiyorsunuz, bildiğinizde de sabaha kadar yemiş oluyorsunuz. “Bir sıcak bir şey verselerdi, neydi onun adı, hah, sallama çay. Bir de şeker.”

Sıradayken bir memur sırayla geliyor yanınıza. İçine doğru bıdır bıdır bir şeyler söylüyor. Tam anlamıyorsunuz, dakika hediye gibi bazı ifadeleri seçiyorsunuz. “Anlamadım, ne için?” Reklam kampanyası gibi duyuluyor. Maneviyat birimiymiş. İnancınızı soruyor, dininize göre bayramlarınızda fazladan 10 dakika konuşma hakkı veriliyormuş. Dini hizmetlerden faydalanabiliyormuşsunuz. Hangi dinler, ne kadar, nasıl…

Geçici koğuştan sonra koğuş iyi geliyor. Eskiler geçici koğuşa kapıaltı derlermiş, koğuş da kapı herhalde. Tutuklu koğuşu. Mimarı, yüksek mühendisi, belediye başkanı, öğrencisi, ev hanımı, polisi, avukatı, bankacısı var. En küçüğü on sekiz, en büyüğü elli dokuz yaşında. İsnat edilen suçlar dolandırıcılık, göçmen kaçakçılığı, rüşvet, uyuşturucu satıcılığı, trafik kazasıyla ölüme sebep olmak, polise mukavemet, kasten yaralama, tehdit, cumhurbaşkanına hakaret, gösteri bilmem ne kanununa muhalefet…. Dokuz aydır tutuklu olup daha iddianamesi mahkemece kabul edilmemiş olanlar var. Mahkeme görülüp de hüküm giyse yatacağı cezadan daha uzun süredir tutuklu. Yeni düzende tutukluluk, yargılanmadan, sadece suçun isnadıyla kesilen ceza herkese. Cezanız yetersiz görülüyorsa tutukluluğunuzu uzatmanın hukuksu yolu da bulunmuş; savcı iddianameyi hazırlayacak, mahkemeye gönderecek, mahkeme cık bu olmamış diyerek ya da görevsizlikle geri gönderecek, savcı mahkemenin itirazına itiraz edecek ve bir süre daha da geçecek. Zamanın da geçmek gibi bir huyu var zaten. Bu bürokratik paslaşmaların satır aralarında da yaşamaktan mütevellit aldığınız nefesler, inişli çıkışlı ritimlerle akıyor olacak. Bu sürede cezanızı peşin yatmış oluyorsunuz. Hüküm giyerseniz cezanızı önden yattınız, belki fazla belki az, sonrası tahliye. Mahkeme beraat derse de alacaklısınız; pardon.

Koğuş öyle filmlerden, dizilerden bilinen halde değil, yani onlarca kişi yanyana ranzalarda, tek bir alanda kalmıyor. Böyleleri vardır, bir yerlerde daha. Burası yeni usul, iki katlı, her katta sekiz oda ve bir ortak alan. Ortak alana mini metal tezgah ve lavabo konuşlandırılmış, tezgahın üstünde iki kapak, içinde tek raf aynı metalin grisinde dolap var. Her odada bir küçük dikdörtgen; içinde klozet, lavabo ve duş aparatları. Odalar hayallerde bir kişilikmiş, öyle tasarlanıp inşa edilmiş. Tek kişilik demirden yatak, tek kapaklı metal dolap açık gri renginde, plastik beyaz bir masa ve bir sandalye. Hayatta ise, hayallere bu kadar dirençli hayaller de nasıl bilinsin, o tek kişilik yatağa kaçak kat çıkılmış. İki kişilik olmuş o yatak ama dolap yine tek kalmış. E yetmemiş, ne çok insan var çünkü; hatta bazıları insan olmaktan suçlanmış, yere bir yatak. Sonuçta on altı kişilik koğuş olmuş mu kırk kişi. Ve dolaplar hâlâ on altı.

Sabah sayımıyla açılan havalandırma alanı, adı bu mu? Çünkü bahçe değil burası, akşam sayımıyla kapatılıyor. Sıraya geçip tek tek söylüyor kadınlar; bir, iki, …, otuz, … otuz beş (ömrün yarısı), … kırk. Sayılar karışıyor bazen, açıktan lise okuyan biri “Anlamadım ki o kadar avukat, mimar, mühendis var, sayılar karışıyor”. Havalandırmalık… Zemini beton, karşılıklı iki duvara voleybol için file gerilmiş, haliyle bir de top var yerde. Ortak alandaki plastik masa ve sandalyeler her gün çıkarılıyor, akşamına içeri alınıyor. Yeşil bir şey yok. Hani hiç olmayacak yerlerde nasıl olmuş da bu burada yeşermiş göğe doğru diye şaşırılan hiçbir bitki… Ortak alanda salatalık yeşili, karpuz yeşili, bir de pet şişeden doğma insandan olma vazodaki maydanoz yeşili var ancak. Ayaklarınız beton zemindeyken başınız öndeyse duvar, İstanbul’daki pek çok dairenin duvar bejinde, kum taşı, düğün aşı, kimin gözü şaşı. Kafanızı kaldırdığınızda da o mavi. Uçurtmayı Vurmasınlar mavisi. Düzgün çizgilerle çerçevelenmiş; kenarlıkların hemen önünde altı düz tel çizgi, yükleri ağırmış, elektrik. Öyle diyorlar.

19.07.2025

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.