Yalnızca 72 gün süren Paris Komünü, bundan tam 150 yıl önce, 28 Mayıs 1871’de yenilgiye uğradı. Çatışmalar sırasında ve sonrasında askerlerin öldürdüğü Parislilerin sayısı bilinmiyor. Komün’e aktif olarak katılan kadınlar, geçmişteki benzerleriyle karşılaştırıldığında bu çatışmada daha fazla merkezdeydi ve büyük kayıplar verdiler. Binlercesi, sayılmadan ya da kimlikleri saptanmadan toplu mezarlara gömüldüler. Sağ kalanlar yargılanmak üzere Versay’a yürütülerek götürüldü; yolda sataşma, aşağılama ve fiziksel saldırılara maruz kaldılar.

Tarihçi Carolyn J. Eichner, Surmounting the Barricades: Women in the Paris Commune[1] adlı kitabı üzerine kendisi ile yapılan söyleşide, Paris Komünü üzerine yazan erkek tarihçilerin anarşist Louise Michel dışında hiçbir kadından söz etmediklerini belirtiyor. Saygın bir anarşist feminist figür olmasına rağmen o bile sadece satır aralarında adına rastlanan bir kadın olarak kalıyor.

19. yüzyılda feminizmden söz edilemeyeceğini öne süren yaygın görüşe karşı olduğunu belirten Eichner, Paris Komünü’nde yoğun bir kadın katılımının yanı sıra üç önemli feministi anlatıyor kitabında. André Léo, Elisabeth Dmitrieff ve Paule Mink.

Yazarlık ve gazetecilik yapan André Léo, 1860’lardan itibaren çeşitli mecralarda sosyalist ve feminist düşüncelerin savunuculuğunu yapmış bir kadın. Dönemin feministleri onun evinde toplanıp mücadele ağını örgütlüyorlar. Aralarında Louise Michel ve Paule Mink’in de bulunduğu bu kadınlar, özellikle kız çocuklarının eğitimini iyileştirmeye önem veriyorlar. Paris Komünü gazetelerinde editörlük yapan ve yaralı bakımında çalışan André Léo, Komün’ün yenilgisinden sonra İsviçre’ye kaçıyor. 1880’deki aftan sonra Fransa’ya dönüyor ve ölümüne dek sosyalist gazetelerde çalışıyor.

Paule Mink ise sürgünde yaşayan Polonyalı aristokrat bir aileye mensup. Polonyalı bir prensle evlenip boşandıktan sonra 1867’de Paris’e göçüyor. Orada farklı muhalif çevrelerle ilişkiye geçerek kadınların kurtuluşu ve sosyalizm hakkında yazmaya başlıyor. Paris Komünü sırasında şehrin dört bir yanında destekleyici konuşmalar yapan ve tartışmalara katılan Mink, iyi bir hatip olarak da biliniyor. Bu süreçte yaptığı işler arasında seyyar hastanelerin örgütlenmesi ile yoksul kız çocukları için kurduğu okul da var. 1901 yılında Paris’te öldüğünde sosyalistler, anarşistler ve feministler tarafından kaldırılan cenazesi büyük bir gösteriye dönüşüyor. Katılımcılarla polis arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor.

Elisabeth Dmitrieff, aristokrat bir Rus ailede evlilik dışı çocuk olarak dünyaya geliyor. Politik yaşamı 16 yaşındayken St Petersburg’un sosyalist çevresinde başlıyor. Eğitim için o zamanlar kadınları üniversiteye kabul eden birkaç ülkeden biri olan İsviçre’ye yerleşiyor. 1. Enternasyonal’in Rusya delegesi olarak Londra’ya gittiğinde Marx ile tanışıyor. 1871 Mart ayında Enternasyonal tarafından Paris Komünü’ne gönderiliyor. Nathalie Lemel ile birlikte Paris’in Savunulması ve Yaralıların Bakımı için Kadınlar Birliği’ni kuruyorlar. Bir başka faaliyet alanı da kadınların ekonomik özgürlüklerini hedefleyen sendikalar. Eşit işe eşit ücret bu sendikanın örgütlü olduğu yerlerde hayata geçiyor. Komün’ün yenilgisinden sonra Dmitrieff, ilkin İsviçre’ye sonra da Rusya’ya kaçarak politik çalışmalarına orada devam ediyor.

Eichner’in yazdığı kitaba dönecek olursak; yazar, Fransa’da feminizmin 1868’den itibaren III. Napolyon’un basın ve ifade özgürlüğünü liberalleştirmesiyle birlikte yapılan toplantılarda ve yayınlanan gazetelerde kadınların çalışma koşulları üzerine yapılan tartışmalarla ivme kazandığına dikkat çekiyor.

Eichner’a göre Paris Komünü’nde kadınlar sadece kapitalizmin değil, patriyarkanın da barikatlarını aşarak kadın emeği, eğitim ve evlilik yasalarını organize ettiler. Kadınlar Komün mücadelesinin her alanında vardılar: Barikatların arkasında yemek pişirmekten sağlık hizmetlerine ve barikatlarda silahlı savaşa kadar. Kadınların barikatlardaki silahlı savaşta yer almaları birçok erkek tarihçi tarafından “mitos” olarak nitelenmiş olsa bile bunun gerçek olduğunu vurguluyor Eichner.

Her ne kadar antifeminist devrimciler -ki bunlardan biri de Proudhon- Komün’de çoğunluktaysalar da Paule Mink ve André Léo ile sıkı dayanışma içinde olan Eugene Varlin, Leo Frankel ve Elisee Reclus gibi erkeklerin desteği de söz konusu.

Eichner, “Kitabınızda Komün’ün erkek egemen, sosyalist bir gündemi olduğunu belirtiyorsunuz. Komüncü kadınların bunu değiştirme olanakları söz konusu olabildi mi?” sorusunu, “Bazı değişiklikler yapabildiler. Kendilerini Dmitrieff tarafından kurulan Kadınlar Birliği (Union des Femmes) etrafında örgütlediler… Dmitrieff in çeşitli çevrelerle bağlantıları vardı ve … erkeklerin kontrolündeki çeşitli kaynakları kadınların çalışma koşullarını iyileştirmek için kullandı. O zamanlar birçok sosyalist ‘devrim olduğunda herkes eşit olacak’ anlayışındaydı. Ama kadın devrimciler şunu biliyorlardı: ‘Devrim bu erkek sosyalistler tarafından belirlenecek ve hepimiz eşit olmayacağız’”. Paris Komünü’nde kadınlar gazetelerdeki yazılarıyla, aktivistlikleriyle ve kolektif örgütlenmeleriyle bir yandan komünarları aydınlatmaya bir yandan da güçlerini pekiştirmeye çalıştılar.

[1] “Barikatları Aşmak: Paris Komünü’nde Kadınlar” olarak çevrilebilir.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.