Feminizm akademiden çıkan bir fikir değildi hiçbir zaman, akademideki alanlarımızı genişletmek ve varlığımızı/ sözümüzü güçlendirmenin yoluydu, hâlâ öyle. Umarım feminist mücadele akademinin kısır döngülerinde bir inceleme nesnemiz değil, hâlâ yol gösteren ve içinde olarak güçlendirdiğimiz bir yol, duruş ve yaşam biçimi olmaya devam eder.
Uzun zamandır sosyal medya mecralarında ve ölçeği geniş olmayan çeşitli tartışma ortamlarında feminist politika içinde fazla tanıdık olmadığımız bir dil ve bir tartışamama zemini ile karşı karşıyayız. Bu zemin soru sormaktan ve anlamaktan ziyade muhalefetin önemli bir kısmına sirayet etmiş sağcılıkla yarışır şekilde pozisyon deklare etme ve mağduriyet yarışına dönüşmüş durumda. Coğrafyamıza özgü deneyimlediğimiz şiddet biçimlerini, hoyratça ve içini boşaltarak, egemenlere yöneltilemeyen öfkenin nesnesi halinde beraber mücadele yürüttükleri kişilere yönlendiren veya eleştirileri bir mağduriyet hikayesi olarak tanımlayarak, yan yana yürümeyi mümkün kılan zeminleri tarumar eden bir eylemsiz-öfke hali görünür durumda. Bu yıkıcı ve zorlayıcı hal, çoğunlukla ilkeler üzerinde yürüyen politika yapma biçimini de kişiler ve sosyal ağlara göre yeniden örgütleyerek, iktidarın baskısının başaramadığı çaresizlik hissini yaygınlaştırıyor. Aşağıda anlatacaklarım, bu hikâyenin kadınlar cephesinden çok küçük ve birkaç güne yayılan, kahramanlarının yıllardır yaşadığı şiddetin yeni bir boyut almasına neden olan örneği sadece. Kahramanın “ben” olmasına gerek var mı, zira anlatılan hepimizin hikayesi.
Bir taciz metni, bir imza ve bir kamusal ifşa
Olanlar karşısında kendi mağduriyetimi dile getirecek değilim. Zira sahne performansıyla göz dolduran pek çok parlak insan ile tanışmak zorunda kaldık. Yazacaklarım bir politik sorumluluk olarak sessiz kalmak istemediğim ve hiç kişisel olduğunu düşünmediğim bir tartışma hakkında: bir taciz metni, bir imza ve bir kamusal ifşa.
Tartışmayı yanında durarak, imza atarak güçlendirmeyi önemsediğimiz kadınların adına da konuşma noktasına çekmeyeceğim, bu tartışmayı kendilerinin fazlasıyla hakkını vererek yaptıklarını ve yapacaklarını biliyorum, kendilerinden çok şey öğrendim. Dahası şiddete uğrayan kadının adını sıkça deklare edip, şiddet faili erkeklerin adını asla geçirmemeleri nedeniyle eleştirildiklerinde, konuyu dış kapının mandalı bir mağduriyet hikayesine dönüştürenlere de prim vermemek ve bir kadını daha bu sistem karşısında güçsüz kılmamak bu yazıda temel motivasyon, dolayısıyla isim ve olay aktarmayacağım. Ben sadece kendi kişisel tarihime not düşmek ve biraz iç dökmek istiyorum.
Daha önce bir şiddet ifşasında bulunan bir kadının beyanına dair güvensizlik yaratan ve kendi yakın çevremden de destek gören bir kamusal açıklama karşısında öfkelenmiştim, dile getirmiştim. Öfkem, bir kadının bir başka kadının ifşasına yönelik sorgulama yapması ile ilgili değildi. Bunu bir pozisyon alış ve akademik kariyere içkin bir çıkarım olarak ve olaya çok bilinmezli bir dedektif hikayesine yakın gizem katarak silip yeniden yazdığı paylaşımlarıyla açıklaması üzerine çıkmıştı. Beni ilgilendiren kimin ne dediğinden ziyade zedelenen politik hat. Zira bir eleştirel tutum alışın, linç olarak değerlendirilip, bir politik sorumluluk üstlenerek gönüllü olup metin yazma işine içinde onca tansiyon barındıran farklılıklara rağmen girişenlere yönelen tavrın devletle eşdeğer bir sansüre benzetilmesi bu iç döküşü dost masasında konuşmak yerine bu yazıyla yayınlamamın nedeni.
Burada bir ara not, kimsenin feminizmini derecelendirip sorgulamak değil amacım. Kendini feminist olarak ifade eden herkes feministtir. Kimsenin ne kadar muhalif olduğu da bir ölçüme tabi tutulmuyor bu yazıda. Öncelikle yazılanların bu tartışılamaz zemine kaymaması en büyük dileğim.
Politik bir kopuş
En son söyleyeceğimi daha önce de dile getirdiğim birkaç cümle ile vurgulamak istiyorum: takınılan tavırların farklılıkları, yazmamız gereken bir tarih anlatısı ve politik kopuş aynı zamanda. Kimin ne kadar iyi feminist literatürü bildiği, ne kadar adının duyulduğu veya yazılarından ne kadar alıntı yapıldığı, yaşamları ve politik tutum alışlarındaki çelişkileri ortadan kaldırmıyor. İmtiyazlar hiçbir kadını kurtarmıyor erkek karşısında ama imtiyazlarından vazgeçmemek için veya o imtiyazların içinden bakmak dışında bir tutumu almak aklına bile gelmediği için “erkeklerden taraf olmak”, “kadını karşısına almak” olabiliyor. Ne üzücü bazı kadın akademisyen dostlar için!
Akademik olana tahvil edildiği ölçüde kıymet verilen feminist politik tutum alışlardan, her politik eylemi kendi akademik kariyerinde bir “el atılmamış, ilginç toplumsal konu” olarak görüp yazmaya, yazdıkça kendine hayran olmaya, kendine referans verilmeyen çalışmaları neredeyse okumamaya, akademi dışı yazından veya deneyimlerden bir şey öğrenebileceğini düşünmemeye, politik olan yerine akademide kıymeti olandan yana durmaya ve tüm yaşamını bununla kurmaya kadar… Ne kadar tanıdık değil mi, üstümüzde özgüven sarsıcı etkileri bırakan tüm akademik replikleri bir anda yeniden duymak gibi.
Akademik feminizm
Dilinden patriyarkayı düşürmeyen ve derslerinde cadı avı anlatanların bazılarının tutumları, o günkü “itibarsızlaştırma” cümlelerine ne kadar yakın, inanılmaz. Bu sadece kuşak farkı olmasa gerek!
Şiddet de taciz de alt sınıflara özgü bir kalıntıdır diyerek işin içinden nasıl ki sıyrılamazsanız, şiddet ve taciz biz yakınında olmaktan hoşnut olduğumuz adamların yapacağı işler olmaz da diyemezsiniz… Suç ortaklığı ve tanıklık bizim karşı karşıya kaldıklarımızdan çok daha çetrefilli zeminde yürüyor ve bu feminist politika açısından en büyük tansiyon durumu. Güç ilişkileri açısından, ekonomik pozisyon veya yaş açısından kısmi bir güç kazanmış kadınların sadece kendi başlarına gelmedi, o erkek kendiyle öyle bir dil kurmadı diye, ifşa eden kadının itibarına saldırması (duygusal tepki, psikolojik rahatsızlık, “o da kuyruk sallamasaydı” gibi) ve böylece erkeklere destek çıkması en büyük ve en kırılgan halimiz. Bazen kimin kiminle olduğu, kimi koruduğu, kime referans verdiği veya kiminle ilgili şüphe yaydığı belirleyici olur, zira politik olan feminist politikada gündelik hayat içindeki dönüştürücü tutumdan ancak oluşur. Devrimden sonraya erteleyeceğimiz bir zorunlu ilişki değil bazı tutumlar.
Kendi kişisel tarihimde bile bana ne demem gerektiği konusunda “ders veren” arkadaşların erkeklerin cinsiyetçi tutum ve davranışlarına kahkahalarla güldüğünü ve politik olarak onların arkasında durduğunu hatırlamak da bu kopuşun parçası. Dahası en ciddi sorgulamalarımı yapma nedenim de sadece doğuştan ve çabamla elde ettiğim imtiyazlarımı paramparça eden göç sürecim değil, çok şeyi beraber öğrendiğim kadın arkadaşlarım olmuştu, hatalarımı bana söyleyecek kadar güçlü genç (yaş hiyerarşisi olarak okumayın lütfen) kadınlar özellikle.
Hayal kırıklığı bile değil, yazılması gereken bir politik kopuşun hikayesi artık.
Siyasal aracın yokluğunda feminist politika
Gözlemim ve sezgim, başka pek çok tartışamama halinde de gördüğümüz gibi, feminist siyaset yaparken siyasal aracımızı yitirdiğimiz için, platformlar halinde eylemlilikler ve söylemler örgütlendiği için gerçek bir siyasal tartışma neredeyse imkânsız hale gelerek, A ve B’nin beyanlarını hareketlere mal etme şeklinde yürüyor. Daha açık ifade edersem siyasal örgütlenmenin kurumsal mekanizmaları platformlara sıkıştığında veya ortadan kalktığında kişisel olan politiktir sözünün anlamı; sadece kişisel olana dayalı politik ilkelere dönebiliyor. Ne yazık ki akademik olarak da politik fikrimizin akademide de yankı bulması için yürüttüğümüz süreçler, politik araç ve zeminin bulanıklaşması nedeniyle belki de tüm arkaik kalıntıları ve ayrıcalıklarla bezeli yükleriyle politik duruşu belirler hale gelebiliyor.
Belki bu tartışmalar, yararlı bir tartışma zemini yaratır, belki de sadece network’lere göre kurulu akademik mahallelerin içinde birilerinin dışlanması veya birilerinin kollanması sonucunu taşır. Bunların her biri bir dizi politik sorumluluk yüklüyor bize. Ayrışmalar ve bir araya gelmeler sanırım bir politik ayrışmanın göstergesi, hayırlı olur böylesi. Feminizm akademiden çıkan bir fikir değildi hiçbir zaman, akademideki alanlarımızı genişletmek ve varlığımızı/ sözümüzü güçlendirmenin yoluydu, hâlâ öyle. Umarım feminist mücadele akademinin kısır döngülerinde bir inceleme nesnemiz değil, hâlâ yol gösteren ve içinde olarak güçlendirdiğimiz bir yol, duruş ve yaşam biçimi olmaya devam eder.
Son not
Bağlamdan ve politik duruştan bağımsız şekilde “şiddet uygulamak, linç ve taciz” gibi kavramların oldukça kolayca kullanıldığına şahit oluyoruz. Kanımca kişilerin kamuya açık beyanları eleştirilebilir. Eleştiri karşısında yanıt vermek yerine, tanıklık ettiğimiz şiddet döneminin kavramlarını beraber mücadele edenlere karşı kullanmak; bu kavramların içini boşaltıp gerçekliğin şiddetini de ağızlarına sakız etmek demek. İlkeleri kendi imtiyaz alanlarınızı korumak için hiçe saydığınızda gelen eleştirilere polislik, linç, şiddet demek bir tersinden politize olma hali. Kim olursanız olun!